Gisèle Pelicot Hikâyesini Yeniden Yazdı ve Dünyanın Her Yanındaki Kadınları Heyecana Boğdu. Peki Ya Erkekler?

Tecavüze uğrayan kadınlar pek çok ülkede –galiba çoğunda– hukuk sistemi tarafından bir kez daha şiddete ve istismara uğruyor. Yine de Gisèle Pelicot, şimdi tarihi bir kararla suçlu bulunan kocasının ve diğer 50 erkeğin suçlarıyla hesaplaşırken, anlatının kontrolünü ele geçirdi, böylece Fransa'da ve tüm dünyada bir kahraman haline geldi.[1]

Gisèle, kocasının kendisine uyuşturucu verdiğini ve bilinci yerinde değilken gelip tecavüz etmeleri için internette yabancılara sunduğunu öğrendikten sonra evini, evliliğini ve hayatına dair kendine anlattığı hikâyeyi terk ederek bir süre inzivaya çekildi.

Ortaya çıktığında, onu feminist bir kahramana dönüştüren iki önemli karar vermişti. Tecavüzcülerin ve onları yönlendiren kocanın cezalandırılması, bir tür adaletti (bazı cezalar şok edici derecede kısa görünse de) ancak bu adaletin tamamen eski hikâye bağlamında gerçekleşmesi de mümkündü: Kadının mahkemede utandırılması, suçlanması, zorbalığa uğraması. O bu hikâyeyi yırtıp atarak yerine kendi hikâyesini koydu.

Verdiği kararların biri, tamamen pratikti: Adının gizli tutulması hakkından feragat etmek ve kamuya açılmak. Avukatı Stéphane Babonneau şöyle söylemişti: “Tercihini gizlilikten yana kullansaydı, kapılar ardında yalnızca kendisi, biz, belki ailesi ve karşı tarafta da 51 sanık ve 40 savunma avukatıyla baş başa kalacaktı. Bir yanda kendisi bir yanda 90 kişi olarak dört ay boyunca mahkeme salonunda kapalı kalmayı istemedi.”

Bu cesur bir karardı ve sonuçta, karşısında oturan 90 kişiye karşı arkasında kadın haklarını destekleyen milyonların olması, gün be gün mahkemeye giderken ve oradan çıkarken onu çiçeklerle, tezahüratla desteklemeleri, gösteriler yaparak Fransa'nın yaygın kadın düşmanlığıyla yüzleşmesini talep etmeleri anlamına geldi. Bu eylemler bir başka hükmün göstergesiydi – belki de mahkeme kararından bile daha güçlü bir hükmün.

Bu büyük toplumsal tepki, Gisèle Pelicot'nun diğer kararının, ahlaki ve psikolojik kararının sonucuydu: Utancı reddetmek. Tecavüz mağdurları cinsel saldırıdan sonraki her aşamada – tecavüzcü, avukatı, polis, mahkeme sistemi ve medya tarafından– özel ve kamusal olarak utandırılırlar. Olanlardan dolayı suçlanırlar ve bunun kendi hataları olduğu söylenir; geçmişteki cinsel aktiviteleri, kıyafet seçimleri, dışarıda olma kararları, tecavüzcüyle etkileşime girmeleri –eğer girdilerse–, ölümle tehdit edildikleri halde savaşmamaları nedeniyle kınanırlar. Olayın travması hafızalarını karıştırmışsa, rutin olarak itibarsızlaştırılırlar. İnandırıcılıktan uzak, intikamcı, güvenilmez ve yalancı oldukları söylenir. Genellikle bu toplumda çok yaygın olan utanç, tecavüzün kendisinin yaptığı şeyi tekrarlayarak daha en baştan içselleştirilir: güçsüzleştirir, susturur, travmatize eder.

İşte Pelicot'nun hikâyesinin dünyanın her yanındaki kadınları heyecana boğmasının arkasında, bu gerçek vardı. Mahkemeye giderken haysiyetine sahip çıktı, destekçileri ona çiçekler getirip önünde kuyruklar oluşturduğunda görünürlüğü kabul etti. Saklanma arzusu göstermedi. Şöyle dedi: “O kadınların 'Bayan Pelicot başardı, biz de başarabiliriz' demelerini istiyorum. Tecavüze uğradığınızda ortada bir utanç vardır ama bu, bizim için değil, onlar içindir.” Tecavüzcüleri kast ediyordu, tecavüze uğrayanları değil.

