Karantina Belleği: Ev İçi Emeğe Radikal Feminist Bakış

Tarihi kendi ekseninde yazan, sesi “insanın sesi” olarak yüksek perdeden yankılanan “olağan çok duyulanların” dışında, karantina sürecine dair biz kadınlar da ses çıkarmış olalım, diye düşünerek toplum bilimci üç arkadaş[1]Hayat İçin Akademi” adlı bir podcast kanalı kurduk ve “Karantina Belleği”[2] başlıklı bir yayın dizisine başladık. Kurulmakta olan ortak kadınlık hallerinin izini sürmek, alanında uzman kadınların biricik şahsi deneyimleri üzerinden tematik ortaklaşmaları gözlemlemek üzere yayımladığımız programımızda yirmi altı kadınla görüştük.

Konuklarımızdan topladığımız anlatılarda, halihazırda deneyimlediğim birtakım temaların öne çıktığını gözlemlemiş bulunuyorum. Üstelik covid-19 sürecinde köşe yazılarına, söyleşilere konu olan, haberlere yansıyan birtakım kadınlık hallerinin farklı toplumsal statülere sahip kadınların yaşamında o veya bu ölçüde geçerli olduğunu tespit etme şansı da doğdu benim için.

Bu yazıda, söz konusu hallerin sökün ettiği bir kategori olarak kadının ev içi emeğini ele alacağım. Kadının ev içi emeğinden kastım koronavirüs salgınıyla “evde kal” kampanyasına ve “sosyal mesafe” kuralına uyabilecek toplumsal sınıfa mensup kadınların tarihsel kazanımlarını (geçici de olsa) yer yer silebilen bir mağduriyet pratiğidir. Yazıya Şirin Tekeli’nin Engels ve Kollontai’dan aktararak kurduğu ev içi emek kategorisini salgın bağlamına oturtarak başladıktan sonra, ilkin, konuklarımızdan toplum bilimci ve çevirmen Öznur Karakaş’ın sosyal mesafe ile ev içi emek arasında kurduğu ilişkiyi ele alacağım. İkinci olarak, biyopolitika uzmanı, akademisyen Aslı Çalkıvik’in salgın okumasını ev içi emekle ilişkilendirecek ve son olarak feminist pedagoji uygulayıcısı, akademisyen Aylin Vartanyan’ın kadın dayanışmasının gerekliliği ve aciliyeti üzerine sözlerini yine ev içi emek bağlamında yorumlayacağım. Bu temayı radikal feminizmin çeşitli kesişim kümeleriyle etkileşiminden doğan düşünsel araçlarla değerlendirmeden önce, bir alan olarak radikal feminizmi tanımlamak isterim. Bu örgütlü düşünce sistemi, temelde, kadın cinsi üzerinde egemenlik kuran güç yapılarını analiz eder. Toplumu kadının ikincil konumda tutulmak suretiyle erkeğin üstünlük sağladığı kurumsal ve kültürel pratikler ekseninde kurulmuş bir yapı olarak görür. Sosyal mesafe, biyopolitika ve dayanışma başlıkları üzerine aşağıdaki değerlendirmelerim bu yapısallığın kabulü kapsamında anlam kazanmaktadır.

Kadının kapitalist sistem içinde biri toplumsal diğeri özel olmak üzere iki tür emek sarfiyatı bulunur. Kadının iş yaşantısına girmesiyle toplumsal emek sarfiyatında bulunması belirli koşullarca bükülmüştür. Kendisine sağlanan kurumsal veya dayanışma kökenli çocuk bakımı desteği ve ev işinin aile fertlerince bölüşülmesi veya ücretli emek işçisine kısmen/tamamen devredilmesi ekonomik anlamda “toplumsal emekçi” sınıfına girmesini mümkün kılar. Bu minvalde, kanalımızda konuk ettiğimiz kadınlar akademide, kendi işinde veya özel sektörde ofis çalışanı olarak sosyal emek zincirine katılan, Engels’e göre “kadının kurtuluşunun ilk şartını” yerine getirmiş olan, yani kamu işlerine girişmiş kimselerdir. Fakat biliyoruz ki ev içi emeğin kadına yüklenmesini kırmak için salt ekonomik bağımsızlık yeterli değildir; ancak bir başlangıcı imler. Bu nedenle, bir cinsiyet sınıfı olarak “atavik ideolojik koşullandırmalardan” kurtulmamış olan kadın kendini felaket dönemlerinde evcil görevine geri itilmiş bulabilir (Kollontai’dan aktaran Tekeli, 2017, s. 7-8). Küresel bir salgından geçtiğimiz son aylarda olan da budur. “Evde kal” kampanyasının, kadının salgın sonrası dönemde yeniden pozisyonlanmayı beklediği ve yeniden pozisyonlanması beklenen, ekonomik getiri sağladığı ev dışı görevini lağvetmeksizin, tam olarak bu tür kapsamlı bir “eve geri itilme” vakası teşkil ettiğini, dolayısıyla Engels’in andığı cinsiyet özgürleşmesinin ilk şartına halel getirdiğini programımızın konuklarından sınırlı alıntılarla ortaya koymak isterim.

