Bernie Sanders’ın Ardından

ABD’de demokratların önseçimleri Bernie Sanders’ın yarıştan çekilmesi ile beraber formaliteye dönüşmüş oldu. Sanders’ın da desteğini açıkladığı Joe Biden Trump’a karşı demokratların adayı olacak. Salgın tüm gündemi işgal ettiği için çok büyük haber değeri bile olamadı bu çekilişin; fakat zaten 3 Mart’taki “Süper Salı” sonrası Sanders’ın kaybettiğini herkes bildiği için bir sürpriz de değildi. Sanders destekçileri çoktan hayal kırıklığı içinde yenilgiyi kabul etmişti. Bernie Sanders da herhalde genel seçim kazanmasını geçtim, ikidir önseçimleri bile kazanamamasına rağmen Amerikan siyasetine sol adına getirdiği yeni soluk ile hatırlanacak bir yeri garantiledi.[1]

Peki ne oldu da, üç eyaletin sonucuna göre aceleci bir tavırla bu kez gerçekten oluyor galiba denen Sanders hareketi Biden’a kaybetti? Sanders’ın yarattığı enerjinin ve hareketin önemi zaten aşikâr, fakat sanırım şunu teslim etmek lazım; Sanders hareketi esasında 2016 yılındaki “momentumu” da kaybetti. Dönüp dolaşıp, “iradenin iyimserliği, aklın kötümserliğine” mecbur kalıyoruz her seferinde.

Buruk başlangıç: Ya onlar da Sanders’ın değerini anlarsa?

Evvela, süreci hatırlatmak istiyorum. 3 Şubat’ta Iowa’da demokratların adaylarına karar verdikleri “caucus”[2] yapıldı. Iowa ufak bir eyalet ve delege sayısı düşük. Kısaca sayısal değil ama sembolik önemi vardı. Sürpriz element Sanders değil, Pete Buttigieg’di. Oyların yüzde 26,2’sini alan Buttigieg enteresan bir figürdü. 38 yaşında, Afganistan gazisi, gay, Harvard mezunu, baba tarafından Maltalı, Indiana’nın ufak bir kentinde belediye başkanlığından ibaret bir siyasi kariyer. Buttigieg’in bu sürpriz çıkışı üzerine ayrı bir yazı kaleme alınabilir fakat Sanders yüzde 26,1 ile Iowa’daki seçimi ucundan kaybettiğinde delege sayısı açısından bir fark olmasa da, kendi hareketi açısından buruk bir başlangıç oldu esasında. Sonucun basit bir matematiği vardı: ılımlı (moderate) olarak sunulan adaylar Buttigieg (26,2), Biden (15,8) ve Klobuchar (12,3) ile oyların yüzde 54,3’ünü alırken, Amerikan siyaseti için daha radikal politikalar öneren Sanders (26,1) ve o dönem herhalde çoğunluğun Sanders ile oy geçişkenliği daha yüksek diye düşündüğü Warren (18) ile oyların yüzde 44,1’ini almış oldu. Bu herhalde bizim Türkiye’de de özellikle son dönemdeki “Türk tipi başkanlık” sistemi ile bizi de aynı cendereye sokan, aşina olmaya başladığımız, en nihayetinde iki aday ortada kalacağı için, o buna oyunu verse, bu ona vermese diye siyasi ittifakların ve seçmenin kayıkçı hesabına zorlandığı bir zoraki seçim hesabı aslında. Esasında çok irrasyonel olduğu için de insanı temelsiz bir umuda da sürükleyebiliyor, ya “onlar” da artık “gerçeği” görürse ve benim desteklediğim adaya oy verirse diye. Iowa’da olan buydu. Arada acaba diye burukluk yaratan bir fark vardı onca çabadan sonra; ama bir yandan da o fark kolayca kapanabilir; bu kez daha güçlüyüz; Buttigieg bir istisna zaten dedirten bir umut da vardı.

Belki de “ilerici” oylar o kadar da yüksek değil?

