Zafer Partisi’nin Ortaya Çıkış Hikâyesi
2022 yılının nisan ve mayıs ayları, ülke gündemini derinden etkileyecek videoların başta Twitter olmak üzere çeşitli sosyal medya platformlarına düşmesine sahne oldu. Neredeyse her biri milyonun üzerinde etkileşim alan bu videolarda çoğunlukla Afgan asıllı göçmenler Türkiye’deki kadınların sokakta, alışveriş merkezlerinde, sahillerde ya da pazarda rastgele görüntülerini çekiyor ve arkaya ekledikleri müziklerle bu görüntüleri kendi sosyal medya hesaplarında paylaşıyorlardı. Bu videoların “keşfedilmesi” kamuoyunda adeta bir bomba etkisi yarattı. Yaşanan öfkenin tek kaynağı Suriyeli göçmenlerin yanında bir de Afgan göçmenlerin varlığının “fark edilmesi” değildi. Ayrıca çoğunluğu “başıboş genç erkeklerden oluşan Afgan göçmenlerin pervasızlığı ve tacizkârlığı” namus, güvenlik, kadın hakları, Cumhuriyet’in kazanımları ve demografik gelecek meseleleriyle karışık bir dolu duyguyu, düşünceyi ve kaygıyı siyasetin ve kamuoyunun gündemine taşıdı.
Kamuoyunda oluşan öfke ve panik hali, dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu TGRT Haber’de gazetecilerin karşısına çıkarıp göç ve göçmenlerle ilgili sorulara yanıt vermek ve bu konuda kamuoyuna açıklamalar yapmak zorunda bıraktı. Programda söylediği "Ama öyle bir büyütüyorlar ki sabahtan akşama kadar, affedersiniz bütün röntgeni Suriyeliler çekiyor. Ya şimdi ben selfie çekiliyorum. Kötü niyetli olsanız, selfie çekildiğim zaman arkamda bir kadın olsa, selfie'yi yayınlasa... 'Ya bak bu kadını röntgenliyor.' Ya böyle bir ahlaksızlık var mı ya? İsterseniz bu meselelerde istatistiklerimiz de var. Hangi uyruktan ne kadar olduğunu kamuoyunun önüne koyalım. Bu ayıp," sözleri ise tepkileri iyice artırdı. Soylu’nun “hiç konuşmasaydı daha iyi olurdu” şeklinde değerlendirilen açıklamaları, hükümetin açık kapı politikası ile göçmenlere yönelik uygulamalara ve politikasızlığa bilerek göz yumduğuna dair argümanları kamuoyunda güçlendirdi.
Kadınları kayıt altına alan videoların yanında Afgan ve Pakistanlı göçmenlerin sınırlardan ne kadar rahat geçtiğini gösteren başka videoların hızla sosyal medyada dolaşıma girmeye başlaması göçmen meselesini siyasetin o dönem tam göbeğine taşıdı. O âna kadar ana akım siyasi partilerce çoğunlukla görmezden gelinen ve siyasetin ana gündeminde kendine pek yer bulamayan göçmen meselesi, ekonomik kriz ile beraber hızla muhalefetin de temel gündem maddelerinden biri haline geldi. Bütün partiler ve siyasiler apar topar göç meselesine ve göçmen krizine dair demeçler vermeye başladı. Muhalefet partileri göç meselesi özelinde ekonomiden güvenliğe, güvenlikten demografiye kadar birçok farklı alanda soru ve eleştiriyi iktidara yöneltmeye başladı.
2022 nisan-mayıs sürecine kadar göç ve göçmen meselesi hiç konuşulmuyor değildi. Fakat bu toplumsal ve duygusal kırılım ile beraber, göç ve göçmen politikalarını konuşan gazeteci, siyasetçi ve uzmanlar artık “radikal ve aşırı” gözükmemeye başladı. Aksine, hızlı bir değişimle toplumun en temel meselelerinden birini konuşan kamuoyu figürlerine dönüştüler.
Hatta göç ve göçmen meselesine dair kullanılan üslup, jargon, makbul ve makul kabul edilen dil de hızlı bir değişime uğradı. Siyasetin “overton penceresi” kaydı. Bütün göçmenleri en hızlı şekilde ve gerekirse zorla gönderme politikası ana akım ve en çok dillendirilen politika olarak medyada, partilerin programında ve kamusal söylemde yerini aldı. Böylece toplumun talebiyle ana akım siyasetin söylemleri arasındaki makas da daralmış, hatta kapanmış oldu. Bu dönemde yaşanan duygusal kırılma öyle şiddetliydi ki daha öncesinde göçmenlere yönelik nefret söylemlerine yönelik kuvvetlice verilen ahlâki tepkiler de zayıflamış ve çökmüş oldu. Twitter’da, arkadaş ortamlarında ve hatta medyada göçmenlere yönelik hakaretamiz ifadeleri kullanmak normalleşti.
Bütün bu süreçten siyaseten en çok kârlı çıkanlar ise Ümit Özdağ ve Zafer Partisi oldu. Diğer muhalif partilerin aksine bu kriz “patladığı” anda krize sarılıyor görüntüsü vermeyen Özdağ ve Zafer Partisi, uzun süredir tek başına bu konuya dikkat çekmenin ve göç meselesi etrafında siyaset yapmanın etkisiyle kamuoyu nezdinde daha samimi bulundu. Bir nevi “uzun zamandır dikkat çektikleri fakat iktidar ve iktidarla işbirliği içerisinde olan ana akım muhalefetin görmezden geldiği beka meselesi” lambadaki cininden de çıkmış oldu.
