Siber savaşlar, deep fake, yakınsama kültürü ve iptal kültürü… Toplum, siyaset ve kültürel alandaki tartışmalar dijitalleşmeden giderek daha fazla etkileniyor. Platformlar ise gündelik yaşantımızın her yerindeler. Sosyalleştiğimiz, iletişime geçtiğimiz, çalıştığımız, eğlendiğimiz, alışveriş yaptığımız her an platformlardan yararlanıyoruz. Ancak platformların hakimiyeti tekel şirketlerin elinde. Peki bu durum, platform sosyalizmi ile tersine çevrilebilir mi? Bu soruyu yanıtlamak için öncelikle platform sosyalizminin çevrimdışı yaşamla olan ilişkisine göz atmak gerekir. Platformlar (ya da teknoloji) çevrimdışı toplumsal hayattan özerk bir yapıda mı seyrediyor? Bu soruya yanıtlar genellikle determinist bir bağlamda verilmektedir. Bu yazının amacı teknoloji ve toplumsal hayat arasında nasıl bir ilişki olduğunu anlamaya çalışmaktır. Bu soruyu yanıtlamaya çabalarken yeni teknolojilerin yeni bir yönetim ve iktidar biçimiyle ilişkili olup olmadığı sorgulanacaktır.
Platformlar
Platformlar, dijitalleşmenin en güncel ve en güçlü araçlarından biridir. Dijitalleşme analog olanın dijital hale dönüşümünü ifade etmekle kalmaz, aynı zamanda yeni değer yaratım yollarını da içerir. Dijitalleşme metin, ses, görsel, video ve diğer veri türlerinin tamamının dijital bir dile çevrilmesini kapsar. Dijitalleşme analog veri akışlarını dijital bitlere dönüştürme süreci olarak değil, aynı zamanda dijital medyanın farklı biçimlerde yapılandırılması, şekillendirilmesi ve etkilenmesi yollarını ifade eder. Bu bağlamda dijitalleşme, sosyal yaşamın birçok ve çeşitli alanının dijital iletişim ve medya altyapıları etrafında şekillendiği geniş bir anlam taşır. Yeni ekonomi, toplum ve kültürün dijitalleşmesi, çağdaş dönemin tanımlayıcı özelliklerinden biri olarak kabul edilebilir. Dijitalleşme ekonominin küreselleşme sürecini kolaylaştırmış ve genişletmiştir. İşte platformlar, dijitalleşmenin günümüzde vücut bulduğu araçlardır.
Platformlar ekonomik, toplumsal ve siyasi etkileşimlere aracılık etme konusunda kilit bir rol oynamaktadır. Sanayi kapitalizmi ekonomisinde pazarlar, mal ve hizmet takasının düzenlendiği bir alan olarak varlık gösterirken, bilgi ekonomisinde bu faaliyetler platformlar aracılığıyla maddi ve algoritmik etkileşimlere dönüşmüştür. Platform ekonomisi, geleneksel piyasa ekonomisindeki belirli iki taraflı piyasaların benzer bir biçimidir. Bu kapsamlı set, internet, bulut bilgi işlem, büyük veri ve Nesnelerin İnterneti gibi dijital teknolojileri içerir ve çeşitli sektörlerdeki iş modellerini değiştirerek ekonomik entegrasyonu artırır. Google, eBay ve Alibaba gibi kitlesel platformlar, çeşitli endüstrilerde gelişime öncülük ederken, ülkeler arası iş modelleri oluşturarak küresel ekonomik entegrasyonu hızlandırmıştır. Ancak dijitalleşmenin nimetlerini yine büyük şirketler topladığından dijital eşitsizliklere karşı birçok alternatif önerilmektedir: temel gelir, dijital teknolojiler ve müşterekler üzerinde kontrol, paylaşım ekonomisi… Bu önerilerden biri de -ve az önce saydıklarımızı da içeren- platform sosyalizmi kavramıdır.
