Covid-19 pandemisi üç ayı aşkın süredir, dünyanın büyük bölümünde, insanların günlük yaşamlarını kısıtladı. Örneğin, Nisan ayının sonuna kadar 212 ülke ve bölge de Covid-19 vakaları tespit edildi. 2020 yılının ilk dört ayında 3 milyondan fazla enfeksiyon vakası ve 210.000'den fazla ölüm gerçekleşti.[1]
Nüfusları milyonları aşan kentler ve yerleşim yerlerinde uygulamaya konulan karantina sebebiyle insanlar sokağa çıkamaz oldu, iş yerleri kapandı, milyonlarca insan işlerinden oldu. II. Dünya Savaşı'ndan bu yana dünya genelinde eşi görülmemiş, en geniş ve kötü küresel kriz olarak tanımlanan Covid-19 pandemisi, halk sağlığını ciddi şekilde etkilemeyi sürdürürken, ülke ekonomilerinde ve işgücü piyasalarında benzeri görülmemiş kesintilere neden olmaya devam ediyor. Salgın toplum içerisindeki en savunmasız ve kırılgan kesimlerde sosyoekonomik yıkıma sebep olmaktadır. Ekonomik veriler, küresel üretim ve imalat üretiminin yıllık %9'luk düşüşü gösterdiğini, küresel mal ticaretinin değerinin (emtia fiyatlarının), 2020 Şubat ve Mart aylarındaki rekoru (-%20,4) da aşıp, 2020'nin ikinci çeyreğinde neredeyse %27 düşeceğini öngörüyor.
İşgücü piyasası açıdan ise çarpıcı bir istihdam kaybı yaşanıyor -toplam çalışma saatlerinde yaklaşık %10,5'lik bir düşüş yaşanmış durumda. Geleceğe dair öngörüler, krizinin önümüzdeki dönemde 40-60 milyon kişiyi aşırı yoksulluğa iteceği yönünde.[2]
Bugünkü karantina koşullarında, işgücü piyasaları ve ekonomi, hükümetlerin uyguladığı ekonomik destekler ve sosyal destekler sebebiyle işverenler ve çalışanlar, görünürde işlerini süründürüyor görünse de, salgın sonrası durum konusunda öngörülerden öte bir fikir yürütmek oldukça zor. Karantina koşulları, sağlıkla ilgili çekinceler ve sokağa çıkma yasakları sebebiyle konuyla ilgili çalışan araştırmacılar sahadan ve sokaktan veri toplayamamaktadır. Bu sebeple bu konuda yapılan çalışmalar, istatistiksel verilerin ön plana çıktığı ve önem kazandığı bugünlerde, genellikle bu verilerin masaüstü araştırmalar ya da telefon, internet ve benzeri araçlarla yapılan görüşmelerle desteklendiği çalışmalara dayanmaktadır.
Okuduğunuz bu metin bir taraftan, konuyla ilgili olarak daha önce yapılmış çalışmaları ve salgın döneminde yukarıdaki yöntemlerle toplanan verileri ve raporları ele almıştır. Diğer yanıyla da son iki aydır, Antep’te yaşamanın sunduğu avantajla da saha, sokak, mahalle ve özellikle Antep’te kayıtdışı çalışan işyerlerinin yoğun olduğu semtlerin ziyaretleriyle yapılan görüşmelerle de desteklenmiştir. Mevsimlik tarım işçilerinin yoğun olarak çalıştıkları Yukarı Amik ovası, yani Nurdağı, İslâhiye ile bu bölge içinde yer alan Kilis ve Maraş’ın tarımsal üretimin olduğu alanlarda yaşayan mevsimlik tarım işçileriyle fiziksel mesafeye riayet edilerek görüşmeler yapılmıştır. Bu makalede, Türkiye’de yaşayan yaklaşık 3,6 milyon Suriyeli mültecinin, emek piyasasındaki pandemi öncesi son durumu, salgın sürecinde yaşananlar ve sangın sonrasını yani, geleceği tartışmayı amaçlamaktadır.
Pandemi öncesi emek piyasasında göçmen/mülteci işçiler
2011 yılı Mart ayında Suriye’de başlayan, halk ayaklanması ve iç savaşa evirilen çalışmalı süreçle birlikte, milyonlarca Suriyeli Türkiye’ye sığındı. Aradan geçen dokuz yıllık süre boyunca bunların bir kısmı Avrupa başta olmak üzere diğer ülkelere geçti, geride kalan yaklaşık 3,6 milyon Suriyeli mülteci, halen geçici koruma statüsünde Türkiye’de yaşamlarını sürdürmektedir.
Geçici koruma statüsünde Türkiye’de yaşayan mülteciler bu süre boyunca büyük ölçüde işgücü piyasasına dahil olmuş durumdalar. Göç İdaresi tarafından yayımlanan verilerine göre çalışma yaşındaki (15-65 yaş aralığında) yaklaşık 2,1 milyon Suriyeli mülteci Türkiye’de yaşamaktadır.[3] Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından Aralık 2019 tarihinde yapılan açıklamaya göre Türkiye’de çalışma izni verilen Suriyeli mülteci sayısı 50 bin kişi civarında.[4] Bu sayı, fiilen çalıştığı tahmin edilen 1,2 milyonun sadece %4’üne denk gelmektedir.[5] 2017 verilerine göre Türkiye’de 5-14 yaş arasında çalışan Suriyeli mülteci çocuk sayısı 127.140 olarak tespit edilmiştir.[6] Bu sayı bile bize mültecilerin sığındıkları ülkelerdeki yaşam koşulları tarafından gelecek kuşaklarından dahi nasıl fedakârlık etmeye zorlandığının da göstergesi. Bugün okul yaşındaki çocukların bir kısmı okulla devam edememekte ve yoksulluk sınırı altında yaşayan aileler çocuklarının kazançlarına ihtiyaç duymaktadır.