Aslında Özdağ’ın yaptığı şey, toplumsal anlamda birikmiş öfkenin ve bıkkınlığın siyaset kurumuna başarıyla yansıtılmasıydı. Tıpkı 2000’lerde Avrupa toplumları içindeki AB ve göç karşıtı siyasetin uzun yıllar hiçbir merkez parti tarafından temsil edilmemesi, dile getirilmemesi ve siyasi açıdan kullanılmaması gibi Türkiye’de de başta Suriyeliler olmak üzere göçmenlere yönelik hoşnutsuzluk ve öfke, neredeyse hiçbir parti tarafından siyaset sahnesine sistematik bir şekilde taşınmamıştı. Hem de göç karşıtlığının AK Partilisinden CHP’lisine, milliyetçisinden Kürd’üne, kadınından gencine kadar toplumun bütün kesimlerini yatay kesen bir mesele olmasına rağmen. Avrupa’da tabanda olan AB ve göç karşıtlığının 2008 ekonomik krizi ile siyaset kurumuna sıçraması gibi Türkiye’de de halihazırda göçmenlere yönelik hoşnutsuzluk, 2018’den itibaren kademe kademe derinleşen ekonomik kriz ile iyice kökleşmiş ve genişlemişti. 2022 nisan-mayıs sürecinde ise medyanın ana gündemine dönüşen göçmen krizi, bu tarihten itibaren büyük oranda Ümit Özdağ ve Zafer Partisi’nin güdümünde partiye ve liderine kuvvetli bir görünürlük ve söylem belirleme gücü verdi.
Böylece Zafer Partisi, 14 Mayıs Genel Seçimlerinde 1 milyon 215 bin oy alarak %2,25 oy oranına ulaşmayı başardı. 1 milyondan fazla oy almasına rağmen hiçbir ilden milletvekili çıkaracak eşiğe ulaşamayan Zafer Partisi, siyasi temsiliyetinin çok ötesinde bir gündem ve siyasi alanı belirleyebilme gücüne erişti. Öyle ki Ümit Özdağ, 14 Mayıs’tan sonra Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile bir işbirliği protokolü imzalayarak desteği karşısında Millet İttifakı’nın kampanya dilinin tamamen göçmen karşıtlığına dönmesini sağladı.
2023 seçimlerine kadar Ümit Özdağ’ı başarılı kılan üç temel unsur oldu: Birincisi, toplumda yarattığı rahatsızlığın her geçen gün arttığı ancak neredeyse hiçbir siyasi parti tarafından yeterince dile getirilmeyen ve ana akım siyasette kendine yer bulamayan göçmen karşıtlığını sahiplenerek partisinin temel siyasi çizgisi haline getirmesiydi. Neredeyse tüm siyasi söylemini göç karşıtlığı üzerine kuran Özdağ, radikal çözüm önerileri ve üslubuyla bu meselenin tek sahibi konumuna ulaşmayı başardı.
İkincisi, milliyetçi cephedeki rakiplerinin aksine (MHP ve İYİ Parti), Zafer Partisi ana akım partilerle ittifaka girmeyerek siyaset ve söylem alanını olabildiğince genişletti. Türk milliyetçiliğin tarihsel başat aktörü MHP, AK Parti ile girdiği ittifak nedeniyle göç konusuna neredeyse hiç değinmedi. İYİ Parti ise Millet İttifakı çatısı altında olduğu süreç boyunca bir yandan milliyetçi bir çizgide siyaset yürütmek ile merkez sağ bir parti olmak arasında yalpaladı. Öte yandan ise Altılı Masa’nın parçası olarak hem yaptığı ittifaklar gereği daha dar ve kısıtlanmış bir alan içerisinde siyaset yapabildi hem de HDP ile zımni bir işbirliği içerisinde olduğu eleştirilerine göğüs germek zorunda kaldı. Bu iki partiden boşalan alanı Zafer Partisi radikal üslubu ve siyasi olarak bağımsız görüntüsüyle doldurmayı başardı.
Üçüncüsü, Ümit Özdağ ekonomik kriz, artan göç sorunu ve siyasi sahipsizlik nedeniyle ekonomik ve sosyal bir bunalım içerisinde olan geniş bir kitleye radikal üslubu, bu kitleyi merkeze alan siyasi söylemleri ve ana akım siyasetin dışında kalan bağımsız görüntüsüyle seslenmeyi ve onlarla bağ kurabilmeyi başardı. Ümit Özdağ’ın sert ve sinirli, vurucu demeçlerle “lafı sakınmadan gediğine oturtan” tarzı, kendisinden başka bütün partilerin sisteme teslim olduğunu söyleyen anti-statükocu siyaseti, sosyal medyayı etkin kullanabilmesi ve hem AK Parti hem de HDP nefretine yaslanması onu şimdiye kadar başarılı kılan son faktör oldu.
Zafer Partisi Neden Yükselmeye Devam Edecek?
Göçmen karşıtlığı, toplumsal hayatta ve devleti mevzu bahis alan konularda güvenlikçi duruşu ve anti-statükocu siyaseti ile Zafer Partisi küresel siyasette yükselişte olan güvenlikçi ve yerlici aşırı sağın Türkiye’ye özgü koşulları ile birleşmiş ilk ve eşsiz kombinasyonunu oluşturmuş durumda. Dünyanın ve Türkiye’nin son beş-on senede içinden geçtiği koşullar Zafer Partisi gibi bir partinin oluşumuna ve siyaset sahnesini etkilemesine imkân sağladı. Fakat Zafer Partisi’nin yükselişi bununla sınırlı kalmayacak. Türkiye ve dünya siyasetinin değişen dinamikleri Zafer Partisi çizgisini ve siyasetini güçlendirmeye devam edecek. Zafer Partisi çizgisi, aşağıda analiz edeceğimiz sebeplerden dolayı yükseliş trendini koruyacak.
Göçmen Gerçeği
Suriye iç savaşının başlaması ve savaştan kaçan ilk Suriyeli kafilelerin Türkiye’ye gelmesinin üzerinden tam on üç yıl geçti. Bu on üç yılda Suriyeliler kendi mahallerini oluşturdu. Kendi dükkânlarını kurdu. Yüz binlerce Suriye asıllı çocuk Türkiye’de dünyaya geldi. Suriyeli çocuklar ilk ve orta okullara gitmeye başladı ve ikinci jenerasyon göçmen kavramı oluştu. Suriyelilerin Türkiye’de saldıkları kök kuvvetlendikçe Türkiye’deki göçmen karşıtı hareket iki sebepten ötürü yükseliyor.