Platform Sosyalizmi ve Tekno-feodalizm Tartışmaları
Platform sosyalizmi kavramı James Muldoon tarafından önerilmiştir. Platform sosyalizmi en basit tabiriyle tekel şirketlerin teknoloji üzerindeki kontrolüne meydan okumayı amaçlar. Platformlar üzerinde devlet bürokrasisi veya oligarşi hakimiyetini değil, insan özgürlüğünü ve teknolojinin faydalarının adil dağılımını savunur. Platform sosyalizmi, dijital ekonominin varlıklarının demokratik kontrolünü sağlamayı hedefler. Bu, vatandaşların platformlara katılımını teşvik eder ve teknolojinin toplumun tamamına eşit olarak hizmet etmesini amaçlar (Muldoon, 2022: 6-7). Platform sosyalizmi farklı stratejilere ve önerilere sahiptir. İşbirlikçi üretimi teşvik etmek, sosyalist bir teknolojik ekosistem oluşturmak, büyük verinin ticari kullanımını durdurmak gibi öneriler, platform sosyalizminin temel hedefleridir. Aynı zamanda, platformlar üzerinde demokratik kontrol, platform mülkiyetinin kolektifleştirilmesi ve dijital eşitsizliğin azaltılması da öne çıkan talepler arasındadır. Platform sosyalizmi, uzun vadeli bir karşı-hegemonik projeyi temsil eder (Muldoon, 2022: 7). Dijital araçların kullanımının özyönetimi şeklinde kurgulanan platform sosyalizminin önerdikleri gayet yerinde ve gerekli. Ancak bu haliyle bir hayli eksi. Çünkü platformlar toplumdan yalıtık, kendi başlarına bağımsız birer ekosistem şeklinde ele alınıyor. Bununla beraber platform sosyalizmi bir mücadele sürecini de es geçiyor. Bu mücadelenin karşı tarafında ise çevrimiçi ve çevrimdışı hayatta iktidarı elinde tutanlar bulunuyor. Bu şekliyle platform sosyalizminin tekno-feodalizm tezlerinden etkilendiği aşikâr.
Tekno-feodalizm, seçilmiş bir hükümet tarafından desteklenen büyük teknoloji şirketlerinin belirli sektörlerde hakimiyet kurduğu ve bu şirketlerin siyasi ve mali güçle yönlendirildiği bir sosyo-politik ekonomik sistem olarak tanımlanabilir. Tekno-feodalizm argümanına göre, platformlar artık sadece bir pazar yeri olmanın ötesine geçmiş ve örneğin bulut hizmetleri aracılığıyla yayılmıştır. Bu platform sahipleri, devlet ve merkez bankası desteğiyle faaliyet göstermektedir. Tekno-feodalizm, sermaye ve devlet arasındaki ilişkilerin dengelendiği, güçlü baron kümeleri ve zayıf merkezî otorite arasındaki ilişkilere benzer bir yapıyı çağrıştırarak ortaya çıkar. Sermaye ile emek arasındaki asimetrik ilişki, yeni bir sınıfsal yapı oluştururken, teknoloji ve otomasyon kapitalist sermayenin birikimini artırmaktadır. Tekno-feodalizm, sermayenin giderek daha da güçlendiği, ancak kapitalizmin güç kaybettiği bir dönemi temsil etmektedir. Tekno-feodalizm tezine göre, büyük teknoloji şirketleri kârlılıklarını artırırken, geleneksel kapitalist piyasalarda faaliyet gösteren firmaların kârlılıkları düşmektedir. Bu durum, yeni bir piyasa dışı uzamın ortaya çıkmasına ve tekno-lordların hem devleti hem de dijital tımarları kontrol ettiği bir düzenin oluşmasına yol açmaktadır (Varoufakis ve Morozov, 2022).
