Aralık 2019'da küresel gündemde yer almaya başlayan ve 12 Mart 2020'de de Dünya Sağlık Örgütü'nün Covid-19'u pandemi ilan etmesiyle dünya üzerindeki birçok ülkenin günlük ve politik uğraşı virüs salgını oldu. Uluslararası, ulusal ve şehirlerarası sınırların kademeli olarak kapatıldığı, hane içinde geçirilen zamanın ve işlevlerin (mesai, eğitim, spor, yemek, temizlik vd.) artarak çeşitlendiği bugünlerde internet erişimi, hızı ve teknolojik cihazlar, aplikasyonlar birçok kişi için gıda stoku kadar elzem bir hal aldı. Salgın tarihi, Covid-19 pandemisi ve etkileri üzerine birçok makalenin, söyleşinin ve dahi kitapların konuşulduğu şu günlerde aylar önce okuduğum ve bazı notlar alarak taslaklar kuytusuna bıraktığım bir kitabı kısaca hatırlatmak istiyorum. Kitabın adı Siber Proletarya, yazarı ise Nick Dyer-Withedord.
Bilgi ve medya çalışmaları alanında doçent ve aynı zamanda da yazar olan Nick Dyer-Witheford'un çalışma alanı öncelikle teknoloji ve internet. Marksist analiz geleneği içinde bilgi-teknoloji çağının modern toplum üzerindeki etkilerine odaklanan yazarın çeşitli makaleleri ve kitapları bulunuyor. Ortak ve müstakil yazar olarak yürüttüğü araştırmalarda yüksek bilgi-teknoloji çağının karanlık ve sınıfsal yönünü gösteriyor. Witheford'un Türkçeye çevrilen ilk kitabı Siber Marx: Yüksek Teknoloji Çağında Sınıf Mücadelesi (Cyber-Marx: Cycles and Circuits of Struggle in High Technology Capitalism, 1999) ismi ile Aykırı Yayınları tarafından 2004'te basıldı. Yazarın ikinci kitabı ise Siber Proletarya: Dijital Girdapta Küresel Emek (Cyber-Proletariat: Global Labour in the Dijital Vortex, 2015) geçtiğimiz yılın son aylarında Z Yayınları tarafından Türkçeye çevrildi. Eylem Akçay’ın Türkçeleştirdiği çalışmanın merkezinde sermaye birikimi, sınıf ilişkileri ve internetin gelişimi var. Merkezî ve yerel istatistik kurumlarının raporları ile çeşitli saha araştırmalarının çıktılarından elde edilen verilerle düzenlenen çalışmanın analizleri ise otonom Marksizm, komünisazyon ve sınıf çelişkilerine dayanan araştırmalarla temellendiriliyor. Bu teorik temel, sermayenin ve proletaryanın yeniden üretimi, güvencesiz/lik (prekarya), kent ve mahalle dönüşümleri gibi toplumsal sınıfın görünür olduğu çeşitli boyutlarda tartışılıyor. Tüm bu kurgudışı anlatım ise on bölümle tasniflenmiş.
Araştırmanın ilk iki bölümü “Proletarya ve Girdap”, literatürden güncel tartışmalar ve teorik temele dayanıyor. “Sibernetik ve Silikon” bölümlerinde sınıf bileşiminin sibernetik dönüşümü ve derinleşen sermaye hiyerarşisi; Kuzey Amerika, Meksika, Tayvan ve Hindistan’da “iflas eden” ve “dönüştürülen” kentsel mekânlar çerçevesinde anlatılıyor. “Dolaşım ve Mobil”, Çin ve Amerikan işçileri arasındaki sibernetik aracılık (üretici-tüketici) ilişkileri ile mobil telefonun küresel ekonominin yoksullaştırılmış ve marjinalleştirilmiş bölgelerindeki kullanımları inceleniyor. Bu incelemeler ise etnografik çalışmalar ve çeşitli kuruluşların raporları ışığında gerçekleştirilirken; verilerin önemli bir bölümü küresel (sermaye) veri ağları ile istatistik kurumları dışında Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın en yoksul bölgelerinden derlenmiş. Yazarın dikkat çektiği Web 2.0 sermayesi sınıf bileşimi açısından önemli bir örnek. Web 2.0 en genel tanımıyla internet kullanıcılarının paylaşarak (paylaşım) ve ortaklaşa yarattığı bir sistem. 2000'lerin başında kullanılmaya başlanan bu tanımlama esasında bir sermaye sistemine işaret ediyor. Yazara göre Web 2.0 sermayenin ücretsiz emek modelinin en az altı sonucu vardır (s.121-122). İlki bilim-teknik işçilerinin sayısında sınırlı artış, ikincisi “üre-tüketici” (prosumer) içerik sağlamanın seferber edilmesi, üçüncüsü “eski medya” profesyonellerinin ücretsiz emekle (yurttaş gazeteciliği vb.) rekabet sonucunda tahrip edilmesi, dördüncüsü sosyal medya araçları üzerinden istikrarsız mikro-iş girişimlerinin teşvik edilmesi, beşincisi meta dolaşımının daha da yoğunlaşması ve sonuncusu ise mevcut ve potansiyel profesyonellerin, kültür işçilerinin kendilerini tanıtmaya, kendi kendilerini metalaştırmaya dayalı itibar yönetiminin zorunluluk haline gelmesi.