Pek çok kadın başına gelmesi muhtemel şeylerden duyduğu haklı korku nedeniyle suç duyurusunda bulunmayı reddediyor. Bu, geride kalmış bir sorun değil. Daha 9 Aralık'ta bir kadın 2021 yılında birden fazla kadına cinsel tacizde bulunduğunun bir soruşturma sonucunda ortaya çıkmasının ardından istifa eden eski vali Andrew Cuomo'ya karşı açtığı cinsel taciz davasını geri çekti. Gothamist 'in eski çalışanla ilgili haberi: “Charlotte Bennett ve avukatı Debra Katz, Cuomo'yu, ‘davacıyı küçük düşürmek için tasarlanmış tacizkâr taleplerde bulunarak mahkemenin araştırma sürecini bir silah gibi kullanmakla’ suçladı. Bu talepler arasında jinekolog randevuları ve diğer tıbbi kayıtların istenmesi de vardı.” (Cuomo'nun avukatları Bennett'in “iddialarını tamamen çürüten, davalıyı aklayacak çok sayıda belgeyle yüzleşmekten kaçınmak için” davasını çektiğini iddia ediyorlar.)

Fransa uzun zamandır, ilaçla uyuttuğu 13 yaşındaki bir çocukla yasadışı cinsel ilişkiye girmekten suçlu bulunduktan sonra ABD'den kaçan Roman Polański'ye kucak açıyor. Uluslararası Para Fonu'nun genel müdürü ve Fransa'nın Sosyalist partisinin önde gelen bir üyesi olan Dominique Strauss-Kahn, 2011 yılının Mayıs ayında New York'taki bir otel temizlikçisi tarafından cinsel saldırıyla suçlandı. Strauss-Kahn suçlamaları reddetti, davacının kadın sünnetine maruz kalmış bir mülteci olarak geçmişi basın ve Strauss-Khan’ın nüfuzlu dostları tarafından didik didik edilirken, adamı aklamak üzere komplo teorileri dolaşıma sokuldu. (Ceza davasındaki suçlamalar, savcıların temizlikçinin kanıtlarıyla ilgili önemli güvenilirlik sorunlarını gerekçe göstermesiyle 2011 yılında düşürüldü. Hukuk davası ise 2012 yılında mahkeme dışında sonuçlandı).

Fransa, erkeklere yönelik cinsel suç iddialarının uzun süre görmezden gelindiği, suçlananların mazur görüldüğü ve hatta libertine’likle[2] özgürleşmeyi birbirine karıştırarak kutlandığı bir ülkedir. Şimdi bu durum değişecek mi? Umarım, hayır, beklerim ki biraz değişsin.

Gisèle Pelicot'nun başına gelen korkunç şeylerle yüzleşirken gösterdiği kahramanca cesaret –utancı reddetmesi, haklarını savunması– takdire şayan. Ama bu, tüm mağdurlar için mümkün bir tepki değil. Her şeyden önce, vakaların her biri kamunun ve hukukun suçluluk ve masumiyet, doğru ve yanlış hakkında hiçbir şüphesi olmayacak kadar net ve iyi belgelenmiş değil. Herkes Pelicot’nun sahip olduğu mükemmel avukatlara ve kamuoyu desteğine ulaşamaz – aslında çoğu için bu böyle ve Donald Trump'ı suçlayan bazı kadınların başına geldiği gibi, dava açmaya kalktığı için ölüm tehditleri alan ve tacize uğrayan çok sayıda kadın var. Gisèle Pelicot'nun tehdit alıp almadığını bilmiyorum, ancak eşi benzeri görülmemiş bir destek aldığını biliyorum. Bu desteğe rağmen, tecavüzcülerin avukatları bildik suçlamalarda bulundular – intikamcı olduğu, videoların mahkemede gösterilmesine izin verdiğine göre teşhirci olduğu, yeterince üzgün olmadığı (tecavüz mağdurlarının her zaman yeterince duygusal olmamak ile çok duygusal olmak arasındaki ince –ya da var olmayan– çizgide yürümeleri beklenir).