Burada kaldıkları sürede Suriyeli mültecilerin işgücü piyasasındaki davranışlarına bakıldığında çalışanların, kayıtdışı sektörlerdeki işgücü davranışlarına uyum sağladığı görülür. Kayıtdışı alanın temel özelliği istikrasız olmasıdır. Yani, sık sık iş değiştirme, bir işten diğerine sık sık geçiş yapma, kesintili çalışma, aylık ücret yerine haftalık ve günlük ücretlendirme, kısa iş ve işsizlik süreleri, fason üretime dayalı küçük atölyelerde para başı üretim ve tabii ki düşük ücret, uzun çalışma saatleri ve de sabit olmayan gelir akışı, tüm bunlar tipik kayıtdışı sektörlerin koşullarıdır. Kayıtdışı çalışma hayatında dair son resmî verilere göre, Türkiye’de Şubat 2020 döneminde herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmadan çalışanların toplam çalışanlar içindeki oranı %30.[7] Türkiye’de emek piyasası açısından kayıtdışı alanın oldukça geniş olması, yeni gelenler açısından hazır bir iş potansiyeliydi. Zaten kayıt altında olduğu statü gereği geçici ilan edilen bu insanlar, kayıtdışı sektörün koşullarına uygun işsizler ve de ucuz işgücü olarak kendilerini bu iş piyasasının içinde buldular.
Pandemi öncesi dönemde Suriyeli mülteciler üretkenliğin nispeten düşük olduğu, düşük vasıflı pozisyonlarda (%91,6) kayıtdışı çalışmaktaydı.[8] Kayıtdışı sektörlerin başında; ticaret, inşaat, imalat, ağaç işleme ve tarım gelmekle birlikte ev içi işler, hamallık ve taşımacılık, atık-hurda toplayıcılığı ve hayvan bakıcılığı, çobanlık gibi diğer iş alanları da kayıtdışılığın en fazla olduğu işlerdir. Tekstil, giyim, trikotaj, deri ve ayakkabı imalatı bugün Suriyeli mültecilerin en yoğun çalıştığı imalat sektörleridir.
Salgın öncesi mülteci işçilerin nerdeyse yarısı (%48’i) imalat, yani tekstil, giyim, deri ve ayakkabı imalatı yapan işyerlerinde çalışmaktaydı. Bunun temel sebeplerinden biri de Türkiye’ye sığınanların büyük bir kısmının Halep’ten, yani iç savaş öncesi Suriye’nin tekstil, ayakkabı ve trikotaj üretiminin yapıldığı bölgeden gelmiş olmaları olarak bilinir. Bu konuda yapılan görüşmelerde sık sık mülteci işçiler Halep’teki atölyelerden ve çalışma koşullarından bahsetmektedir. Onların ifadelerinden, Halep’teki atölyelerin de halihazırda çalıştıkları atölyelere çok benzediği, pek çok atölyenin 10-20 kişi arası işçiyle çalıştığı, fason ve parça başı işlerin orada da yapıldığı, yani çalışma koşullarının birbirine benzerliği sebebiyle buraya daha hızlı uyum sağladıkları yönündeydi.
Öte yandan mültecilerin yoğun çalıştığı kayıtdışı işyerlerinde pek çok işin, vasıfsız işçiye çalışma imkânı sağlaması, onların bu alana yönelmesinin bir diğer sebebi olabilir. Özellikle deri işleme ve ayakkabı gibi çalışma koşulların güç olduğu iş kollarında mülteci işçilerin girmesiyle birlikte önemli bir canlanmanın olduğu Antep gibi illerde görülebilir. Bugün Suriyeli işverenlerin kurduğu ya da ortakları arasında yer aldığı pek çok işletme bu iş kolunda faaliyet yürütmektedir. Suriyeli mültecilerin işgücü piyasasına girdiği bir diğer sektör ise inşaat olmuştur. Türkiye gibi inşaatla büyümeyi heves eden, muhafazakâr sermeye tarafından yönetilen bir ülkede, inşaat sektörü son altı-yedi yılını piyasaya giren yeni ve ucuz işgücüyle kurtardu denebilir.
Geçmiş yıllarda özellikle Çukurova, Amik ve Harran ovalarında mevsimlik tarım işleri büyük ölçüde Suriyeli mülteciler tarafından yapıldı, bunun dışında Türkiye’nin pek çok ilinde hayvan bakımı ve çobanlık gibi işlerde Suriyeli mültecilerin yoğunluğu artmıştı. İç Torosların en ücra köylerinde dahi bu işleri yapan mülteci ailelerle karşılaşabilirdiniz. Mevsimlik tarım işçiliği, Suriyeli mültecilerden önce, çok uzun süre Kürt işçiler tarafından yapılmaktaydı. Özellikle doksanlı yıllardaki çatışmalı dönemde köylerin boşatılması, kitlesel olarak yerinden edilmiş Kürt yoksullarını tarımsal üretime yönlendirdi. Karadeniz’den Ege Denizi’ne tüm bölgelerdeki tarımsal işlerin büyük bir çoğunluğu, yerinden edilmiş yoksul Kürtler tarafından yapılmaktaydı. Son yıllarda Karadeniz bölgesinde özellikle Gürcistanlı göçmen işçilerin bu piyasaya girmeleri Kürt işçilerin bu bölgede çalışmasını azaltsa da özellikle fındık hasadı dönemde bu bölgeye yine de işçi akışı oluyordu. 2013 yılından itibaren Suriyeli mültecilerin sayısının milyonları bulması, özellikle sınır illerinde mevsimlik tarım işleri için ucuz işgücü olarak onların alana girmesi ile sonuçlandı. Suriyeli mültecilerin mevsimlik tarım işlerine yönelmesinin temel sebebi bu iş kolunda da vasıflı işgücü ihtiyacının olmamasıydı.