Görüleceği üzere tekno-feodalizm önermesi kapitalizmin aşıldığını iddia ediyor. Peki kapitalizm aşıldı mı? Bugün platform sosyalizminin de kabul ettiği gibi gerçekten tekno-feodalite koşullarında mı yaşıyoruz? Bu soruya verilecek yanıt dolaylı yoldan platform sosyalizmin geçerliliğine ilişkin bir yanıt da olacaktır. Çünkü vurgulamaya çalıştığımız üzere tekno-feodalizm ve platform sosyalizmi kavramları teknolojinin belirlenimciliğine fazlaca bel bağlar. Ben bu soruya olumsuz bir yanıt veriyorum. Bugünün dünyasında dijitalleşme oldukça önemlidir ve ekonomi politik tartışmalarında bir vurguyu hak ettiği açıktır. Ancak mülksüzleşmiş sınıfların varlığı ve emekçilerin emek güçlerini satmada “özgür” olmaları şeklindeki kapitalizmin iki temel özelliği bugün halen geçerliliğini korumaktadır. Dijitalleşme her ne kadar yaygınlaşsa da sermaye döngüsü sürecinde maddi emek varlığını korumaktadır. Hatta sermaye döngüsü sürecinin büyük bir bölümü (maden çıkarımı, donanım montajı ve atıkların geri dönüşümü) hâlâ maddi emeğe dayanmaktadır. Dolayısıyla bugün kapitalizmin aşılmadığını ancak birçok farklı üretim tarzı içinde bir de dijital kapitalizmin vuku bulduğunu söylemek bence doğrudur. Başta sorduğum sorulara geri dönecek olursak şunları söyleyebiliriz: Öncelikle bugün platform ekonomisi şeklinde seyreden biçim toplumsal süreçlerden bağışık değildir. Meşhur diyalektikle düşünürsek, toplum ve teknoloji birbirini etkiler, değiştirir, dönüştürür. Platform sosyalizmi -ve benzeri öneriler- çubuğu optimist bir perspektife bükmeye çalışmaktadır. Gelecek için karamsar olmak, umutlu olmanın önünde engel değildir. Ben de buradan hareketle platform sosyalizminin aksine çubuğu öteki tarafa bükerek teknoloji ve toplum tartışmalarına değineceğim. Böylece makalenin başında sorduğum o amaç sorusuna geri dönmüş olacağım: Teknoloji ve toplum arasında nasıl bir ilişki var? Ve yeni teknolojiler yeni bir yönetim ve iktidar biçimine gebe mi?
Karamsarlık
Platform sosyalizmi ve benzeri önermelerin geleceğe ilişkin iyimser bir yanılgı yarattığını düşünüyorum. Doom scrolling (kötü ve can sıkıcı haberler arasında gezinmek), trol kültürü ve internet yorgunluğu gibi kavramlar platformlar ve internetin insanlar üzerinde yarattığı psikolojik tahribata örnek olarak verilebilir. İnternetin aşağıdan demokrasiyi inşa etme potansiyeli, hacktivizm ve sızıntılar gibi olumlu yönlerini fazlaca öne çıkaran platform sosyalizmi gibi öneriler mücadelenin seyrine ilişkin kimi olumsuz etkileri göz ardı etmektedir. Kaldı ki bu olumlu olarak saydıklarımız da yalnızca sol ve sosyalist öznelerin kullanımına zimmetli değil. Forumlarda örgütlenen aşırı sağcılar ve sağcı hack grupları da bu imkânları kullanabiliyor. Platform sosyalizminin olumlu önerilerine verilecek yanıtlarımı astroturfing, siber sinizm ve dijital Oblomovculuk ile sınırlandıracağım. Öncelikle astroturfing, Türkçesi ile naylon kitle yaratma, internet ortamında yaratılan kalabalıkların çevrimdışı hayatta karşılığının olmadığını akla getirmektedir. Milyonlarca izlenen videolar, haber ve durum paylaşımları, binlerce takipçi bir “büyüklük” yanılsaması yaratmaktadır. Bu büyüklük yanılsaması en basit çevrimdışı sınavda çuvallamalara yol açsa da büyük takipçi kitleleri “bir şeyler yapanlar var” yanılgısını yeniden üretmektedir. Benzer bir yanılgı siber sinizm kavramıyla da vurgulanır. Siber sinizm, çevrimdışında azalan toplumsal hareketliliğin sonucunda ortaya çıkmıştır. Hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünen topluluklar -ki aslında bu toplumsal hareketliliğin dijital alana sıkışmasıyla paralel bir seyir izlemektedir- çevrimiçi yaşamın eğlence ve haz dünyasının konforuna kapılırlar. Bu da yalnızca bir tık’ın aktivizm sayıldığı bağlamda tembellik ve ilgisizliği beslemektedir. Bu tip aktivizmin bir dijital Oblomovculuk olduğunu düşünüyorum. Dikkatli baktığımızda platform sosyalizmi ve benzer iyimser önerilerin internetin olumlu yanlarını öne çıkarırken, olumsuz etkileri göz ardı ettiğini görüyoruz. Böylece onların iyimserliğine karşılık önerdiğim karamsarlıkla bir denge tutturulabileceğini düşünüyorum. Bu da bizi yeni bir yaklaşımın nüvelerine ve gerekliliğine sürüklüyor.