11 Şubat’ta, başka bir ufak eyalette, New Hampshire’da önseçimler oldu. Burası New England bölgesinde, gene beyaz ağırlıklı, fakat tarihsel ve geleneksel olarak daha ilerici diye düşünülen bir eyalet Iowa’ya göre.[3] Sanders bu kez kazandı ama az farkla (25,7), Warren ise 9,2’de kaldı. Yani ilerici adaylar yüzde 34,9’da kalmış oldu. Buttigieg gene büyük bir sürpriz yaptı (24,4), Klobuchar (19,8), Biden (8,4) alarak ılımlı adayların toplamı yüzde 52,6 olmuş oldu. Seçimlerde “Saadet Partisi Etkisi” diye literatüre ekleyebileceğimiz, ufak, oyu çok yakın durumlar önem kazanabilecek Yang ve Gabbard gibi yüzde 2-3’lerde seyreden adayları göz ardı ediyorum detaylı bir “seçim sonuçları ve seçmen davranışı” raporu hazırlamadığım için. Çarpıcı olan, Sanders kazandı kazanmasına ama Warren beklenenden düşük çıkarak radikal oyların o kadar da yüksek olmadığına dair sinyali vermiş oldu. Seçimler başlamadan evvel favori denen Biden için ise yarışdışı mı acaba tartışmaları da doruğa çıktı.

Latino oyları ve “ilerici”lerin çoğunluğu

22 Şubat’ta Nevada’da önseçimler yapıldı. Nevada da küçük bir eyalet ve sayısal olarak önemi sembolik öneminden daha az. Bu eyalet iki tane beyaz ağırlıklı eyaletten sonra Latinoların Sanders’a destek olup olmayacağını görmek açısından önemliydi. Sanders 46,8 ile bu kez ciddi bir zafer kazanırken Warren da oyların 9,7’sini alarak Amerikan siyaseti sınırları içinde solun solu diyebileceğimiz hareketin yüzde 56,5’e ulaşmasını sağladı. Biden (20,2), Buttigieg (14,3) alırken Kloubachar 4,2’de kaldı ve genel olarak daha evvel çok daha düşük oy alan Tom Steyer 4,7’ye ulaştı. Yani ılımlılar yüzde 43,4’e ulaşmış oldu kabaca. Nevada seçimleri Sanders destekçilerine güven kazandırırken, Biden da sahneye favorisi olduğu South Carolina seçimleri öncesi tekrar çıkmış oldu. Fakat Sanders’ın çıkışı demokrat parti elitlerini Güney Karolina seçimleri içine endişeli bir bekleyiş içine sokmuş oldu.

Siyahların Biden’a desteği: 2016’nın tekrarı mı?

29 Şubat’ta Güney Karolina seçimleri yapıldı. İlk kez siyah seçmenin ne yapacağını görmek açısından mühim olan bu seçim, 3 Mart’ta yapılacak “Süper Salı” (içinde Teksas ve Kaliforniya gibi delege sayısı çok yüksek olduğu için yüksek ehemmiyet sahibi eyaletlerin de olduğu on dört eyalette seçimlerin gerçekleştiği Salı) öncesi de son seçimdi. Biden yüzde 48,4 ile siyah seçmenin oyunu arkasına aldığını gösterirken, Steyer ve Buttigieg de 11,3 ve 8,2 ile yüzde 67,9’luk bir ılımlı oy oranının varlığını gösterdi. Sanders yüzde 19,9’da kalırken Warren’ın yüzde 7,1’lik oy oranı ile iki daha sol adayın oyunu ancak toplamda ancak yüzde 27’ye taşıdı.

İşte dananın kuyruğu da burada koptu.

1. Demokrat parti elitleri en başta güvendikleri Biden’ın Buttigieg’in sürpriz çıkışına rağmen esasında Obama’nın eski yardımcısı olarak bilinen isim olduğunu, siyahların oylarını alacağını ve en güçlü “ılımlı” aday olduğunu teyit etmiş oldular; 2. Sanders’ın kampanyasının 2016’da olduğu gibi gene siyahlara ulaşamamış olduğu ortaya çıktı; 3. Buttigieg ve Kloubachar muhtemelen parti elitlerinin stratejik bir hamle için müdahale etmesi ile seçimden “Süper Salı” öncesi çekilerek oyları Biden için konsolide ettiler.