Birincisi bu “misafirlik fazla uzadı” ile “gitmeyecekler galiba” kaygısı kuvvetlenmeye başlıyor. Bu açıdan daha sert ve radikal bir göç siyasetini benimseyen partilere olan eğilim artıyor. Bir yandan da kamuoyunda Suriye’de artık Esad’ın savaşı kazandığı ve Suriye’de siyasi istikrarın sağlandığına yönelik düşünce de ağırlık kazanınca Suriyelilere yönelik hoşnutsuzluk daha kuvvetli bir şekilde siyasi ajandaya yansıyor. Zafer Partisi’nin göç konusunda benimsediği tavizsiz çizginin siyasi arenada ağırlık kazanmasının arkasında yatan dinamiklerden biri de burada saklı. Bu yorgunluk, memnuniyetsizlik, savaşın bittiği düşüncesi ile birleşen “gitmeyecekler galiba” kaygısı kuvvetlenerek kamuoyundaki memnuniyetsizliği artırmaya devam edecek.
Suriyelilerin Türkiye’deki on üç yıllık mazisi, kentlerde yoğunlaşan varlığı ve yaşam tarzlarının kamusal alanda gittikçe artan görünürlüğü Suriyeliler ile yerli halkın daha fazla karşılaşması ve etkileşime girmesini de beraberinde getiriyor. Hastanelerde, okullarda, veli toplantılarında, inşaatlarda, mahallede birlikte vakit geçiren veya kavga eden gençler arasındaki Suriyeli-Türkiye vatandaşı etkileşimi giderek artıyor. Bu karşılaşmalar ezici çoğunlukla nefreti ve hoşnutsuzluğu körüklüyor. Hatta yer yer en yüksek dozajını Ankara Altındağ’da gördüğümüz gibi toplumsal çatışmalara dönüşüyor. Önümüzdeki süreçte ise daha fazla Suriyeli çocuk okula gidecek, Türkçe bilen Suriyeliler daha görünür olacak, Suriyeli aileler Türkiye’de daha fazla kökleşecek ve hatta basın, dernek ya da örgütlenme yoluyla daha aktif ve örgütlü olacaklar. Hayatın doğal akışında yaşanacak bu çatışmalar ve mekanizmalar, Zafer Partisi’nin seçmen tabanını ve söylem gücünü genişletecek imkânlar yaratacak.
Suriyelilerle beraber Afganların, Afrikalıların, Orta Asyalıların ve daha birçok milletten göçmenlerin sayısının artması, daha görünür olması ve politik bir mesele haline gelmeleriyle kamuoyunun dikkatini daha çok çekmesi demografik kaygıları ve ülkenin geleceğine ilişkin endişeleri giderek daha şiddetli bir biçimde tetikliyor. TÜİK’in son yayımladığı verilere göre 2023 yılındaki nüfus artışının binde on bire düşmesi de göz önüne alınınca toplum içerisinde göçmenlere karşı demografik hassasiyetlerin daha da artacağını gözlemleyeceğiz. “İşgal ediliyoruz”, “kendi ülkemizde yabancı hissediyoruz” hisleri bir yandan iktidarın başta ucuz işgücü olmak üzere yürüttüğü açık kapı politikası ile artarken bir yandan da hızla yaşlanan, şehirlileşen ve ekonomik krizden dolayı Türkiye vatandaşlarının çocuk sahibi olma eğiliminin azalmasıyla iyice şiddetlenecek.
Bütün bu kısa ve orta vadeli süreçlerin yanında uzun vadeli mekanizmalar da Türkiye’ye doğru insan hareketliliğinin artarak devam edeceğini gösteriyor. Sahra Altı Afrika ülkeleri bir yandan ekonomik ve siyasi krizle boğuşurken bir yandan da küresel ısınmayla beraber ciddi bir kuraklık ve verimsizlik tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Ayrıca küresel ısınma krizinin etkilediği tek coğrafya Afrika kıtası değil. Orta ve Güney Asya gibi coğrafyalar da ciddi iklim krizinin somut etkileriyle daha fazla karşı karşıya kalacağı için önümüzdeki on yıllarda milyonlarca göçmenin daha yola koyulacağı hesaplanıyor. Bütün bu süreçler, Türkiye gibi geleneksel olmayan göç rotaları üzerindeki baskıyı artıracak. Çünkü devlet kapasitesi güçlü olan ve hâlâ elindeki birikmiş sermayeyle “rüşvet” dağıtarak sınırlarını koruyabilen Avrupa ülkeleri Mısır, Türkiye, Tunus ve Fas gibi ülkeleri göçmenler için tampon sınırlara dönüştürüyor. Bir yandan da kendi sınırlarını Frontex gibi pahalı ve detaylı mekanizmalarla korumayı beceriyor.
Dolayısıyla hem Türkiye’nin mevcut göçmenleriyle ilgili hem de gelecekte karşı karşıya kalacağı göçmen riskinden dolayı Zafer Partisi daha kuvvetli bir söylem gücü yakalayacak. Kaldı ki şimdiden Ümit Özdağ iklim göçmenlerine karşı tetikte ve teyakkuzda olmalıyız gibi söylemlerle seçmenlerini ve toplumu bu konuda hazırlamaya çalışıyor. Göç meselesi daha kritik bir meseleye dönüştükçe de Zafer Partisi çizgisi güç kazanacak.
Ekonomik Bunalım
Zafer Partisi’ni bir kaybedenler ve sistem tarafından dışlandığını hissedenler partisi olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Zafer’e oy veren şehirli bir genç için bu durum, aldığı üniversite eğitiminin kendisine diplomadan başka bir şey katmadığını fark edip gelecekten ümidini kesme şeklinde tezahür ederken, orta yaşlarda seküler yaşam tarzına sahip bir kadın için hem ekonomik kriz nedeniyle sınıf düşmesinin hem de daralan seküler yaşam alanlarının hesabını iktidara ve göçmenlere sormasının bir yolu olarak somutlaşıyor. Mahallesindeki artan göçmenlerin varlığından rahatsız olan orta yaşlı bir esnaftan, çalıştığı fabrikada göçmen işçilerle emek mücadelesine giren bir işçiye, sistem tarafından dışlandığını ve kollanmadığını düşünen gençlere kadar Zafer Partisi bir reaksiyoner hareket olarak yükseliyor.
Bu yüzden de ekonomi kötüye gittikçe, kriz derinleştikçe, toplumun satın alma gücü zayıfladıkça Zafer Partisi’nin albenisi parlıyor. Ekonomik krizin derinleşmesi, yaşam pahalılığının artması, 2023 seçimlerinden dolayı ana akım muhalefete olan güvensizliğin artması ve göçmenlerin artan hayat pahalılığının nedenlerin biri oldukları düşüncesi birleşince yerel seçimler sonrası yaşanacak olan daha sıkı kemer sıkma politikalarının Zafer Partisi’ne yarayacağı aşikâr.