Urfa, Antep, Kilis, Hatay, Mardin gibi illerinin dışında Adana, Maraş, Adıyaman, Mersin, Konya, Kayseri ve hatta İzmir başta olmak üzere pek çok şehirde tarımsal alanlarda çalışan Kürt, Roman, göçmen ve diğer tarım işçilerinin yerini mülteci işçiler aldı. Özellikle kamplarda yaşayan mülteciler için bu tür gündelik işler önemli bir gelir kapısıydı. Sabahları erkenden kampların kapısına dizilen traktörler, kamyonlar yüzlerce kadın, çocuk ve erkeği alıp, akşam kamp girişi kapanmadan geri getiriyordu. Pek çok aile kamp dışında yaşama cesaretini kadın, erkek, çoluk çocuk çalıştıkları bu işlerden kazandıkları paradan aldılar. Kamplardan çıkıp tarımda çalışabilecekleri ilçe, kasaba, hatta köylere yerleştiler. Bazıları yıl boyunca kalabilecekleri enformel çadır alanları oluşturdular ve yıl boyunca buralarda kaldılar. Bazıları da yıl boyunca mevsimlik tarım işleri yapabilecekleri bir şekilde göçebeliğe geçtiler. Yani kış aylarında Adana, Mersin gibi illerde seracılık, ilkbaharda soğan dikmek için, pamuk çapalamak için Antakya ve Antep taraflarına, yazın üzüm ve biber hasadı için Amik ovasına, sonbaharda elma toplamak için Niğde’ye gidiyorlardı. Suriyeli mültecilerin işgücü piyasasına girişleri 2013-2014 yılları arasında yaygınlaşmıştır. 2013 yılı mültecilerin kitlesel olarak Türkiye’ye giriş yaptıkları bir yıl olmuş, bir yıl içerisinde Göç İdaresi kayıtlarına göre yaklaşık 1,3 milyon insan sınırları aşıp Türkiye’ye sığındı. Bu yoğunluktaki geçişlere mevcut kamplar yeterli gelmemiş ve insanlar sınır illerine ve ilçelere yerleşmeye başlamışlardır. Zamanla bu insanlar geçici de olsa iş arayışına girdi ve düşük fiyatlarla kayıtdışı alanlarda iş bulmaya başladılar. Kayıtdışı sektörlerde düşük ücretle çalışmaları onların bir ölçüde Türkiyeli işçilerin yerini almalarını sağlamış olsa da bunun oranın çok yüksek olmadığı, genellikle Türkiyeli işçilerin tercih etmediği işlerde mülteci işçilerin çalıştığı görülür. Kayıtdışı sektörler zaten vasıfsız işçilerin çalıştığı, uzun çalışma süreleri ve düşük ücretlerin olduğu işlerdi. Mülteci işçilerin girişiyle birlikte ücretlerin daha da düştüğü ve çalışma sürelerinin uzadığı biliniyor. Fakat bu eşitsizlik durumunun belli bir süre devam etse de son iki yıldır neredeyse eski ve yeni işçiler arasında dengenin oluştuğu söylenebilir ama denge halinin eskinin aleyhine yeninin lehine oluştuğu da belirtilmelidir. Yani, beş-altı yıl önceki mülteci işçiye verilen yevmiye yavaş arttı ama Türkiyeli işçinin ücreti artmadığı için ücret farkı son iki yıldır eşitlenmeye başladı. Ücret eşitsizliğinin, yeni ve eski çalışanlar arasında devam ettiği alanlar daha çok, aynı eğitim seviyeleri arasındaki büyük ücret dengesizliklerine dayanır. Yani üniversite mezunu mültecilerin mesleki devamlılıkların sağlanmaması ve diplomalarının tanınmaması onların vasıfsız işlerde, düşük ücrete mahkûm etmiştir. Diğer yandan toplumsal cinsiyet açısından mülteci kadınlarının işgücü piyasasına girişleri oldukça düşüktür (%11,2).[9] Kadın çalışanlar erkek çalışanlara göre daha düşük ücret almaktadır.
Emek piyasası açısından mültecilerin kayıtdışı sektörlerde istihdam edilmesi neoliberal piyasa koşullar açısından kaçınılmazdı. Siyasal ve toplumsal açıdan ise Suriyeli mültecilerin büyük bir bölümünün kayıtdışı alanlarda ve vasıfsız işlerde çalışmaları herkes açısından istenilen bir durumdu. Türkiye’yi yönetenler açsından onların görünmez olması, hem “geçici koruma” statüleri gereği hem de toplumdan yükselen mülteci karşıtlığı ve ırkçılık sebebiyle ileride siyasi açıdan zarar görebilecekleri korkusuyla işlerine geldi. Ülkeyi yönetenler, onları hep bir araç olarak gördü, bir yandan Avrupa’ya karşı, sınırları açma tehdidiyle onları bir koz gibi kullandılar. Salgından hemen önce masaya indirdikleri bu kozun birkaç günlük şok dışında bir etkisinin olmadığını gördüler ya da görmelerini Covid-19 krizi engelledi. Bugünden sonra da bunun bir şantaj aracı olarak işe yarayacağını kimse düşünmez sanırım. Ama hâlâ bir gün onları geri gönderme umuduyla yaşıyorlar. Çünkü bu onlar açısından Suriye içerisine asker bulundurma ve askerî faaliyetler için toplumsal bir destek sağlama aracı olarak hâlâ işlevsel bir araç olarak duruyor.
Mülteciler için bu kayıtdışı sektörlerde çalışmak hem bir mecburiyetti hem kök salmamanın başka bir biçimiydi. Ama diğer yandan bu onların yoksul ve emekçi mahallelerinde yoğunlaşmalarını sağlayan bir durumda yarattı. Gün geçtikçe şehirlerdeki eski yoksul ve emekçi semtleri göçmen gettolarına dönüşmeye başladı. Özellikle Antep, Urfa, Kilis, Hatay gibi tarihî kentlerde iki binli yılların başından itibaren, lüks sitelere taşınan, sahipleri tarafından boşaltılıp yıkılmaya terk edilen eski evler ve tarihî mahalleler bugün yoksul Suriyelilerin yaşam alanlarına döndü. Bugün Antep, Urfa, Hatay, Adana ve tabii ki İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyük metropollerde de geçmişin yoksul ve emekçi mahallerinde mülteciler yaşıyor. Üniversite bitirmiş, eğitimli ve vasıflı pek çok kişi de bu vasıfsız işlerde, kayıtdışı sektörlerde çalışıyor ve buralarda yaşamlarını sürdürüyor. Ve yine bugün Covid-19 salgınından en çok etkilenen mahalleler buralar. Sağlık Bakanlığı’nın salgınla ilgili veriler için hazırladığı aplikasyonda kırmızıların yoğunlukta olduğu, risk bölgeleri olarak tanımlanan bölgeler işte bu mahalleler...