Clinton Güney Karolina’da 2016’da yüzde 73,44 alırken, Sanders ise yüzde 26,02 almıştı. Bazıları Biden’daki düşüşü umut verici bir gelişme olarak görürken, esasen olan oyların bölünmesinden ibaretti. 2016’daki gibi iki adaylı bir önseçim değil, çok adaylı bir önseçim oldu ve iş toplama çıkarmaya kalınca 2020’de (Gabbard ve Klobuchar’ı da ekleyince) “ılımlı” demokrat oyu 72,5 seviyesindeydi. 2020’de Warren ile Sanders’ın toplam yüzde 27 oyu da, 2016’daki 26’ya yakındı. Kısaca “güney cephesinde” değişen bir şey yoktu. Bu Amerikan siyasetinin ve oy verme davranışının ne kadar muhafazakâr olduğuna da güzel bir örnek esasında.

“Sol içi” anlaşmazlıklar

Ilımlılar oyları Biden için konsolide ederken, Warren’ın da Sanders lehine yarıştan çekilmesi gerektiğine dair bir tartışma başladı. Warren yarıştan çekilmedi. Ocak ayı sonlarında Sanders’ın zamanında kendisine bir kadının Trump’ı yenebileceğine inanmadığını söylediğini iddia etmiş, Sanders ise bunu reddetmişti. O zamandan beri aralarında bir “dedin!” ve “demedim!” kavgası olan ikilinin destekçileri arasında zaman zaman sosyal medya üzerinden marazlar çıkmaya başladı. İki “ilerici” aday “Süper Salı” öncesi Sanders için oyları konsolide edecek bir strateji içine girmemiş oldular. Bir nevi bizdeki sağ pragmatik siyaset anlayışı ile birleşip seçim kazanırken solun parçalı, ilkeli ve idealist kalarak seçim kaybetmesi hikâyesinin benzeri. 

3 Mart’ta “Süper Salı” ile Sanders için de esasında hikâyenin sonu neredeyse gelmiş oldu. Alabama, Virginia, Kuzey Karolina, Tennessee gibi siyahların oyunun önemli olduğu eyaletleri Biden sildi süpürdü. İki önemli eyalet Teksas ve Kaliforniya’dan ilkini yarışa sonradan dahil olan Michael Bloomberg ılımlı oylarını yüzde 14,4 alarak bölmesine rağmen Biden yüzde 34,5 ile kazanmayı başardı. Kaliforniya’da ise tam tersi oldu. Warren yüzde 13,3 ilerici oyları bölmesine karşın Sanders yüzde 34 ile ipi göğüsledi. Massachusetts ve Maine gibi zengin, eğitimli, “ilerici” beyazların çoğunluk olduğu eyaletler Warren ile Sanders arasında oyların bölünmesi ile Biden’a gitmiş oldu. Minnesota’yı 2016’da yüzde 61,69 gibi bir oranla kazanan Sanders bu kez yüzde 29,9 alırken Warren da yüzde 15,4’ünü aldı oyların. Bu beyaz işçi oylarının kaybedildiğine dair ilk sinyal oldu. Biden ise Clinton’ın 2016’da aldığı oranın aynısı ile yüzde 38,6 alarak aradan çıktı. Warren kendi eyaleti Massachusetts’i bile kazanamadı. 5 Mart’ta da seçimden çekilerek sahneyi Biden ile Sanders’a bıraktı. 

Beyaz işçi sınıfı da Bidencı mı?

10 Mart’taki seçimler Mississippi ve Missouri gibi eyaletleri Biden’ın kazanması ile Sanders’ın siyah oylarına hiç erişemediğini bir daha teyit etti. 2016’da yüzde 72,72 gibi ezici bir oyla Clinton’ı geçtiği Washington’da, Sanders bu kez yüzde 36,5’te kalarak Biden’a ucu ucuna da olsa seçimi kaybetti. Michigan’da 2016’da yüzde 49,68 ile Clinton’ın yüzde 48,26’lık oyunu ucu ucuna geçerek kazanan Sanders, bu kez yüzde 36,4’de kaldı. Bloomberg’in yüzde 4,6 oy çaldığı Biden, gene de 52,9’unu aldığı oylar ile beyaz işçi sınıfının da oyunu aldığını teyit etmiş oldu.