Ulusalcı-Ulusötesi Vizyonların Çatışması
AK Parti’nin yirmi iki yıllık kesintisiz iktidarının yarattığı süreklilik ve stabilite ile Arap Baharı sürecinde Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yaşanan güç boşluğu, Türkiye’ye dış politikada daha etkin ve müdahaleci bir siyaset yürütebilme imkânı tanıdı. Artan ekonomik, askerî ve kültürel gücüyle Türkiye ulusötesi projeksiyonlara daha fazla odaklanmaya ve kaynaklarının önemli bir bölümünü dış politika hedeflerine ayırmaya başladı. Bir nevi alt-emperyal bir dış politika, olağan ve normal olarak Türkiye’nin rejim kodlarına girdi. AK Parti iktidarı boyunca da bu dış politika vizyonuyla birçok kurum etkin bir faaliyet üstlendi.
Örneğin TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı) Balkan, Kuzey Afrika ve Orta Asya ülkelerinde geniş altyapı faaliyeti yürütüyor. Maarif Vakfı, Fethullahçıların zamanında yoğun olarak faaliyet gösterdiği ülkelerdeki okulları hükümetler ile işbirliğine girerek bünyesine katmak için çabalıyor ve yabancı ülkelerde Türkiye’nin yumuşak gücünü artırmak için eğitim faaliyetleri yürütüyor. YİTİB, Avrupa’daki Türkiye diasporasını hedefliyor. Türkiye’nin dış politikadaki nüfuz alanını artırmayı hedefleyen bu politikalar yukarıda anlattığımız seçmen kitlesinde kendisi için harcanmayan kaynakların neden bu ülkelere aktarıldığı sorgulamasını da beraberinde getiriyor.
Bu açıdan Zafer Partisi’ni teşkil eden ruhu ve siyasi çizgiyi ülke kaynaklarını bizzat kendi topraklarına ve vatandaşlarına ayırmayı talep ve tercih eden hakiki anlamda yerlici ve millici bir çizgi olarak idrak etmek gerekiyor. Türkiye’nin milyar dolarlar harcayıp başka ülkelerde hastane, okul, altyapı tesisleri, kültürel faaliyetler ya da burs yatırımları yapması yerine bu kaynakların Türkiye içinde harcanması, Türkiye’deki vatandaşların refahı için kullanılması Zafer Partisi ve seçmenlerinin zımni ön kabulü olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye’nin jeopolitik ve dış politika hedefleri, arzuları ve hayalleri ile vatandaşının hayat kalitesi ve gerçekliği arasındaki makas açıldıkça da bu tansiyon giderek artıyor. Fakat Türkiye’nin adeta rejim kodlarına işlenmiş olan bölgesel güç olma arzusu ve alt-emperyal hevesler, dış politikada böyle bir yumuşak ve sert güç kullanımından vazgeçilmeyeceğini gösteriyor. Tıpkı ABD içindeki izolasyoncu eğilim ile müdahaleci taraf arasında yaşanan asırlık siyasi tartışmalar gibi, Türkiye’de de özellikle Afrikalılara verilen burslar, çeşitli Orta Asya ülkelerine yapılan imar hizmetleri ve daha zayıf konumdaki ülkelere verilen yatırım fonları üzerinden Zafer Partisi seçmeninin ve çizgisinin bir itirazı yükseliyor.
Küresel Siyasette Esen Aşırı Sağ Rüzgârı
Arjantin’den Macaristan’a, Macaristan’dan Rusya’ya dünyanın birçok bölgesinde ve ülkesinde neo-muhafazakâr ve güvenlikçi siyasetin temsilcileri iktidarda. Fakat daha önemlisi; ABD’den İngiltere’ye, Fransa’dan Güney Kore’ye kadar geniş bir coğrafyada yeni sağın hakim ideolojik paradigmayı ve çerçeveyi belirlediği bir dönemin içinden geçiyoruz. Yeni muhafazakârlık, iktidarda olmasa dahi siyasetin sınırlarını ve söylemlerini belirliyor.
60 ve 70’lerde dünyada esen sol rüzgârın, liberalleri ve muhafazakârları dahi sosyal devlete ikna etmesi gibi günümüzde de yeni sağ güvenlikçi politikalarda, sınırların korunmasında, aile ve toplumsal değerleri belirlemede ve hatta yeni solu bohem ve kimlikçi şeklinde eleştirerek işçi ve emeğin gerçek temsilcisi olduğunu iddia etmede siyasi ve toplumsal nüfuzunu artırıyor. 90’lardan itibaren Afrika, Ortadoğu ve Orta Asya’da çatışmaların artması ve teknolojinin ulaşım imkânlarını kolaylaştırmasıyla artan göç hareketliliği, küreselleşmenin sanayileşmiş Batı devletlerinde refahı azaltması ve büyüyen kültür çatışmaları, yeni sağın dinamizmini yaratan faktörler olarak karşımıza çıkıyor. Zafer Partisi’nin göç karşıtlığından bir anti kimliklenme olarak yeni sol düşmanlığına, güvenlikçi politikalarından laikliği ve milliyetçiliği benimsemesine kadar bünyesinde birleştirdiği ideoloji ise küresel sağı arkasına alarak bu rüzgârla yelkenlerini dolduruyor.
Bu noktada küresel ve ulusal trendin Zafer Partisi’ni nasıl büyüttüğünü anlamak için Zafer Partisi’nin gençlerde kazandığı sempatiyi daha detaylı bir şekilde incelemek gerekiyor. KONDA ve GoFor tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 18-30 yaş grubunun %5,1’i Zafer Partisi’ni destekliyor. 14 Mayıs’ta Zafer Partisi’ne oy veren gençlerin oranının %3,4 olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Zafer Partisi’nin seçimden bu yana oyunu belirgin biçimde artırdığı aşikâr. Ayrıca Özdağ ve Zafer Partisi’nin siyasi söylemleri, gençler tarafından önemli ölçüde samimi bulunuyor. Araştırmaya göre gençlere yönelik söylem ve vaatleri en çok samimi bulunan üçüncü parti Zafer Partisi olmuş.