Pandemi günlerinde mülteci evlerinde yoksulluk derinleşiyor mu?
Covid-19 pandemisi süresince, yani son üç ayda, mülteci evlerinde yaşam nasıl sürüyor? Salgın döneminde bu insanların hayatları nasıl değişti? Salgının etkileri buralarda nasıl hissedildi? Bu soruların cevaplarıyla ilgili ne yazık ki elimizde çok az veri var. Ama gerçek şu ki, Covid-19 salgınının çeşitli toplumsal gruplar üzerinde önemli etkileri daha da fazladır. Yapılan çalışmalar bu toplumsal kesimlerin başında, mülteciler, göçmenler, yerinden edilmiş nüfus, göçebe ve yarı göçebe topluklar gibi, toplumun kırılgan kesimleri olduğunu ortaya koyuyor. Bu grupların en çok risk altında olan grup olmasının sebepleri olarak sağlık başta olmak üzere sosyal hizmetlere yetersiz erişim, kayıtdışı alanlarda çalışma ve ekonomiye bağımlılık, salgın riskine açık alanlarda yaşama, teknolojiye sınırlı erişim, karar alma mekanizmalarının dışında tutulma ve başa çıkma ve uyum sağlama kapasitelerinin düşük olmasından kaynaklıdır.[10]
Son haftalarda Covid-19 salgınının mülteci ve göçmen toplum kesimleri üzerine etkileri konusunda birkaç çalışma yayımlandı. Bu çalışmalar telefonla görüşme anketlerine dayanıyordu. Bunlardan ilki AB desteğiyle Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu (IFRC) ile Türk Kızılay Derneği (TRC) tarafından hazırlanan “COVID-19'un Sosyal Uyum Yardım Programından (ESSN) Yararlana Mülteci Nüfusları Üzerine Etkisi” değerlendirme raporuydu.[11]
Rapor verileri, ESSN programından yararlanan, yani ihtiyaç analizi yapılıp belirlenen ve sosyal uyum desteği verilen kişilerle yapılan telefon görüşmeleri sonucunda elde edilmiş ve örneklem seçilirken, “farklı savunmasız gruplarda” dahil edilmiş. Rapora göre ESSN hizmeti alıcılarının %71'i kalitesiz dairelerde yaşıyor, %12'si suya ve hijyene yetersiz erişime sahipken %17'si kalabalık ailelerden oluşuyor. Görüşmelerin yapıldığı hanehalklarının %78’i başta gıda ve hijyen ürünleri olmak üzere giderlerinde artış olduğunu söylüyor. Altı üyeli bir ailenin mevcut asgari harcama tutarı 2.277 TL iken ESSN yardımından gelen geliri 820 TL kadardır. Yani bu aile eğer dışarıdan bir gelire sahip değilse her ay 1.457 TL’ye ihtiyaç duymaktadır. Bu ailelerin sadece %19 halen çalıştığını söylemekte, %69’u ise Covid-19 nedeniyle işini kaybettiğini belirtmektedir. Çalışmanın sonucuna göre, salgın döneminde mültecilerin %81’i ya işini kaybetmiş ya da bu döneme işsiz olarak girmiş.
Bir diğer çalışma ise Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD-ASAM) tarafından hazırlanan “COVID-19 Salgınının Türkiye’de Mülteciler Üzerindeki Etkilerinin Sektörel Analizi” başlıklı araştırma raporu. Raporda, Covid-19 önlemleri sonrası kira, fatura gibi ödemelerinin etkilendiğini dile getiren katılımcıların en çok kiralarını, faturalarını ve temel ihtiyaç malzemelerini karşılamakta zorlandıklarını dile getirdikleri belirtiliyor. Mültecilerin büyük çoğunluğunun Covid-19 konusunda yeterli bilgiye sahip olduğu belirtilen raporda şöyle deniyor: “İşsizliğin giderek artması ve düzenli gelirden mahrum kalma durumu; kişilerin barınma ve beslenme şartlarını kötüleştirmekte, kira ve faturalar gibi zorunlu ödemelerini zorlaştırmaktadır. Pandemi sürecinin uzaması durumunda özellikle gündelik kazanç ve çeşitli yardımlar ile geçinen kişilerin geçimlerinin sürdürülebilir olmayacağı” gözlemlenmiştir.”
Telefonla görüşülen katılımcıların yarısı geçimlerini yardımlar ve günlük işlerden sağladığını belirtmiştir. Katılımcıların diğer yarısı ise destekler, aldıkları borçlar ve birikimleri ile geçinmeye çalıştıklarını ve sürecin uzaması durumunda geçimlerinin sürdürebilir olamayacağını ifade etmişlerdir. Bu insanlar arasında salgın öncesi işsizlik oranı %18 iken, Mart sonrasında işsizlik oran %88’e çıkmıştır. Artık çalışmadığını ifade eden katılımcıların %41’i çalıştıkları şirket/kurum faaliyetlerini durduğu için işlerini kaybettiklerini ifade ederken, %18’i Covid-19 salgını sebebi ile işten çıkarıldıklarını, %12’si iş bulamadıklarını ve %10’u kendi istekleri ile evde kalmayı tercih ettiklerini belirtmiştir. Yine çalışmakta olduklarını belirten kişilerin %36’sı maaşlarında kesinti olduğunu bildirmişlerdir.[12] Her iki rapor da, salgının mülteci toplumuna etkileri konusunda son derece çarpıcı rakamlar vermektedir. Görünen o ki, salgın öncesi çalışan mültecilerin %80’den daha fazlası işlerini ya kayıp etmiş ya da çalışamaz hale gelmişlerdir. Hanelerin büyük bir çoğunluğu (%76,7) borçlanarak yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır ve harcamaları salgın döneminde büyük ölçüde artmıştır.