Burası ilginç çünkü esasında Sanders’ın başlattığı hareketin 2016’dan daha geriye gittiğini gösteriyor. Bunun iki sebebi olabilir. İlki, Sanders’ın demokratik sosyalist vaatleri belli bir seçmen gözünde etkisini yitirmiş. Buna kısaca değineceğim birazdan. İkinci sebep ise, herkesin üzerine ortaklaştığı bir şey, Hillary Clinton hakikaten kimsenin içine sinerek oy verdiği bir figür değildi. O sebeple bir kısım belki de Sanders’a kaymıştı ve bu yanıltıcı oldu.

2016’dan 2020’ye değişen ne?

https://fivethirtyeight.com/features/how-is-joe-biden-remaking-the-2016-primary-map/

Hepimizin seçim haritası fetişine cevaben, fivethirtyeight, şu yukarıdaki muazzam haritayı oluşturarak şu an olan biteni özetlemiş aslında. Harita ilçe (county) seviyesinde 2016 ile 2020 karşılaştırması içeriyor.

Pembe: 2016 (Clinton) – 2020 (Biden): Bu harita siyah oylarının yoğunlukta olduğu güneyde Sanders’ın hiç şansının olmadığını gösteriyor. Daha önce de belirttiğim gibi, 2016’dan beri, ismi artık bilinen biri olmasına rağmen, Sanders’ın kampanyası bunun üzerine düşünmemiş belli ki. Burada Obama’nın da etkisi var. Obama açıkça söylemese de Biden’ı destekledi, Sanders’ı aşırı buldu. Siyah seçmende, elbette kabaca genelliyorum, ama Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olma korkusu var. Daha önce denenmiş, bilinen isimlere oy veriliyor, dindar insanlar daha fazla ve Biden bu insanlara Sanders’tan daha çok hitap ediyor olabilir. En mühimi Biden zaten Obama’nın yardımcısı olarak hep “oralardaydı”. Sanders’ın sol siyaset dilinin siyahlara -özellikle kırsaldaki siyahlara- sirayet edebilmesi için belli ki daha agresif bir siyasetle daha çok zamana ihtiyaç var.

Koyu mavi: 2016 (Sanders) – 2020 (Sanders): Buralar Sanders’ın daha evvel de kazandığı bölgeler. Kendi memleketi Vermont, Kaliforniya’nın belli bir bölümü, Nevada belli ki hâlâ Sandersçı. Burada ona kazandıran kompozisyon beyaz üniversite mezunları ile Latino oyları olmalı.

Açık yeşil: 2016 (Clinton) – 2020 (Sanders): Buraları Sanders daha evvel Clinton’a oy vermesine rağmen almış. Latino oylarının etkisinin olduğu düşünülüyor. Yani Sanders’ın bu seçimde tek artısı olan yerler bu bölgeler. Eğer Latino oyları ise bunun sebebi, anlaşılması gereken bu seçmenler Biden’dan nefret mi ediyor yoksa Sanders hakikaten göçmen dostu açıklamaları ile bu oyları kazandı mı? Buna son bölümde değineceğim.

Açık kahverengi: Bu 348 ilçe 2016’da Sanders’a oy verirken 2020’de Biden’a veren yerler. Siyah oylarını yine alamamasının yanında Sanders’ın yarattığı hareketin toplumdaki sınıfsal izdüşümünün en belirginleştiği yer burası. Bu bölgeler beyaz işçi sınıfı ile kırsal kesimdekinin, kısaca köylülerin oluşturduğu demokrat seçmenin beyaz alt sınıfının, yoksulunun çoğunlukta olduğu bölgeler. Bu seçmenin Biden’ı kendine daha yakın bulması, Sanders’ın ilerici siyasi vaatlerinin rasyonel olarak en çok tutması gereken seçmen arasında gerilediğini gösteriyor. Bir diğer seçenek ise, bu seçmenin Clinton’dan nefreti onları Sanders’a itmişti. Ben bu seçeneğin de gerçekten olası olduğunu düşünüyorum. Amerikan siyasetinde imajların yeri büyük.

Sanders neden kaybetti?