Zafer Partisi, milliyetçi partiler içerisinde dahi sistemin somut bir kazanım elde edemeyen parti olarak öne çıkıyor. MHP, kendi seçmenlerine ve gençlerine iktidarda olmanın konforuyla devlet kadrolarında, İçişleri Bakanlığı pozisyonlarında veya güvenlik personeli olarak iş bulurken İYİ Partili gençlere CHP belediyelerinin iştirakleri ve ihaleleri aracılığıyla kaynak yaratılıyor. MHP, devletin rantını kullanırken İYİ Parti belediye rantı üzerinden destekçilerine istihdam ve kaynak yaratabiliyor. Zafer Partisi ise, bu iki kaynaktan da beslenemeyen, sistemden tamamen dışlandığını düşünen ve geleceğe dair umutları her geçen gün azalan gençleri temsil ediyor.
Sistem tarafından dışlandığını hisseden gençlerin sayısı hızla artarken Zafer Partisi özellikle genç erkeklerde bir çözüm umudu olarak görülüyor. Aynı araştırmaya göre genç kadınların %2’si Zafer Partisi’ni desteklerken bu oran erkeklerde %8’e çıkıyor. Erkeklerin Zafer Partisi’ni daha yoğun bir şekilde desteklemesi yine küresel trendlerle uyumlu bir biçimde karşımıza çıkıyor. Özellikle Güney Kore’de karşımıza çıkan genç erkeklerin aşırı sağ siyasete meylediş hikâyesi, genç erkeklerin neden böyle bir eğilim içerisinde olduğunu da gösteriyor. 2021 yılında Güney Kore’nin başkenti Seul’daki yerel seçimlerde 20’li yaşlarında erkeklerin %72’sinin muhafazakâr adaya oy vermiş olması, bu fenomenin küresel olduğunu gösteriyor. Seul’daki seçimlerde genç erkekler arasında muhafazakâr adayı tercih edenlerin oranının, 60 yaş ve üstündeki erkeklerinkinden (%70) daha fazla olduğunu gözlemliyoruz. Güney Kore’deki genç erkeklerin hızlı bir biçimde muhafazakârlaşmasında Güney Koreli kadınların arasında yükselen feminizm, genç erkeklerin imtiyaz kaybı ve genç erkekler arasında yükselen işsizlik ile geleceksizlik gibi faktörlere işaret ediliyor.
Türkiye’de de genç erkekler hızla şehirlileşen, üniversitelileşen ve sekülerleşen toplum karşısında değişen kadın-erkek ilişkilerine adapte olmakta zorlanıyor ve iş hayatından ülke gündemine kadar birçok konuda yaşanan belirsizliğe karşı aile ve muhafazakâr değerlere geri dönerek ve bu değerlere sahip çıkarak korunacağını düşünüyor. Bir yandan da ağırlaşan ve prekaryalaşan yaşam koşulları, genç erkekler üzerindeki gelecek baskısını arttırıyor. Erkekler üzerinde süren sorumluluk ve kendi ayakları üzerinde durabilme beklentisi varlığını devam ettirdiği için sıkışmış hisseden genç erkekler çareyi ve umudu sistem karşıtı, günümüz toplumsal ilişkilerini dejenere eden solu alaşağı ederek eski dinamikleri restore edici ve kendi perspektifinin sesi olduğunu düşündüğü Zafer Partisi’ne yöneliyor. Toplumsal çözülme ve geleceksizlik arttığı ölçüde radikal partiler daha güçlü bir alternatif olarak yükseliyor.
Ana Akım Siyasetin Çözülmesi
Türkiye siyasetindeki ana akım partiler olarak değerlendirebileceğimiz AK Parti ve CHP oylarındaki düşüş, ana akım siyasetin çözüldüğü argümanlarını güçlendiriyor. AK Parti’nin düşen oylarına karşılık Yeniden Refah ve HÜDA-PAR gibi radikal sağ partilerin güçlenmesi, CHP’ye azalan desteğin karşısında da TİP gibi sol/sosyalist partilerin yükselişe geçmesi merkezden uçlara doğru bir siyasi geçişin olduğunu gösteriyor. Milliyetçi cephe içerisinde daha merkez bir konuma yerleşmeyi hedefleyen İYİ Parti’nin ise hem 2023 Mayıs seçimlerine giden süreçte yürüttüğü ittifak siyaseti hem de mayıs seçimlerinden sonra yaşadığı kurumsal çözülme ve siyasi konumunu tayin edememesi nedeniyle bir çekim merkezi olma özelliğini yitirdiği aşikâr.
Merkez veya ana akım partilerin düşüşe geçmesi beraberinde kurumsal siyasetin dışına taşan, iktidar ve muhalefet partilerini “düzen partileri” söylemiyle tek bir pota altında eriten radikal siyasi partilere alan açıyor. Ekonomiden eğitime, güvenlikten dış politikaya kadar ana akım partilerin mevcut sorunları çözememesi, hatta sorunların giderek daha da derinleşmesi özellikle genç seçmenin düzen dışı seçeneklere yönelme eğilimini güçlendiriyor. Zafer Partisi, ana akım siyasetin çözemediği sorunlara radikal ve daha önce pek de alışık olmadığımız çözüm önerileri getirerek bu boşluğu dolduruyor, radikal çözüm önerilerini gitgide siyasetin merkezine taşıyabiliyor.
İYİ Parti’nin Yaşadığı Kurumsal Çözülme
Zafer Partisi ve lideri Ümit Özdağ’ın İYİ Parti’nin içerisinden çıkıp yükselmesi ve aşağı yukarı aynı seçmen kitlesine hitap etmesi iki partiyi doğal olarak birbirine rakip haline getirdi. Milliyetçi ve seküler seçmen kitlesinin İYİ Parti’den beklediği siyasi performansı, 2023 Mayıs seçimlerine giden süreçte Zafer Partisi’nin göstermesi ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde belirleyici bir konuma yükselmesi, oy oranı olarak olmasa da siyasi etki olarak Zafer Partisi’ni İYİ Parti’nin önüne geçirdi.