Her iki rapor ve saha görüşmeleri mülteciler açısından durumun gittikçe zorlaştığını gösteriyor. İşyerlerinin kapanması insanları hamallık ve taşımacılık gibi geçici işlere yönlendirmiş durumda. Son altı-yedi yıldır Antep’te sanayi bölgelerine ve kent içindeki işyerlerinin olduğu semtlerde, küçük ve orta ölçekli işletmelerin olduğu bölgelerin çeperlerine oluşan amale pazarları bu salgın günlerinde dahi oldukça kalabalıklaştı. Buralarda öbek öbek toplanan onlarca kişi sabahtan akşama birkaç saatlik de olsa çalışabileceği işverenler beklemektedir, işçi için gelen kişi ve araçlara ulaşmak için kıyasıya çaba sarf etmektedir. Yıllardır bu amale pazarları mülteciler tarafından günübirlik işler için kendiliğinden oluşmuş pazarlardı, Türkiyeli işçiler buralara pek rağbet etmezdi. Günlük ya da saatlik, taşıma, inşaat, bahçe tarımı, hamallık gibi gündelik işleri olan işverenler buralara gelip bu pazarlarda seçtikleri kişileri alır, götürür ve işe göre ücret öderlerdi. Salgın döneminde belli bölgelerde neredeyse her köşebaşı, park ya da cami çevresi amale pazarına dönmüş durumda. Bu dönemde işlerin kayıp edenlerin bir kısmı günlük iş bulma umuduyla buralara gelip sabahtan akşama bekliyor. Şu anda buralarda bekleyenlerin büyük bir bölümü salgın öncesi tekstil, trikotaj gibi atölyelerde çalışan, salgında işlerin durması, atölyelerin kapanması sebebiyle günübirlik işlere yönelmiş işçiler. Pek çoğu, son iki-üç aydır kiralarını ve elektrik, su ve diğer faturalarını ödeyemediklerini dile getirmektedir. Mahalle aralarında Suriyeliler tarafından açılan bakkallardan borca alışveriş yaptıklarını, buralardan kazandıkları ile geçimlerini borç içinde ancak sağladıklarını dile getirmektedirler.
Antep’te, özelikle Ünaldı bölgesi tarihsel olarak dokuma atölyelerinin yer aldığı bir sanayi bölgesiyken 1990’ların sonunda, halı ve dokuma teknolojisinin gelişmesi ve modernleşmesi ile birlikte halı ve dokuma işletmeleri organize sanayi bölgelerine taşındı. Geriye kalan fabrika binaları tekstil, trikotaj, ayakkabı ve giyim atölyelerine dönüştü. Bu bölge geçmişte de büyük ölçüde kayıtdışı işlerin merkeziydi. Yeni dönemde de kayıtdışı sektörlerin merkezi haline geldi. Ünaldı bölgesi, onlarca yıldır çeperinde oluşan emekçi ve yoksul mahalleri, kayıtdışı sektörler için tam bir ucuz işçi cenneti olagelmiştir. Bugün de bu mahalleler Türkmen, Kürt, Arap, Abdal ve Dom toplumların bir arada yaşadığı işçi mahallerine dönmüş durumdadır. Suriyeli mültecilerin gelmesiyle birlikte, bu bölgede büyük ölçüde kayıtdışı faaliyet yürüten atölyeler kapılarını mülteci işçilere açtı. Son yıllarda bu bölgede çalışanların yaklaşık %80’i mülteci işçilerden oluşuyordu. Özellikle Suriyeliler tarafından açılan, büyük ölçüde fason üretim yapan atölyeler hızla artmaktaydı. Çocuk işçiliğinin oldukça yaygın olduğu bölgedeki tekstil, trikotaj ve giyim atölyeleri salgın döneminde büyük ölçüde ya kapandı ya da işlerine ara verdi. Açık olanlarsa daha çok salgından koruma amaçlı maske ve tulum gibi materyaller üretmeye başladı. Bugün bu atölyelerde salgına karşı koruma önlemlerine dikkat edilmeden onlarca çocuk, genç ve yaşlı iç içe çalışmaktadır. Yine bu bölge önemli bir tarım bölgesi olup özellikle Antep’in Nurdağı ve İslâhiye ilçeleri Amik ovasının yukarı kısmında yer almakta, buğday, pamuk, kırmızı biber ve üzüm üretimi yapılan geniş topraklara sahiptirler. Bu bölge 2011 yılından bu yana, hem Suriye sınırına yakın olması sebebiyle hem de geçici koruma merkezlerinin burada da bulunması sebebiyle önemli bir mülteci nüfusu barındırmaktaydı. Bu sebeplerle mülteci işiler yoğun olarak tarımsal işletmelerde ve tarlalarda çalışmaktaydı. Son yıllarda mülteci işçiler neredeyse kendilerinden önceki Kürt işçilerin yerini tamamen almışlardı. Salgından sonra bu bölgede Kürt işçilerin yeniden etkin olarak emek piyasasına girdiği gözlemleniyor. Nisan ayının başından başlayan mevsimlik tarım işlerine bu yıl çoğunlukla Urfa, Adıyaman ve diğer Kürt illerinden yoğun işçi akışı oldu. Tarım işçileriyle yapılan görüşmelerde bu konuyla ilgili, salgın kısıtlamalarının mevsimlik işçileri kapsamadığını ve yaşadıkları şehirlerde işyerlerinin kapanmasıyla işlerini kaybeden ailelerin yeniden bu sektöre döndüklerini, yaşadıkları kentlerin nüfusça yoğun emekçi mahallelerinin salgın açısından onlar için daha riskli alanlar haline geldiğini, burada tarımsal alanlara kurdukları çadırlarda kendilerini daha güvende hissettiklerini söylüyorlar.
Diğer bir sebep de, geçmiş yıllarda bu aylarda okulların açık olması, okula giden çocukları olan aileler için bir hareket kısıtı getiriyordu ve mültecilerin çocukları okula gitmediği için piyasaya öncelikle onlar giriyordu. Bir başka önemli sebep de, salgının ne zaman son bulacağına dair belirsizlik gelecekte işlerine devem etme ve iş bulma umutlarını yitirmelerine sebep oluyor ve bu yüzden geçmişte de bildikleri mevsimlik işlere geri dönerek hiç olmazsa bu yıl için önemli bir iş alanı olarak algılanıyor. Tarım aracıları olan elçi ve çavuşların önemli ölçüde geçmişten beri Kürt olmaları onların salgın döneminin olanaklarını kullanıp işçi bulmalarını da sağlamış gibi görünüyor.