Sanders kaybetti çünkü, teşbihte hata olmaz, bizdeki son İstanbul seçimleri gibi, ya da genel olarak seçimler gibi, azınlığın oyları mühim. Nasıl ki “Kürt oyları” kritik hale geldiyse, siyah oyları da ABD’de her zaman Demokrat Parti adayının belirlenmesinde kritik. Beğensek de beğenmesek de, kimliklerin siyasi davranışı ve sosyalizasyonu ciddi anlamda etkilediği bir yer ABD. 1980’den beri siyah oylarını alamayan demokrat adayı önseçimleri kazanamıyormuş. Siyahlar demokrat seçmenin yüzde 20’sini oluşturuyor. Oradan hesap edelim. Clinton ve Obama siyahların yüzde 80’inin oyunu almıştı. Biden is yüzde 69’unu almış. Sanders yüzde 20’de kalmış.[4]

Önce ilginç bilgi. Bilinenin aksine Demokrat Parti seçmeninin üçte ikisinin üniversite diploması yok. Yani eğitimli, elit tabanı var iddiası boş bir iddia. Gayet “halk”tan. Peki bu seçmen eğitim durumuna göre kime oy vermiş?

https://projects.economist.com/democratic-primaries-2020/

Yani iddia edilenin aksine Sanders her eğitim grubunda Biden’a kaybetmiş. Sanders’ın üniversite mezunları olmayanlardan oy aldığı iddiası ilk eyaletlerdeki önseçimler ile yapılan bir genellemeydi sanıyorum. Daha sonraki seçimlerde köylünün, üniversite mezun oranı çok daha düşük olan siyahların ve beyaz mavi yakalıların oyunu alamaması esasında tabanı olabilecek grupları Biden’a teslim ettiğini gösteriyor.

Peki neden böyle oldu? Öncelikle belli ki bu kesimler için Clinton hakikaten kötü bir adaymış. 2009’da Afganistan’da asker sayısını artırmak istemesinden, 2011’de Libya’ya müdahil olunmasına ve 2012’de Amerikan büyükelçisinin öldürülmesine kadar giden süreçte dışişleri bakanı olması, devlere dair işleri şahsi e-maili ile yaptığının ortaya çıkması, daha evvelden Wall Street ile kirli birtakım işlerin içinde olması ile beraber zaman zaman açık zaman zaman gizli bir kadın düşmanlığının bunda etkisi olduğu açık. Yani öncelikle Clinton sevilmeyen bir bagajla geldiği için Sanders daha çekici bir aday haline gelmiş.

İkincisi, bu biraz da Biden’ın imajı ile alakalı. Biden’ı sık sık işçiler arasında, köylüler arasında görmek mümkündü kampanya süresince. Kimi zaman kavga bile etti bu insanlardan bazılarıyla; ama başında beysbol şapkası, eski gazi olarak Obama yönetiminin eski üyesi, “güvenilir ve aklı başında lider” popülizmi yapmayı başardı. Biden’ın “ben hep sizin için buradaydım” duruşu hakikaten düşünülenden güçlü. Demokratların alt sınıf seçmenleri hayalimizde düşündüğümüz gibi sosyalizmi de beklemiyorlar. Clinton’dan “güçlü kadın” imajı sebebi ile rahatsız olandan, siyahlar konusunda oldukça ırkçı olanına, ben vergi veriyorsam vermeyenler için neden tamamen ücretsiz sağlık sistemi olsun diyene geniş bir skaladan bahsediyoruz. Sosyalist olacak kadar politik angajmanı olan, Sanders’a oyunu veriyordur zaten. Biden’ın seçim başarısı hem siyahlardan hem de siyahlardan çok da hazzetmeyen beyazların oyunu alabilmesinde. Yani bu ilk bakışta Amerikan siyasetinin ilkesizliği gibi gözükebilir ama esasında mevzu yerelliğinde. Biden Alabama’da başka bir Biden, Minnesota’da başka bir Biden. Sanders ise her yerde ilkeli ve aynı Sanders. Sanders’ın ilkeli, emek ve ekonomi temalı popülizmi o sebeple Biden’ın ABD’nin yerel farklılıklarının daha iyi farkında olan pragmatizmi ile boy ölçüşememiş gibi gözüküyor.