Mayıs seçimlerinden sonra İYİ Parti’nin Millet İttifakı’ndan ayrılması, göçmen karşıtlığı, Kürt hareketine olan mesafe ve CHP’yi terörle özdeşleştiren bir siyasi söylemi benimsemesi, zaten bu argümanlar üzerinde yükselen Zafer Partisi’nin bu alanın lideri konumuna getirdi. 2024 yerel seçimlerinde İYİ Parti’nin yaşayacağı olası bir oy düşüşü ve Zafer Partisi’nin yükselmesi, bu yarışta Özdağ liderliğindeki Zafer Partisi’ni daha da güçlendirecek ve belki de seküler milliyetçiliğin asli temsilcisi yapacak. Özellikle İstanbul’da yarışan İYİ Parti adayı Buğra Kavuncu ve Zafer Partisi adayı Azmi Karamahmutoğlu arasındaki oy dengesi, bu iki partinin siyasi mücadelesinde belirleyici olacak.
Olası Bir Çözüm Süreci ve Anayasa Tartışmaları
DEM Parti ile AK Parti arasında seçimden sonra yeni bir uzlaşı süreci başlayacağının kamuoyunda tartışılması ve yeni anayasa tartışmaları sürecinde verilecek siyasi tavizler veya yapılacak tartışmaların, ekonomik-siyasi-toplumsal olarak köşeye sıkışmış hisseden seküler milliyetçi tabanda birleşmeyi ve radikalleşmeyi artırma ihtimali yüksek. Yeni bir açılım sürecinin başlama olasılığı ve anayasa tartışmalarında laiklik veya Kürtlere “eşit vatandaşlık haklarının tanınması” gibi tartışmalar, laik Cumhuriyet’in korunması ve Kürt siyasi hareketinin güçlenmesinin önlenmesi temelinde siyaset yürüten Zafer Partisi’ne milliyetçi tabandan oy akışını hızlandırma imkânı tanıyacak.
Ümit Özdağ Zafer Partisi’nin Önünde Neden Bir Engel?
Yukarıda analiz ettiğimiz bütün yapısal ve Türkiye’ye özgü dinamikler Zafer Partisi çizgisine yakın bir siyasi oluşumun oy tabanını genişletecektir. Zafer Partisi’nin bizzat kendisi de bu dinamikler vasıtasıyla oy tabanını ve nüfuz alanını arttırıyor. Fakat bu potansiyelin tam anlamıyla gerçekleşmesi konusunda Ümit Özdağ’ın kendisi çeşitli sebeplerden engel teşkil ediyor.
Özdağ’ın Teşkilat Kurabilme Konusundaki Eksikliği
Siyasi kariyerine önce MHP’de başlayan, ardından İYİ Parti’nin kuruluşunda önemli görevler üstlenen fakat İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ile yaşadığı sert çekişmelerden sonra İYİ Parti’den de ayrılıp kendi partisi Zafer’i kuran Özdağ, teşkilatçılığı ve etrafına insan toplayabilme becerisi ile değil hatipliği, medyayı etkili kullanımı ve bilgisi ile öne çıkıyor. Kendisi yakından tanıyan birçok kişinin de vurguladığı gibi oldukça “sinirli, dediğim dedik ve yüksek ego sahibi olan Ümit Hoca” çevresinde topladığı kişileri de bir müddet sonra kaybediyor.
Özdağ’ın kendisini ön plana çıkaran, kişisel karizmasına odaklanan atılgan ve sert siyaseti Zafer’i bir noktaya kadar getirmiş olsa da siyasi hareketlerin belirli eşikleri aşmasının, daha geniş toplumsal tabanlara ulaşmasının ve seçmenlerde daha kuvvetli bir güven duygusu oluşturmasının arkasında liderle beraber yürüyen güçlü bir ekibin olması ve kökleri her yere uzanan teşkilatların var olması yatıyor.
Ümit Özdağ bu açıdan Zafer Partisi’ni henüz bir şahsın siyasi projesinin ve hareketinin ötesine geçirebilmiş değil. Partide Özdağ dışında öne çıkan bir isim yok. Bu durum diplomasi, jeopolitik, ekonomi, tarım ya da sosyal politikalar gibi konularda Zafer Partisi’nin pozisyonunu güçlendirecek söylemler üretebilecek siyasi figürlerin eksikliğine yol açıyor. Ayrıca partinin de kurulduğu andan itibaren kurucular kurulu üye istifalarından Ankara ve İstanbul il başkanlarının istifalarına ya da parti içi kavgaların Twitter’a taşınmasına kadar yaşadığı birçok çalkantı, Özdağ’ın kuvvetli bir teşkilat ve ekip oluşturamadığının bir başka göstergesi. Partinin gençler arasında hızla yayılırken erişkin ve orta yaşlı kesimlere ulaşma konusundaki güçlüğünü bu açıdan değerlendirmek gerek.
Tam Olarak Anti-Statükocu Siyaset Yürütemeyen Özdağ
Hem babasının eski bir üst düzey ve etkili asker olması hem de kendisinin uzun yıllar güvenlik akademileri, emniyet istihbaratı ve İçişleri Bakanlığı gibi güvenlik bürokrasisi ile yakın ilişkiler geliştirip bu gibi kurumlarda ders vermesi, Özdağ’ın devlet, milli güvenlik, ulusal milli çıkarlar gibi konularda sürdürdüğü devletçi ve statükocu çizginin bir nevi hem sebeplerini hem de sonuçlarını oluşturuyor.
Özdağ’ın, istihbaratın, güvenliğin ve devlet aparatının bu kadar içinden gelen bir siyasetçi olarak bu konulardaki akademik bilgisini, tecrübesini ve sahaya olan hakimiyetini bir üstünlük olarak sunmasına rağmen onun bu geçmişi ve duruşu tam anlamıyla anti-statükocu ve “devletin çıkarları ile kesişmeyen alanlarda” kuvvetli bir siyaset yapmasını da engelliyor. Hükümetin dış politikadaki zaaflarını göç politikasındaki zaafları kadar sert bir dille eleştirmiyor. Devletin ve milletin çıkarları dediği noktalarda susuyor ya da hükümete zımni bir destek sağlıyor.
Yukarıda neo-emperyal bir Türkiye tahayyülünde kaynaklarını dışarıya aktaran bir Türkiye projesinin nasıl içeride geri bırakıldığını hisseden gruplarca eleştirildiğini ve onlarda memnuniyetsizlik yarattığını analiz etmiştik. Özdağ’ın militarist ve büyük Türkiye etrafında şekillenen güvenlikçi duruşu Zafer Partisi’nin özünü teşkil eden “kaynaklarımızı kendi sınırlarımız içerisinde, kendi vatandaşlarımıza harcamalıyız” anlayışıyla çelişiyor. Zafer Partisi’nin üzerinde daha fazla sörf yapabileceği yerlici ve izolasyoncu eğilimleri yeterince kullanmıyor.