Mevsimlik tarım işçiliği yapan Suriyeli mültecilerin sınır illerinde azalmasının bir diğer sebebi de, bu bölgede daha çok sınıra yakın ilçelerde bulunan geçici koruma merkezlerinin kapanması, burada yaşayan mültecilerin bir bölümünün Suriye içine dönüşünün teşvik edilmesi ve Türkiye’nin denetimindeki bölgelere dönmeleri ve geriye kalanların da şehir merkezlerine yerleşmesinden kaynaklı olabilir. Geçmiş yıllarda mültecilerin mevsimlik tarım işlerinde tercih edilmelerinin sebeplerinden biri de onların hem daha düşük fiyatlarla çalışmaları hem de daha kolay ulaşılabilir olmalarıydı. Geçmiş yıllarda, mevsimlik tarım işçiliği için bir nevi işçi deposuna dönüşen mülteci kamplarının sayısı yirmi beşin üzerinde iken, son bir yılda çoğu kapatıldı ve şu an sadece yedi Geçici Koruma Merkezi aktif ve burada kalan mülteci sayısı yaklaşık 63 bin kişi.[13] Salgının bu kamplarda kalan insanları nasıl etkilediğine dair elimizde hiçbir resmî veri olmadığını da buradan belirtelim.
Baştaki sorulara dönersek, salgın döneminde kısıtlamalar sebebiyle elde edilen kısıtlı verilerle dahi, resmî olmayan rakamlara göre yaklaşık 5 milyon göçmen ve mülteci, salgın döneminde çok zor şartlarda yaşayabilmek ve hastalıktan korunmak için mücadele ediyor. Hastalığın mülteci toplumuna bulaşma ve etkilerine dair istatiksel veriler resmî olarak elimizde bulunmuyor ama yukarıdaki veriler ve sahadaki gözlem ve görüşmeler durumun gün geçtikçe kötüleştiğini gösteriyor. Salgın döneminde bu insanların evlerinde yoksulluk daha da derinleşiyor. İşsizliğin %80’leri aştığı, neredeyse hepsinin birikimlerini bitirip sokağındaki Suriyeli bakkallara, ev sahiplerine borçlandığı, su, doğalgaz sebebiyle belediyelere ve elektrik sağlayıcı şirketlere 2-3 aydır borçlu oldukları görülüyor. Pek çoğu yardımlarla ya da ESSN programı desteğiyle gelen temel besin maddelerine erişebiliyor. Pek çok görüşmede insanlar salgın döneminde “kendilerinin geride bırakıldığını” düşünüyorlar. İnsani yardımın sadece Türkiye vatandaşlarına yapılması, özellikle de bunun belediye ve vakıflar tarafından yapılması, onlardaki “geride bırakılma duygusunu” pekiştiriyor. Pek çok kişi insani yardım örgütlerinin “sır olduğunu” dile getiriyorlar. Kendilerini defalarca, olur olmaz zamanlarda gelip bulan bu kurumların nereye gittikleri konusuna “akıl erdiremediklerini” söylemekteler. Onları biraz olsun ayakta tutan şeylerden biri ise kendi aralarında kurdukları dayanışma ağları. Bu ağlar kimi zaman dinî motivasyonlarla kimi zaman da, daha yeni yeni oluşmaya başlayan, diaspora duygusu ile oluşmuş ağlar. Dinî motivasyonla oluşanların güçlü olduğu aşikâr. Diaspora inşası olarak tanımlanabilecek olanın ise bu salgın döneminde ne kadar yaygın ve güçlendiği konusu sanırım başka bir araştırmanın konusu.
Pandemi sonrası ve gelecek
Covid-19 pandemisi sonrasındaki öngörüler, dünyanın küresel bir ekonomik krize doğru sürüklendiği yönünde. Uluslar arası Çalışma Örgütü’nün verilerine göre[14], sokağa çıkma yasakları ve hükümetlerin karantina tedbirleri sebebiyle işyerlerinin yaklaşık %70’i kapandı. İşverenleri ve kendi hesabına çalışan çalışanları bir araya getiren dünya çapındaki en zorlu sektörlerdeki yaklaşık 436 milyon işletme, şu anda ciddi bozulma riskleri ile karşı karşıya, bunların yarısından fazlası -yaklaşık 232 milyon- şu anda küresel olarak en çok etkilenen sektörlerden biri olan toptan ve perakende ticarettedir. Bu göstergeler, risk altındaki işletmelerin çok büyük bölümünün mevcut ekonomik krizde ciddi kırılganlığını yansıtmaktadır. Bunların işgücü piyasasına etkileri de oldukça yüksek olacaktır. Ve tabii ki bu durum, işgücü piyasasındaki en savunmasız kişiler arasında yer alan, sayıları yaklaşık 2 milyar olan, kayıtdışı sektörlerde çalışanları en fazla etkileyecektir. Kayıtdışı alanda işten çıkartmaların artacağı ve kayıtdışı işçilerin kazançlarının azalacağı ve küresel çapta nispi yoksulluğun artacağını belirten Uluslararası Çalışma Örgütü gelecekte “sınırlama önlemleri kaldırıldıktan sonra bile, hayatta kalan işletmeler ve kendi hesabına çalışanlar iyileşme göz önüne alındığında zorluklarla karşılaşmaya devam edecektir” öngörüsünde bulunuyor.[15]
Mayıs ayının ortasında yayımlanan Birleşmiş Milletler Dünya Ekonomik Durumu ve Beklentileri’ne (WESP) göre, Küresel ekonomi Covid-19 salgını nedeniyle 1930'larda Büyük Buhran’dan bu yana en keskin daralmayı yaşıyor. Bunun 2020'de 34 milyondan fazla insanı aşırı yoksulluğa itmesi ve küresel ekonominin bu yıl %3,2 oranında keskin bir şekilde daralması bekleniyor.[16]