Benim yazdıklarım pek çok insanın bu dava hakkında yazdıklarından farklı değil: Bayan Pelicot olağanüstü biriydi; Fransız kadınlar ona destek olmak için akın etti; dünyanın dört bir yanındaki kadınlar davayı takip etti, tartıştı, üzerinde düşündü. Peki ya erkekler? Erkekler cinsel saldırının yaygınlığı ve kültürün bunu kutlayan ve normalleştiren yönleriyle ciddi ve dürüst bir şekilde ilgilenmedikçe, yeterince şey değişmeyecektir.

Gisèle Pelicot'a tecavüz edenlerin birçoğu tecavüzcü olduklarını reddettiler, kocasının kendisine baygınken saldırma izni verme yetkisine sahip olduğunu varsaydılar ve hepsi de kocası suçlarını izleyip kaydederken uyuşturulmuş, rızası olmayan yaşlı bir kadınla seks yapmaya hevesli olduklarını gösterdiler. Aldıkları cezalar cinsel saldırıda bulunmanın sonuçları konusunda korku aşılayabilir, ancak bunu yapma arzusunu değiştirecek mi?

Ceza adaleti sistemi, kültürü ve bilinci değiştiremez; bu başka bir yerde olur. Feminizm son 60 yılda kadınların konumunu değiştirmede müthiş işler yaptı, ancak erkekleri değiştirmek ya da düzeltmek kadınların işi değil. Birçok erkek feminist olsa da, çok fazla sayıda erkek bu davada sergilenen türden bir tecavüz kültürüne kapılmış durumda. En azından Gisèle Pelicot davasının erkeklerin değişimine yol açacak bir çalışmanın ve tartışmanın vesilesi olmasını, böyle bir dönüşümü teşvik etmesini umabiliriz.

Bu örnek, kültürü değiştirmeye çalışanlara güç versin, saldırganların mahkumiyeti bir uyarı işlevi görsün, Pelicot’nun haysiyeti ve duruşu başka mağdurlara ilham versin ve en önemlisi, daha iyi bir kültürde daha az mağdur olsun.

Bunlar benim dileyebileceğim şeyler. Bu hedeflere ulaşmak için pek çok kişinin iradesi ve kurumların dönüşümü gerekecektir. Ancak Gisèle Pelicot örneği ilham ve umut veriyor.


İngilizceden çeviren: Aksu Bora

Bu yazı ilk olarak Guardian’da yayımlanmıştır.


[1] Gisele Pelicot davası, bir başka, ama bu kez kurmaca davayı anımsatıyor: Pınar Kür’ün Asılacak Kadın romanını (ki bu roman da bir gazete haberinden esinlenmişti). Orada da “libertine” bir koca, genç karısını içkiyle uyuşturup tecavüz etmeleri için mahallenin erkeklerine sunar. Pınar Kür, hem bu adamları hem onlardan çok farklı olduğuna inanan ve kadını kurtarmaya soyunan Yalçın’ı (ki kocayı öldürerek kadının suçlanmasına ve asılmasına sebep olacaktır) hem de davaya bakan hakimi mükemmelen resmeder. Herhalde bu yüzden, roman yayımlanır yayımlanmaz, yasaklanır. – Aksu Bora

[2] Libertine, özgürlükle aynı kökten gelmekle birlikte, ahlak dışılık gibi negatif bir anlam da taşıyor.  Alışılagelmiş ahlak düzenine karşı çıkan kişi demek. Bir taraftan “çapkınlık”, “hafif meşreplik”, bir taraftan “sefihlik” gibi çağrışımları var. Alışılagelmiş ahlak düzeninin koruduğu bir kişiden mi yoksa o düzenin cezalandırdığı birinden mi söz ettiğimiz, libertine’i özgürlükçü mü yoksa sefih mi kabul edeceğimizi etkiler muhtemelen. Marquis de Sade’ın en bilinen “libertine” olduğunu hatırlatmak yeterli olur sanırım!