Üçüncüsü, Sanders 30 yaş altının desteğini almayı başardı. Fakat 30-44 yaş arasında Biden ile neredeyse eşitlendi ve 45-64 ile 65 yaş üzeri içerisinde içinde Biden’a karşı ezici bir şekilde kaybetti. 2016’ya göre Sanders’a verilen genç oylarında da düşüş olduğu söyleniyor ama bu göz ardı edilebilir. Burada önemli olan nokta, Sanders’ı destekleyen gençler, daha sonra hayatlarını yoluna koyup, ev kredisi çekip, borcun harcın içine girince de Sanders yarattığı hareket ilgi duymaya devam edecekler mi yoksa bugünün orta yaşlı orta sınıfı gibi Biden gibi “ılımlı” adaylara mı yönelecekler?

Sanders: Sosyalist mi sosyal demokrat mı? Ya da bu önemli mi?

Amerikan siyaseti için Sanders’ın söyledikleri çok radikal. Radikal olan vaatlere bakalım: Ücretsiz üniversite eğitimi, kişi başı binlerce dolar olan üniversite kredi borçlarının silinmesi, herkese ücretsiz sağlık hizmetini getirecek federal bir sağlık sigorta sistemi, ABD’nin serveti net 32 milyon dolar üzerinde olan ve ABD’nin yüzde 0,1’ine tekabül eden 180.000 haneden 32 milyon üzerindeki serveti için yüzde 1 ile başlayan servet vergisi alması vb.[5]

Amerikan siyasetinin dışında dünyanın her yerinde ise bu vaatler ya kısmen ya tamamen uygulanıyor ve biz buna yıllardır sosyal demokrat politikalar diyoruz. Sanders’ın kendisini demokratik sosyalist olarak tanımlaması ve Amerikan medyasının da etkisiyle dünyanın her yerinde Sanders’ı bizim ABD dışında anladığımız/bildiğimiz gibi sosyalist olarak kavramamız bana eskilerin İskandinav tipi sosyalizm tartışmalarını hatırlatıyor. Covid-19 krizi ile testlerin ücretsiz olmasının artık hakikaten “utanmıyor musunuz” dedirtecek şekillerde tartışıldığı, tedavinin ücretsiz olmasının -ki hâlâ muallak- güçbela sağlandığı bir ülkeden bahsediyoruz. Elbette Sanders’ın söyledikleri bu ülke için “sosyalist”. ABD siyaset kelime haznesinde ve geçmişinde, seçmen belleğinde sosyalizm karşısında sosyal demokrasi gibi bir tartışma yaşanmadığı için, entelektüelleri için bu mühim bir tartışma olmadığı için, Sanders seçmeninin muhtemelen anlayacağı şekilde kafa karıştırmamak için, çarpıcı olabilmek için ve belki de idealizmi ile Amerikan siyasetini dönüştürme arzusu ile sosyal demokrat yerine, demokratik sosyalist olarak tanımladı kendisini. ABD için bu derece sola özgü bir tartışma dediğim gibi anlamsız bir tartışma zaten.

Ama dünyanın kalanının bunu ABD medyasındaki radikal, sosyalist ve benzeri terminolojiye kapılıp sosyalist bir devrimci olarak Sanders’ın yükselişi olarak okuması bana problemli geliyor. 2016’da bunun esasında devrimci değil, “evrimci” bir yükseliş olduğunu daha evvel de tartışmıştım. Amerikan siyasetinde nasıl liberal başka bir anlama geliyorsa sosyalistin de başka bir anlam kazanmasından ibaret aslında olan. Sanders kaybedince “sosyalistler” de yenilmiş sayılmasın. 

Uzun lafın kısası, yükselen alt sınıflar, işçi hareketleri sosyal hareketlilikten ziyade tüm dünya solunun marazı ABD’de de var. Hareketin esas taşıyıcıları esasında eğitimli, genç, çoğunlukla, ABD bağlamında, beyaz insanlar. Geleneksel manada mavi yakalı değil, ama prekaryalaşan beyaz yakalılar. Sanders’ın genç seçmenden bu kadar yüksek oy almasının en büyük sebeplerinden birisi üniversite kredi borçlarının silinmesi ve üniversitelerin ücretsiz yapılması vaadi. Orta yaş ve üzeri üniversite eğitimi almış insanlar üniversite borçlarını kapamış durumdalar. Orta yaş üzeri insanların Sanders’a oy vermesinin en büyük sebebi zenginleri daha fazla vergilendirmek istemesi. Tamamen ücretsiz sağlık sigortası mesela ne kadar umurlarında, emin değilim.