Özdağ’ın Bir Üst Anlatı Oluşturamaması
Özdağ, her ne kadar göç karşıtı siyasetin konu sahipliğini başarılı bir şekilde üstlenmiş olsa da dünyada başarılı olmuş diğer anti-statükocu ve aşırı sağ siyasetçilerin aksine siyasetinin temeline daha üst bir anlatı oturtmak konusunda yetersiz kaldı. Göç karşıtlığını göçmen sayısının fazlalığı, hükümetin göçmen politikaları konusundaki yetersizliği, açık sınır politikalarının devamı gibi göç politikaları ve iktidar karşıtlığı üzerinden başarıyla anlatan Özdağ, göçmen sorununun hangi daha büyük bir sorun ve meseleyle ilgili olduğunu inşa etmede yetersiz kaldı. İşgal ediliyoruz söylemini her ne kadar üst bir anlatı olarak kurgulamaya çalışsa dahi bu söylemin soyut bir tehdide dayanması ve toplumsal hayattaki somut problemlerden uzak kalması etkili olmasını engelliyor.
Son zamanlarda Ümit Özdağvari bir siyasetin başarılı örneğini Portekiz’de bulabiliriz. Portekiz’de mart başında yapılan genel seçimlerde aşırı sağ olarak nitelendirilen Chega (Artık Yeter) Partisi %19 oy olarak önceki seçimlere kıyasla oylarını üç katına çıkardı. 2019 yılında Chega, Portekiz Parlamentosu’nda sadece partinin genel başkanı olan Andre Ventura tarafından temsil ediliyordu. Son seçimlerde ise partinin milletvekili sayısı 48’e yükseldi. Ventura’nın yükselen popülerliğinin ilk adımlarında Roman komünitesini hedef alan, Romanların çok fazla suça bulaştığını, sosyal yardım mekanizmalarını sömürdüğünü ve fakirlik-asayiş problemleriyle Romanların “ülkenin asalakları” olduğunu ima eden söylemleri vardı.
Hatta Ventura, COVID zamanında sadece Romanları kapsayan karantina uygulamaları gibi önerilerle Meclis’teki geri kalan partilerin ve toplumun dikkatini çekti. Romanlara yönelik ayrımcı söylemlerinden dolayı ceza aldı. Fakat bu söylemleriyle bir ivme yakalayan Ventura, sosyal medyayı etkin kullanarak ve sert-radikal söylemlerde bulunmaya devam ederek medya ilgisini üstüne çekmek konusunda başarılı oldu. Eski bir futbol yorumcusu olmasının yardımıyla medya demeçleri çok konuşulur hale geldi.
İvmeyi yakaladıktan sonra siyasetinin odağını güvenlik, toplumsal yozlaşma, küçük suçların yaygınlaşmasına ve sosyal yardım mekanizmalarına bağlı kalarak toplumsal yaşama ve siyasetin yozlaşmışlığına çevirdi. Bu esnada Chega, siyasetin içinden ve dışından farklı gruplara temas eden ve farklı söylemler üretebilen birçok kişiyi parti bünyesine kattı. Aşırı sağın pek geleneği olmadığı bir şekilde sokaklara çıkarak sokak siyasetine yöneldi. Uluslararası bağlantılar kurarak özellikle İspanyol VOX partisiyle İberya özelinde bir ittifak kurdu.
Özdağ’ın Chega Partisi başkanı Venturavari bir üst anlatı kurmadaki eksikliği, teşkilat çalışmalarından mahrum oluşu ve uluslararası ittifaklar ile sermaye/kişisel ağların oluşturulmasında geride kalışı Zafer Partisi’nin potansiyelini limitleyen faktörler olarak karşımıza çıkıyor.
Özdağ, politika geliştirmek ve siyasi söylem oluşturmak konusunda sadece üst anlatı oluşturmada eksik kalmıyor. Ayrıca tutarlı, bütüncül ve ikna edici bir ekonomi programı ve düşünce ufkunu da partisi için henüz oluşturabilmiş değil. Ekonomik krizin, gelecek kaygısının ve işsizliğin hakim ve ana soruna dönüştüğü Türkiye’de başı sonu belli, tutarlı, ideolojik açıdan mantıklı ve kolay anlaşılabilir bir ekonomi programının eksikliği Zafer Partisi’nin ikna ediciliğini, ülkeyi yönetme konusundaki güvenilirliğini ve yeni seçmenlere açılabilme kapasitesini azaltıyor.
Mevcut durumda ekonomi politikalarında ideolojik açıdan tutarsız ve karışık sinyaller yollayan Özdağ, ekonomide yirminci yüzyıl tipi bir korporatizm ile Türkiye siyasetinin ekonomik popülizmi arasında bir yerde yalpalıyor. Partisinin geniş seçmen tabanını oluşturan genç erkeklerin arasında liberalizm hızla yayılırken çiftçiye alım garantisi vereceğiz gibi politikaları uyumsuz ve arkaik kalıyor.
Öte yandan son dönemde Meclis’ten geçirilen rezerv yasasına “mülksüzleştirme projesi” şeklinde karşı çıkan ya da grev kırıcı olarak Hindistan’dan ucuz işgücü getiren fabrikaya giderek oradaki yerli işçilere sahip çıkan Özdağ, küresel trendlerle de paralel bir aşırı sağ ve emek taraftarı kombinasyonu bir siyasetin inşasının izlerini veriyor. Solun kimlikçiliğe ve bohemliğe hapsolduğunu söyleyerek rant projelerine mülksüzleştirme argümanı üzerinden karşı çıkan, yerli işçinin emeğinin göçmenlerle değersizleştiğini vurgulayan bir tondan göçmen karşıtı siyaset hattını kuran Özdağ, ekonomik krizin derinleştiği ve güvencesizliğin genişlediği Türkiye’de alternatif arayan birçok kimsenin desteğini amaçlıyor. Bu açıdan küresel aşırı sağda tipik bir format olarak düşünülen muhafazakâr toplum ve serbest piyasa kombinasyonundan farklılaşıyor.
