Feminist Odalar (VI): Bakteriyologlardan Ebelere Salgın Hastalıklarla Mücadele Eden Kadınlar

Kadınlar hep şifacı olageldiler. Batı tarihinin lisanssız doktorları ve anatomistleriydiler. Kürtaj yapanlar, hemşireler ve danışmanlardı. Şifalı bitkileri yetiştiren ve bu bitkilerin kullanımıyla ilgili sırları aktaran eczacıydılar. Evden eve, köyden köye giden ebeydiler. Yüzyıllar boyunca kadınlar, kitaplara ve derslere erişimleri yasaklanmış, diplomasız, birbirlerinden öğrenen, komşudan komşuya, anneden kız çocuğa deneyim aktaran doktorlardı. Halk onları “bilge kadınlar” olarak adlandırırdı; yetkililer ise cadılar ve şarlatanlar olarak. Tıp, bizlerin kadınlar olarak mirasımızın, tarihimizin bir parçasıydı, doğuştan sahip olduğumuz haktı.[1]

Anna Wessels Williams (1863-1954), 1894’de New York Sağlık Müdürlüğü’nün teşhis laboratuvarında bulaşıcı difteriye ait bir bakteri soyunu yalıtmayı başardığında yalnızdı. Anna Williams, laboratuvarda William H. Park’ın gözetiminde çalışırken, yaptığı araştırmayı sonuçlandırdığında Park izine çıkmıştı. Anna Williams bakterinin daha öncekilerden beş yüz kat güçlü toksin üretebilen soyunu yalıtmayı başardığında, bu soya “Park-Willams No. 8” ismi konuldu. Anna, ustasının bu adlandırmaya dahlini nezaketle karşıladı ancak ifadenin uzun bulunmasının ardından geçen zamanda soy, “Park 8” adını aldı. Ustasının katılımına nezaket gösteren Anna’ya benzeri bir tavır geliştirilmemişti. Anna daha sonra kuduz aşısının da kültürünü (on beş insana yetecek kadar), kızıl hastalığını çalışmak üzere gittiği Paris Pasteur Enstitüsü’nden Birleşik Devletler’e getirdi. Laboratuvarında büyük bir emek harcayarak on beş insana yetecek kadar aşı üretmeyi başardı ve aşının üretimi Birleşik Devletler’de büyük bir girişime ön ayak oldu.

1934’te Williams ve neredeyse yüz kadar çalışan, yaşları yetmişi geçtiği gerekçesiyle New York Valisi Fiorello La Guardia tarafından zorla emekliye ayrıldı. Vali Williams’ı sepetledi ama bakteriyolojiye yaptığı önemli katkılar kendisine net bir şekilde aktarılmıştı. Valinin sözleriyle Williams, uluslararası üne sahip bir bilim insanıydı.[2]

Bilimsel bilginin üretimindeki hak iddiası üzerine düşünürken Anna Williams gibi kadınların, bilim yapma geleneğindeki erkek merkezciliğiyle mücadele ettiklerine de dikkat kesilmek gerekiyor. Bilimsel bilgi üretimine feminist yaklaşım geliştirmek, geleneksel işbölümünde sorunlar yaratıyor. Erkeğin rasyonel düşünüş biçiminin yanında genellikle kadının duygusal emeği öne çıkarılır. Bu temel nedenle, bilim tarihindeki kadınların keşifleri, katkıları, araştırmaları göz önündeyken daha kolay görünmez olur.

Bir Başka Örnek Alice Hamilton

Alice Hamilton doğa bilimleriyle toplumsal sorunların kesiştiği noktada, meslekî başarılarıyla anılan bir kadın bilimci. Michigan Üniversitesi’ndeki tıp eğitiminin yanı sıra, Leipzig ve Münih üniversitelerinde de bakteriyoloji ve patoloji alanlarında çalışmalar yürütmüştü. Tifo salgınları, kurşun zehirlenmesi ve meslek hastalıklarındaki toplumsal sorunlara yönelen Hamilton, mahkemelerde şahitlik yapmıştı.