Bir hareketin ana damarının prekaryalaşmış beyaz yakalılar olmasının işin doğası gereği tehlikeli bir sorunu var. Bu insanlar hayatlarını daha stabil hale sokma şansını buldukları an, ekstra bir politik angajmanları olmadığı müddetçe, azıcık modası geçmiş tabirle konformizme savrulacak insanlar çoğunlukla.

Sanders’ın, her ne kadar Biden ile aralarında inanılmaz fark olmasa da, Latino oylarını ve genç oylarını alabildiğini gördük. Obama dönemi, Occupy Wall Street, Sanders derken Amerikan siyasetinde yükselen bir sol dalga olduğu, emek, sosyalizm gibi kelime ve tartışmaların normalleşmesi de küçümsenecek işler değil. Alexandria Ocasio-Cortez gibi yükselen genç, göçmen kökenli sol siyasetçiler Sanders’ın yerel ve Senato düzeyinde 1980’lerden beri tutarlı bir şekilde savunduğu değerleri 2016’dan beri öyle ya da böyle tüm ülke sathında konuşulan bir noktaya getirmesini değerlendirme şansına sahip.

ABD’de başkanlık seçimleri

Yazı boyu bir sürü rakam ve oran verdim. Bu rakamlar ile açıklanabilir şeylere dair birkaç noktaya dikkat çekmek istedim. Ama esasında bu rakamların neye tekabül ettiğini veya etmediğini de konuşmak lazım.

Trump 2016 seçimlerini kazandığında seçime katılım oranı yüzde 55 civarındaydı. Trump oyların yüzde 46,1’ini aldı (63 milyon civarı), Clinton ise yüzde 48,2’sini aldı (66 milyon civarı). Kısaca seçmenin aşağı yukarı yarısının zaten en başta oy vermediği, verenlerin de gene kabaca yarısının Trump’a oy verdiğini düşünürsek, ülke seçmeninin yüzde 25’inin oyu ile göreve geldi. Tüm analizleri boşa çıkaran, “e ben niye konuştum bu kadar şimdi” dedirten bir manasızlık zinciri.

Ama bu da yeterli değil elbette. İşin daha da manasız bir kısmı var. Trump’ın daha az sayıda oy almasına rağmen kazanmasını sağlayan sistem electoral college sistemi. Yani bir eyaleti az farkla bile kazansa bir aday, o eyaletin tüm delegelerini kazanmış oluyor. Esasında seçmen delege seçmiş oluyor, delege de başkanı. Haliyle belli eyaletler demokratların “kalesi” (Kaliforniya gibi), belli eyaletler de cumhuriyetçilerin (Teksas gibi.) Oraların ne olacağı belli zaten, kimsenin umurunda değil. Kısaca seçimin kaderini cumhuriyetçiler ile demokratlar arasında el değiştirme ihtimali olan eyaletler belirliyor. Bu seçimde de Florida, Michigan gibi eyaletler seçimin kaderini tayin edecek. Yani esasında swing state denen el değiştirme şansı olan eyaletleri kazanan seçimi de kazanacak. O sebeple de kampanyalar buralara odaklanacak.

Covid-19 her yeri olduğu gibi ABD’yi de çok sarstı. Virüs her yerde liderlere desteğin artmasını sağladı. Trump için çok hafif bir destek kaybı olduğunu söylüyor anketler ama ne kadar doğru muamma. Biden’ın da bu kriz döneminde inanılmaz pasif kaldığı aşikâr. ABD sağlık sistemi özellikle New York kenti gibi yerlerde tamamen çöktü. Yoksullar elbette salgının esas kurbanları. Bunun hakikaten Sanders’ın önerdiği gibi bir sağlık sisteminin gerekliliğine dair tartışma başlatması da mümkün elbette ama birçok eyalette de bu kadar büyük sorun yaşanmıyor. Neticede devasa bir ülke, mesafeler büyük.

2016’da müesses nizama karşı yükselen hareketten söz etmiştik. Sanders ve Trump bunun iki karşıt temsilcisiydiler. Cumhuriyetçilerin önseçimleri sembolik olduğu için gerçek bir yarış yok ve Trump aday olacak. O sebeple bu kez cumhuriyetçi seçmenin ne düşündüğünü anlama şansımız çok yok.