“Küre ve Çağlayan” bölümleri önceki altı bölümün genel bir değerlendirmesi niteliğinde. Bu geri dönüşlerde küresel sınıf bileşiminin, 2008 krizinin, ayaklanmalar, işgaller, grevler, şehir isyanları ve mobil teknolojilerin bu mücadeledeki etkisinin dökümü yapılıyor. 2010 sonrası Tunus, Mısır, Libya, Çin, Fransa, İspanya, İtalya, Brezilya, Ukrayna, Yunanistan, Türkiye gibi dünyanın birçok ülkesinde yaşanan “düzensiz bir dizi direniş”e kaynaklık etmiş olaylar, “küresel proletarya sermayeye karşı sibernetiği kullanabilir mi?” (s. 212) tartışmasıyla değerlendiriyor. Çalışmanın satır aralarında kendisine yer bulabilen (ara tabaka) orta sınıfın dijital girdaptaki konumu da dökümler arasında. Sibernetik teknoloji ve sınıf ilişkisinde “işgücü” sürecine de kısaca değinen yazar; küresel köylülüğün sonu, yeni göçler, kayıtdışı eziyet, neo-endüstriyel proletaryalar, emeklerin katlanması, “çalışmanın kadınlaşması” ve eğitim fabrikasının yükselişi gibi seçilmiş yedi ana proleter akıma dikkat çekiyor. Araştırmanın son iki bölümü “Sonrası ve Cephe”de kriz sonrası çöküş ve sibernetik girdabın çöküş ihtimalleri tartışılıyor. 2008 krizi ve 2010 sonrası yaşanan sokak eylemlerini “direniş ve isyan” umudunda değerlendiren yazarın son bölümlerdeki tartışmalarının temel motivasyonu ise rejimlerin yıkıldığı ancak küresel sermaye yönetiminin alternatifinin ise gelmediği (s. 214) yönünde.
Siber Proletarya'daki Marksist sınıf analizleri, en genel ifade ile merkez ülkelerde tasarım, yönetim ve finans, çevre ülkelerde de tehlikeli çalışma koşulları, yoğun doğa/iklim tahribatlarının enformasyon çağındaki özgüllüklerini anlatıyor. Merkez ve çevre arasındaki emperyal ayrıştırmayı; işgücünde küçülme, e-atık çöplükleri, yeraltı ve kayıtdışı hizmet sektörleri, elektronik sanayinin arka bahçelerindeki çıkartmalar (madenler-mineraller), montaj, hizmet ve söküm gibi birkaç örneklerle somutlaştırmak olağan. Bu tarz somutlaştırmalar ise okura, yirmi birinci yüzyılın sınıf tahakkümünü gündelik hayatlarımızdaki bilgisayar, cep telefonu, Google, Facebook, Amazon, Twitter ve diğer birçok aplikasyon ve teknolojik cihazın sıradanlığıyla hatırlatıyor. Modern teknolojik gelişmeler ve artan robotlaşmanın küresel emek piyasasındaki güvencesizlik ve kayıtdışılıktaki artışı bu tahakkümü daha da anlaşılır kılıyor.
Çalışmayı anlamlı kılan diğer bir husus ise özellikle Marksist sınıf çalışmalarında muamma ve nerede durduğu, yeri belli olmayan çelişkili sınıf konumlarını ve mevcut sınıf çeşitliliğini gösteren bir araştırma örnekliği olabilir. Ayrıca; Siber Proletarya'dan hareketle dijitalleşmenin, internet teknolojisinin temel özelliklerini belirleyen çalışmaların yirminci yüzyılın ikinci yarısında ABD’de (Savunma Bakanlığı) netleşmeye başladığını, bu netleşme sürecinden sonra da 1980’lerde üretim ve montaj imalat üslerinin küresel yayılım gösterdiğini görüyoruz. Birçok keşiftde olduğu gibi internet de askerî ve ticari amaçlı kullanımlardan sonra halk arasında bilinirliğini arttırmış. Dolayısıyla gelenek yine bozulmamış. Türkiye ekseninde baktığımızda da internet ve internet girişimciliğinin 1990’ların ikinci yarısında filizlendiğini görüyoruz. 1990’ların sonu, internet bağlantısının çok zayıf ve ona erişebilen kişi sayısının çok az olduğu bir dönem. Aradan geçen yirmi-yirmi beş yılın sonunda Türkiye’nin ücra köyünde de kentin çeperlerinde de internet biliniyor ve erişimi de her geçen gün yaygınlaştırılıyor. İnternet erişiminin yaygınlaşması ile bilgi-teknoloji çağının küresel ve ulusal ölçekli etkileri birçok araştırmaya konu oluyor. Küresel ölçekli araştırmalarda öne çıkan isimler arasında yer alan Nick Dyer-Witheford ve çalışmasının Türkiye'nin küreselleşme, ulusal kalkınma ve girişimcilik hamlelerindeki “dijitalleşmenin ve enformasyonun” sektörel istihdamdaki yeri ve prekaryalaşmaya etkisi gibi konuların tartışılmasında ilham verici olacağı şüphesiz.