Hamilton ellerini kirletmekten korkmazdı. 1902’de Chicago’da patlak veren tifo salgınına nasıl yaklaştığına bakalım örneğin. Salgından en çok etkilenen bölge, doğrudan Hamilton’ın ikamet ettiği yerin civarındaydı. Bir arkadaşı, patoloji ve bakteriyoloji eğitimi almış olan Hamilton’ın salgının sebebini tespit etmesi halinde, kentin bir çözüm geliştirebileceğini düşünmüştü.[3]

Hamilton incelediği dokuzuncu mıntıkada; sokakları, viraneye dönmüş evleri dolaşırken, tuvaletlerin dışarıda olduğunu, sağanak yağmurlarla taştıklarını ve etrafın sinek kaynadığını gördü. Tifonun bulaşma yollarından biri virüsün etkileşime girdiği lağım suyuydu. Hamilton evlerin içinden ve dışından (özellikle tuvaletlerden) haşereler toplayarak tezini kanıtladı. Chicago Tıp Topluluğu’na sunduğu makale Sağlık Müdürlüğü’nün bazı girişimlerinin de nedeni oldu. Salgın hastalıklar üzerine yürüttüğü çalışmayla yola çıkan Hamilton, gerçekleri açığa çıkarmak ve halk sağlığını politik bir sorun olarak görmenin kendisine sağladığı avantajla, Meslek Hastalıkları Komisyonu’nun yöneticisi oldu ve asıl çalışma alanı olan işyeri sağlığına dair pek çok işe imza attı.

Görevi kamunun zehirli mesleklerini araştırmak, hangi tür fabrikaların işçileri karbonmonoksit, arsenik ve terebentin gibi zararlı maddelere maruz bıraktığını anlamak ve bu türden kaç fabrikanın olduğunu tespit etmekti. Ekip zehirli maddelere göre kollara ayrılmıştı. Hamilton ekibe liderlik ediyordu. Projenin başlangıcında, devlet ne hangi iş kollarının kurşunla üretim yaptığını ne de bunun zararlı etkilerinin ne kadar yaygın olduğunu bilmiyordu.[4]

Hamilton’ın çalıştığı dönemde işçilere sorduğu sorular içinde bugün açısından en önemli olanı şuydu: “Sizi resmen öldüren bir işte çalışmayı neden sürdürüyorsunuz?”

Türkiye’de Halk Sağlığı ve Kadın Çalışanlar

Yaşadığımız koronavirüs salgınına yönelik halk sağlığı kriterleri üzerine tartışırken, bilimsel bilgi üretiminin ve uygulamalarının eksiklerini de düşünmek zorunda kalıyoruz. Bilim eğitimi, bilime ayrılan bütçe, kadro alımı, bilimsel kitapların yayıncılığı gibi pek çok parametre bu eksiklikler silsilesini oluşturuyor.

Tüm bir bilim tarihinden şimdiki zamana baktığımızda, bilim yapmaktan çok uygulamaya ait görevlerle donatılan kadın sağlıkçılar, bu süreçte savaş meydanının en ön saflarındalar. Örneğin Türkiye’de sözleşmeli bir hemşire 40 saat çalışırken, 4d işçi kadrosundaki hemşireler 48 saat çalışıyor. Üstelik salgınla birlikte bu süreler iyice arttı. 4d kadrosundaki işçi hemşireler 4b kadrosu istiyor. Hamile kadınlar, şeker hastası kadınlar hastanelerde çalışmaya devam ediyorlar. Taşeron şirketler aracılığıyla hastanelerde çalışan işçilerin büyük oranda kadınlardan oluşması ve çalışma sürelerinin uzunluğu, ücretlerinin düşüklüğü gibi sorunlar sendikalar tarafından dile getiriliyor.

Salgından kurtulmak için yalnızca evden çıkmamanın yetersizliğini vurgulayan ebeler, kadın sağlığı (örneğin, kürtaj olması gereken kadınların gecikmiş hamilelikleri ya da genel kadın hastalıkları vb.) üzerine kadınların bilgilendirilmeleri gerektiğini söyleyerek yeni kadrolar talep ediyorlar. Özellikle kırsal bölgelerde kadın sağlığı dışında, genel halk sağlığı ile ilgili çalışmaların aktarıcısı olan ebelerin varlığı, salgınlarla karşılaştığımızda daha önemli hale geliyor.