Salgınla lügatimize giren sosyal mesafe kavramının ev içi emekle ilişkisine dair görüşlerini sorduğumuz Öznur Karakaş, sosyal mesafelenmenin eve kapanmak demek olduğunu, “mesafelendiğimiz insanların ötesinde, yan yana durduğumuz, ev içinde hayatı beraber idame ettirdiğimiz insanlarla daha da yakınlaşmak” durumunda kaldığımızı belirtti. Kapitalist toplumda emekçinin emek gücünü yeniden kazanması için gereken kullanım değerlerini üreten ev içi emek, salgın sürecinde adamın da, kadının da evde kaldığı örnekler kapsamında bu rolünden arındığı halde yine kadına yüklenmiş, kadın çerçevesinde özelleştirilerek bireyselleştirilmiştir. Tekeli’nin “değer ya da artık-değer üretmeyen somut emek” (s. 11) olarak açıkladığı ev içi emek kapitalist toplumda üretimin devamlılığını destekleme görevi görmediği salgın döneminde bile, görüyoruz ki, kadının sırtına yüklenmektedir. Evde kalan adam ve evde kalan kadın aynı evin içinde kadının somut emeği üzerinden geçinmektedir. Bu noktada kadının kendine yüklenen işleri (reddediyorsa) neden reddettiği değil, nasıl olup da kabul edebildiği ilgi çekicidir.

Salgının biyopolitikası üzerine konuştuğumuz Aslı Çalkıvik Marx’ın alıntıladığı “De te fabula narratur,” (“Bu senin hikayeni anlatır,”) sözünde olduğu gibi, salgın döneminde ırk, cinsiyet, sınıf gibi sistematik unsurların üst üste binmek suretiyle bizim hikâyemizi anlattığını belirtti. “Evde kal” kampanyasını kadının tarihsel kazanımlarını yer yer silebilen bir mağduriyet pratiği olarak ele alırken bunu salgın özelinde kristalize olmuş, fakat izole durmayan, aksine diğer sistematik unsurlarla iç içe geçmiş bir kategori olarak değerlendirmek gerektiğine inanıyorum. Nitekim Aslı Hoca’nın konuşmasında dediği gibi, “Biyopolitikanın sunduğu ve salgın döneminde belirgin hale gelen toplum mühendisliği imkânı geleceğe ertelenmez, bugün kurulur”. Başka bir deyişle, ütopya pekâlâ iktidarın da kategorisi olabilir (Çalkıvik, 2018). Benim çıkarımım ise, biyopolitik denetim sistemik olarak kadının içselleştirdiği benlik anlayışını etkilediğinden evde kalma pratiğinin mağduriyete dönüşmesi şaşırtıcı değildir. “Hangi bedenlerin tehlikeli, hangi bedenlerin tehlikede” olduğunu salık veren biyopolitik iktidar ev içi emeği hangi bedenlerin üstleneceğini normatif biçimde çoktan kurmuş durumdadır. Salgınla bir kez daha toplum mühendisliği imkânı bulan ataerki kadınların deneyimlerinin özgül koşullarını ev içi emek kategorisinde genelleştirir. “Eril tahakküme dayalı modern toplumların oluşumunda güçlü merkezi devletlerin” oynadığı rolden hareketle (Sancar, s. 48), devletlerin koronavirüsle mücadelede attığı biyopolitik adımların kendi iktidarını kuvvetlendirmeye paralel olarak eril tahakkümü de pekiştirdiğini söyleyebiliriz.