Özdağ’ın Bir Truva Atı Olarak Sakladığı Türkçülük
Zafer Partisi’nin ana odağını göçmen karşıtlığı oluştursa da partinin ideolojik çekirdeğini ve hakim söylemini Türkçülük belirliyor. Bir ideolojik spektrum içerisinde değerlendirecek olursak Türk milliyetçiliği çizgisinden daha fazla etnik sembole, güvenlikçi söyleme, tarihsel figüre ve değişmez kırmızı çizgi anlatısına dayanan Türkçülük partinin göç karşıtı söylemlerine ve politikalarına sempatiyle bakan birçok kişinin partiye daha fazla yaklaşmasını engelliyor. Her ne kadar Ümit Özdağ kendi çizgisini Atatürk milliyetçiliği ve Atatürkçü çizgi olarak yumuşatmaya ve normalleştirmeye çalışsa da Talat Paşa anmasından Turan fikriyatını benimsemesi, ortalama bir Türk milliyetçisini dahi kendisinden uzaklaştırmaya yetiyor.
Hatta Özdağ’ın Türkçülüğü merkeze alan ideolojisi Zafer Partisi’nin göç karşıtlığını da şekillendiriyor. Özdağ’ın 2022 yılında Kilis’te denk geldiği bir göçmen esnafın Türkmen olduğunu fark edince “bizdensin, sen kalabilirsin” şeklinde söylem kurması bu duruma örnek olan vakalardan biri. Özdağ’ın Türkmenleri önceleyen ve Türk asıllı göçmenleri göç karşıtı bir pozisyon içine almayan duruşu mevcut yasalarca da aslen uyumlu. 5543 numaralı İskân Kanunu Türk asıllı göçmenlere öncelik veriyor ve hangi durumlarda Türkiye’ye göç edebileceklerini, göç edenlerin hukuki durumlarını ve haklarını belirliyor.
Yerli vatandaş ile göçmen arasındaki siyasi hattan sistematik bir göç karşıtlığı yapmak yerine Özdağ’ın mevcut statükoyu kabul ederek sürdürdüğü siyaset kendisinin elini zayıflatıyor, göçmen karşıtı siyasetinin samimiyetini sorgulatıyor ve ırkçı olarak damgalanmasını kolaylaştırıyor. Ümit Özdağ’ın siyasi duruşunun temelini aslen Türkçülük belirliyor, göçmen karşıtlığı ise bunun etrafında şekillenen ikinci halka olarak geliyor.
Kürtleri Henüz Bünyesine Dahil Etmemiş Göç Karşıtı Siyaset
Araştırmalar gösteriyor ki Kürtler içerisinde de göçmenlere olan karşıtlık oldukça yüksek. Bu açıdan Özdağ’ın göçmen meselesinde bir truva atı olarak sakladığı Türkçülük ve yer yer Kürt düşmanlığına giden siyasi duruşu, Zafer Partisi gibi göç karşıtlığı üzerine kurulmuş bir partinin Kürtler içerisinden alabileceği desteği engelliyor. Çünkü Özdağ’ın siyasi pozisyonunda ve siyaset dilinde Kürt siyaseti karşıtlığı ile Kürt kimliğinin görünür yaşanmasına olan karşıtlık arasındaki çizgiler oldukça muğlak ve geçişken.
Özdağ’ın yanlış ve manipülatif çeviriler üzerinden Kürtçe yapılmış seçim şarkılarına terör müziği diye ithamlarda bulunması, Türk milliyetçiliğinin ve 1924 Anayasası’nın yılmaz bekçileriyiz gibi çıkışlarıyla Kürt kimliğini inkâr etmeye yüz tutan tutumu ve MHP geçmişi, kendisinin Kürtlerde önemli bir sempati kazanmasını ciddi manada engelliyor. Zafer Partisi’nin de Gaziantep dışında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ciddi bir etkinlik gösterememesi ve ne partinin ne de Özdağ’ın böyle bir kaygıya sahip değilmiş gibi durması Zafer’in genişleyebileceği bir mevziiyi baştan kapatıyor.
Alternatif senaryoda Özdağ, etrafında genel başkan yardımcıları ve kuvvetli il başkanları düzeyinde temsil edilecek ve siyaset yapabilecek göçmen karşıtı Kürt siyasetçileri bulundurabilirdi. Bu sayede Zafer Partisi Kürt bölgesinde işsizlik, güvenlik ve gelecek kaygısı ile farklı kimliklerle günlük mikro-agresyon yaşayan Kürtlere, özellikle de Kürt gençlerine ulaşabilir ve siyasi tabanını genişletebilirdi.
Fakat bunun yerine ne farklı kimliklere ve çevrelere erişebilen bir teşkilat kurabilen ne de Kürt karşıtı söylemlerden uzak duran Özdağ, Kürtler nezdinde ciddi bir siyasetçi profiline ulaşmayı başaramadı. Bunun yerine dört bin yıllık Türk yurdu Hatay gibi milliyetçi ve hamasi söylemlere dayanan Özdağ, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde Türk milliyetçiliği temelli bir göçmen karşıtı siyaset yerine işsizlik, güvenlik ve uyuşturucu meseleleriyle göçmen meselesini kesiştiren bir yerden siyaset yapsaydı ciddi bir desteğin partisine gelmesine de kapı aralardı.
Merkez Çökerken Uçlar Yükseliyor
Merkez siyasi partilerin düşen oy oranları ve ekonomik, siyasi, toplumsal sorunlara etkin çözümler üretememeleri, radikal siyasi partilerin yükselişine zemin hazırlıyor. İlk emareleri 2023 mayıs seçimlerinde görülen bu yükselişin 2024 yerel seçimlerinde de devam edeceği öngörülüyor. Sol siyasi partilerden kayda değer bir çıkış görülmezken Yeniden Refah ve Zafer Partisi bu seçimlerin en çok konuşulan partilerinden olmayı başardı. Bu yükselişin bir ayağını başarılı siyasi söylemler ve kampanyalar oluştururken, diğer ayağını da Türkiye’de yükselen milliyetçi ve sağ siyaset oluşturuyor. Yerel seçimlerden sonra sağda yer alan radikal partilerinin yükselişinin ekonomik, siyasi ve toplumsal boyutlarını daha detaylı incelemek büyük önem taşıyor.