Köyde ebelik, doktorluk her şey yaparsın. Eskiden yol yok, telefon yok. Mecburen halkın ilk müdahalesini sen yapacaksın. Doktora gidecekse bile ben kendim götürürdüm. Ama biz sırf doğum için çalışmadık. Ateşli hastalıklar, ishaller, her hastalık. Halkla iç içeydik; aile geçimleri, düğünler, barışmalar, küsmelerde hâkim görevi yapıyorduk. Kadınlara bebek bakımını öğretmek, bebek kıyafetleri dikmekler... O zaman hazır kıyafet mi var. Halka onu öğretiyorsun. Bir de her ay istatistik yapıyorduk. Şu kadar iğne yaptım, şu kadar aşı, şu kadar hela yaptırdım. O zaman köylerde nerde hela. Sivas’ta kolera salgını vardı, tuvaletlere kireç atacaksınız diye mecbur tutuluyordu. Bunları okulda öğrenmiyorsun, kendini yetiştiriyorsun.[5]

Üstelik ebelik yalnızca kırsal bölgelerde değil, özellikle kadına yönelik her tür şiddetin arttığı günümüzde, kentler açısından da önemli bir kurumdur. Virüs salgını nedeniyle 20 yaş altına uygulanan sokağa çıkma yasağıyla birlikte “çocuk gelinlerin” durumu iyice görünmez olacak. Salgın öncesinde korksalar bile aile danışma merkezlerine, kadın dayanışma örgütlerine başvuran “çocuk gelinler” sokağa çıkamayacak. Hamileliklerini veya evliliklerini (resmî nikâh veya imam nikâhı) sonlandırmak isteyen, arkadaşları veya akrabaları tarafından desteklenen “çocuk gelinler”, cesaretlerini kaybedecek. “Çocuk gelinler” dışında da kürtaj olmak isteyenlerin durumu daha da zorlaşacak, bunu tahmin etmek hiç zor değil.

Kadınlar, bilimsel bilgi üretiminin de, uygulamalarının da öznesidir. Onların yaşadığı sıkıntılar bu tür kritik dönemlerde artarak devam eder. O nedenle bu yazıyı İtalya’da hemşirelik yaparken kendisinde koronavirüs tespit edilmesinden sonra, başkalarına yayma endişesiyle intihar eden Daniela Trezzi’ye ve kendisine bir şey olursa oğlunu okutmamızı isteyen Türkiye’den bir hemşireye[6] ithaf ediyorum.


[1] Kadın Sağlığı Hareketinden Sesler: 1.Cilt, Derleyenler: Barbara Seaman, Laura Eldridge, Ayizi, Ankara, s. 23. Yazının epigrafı, kadın sağlık çalışanlarının kendi tarihini geri almak maksadıyla derlenmiş, Kadın Sağlığı Hareketinden Sesler adlı kitaptan alındı. Kadın şifacıların baskı altına alınmasıyla tıbbileştirilen doğum ve hamilelik pratiklerine, hizmetçi vasfıyla denkleştirilmiş hemşirelikten bilimsel araştırma yapan kadın doktorların sorunlarına kadar geniş bir yelpazede hazırlanmış bu önemli çalışma, bugün yaşadığımız koronavirüs salgınında tüm dünyadaki kadın sağlık çalışanlarının mücadelesine de ışık tutuyor.

[2] Dikbaşlılar: Bilimi ve Dünyayı Değiştiren 52 Kadın, Rachel Swaby, Koç Üniversitesi Yayınları, çeviren Akın Emre Pilgir, s. 24.

[3] A.g.e., s. 80.

[4] A.g.e., s. 82.

[5] Elleri Tılsımlı: Modern Türkiye’de Ebelik, Gökçen Beyinli Dinç, Ayizi, Ankara, s. 109.

[6] “Ben yoğun bakım hemşiresiyim. Yaklaşık 20 yıldır çalışıyorum. 20 yıl daha çalışırım evelallah. Bir gün of demedim. Bundan sonra da demem. Hastalarımdan çok kereler çeşitli hastalıklar kaptığım oldu. Saldırıya maruz kaldığım da oldu, takdir edildiğim de. İlk defa korkuyorum… Aileme ben bakıyorum. Ailenin tek çalışanıyım neredeyse. 17 yaşında bir oğlum var. Onu babasız büyüttüm. Alın terimle, emeğimle. Kimseye mihnetim olmadı. Şimdi korkuyorum çünkü ona temiz adımdan başka bırakacak bir şeyim yok. Eğer bu işten yenik düşersem, ülkeme vasiyetimdir… Evladımı okutun lütfen. Çok iyi bir çocuktur. Dersleri de iyidir. Hayvanları sever, gözetir. Tarihçi olmak istiyor. Çok güzel donatıyor kendini. Okuyor, araştırıyor. Öğretmenleri de değer veriyor ona. Yüzünüzü kara çıkarmaz. O da ülkesine borcunu öder, inanıyorum…” https://www.yerelingundemi.com/gundem/8873/ilk-defa-korkuyorum-diyen-kahraman-hemsirenin-vasiyeti-eger-bu-isten-yenik-dusersem-ulkeme-vasiyetimdir