Demokratların kanadında ise Biden ile daha “ılımlı” söylemlere yaklaşan bir seçmen olduğunu söylemek mümkün. Biden herkese ücretsiz bir sağlık sistemi değil de herkes için makul fiyatlı bir sağlık sistemi, herkes için makul fiyatlı üniversite eğitimi diyor. Zenginlere ekstra servet vergisi gibi toplara girmiyor. Bir nevi “Obama döneminde yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır, Trump’ın yarattığı tahribatı düzeltip, daha evvel yaptıklarımızı geliştireceğiz”den ibaret vaatleri var.

Trump’ın Clinton karşısında kazanmasını sağlayanın 6-9 milyon arası Obama seçmeninin olduğu araştırılmıştı daha evvel. Mavi yakalı beyazlardan oluştuğu düşünülen bu kitleyi Obama’dan Trump’a itenin, Trump’ın iktisadi vaatleri kadar göçmen karşıtı tutumunun olduğu söyleniyor. Eğer bu doğruysa, özellikle covid-19 salgını ile beraber göçmen dostu bir iklimde seçime gidilmeyeceği aşikâr. Trump’ın bu seçmeni kaybetmesi için pek bir sebep yok gibi. Biden yerine Sanders’a oy veren Latino seçmen de ölümü görüp sıtmaya razı olarak Biden’a oy verebilir. Sanders’a oy veren, Biden’a asla oy vermeyeceğini söyleyen insanlar da var.

Müesses nizamdan nefret edenler geçen seçimde Sanders ve Trump’a ivme kazandırıp, nihayetinde bu nefretin sağ kanadı Trump’ı iktidara getirdi. Bu seçimde demokratların ılımlı adaya, “müesses nizama” daha yatkın hali cumhuriyetçilerde de izdüşümünü bulursa o zaman Biden belki bir adım öne çıkabilir. Yani Obama’dan Trump’a kayan seçmen tekrar Biden’a dönebilir. Öte yandan Trump’ın dört yılın ardından ne kadar “müesses nizam” karşıtı olduğu da meçhul. Yani o ılımlı yükseliş kendini Trump’ta da bulabilir.

Ne var ki covid-19 krizi tüm siyasi ve iktisadi dengeleri alt üst etti. İnsanlar böyle kriz dönemlerinde halihazırda var olana yatkındırlar genel olarak. Trump’ın bu krizi, şu âna kadar başarısız yönettiği halde, nasıl nihayete erdireceği, iktisadi toparlanmayı nasıl sağlayacağı seçimin kaderini belirleyecek gibi görünüyor.


[1] 2016 yılındaki önseçimler sürecinde şu yazıyı yazmıştım: https://www.birikimdergisi.com/guncel/7536/amerikan-secimlerinin-iki-yildizi-sanders-ve-trump-muesses-nizamin-sonu-mu Burada tekrar olmaması için değinmediğim Amerikan siyaseti, siyahların neden Clinton’ı desteklediği vb. bazı konular orada bulunabilir. Bu yazı bir nevi o yazının devamı olarak da okunabilir.

[2] Caucus ile primary esasında farklı. Caucus daha çok partililerin toplanıp, tartışıp, adaylarına karar verdikleri bir sistemken primaryde direkt oy veriliyor. Bu Amerikan siyasal sisteminin geçmişine, bölgenin yerel tarihi ve alışkanlıklarına, yerelliğin önemine dair mühim bir ayrıntı; fakat konu dışı olduğu için detaylandırmıyorum.

[3] Bunun için daha evvelki yazıma bakılabilir.

[4] https://projects.economist.com/democratic-primaries-2020/ ve https://fivethirtyeight.com/features/what-defines-the-sanders-coalition/

[5] Serveti 32,5 milyon dolar olan bir çift 500.000 dolar fazla için 5.000 dolar servet vergisi verecek, 50-250 milyon arası olan yüzde 2, 250-500 milyon olan yüzde 3 vs. şeklinde gidiyor. 10 milyar dolar ve üzerinden en yüksek yüzde 8 alınacak(tı). https://berniesanders.com/issues/tax-extreme-wealth/