Peki bu durumda, küresel düzeyde göç nasıl bir dönüşüm yaşayacaktır? Göçmenler ve mülteciler gittikleri ülkelerde nasıl yaşayacak? Bu soruların cevaplarını şimdiden vermek tabii ki oldukça zor ama evde kaldığımız üç ay boyunca geleceğe dair pek çok cevapsız sorumuz oldu ve onlara kendimizce cevaplar aradık ve fikirler yürüttük. Buradan yola çıkarak, geleceğe dair küçük ipuçlarıyla öngörülerde bulunabiliriz. Pandemi sonrası dönemle ilgili yapılan öngörüler pek çok farklı fikri içinde barındırsa da, genel olarak gelecekte, kapitalist işgücü piyasasının yeniden düzenleneceği ve hiç olmazsa bir süre küreselleşmenin kontrollü bir hal alacağı, bununla birlikte ulus-devletin daha etkin hale geleceği, gelecek açısından sanırım en çok kabul edilebilir olanlar tezler. Gelecekte eşitlikten yana bir dünya kurulacağı fikri, her daim, bu umudu taşıyanlar tarafından diri tutulacaktır. Özellikle dünyada bilimin ve bilim adamlarının sözüne riayet edilmenin zorunlu olduğu bugünlerin sonunda insanlığın yeni bir çağın eşiğine ulaştığı ve gelecek için umutlu olunması fikirlerine yürekten katılıyorum ama elimizdeki verilerle de hareket etmek gereği ortada…
Gelecekte ulus-devletin daha etkin hale gelmesi, o devlet sınırları içinde yaşayan “ötekileri” nasıl etkileyecek sorusunun cevabı o devletin ekonomisinin yaşadığı krizin büyüklüğüne bağlı olarak değişeceğini düşünenlerdenim. Derinleşmiş bir ekonomik krizin, ötekine karşı öfkeyi, nefreti artıracağını söyleyebiliriz. Bu olumsuzlukların sokakta ve mahallelerde ötekilere karşı şiddette dönüşeceğini, şehirlerde yaşayan göçmen ve mültecilerin belli bölgelere itileceğini, gettolaşmanın artacağını şimdiden düşünebiliriz.
Çalışma yaşamında ise, çalışanlar arasında eşitsizliğin artacağını, bununla birlikte kayıtdışı sektörlerde yer bulabilen göçmen/mülteci ve toplumların diğer ötekilerinin emek piyasasına girmeleri engellenecek ve bunların büyük bir kısmı geride bırakılacaktır. Toplumun kırılgan kesimlerinin yoksullaşacağı ve önlemler alınmazsa bu yoksulluğun giderek derinleşeceği bir dünya hepimizin önünde seçeneklerden biri olarak duruyor.
Türkiye’de gibi pandemi sürecine ciddi bir ekonomik krizle girmiş bir ülkede ise gelecek tahminleri yapmak oldukça zor olsa da, gelecekte ekonominin kendisini toparlamasının imkânsızlığı ortadadır. Ekonomik krize doğru giden bir dünyada, küresel haraketliliğin sınırlandığı bir dönemde, ekonominin milli ve yerli bir güçle ayağa kalkması oldukça zor. Gelecekte iş dünyasını zor günler bekliyor. Kapanan işyerleri, işsizliğin artmasını sağlayacak. Daralan emek piyasası göçmen işçileri dışarıya doğru itecektir. Türkiyeli işçiler daha önceden tercih etmedikleri kayıtdışı sektörlere ve işlere geri döneceklerdir.
Suriyeli mültecilerin bir gün kendi ülkelerine geri döneceklerinin hayalini kurmaları ve gündelik yaşamlarında sık sık bu özlemi dile getirmeleri gayet insani bir duygu ve davranıştır. Çünkü göçmelerin kökleri hep kendilerinin ya da anne babalarının doğdukları topraklarda olmuştur, dalları, yaprakları ve çiçekleri ise göç ettikleri ve yaşadıkları ülkelerin güneşi ve havasıyla büyür ve açar… Günümüz diasporası, bir yanıyla, bu duygu ve özlem üzerinden kendini var eder ve bir zaman sonra bu duyguyu yeni kuşaklara politik bir tavır olarak diaspora aşılar. Göçmenler açısından bir gün geriye dönüş umudu ne kadar doğal ise o kadar da gerçekleşmez olandır. Evet, zaman zaman geriye dönüşler olmuştur, hükümetlerin teşviki ile insanlar geriye dönmüş ve döndüklerinde hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını görüp pişman olmuşlar ve tekrar geri göç etmenin yollarını aramışlardır.[17]
Pandemi sonrası dönemde göçmen emeğine duyulan ihtiyaç artacak mı? Geçmiş pandemi dönemleri göçmen emeğine ihtiyacın olduğu yeni dönemlere evrilmişti. Hem 1300’lü yıllardaki büyük salgından sonra ve ondan sonraki pandemi dönemleri kitlesel ölümlerin olduğu, nüfusların önemli ölçüde azaldığı salgınlar olduğundan, sonrasında çok büyük emek ihtiyacı ortaya çıkmıştır ve kitlesel emek göçleri de olmuştur. Bugünün dünyası bilimin ve teknolojinin imkânlarıyla kitlesel ölümlere izin vermemiş ama görünen o ki ekonomi salgından büyük ölçüde etkilenecektir. Bugünün bir başka yönü de göç hareketlerinin hızlandığı bir dünyada salgının ortaya çıkmasıdır. Son iki yılda AB kurumları ve BM ajansları özellikle Suriyeli mülteciler söz konusu olduğunda “gönüllü geri dönüşler” konusunu sürekli gündeme taşıyorlardı. Suriyeli mültecilerle geri dönüş konusunu, toplantı gündemlerinin ana konusu haline getiren bir çaba içerisindelerdi. Pandemi sonrası dönemde bu ısrarların daha da artacağı ve pek çok hükümetin bunu destekleyeceği kanısındayım. Özellikle ekonominin ve işgücü piyasalarının daralması, yerel işgücünün kayıtdışı alana yeniden yönelmesi ve her işe talip olması, göçmen emeğiyle buralarda rekabete girmesi hükümetleri, özellikle de popülist sağ siyasetçileri ve belki de sol siyaseti de mülteci ve göçmen karşıtı hareketi destelemeye itecektir. Bu durum hükümetlerin gelecekte emek piyasası için yasal düzenlemeler yapmasına sebep olabilir. Özellikle çalışma izinleri, oturma izinleri ve vatandaşlık gibi konularda kısıtlamaların artabileceği bir döneme evrilebilir.