Görüleceği üzere platformlar ve dijital araçlar toplumdan bağımsız değiller. Ancak bu noktada, iyimserlerin teknolojik belirlenimciliğinden kaçınarak iki olguya değinmek istiyorum. Birincisi mücadelenin gerekliliği, ikincisi ise yeni bir iktidar biçiminin teknolojiyle kurduğu ilişkidir. Belirtmekte fayda görüyorum: Bu yeni iktidar biçimi kapitalizmin dışında ya da ona alternatif değildir; onun mirasçısıdır -tıpkı oligarşiler ve monarşiler gibi-. Žižek, 2021’de Türkçeleştirilen Adını Söylemeye Cesaret Eden Bir Sol kitabında dijitalleşmenin yarattığı yanılgılara şu şekilde dikkat çeker:
Yeni dijital medya, yeni topluluklar için alan açıyor gibi gözükmesine rağmen, bu yeni topluluklar ve eski yaşam-dünyası toplulukları arasındaki farklar oldukça önemlidir: Bu eski topluluklar seçilmiş değildir; onların içine doğarım ve benim toplumsallaşma alanımı şekillendirirler; buna karşılık yeni (dijital) topluluklar, beni ilgilerim uyarınca belirli bir alana dahil ederler ve böylece kendi seçimlerime dayanırım (Žižek, 2021: 57).
Žižek’in dikkat çektiği algoritmalar meselesi, bizi tartışacağımız mücadele zeminine taşıyabilir. Çünkü bugün algoritmalar, benzer şekilde düşünen kişileri bir araya getirerek kurduğu filtre balonları (ben buna kültürel gettolar demeyi tercih ederim) aracılığıyla başka bir yanılgı üretir: Herkes bizim gibi düşünüyorsa mücadele etmenin ne gereği var? Son dönemde güç kazanan sağ popülistlerin bunu interneti de bir araç olarak kullanarak yapmaları tesadüfi değildir. Solun nüfus edemediği büyük filtre balonları sağ popülistlerin yarattığı ve yaydığı yalan haberlerle dolup taşmıştır. Ancak sağ popülizmin yöntemlerinin son dönemde sol popülistlerce -hatta popülist olmayan kimi öznelerce de- kullanıldığını görüyoruz. Popülizmin bir strateji olduğunu varsayarsak ve bunun sağ ve sol ideolojilerce kullanıldığını düşünürsek, teknoloji ile ilişkili yeni bir iktidar biçiminin varlığını tartışabiliriz. John Keane bu yeni iktidar biçimine “yeni despotizm” adını veriyor. Keane’e göre bu yeni despotizm, teknolojiyi ve medyayı oldukça etkili kullanır. Yeni despotizm:
Her şeyin daha iyiye gittiğini, daha büyüdüğünü farz etmesini ister tebaasının. Yeni despotizmler boyun eğme eker, korkaklık biçer. Halkın karşısında kuzu postuna bürünmüş kurttur. Onların paramiliter yapılara, şiddetin sokağa inmesine, tuğlaların camlara fırlatılmasına ya da gizli servisin sabahın köründe yapacağı ziyaretlere ihtiyacı yoktur. Onları tanımlayan özellik baskı değil, ayartmadır (Keane, 2021: 29).