Yine konuklarımızdan Aylin Vartanyan sosyal mesafe kavramı üzerine konuşurken “Güç konumundaki insanlar yan yana gelme hallerini, dayanışma hallerini sevmez,” diyerek evde kalma sürecinde kadınlar arası dayanışmayı güçlü tutmamız gerektiğini belirtti. Fakat salgın dönemindeki koşullar ev içi emek kapsamında dayanışma olanaklarını kısıtlamış, hatta baltalamış bulunuyor. Ev işini üstüne alarak karşılıksız olarak yerine getiren, bu nedenle “özel bir biçimde ezilen” kadınlar (Tekeli, s. 12) hemcinsleriyle doğrudan fayda sağladıkları bir dayanışma kuramamış, kısıtlı yardımlaşma imkânları iyiden iyiye daralmış veya yok olmuştur. Kadınlar ancak yan yana gelebildiği ve öznel kadınlık deneyimleri üzerindeki kolektif denetimden sıyrılabildiği müddetçe geleneksel ataerkinin onları eve kapatma idealinden kopabilirler. Oysa eve kapanmanın dışsal (bilimsel) bir nedenle gerektiği salgın döneminde, yirminci yüzyılın Avrupa diktatörlüklerinde görülen “çocuk, mutfak, kilise” ideolojisi (Kandiyoti, s. 75-81) “çocuk, mutfak, cami” üçlemesi üzerinden özel ve kamusal alanı çevreleyerek kadını kapana sıkıştırmıştır. Bu sacayağında çocuk ve mutfak yüküyle yüklenen kadın, bakım emeği çerçevesinde dayanışma imkânından mahrum kalarak bir kat daha ezilmiştir. Nitekim “açık bir biçimde şekillenmiş ‘erkeklere mahsus’ boş zaman faaliyetleri” ile kıyaslandığında (Kandiyoti, s. 84) kadının boş zaman faaliyetleri ev işlerinden artakalan bir kategori olarak göze çarpar. Toplumsal ve duygusal yalıtılmışlığın salgın sürecinde ev içi emeğe mahkûm kılınan kadınlar için ne kadar tehlikeli olduğu bilindiğinden, kadınlar arası dayanışma feminist gündemde yükselişe geçmiştir.

Bu yazıda “Karantina Belleği” podcast serimize katılan üç konuğumuzun sözleri üzerinden radikal feminist bir okumayla, sosyal mesafe kavramıyla da birleşen cihetiyle evde kalma pratiğinin ev içi emeğe etkisi, devletlerin aldığı biyopolitik önlemlerin ev içi emeğe dair ataerkil ön kabulleri pekiştirmesi ve son olarak zaten kısıtlı olan kadınlar arası dayanışma imkânlarının salgın yüzünden iyice sınırlanması konularını işledim. Kadınların kendi psikolojilerine hapsolmadığı, örgütlendiği ve dayanışma kurduğu günlere (yeniden) kavuşmak ümidiyle.


[1] Mürüvet Esra Yıldırım, Eylem Nazlı Taşdemir, Zeynep Nur Ayanoğlu.

[2] Kayıtların tamamı temmuz sonuna doğru yayınlanmış olacak. Programımızda feminist eksende üzerine eğildiğimiz başlıklardan bazıları sanat terapisi, yas çalışmaları, biyopolitika, edebiyat, ruh sağlığı, politik psikoloji, arşivcilik, bellek endüstrisi, beden terapisi ve sanatsal üretimdir.


Kaynaklar:

Çalkıvik, Aslı. (2018) “Distopya: Egemenin Ütopyası,” Bugünün Ütopyası, Cogito, sayı 90, Yapı Kredi Yayınları.

Kandiyoti, Deniz. (2019) Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar: Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler, Metis Yayınları, 6. Baskı.

Sancar, Serpil. (2017) Erkeklik: İmkansız İktidar, Metis Yayınları, 4. Baskı.

Tekeli, Şirin. (2017) Feminizmi Düşünmek, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 1. Baskı.