Sonsöz: Sivil toplum
Ulus-devletin yeniden etkinleştirilmesi, popülist sağ politikaların ve politikacıların giderek güçlenmesi gelecekte sivil toplumun hareketlerini kısıtlayabilir ve alanını daraltabilir, salgın bunun bahanesi olacaktır. Sivil toplumun, son üç aydaki eksikliğini hükümetlerin etkisine bağlayanlar bir yönüyle haklı olabilir. Ama dünyanın, pandemi gibi en acil kriz dönemlerinde bu kurumların, toplumun kırılgan kesimleriyle olan deneyimlerden yararlanamaması, sivil toplumun bunun için pek çaba sarf etme isteğinin ve kapasitesinin olmadığı gerçeğini de ortaya çıkarmıştır. Oysa gelecekte sivil topluma çok büyük ihtiyaç olacaktır: Toplumun kırılganlığı en yüksek olan kesimlerinde yoksulluğun çok daha derine inmesini önlemek için. Yeni ve acil planlar tasarlamak için çok az zaman var. Öncelikle bugünden yarına nakit transferleri, çocuk ödenekleri ve barınma ve gıda yardımı için kullanılan başarılı programlara öncelik verilmeli ve gerçekten ihtiyacı olan insanlara ulaşabilecek mekanizmalar oluşturulmalıdır. Bu koşullu ya da koşulsuz nakit transferlerine uzun süre ihtiyaç olacaktır, planlamalar buna göre yapılmalıdır. Gelecekte yoksul işçiler ve hanehalkları için sürekli gelir desteği uygulamalarına ihtiyaç duyulabilir.
[1] Committee for the Coordination of Statistical Activities, “How COVID-19 is changing the world: a statistical perspective”, https://unstats.un.org/unsd/ccsa/documents/covid19-report-ccsa.pdf (Erişim: 24.05.2020)
[2] Committee for the Coordination of Statistical Activities, “How COVID-19 is changing the world: a statistical perspective”, https://unstats.un.org/unsd/ccsa/documents/covid19-report-ccsa.pdf (Erişim: 24.05.2020)
[3] Göç İdaresi, “Geçici Koruma İstatistikleri”, https://www.goc. gov.tr/gecici-koruma5638 (Erişim: 24.05.2020)
[4] “Türkiye 113 bin yabancıya iş kapısı oldu”, Hürriyet, https://www.hurriyet.com.tr/amp/ekonomi/turkiye-113-bin-yabanciya-is-kapisi-oldu-41397372 (Erişim: 25.05.2020)
[5] Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, Metin Çorabadır, “Suriyeli Mülteci Nüfusunun Demografik Gelişimi, Türkiye'deki Eğitim, İstihdam ve Belediye Hizmetlerine Yakın Gelecekte Olası Etkileri”, https://igamder.org/uploads/belgeler/QUDRA_TURKEY%20RESEARCHREPORT_TR.pdf (Erişim: 24.05.2020)
[6] Luis Pinedo Caro, “Türk İşgücü Piyasasında Suriyeli Mülteciler”, ILO Türkiye Ofisi, https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---europe/---ro-geneva/---ilo-ankara/documents/publication/wcms_739463.pdf (Erişim: 24.05.2020)
[7] “İşsizlik rakamları açıklandı”, https://www.ntv.com.tr/ekonomi/issizlik-rakamlariaciklandi,xd5h9uepNkeLby54uTC2zw
[8] Luis Pinedo Caro, “Türk İşgücü Piyasasında Suriyeli Mülteciler”, ILO Türkiye Ofisi, https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---europe/---ro-geneva/---ilo-ankara/documents/publication/wcms_739463.pdf (Erişim: 24.05.2020)
[9] Luis Pinedo Caro, “Türk İşgücü Piyasasında Suriyeli Mülteciler”, ILO Türkiye Ofisi, https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---europe/---ro-geneva/---ilo-ankara/documents/publication/wcms_739463.pdf (Erişim: 24.05.2020)
[10] Tarlan, K. V. (2020). “Toplumsal eşitsizlik, mülteciler ve pandemi”, Birikim, 372, https://www.birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-372-nisan-2020/10037/toplumsal-esitsizlik-multeciler-ve-pandemi/11721; Tarlan, K. V. (2020). “Pandemi, Mülteciler ve Sivil Toplum”, Birikim Güncel, https://www.birikimdergisi.com/guncel/10013/pandemi-multeciler-ve-sivil-toplum
[11] IFRC, TRC, “COVID-19: Impact on refugee populations In Turkey Assessment report”, Emergency Social Safety Net (ESSN) https://data2.unhcr.org/en/documents/download/76274 (Erişim: 24.05.2020)
[12] “SGDD, COVID-19 Salgınının Türkiye’de Mülteciler Üzerindeki Etkilerinin Sektörel Analizi Raporu”, https://www.sivilsayfalar.org/wpcontent/uploads/2020/05/asam_covid_anket_raporu_200518_2_TR-1.pdf (Erişim: 25.05.2020)
[13] “Göç İdaresi, Geçici Koruma İstatistikleri”, https://www.goc. gov.tr/gecici-koruma5638 (Erişim: 26.05.2020)
[14] “ILO Monitor: COVID-19 and the world of work. Third edition Updated estimates and analysis”, https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---dgreports/---dcomm/documents/briefingnote/wcms_743146.pdf (Erişim: 26.05.2020)
[15] “ILO Monitor: COVID-19 and the world of work. Third edition Updated estimates and analysis”, https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---dgreports/---dcomm/documents/briefingnote/wcms_743146.pdf (Erişim: 26.05.2020)
[16] UN, “World Economic Situation and Prospects 2020”, https://www.un.org/development/desa/dpad/wp-content/uploads/sites/45/publication/WESP2020_MYU_Report.pdf (Erişim: 24.05.2020)
[17] Tarlan, K. V. (2019). “Geriye dönüş mümkün mü?”, Birikim, 361, s. 22-29.