Yeni despotizm, bu ayartmayı dijital araçlar vasıtasıyla yapmaktadır. Dijital mecralardaki bireyci, rekabetçi, benmerkezci ve eşitsiz kültür bu ayartmaya ideolojik bir altyapı sağlamaktadır. Bu ideolojik altyapı, dijital alanın katılımcı bir kültür ve demokrasi ortamı sağladığını düşündürtmektedir. Burada hakim olan siyaset ya da toplumsal meseleler değil, eğlencedir. Yeni despotizme karşı mücadele -yani ulaşım, sağlık ve elektrik gibi temel ihtiyaçlarımız da dahil olmak üzere her şeyin düzenlendiği- müşterek bir alan olan dijital uzamın kontrolüne ilişkin mücadeleyi de içermelidir. Yeni despotizmin dijital alanı bir araç olarak kullanmasına karşı bu mecralarda verilecek mücadele elzemdir çünkü “etkileşimimizin zeminini oluşturan, paylaşımlı toplumsal mekanın tartışmasız bugünkü başlıca” figürü dijital ağlardır (Žižek, 2021: 78).
Sonuç
Mücadele ederken kullanacağım kavram setinin kurulacak yeni stratejiyi belirleyebileceğine inanıyorum. Bu yüzden, başta sorduğum soruların yanıtlarını toparladıktan sonra yeni bir kavram önereceğim. Öncelikle platformların (daha genel anlamda teknolojinin) siyasal ve toplumsal alanlardan yalıtık olmadığını dile getirdim. Platform sosyalizmi ve onun etkilendiği tekno-feodalizm tartışmalarının teknolojik determinist bir perspektif seyrettiğini ileri sürdüm. Teknoloji ve toplum arasındaki diyalektik ilişkiye olumlu ya da olumsuz çubuk bükmenin tehlikelerine işaret ettim. Dengeli bir tutum izlemek amacıyla iyimser önerilerine karşıt kutuptan öneriler getirdim. Bunları yaparken de Keane tarafından işaret edilen yeni tip bir iktidar biçimine kısaca değindim ve burada teknolojinin rolünü tartıştım. Böylelikle dijital alanda verilecek mücadelenin yalnızca dijital alanla sınırlı kalmaması gerektiğini söyledim. Sonuçta mücadelenin gerekli olduğunu ancak bunu farklı bir yaklaşımla yapmak gerektiğini iddia ettim. Bu yeni yaklaşıma ben platform realizmi demeyi tercih ediyorum.
Platform realizmini ilk kez kullanan Ben Grosser, Mark Fisher’ın “kapitalist realizm” kavramından esinlenir. Kapitalist realizme göre kapitalizmin olmadığı bir dünya hayal edilemez, böylelikle alternatifler ne tahayyül edilir ne de inşa edilir. Grosser da buradan hareketle tekelci şirketlerin insanlara platformların dışında bir alternatif olmadığı fikrini aşıladığını dile getirmektedir: “Ekseriyet, küresel iletişimin, medyanın, aramanın ve benzerinin platformlar olmadan nasıl işleyeceğini hayal dahi edemiyor. Artan platform yorgunluğuna rağmen, birçokları büyük teknoloji platformlarının olmadığı bir dünyayı olası bir gerçek tasavvuru olarak görmekte zorlanıyor” (Lovink, 2023: 118). Ben de bu fikirden yola çıkarak platform realizminin -biraz da tahrif ederek- kullanımını önereceğim; bir akımdan ziyade realizm kelimesinin gerçek anlamını çağrıştıracak şekilde. Böylelikle platformlarda (ya da bir bütün olarak dijital alanda) verilecek mücadelelerin toplumsal alanla dirsek teması olmadığında hiç de gerçekçi olmadığının altını tekrar çizmiş olacağım.
Kaynaklar
Keane, J. (2021). Yeni Despotizm, çev. İsmail Ferhat Çekem. İletişim: İstanbul.
Lovink, G. (2023). İnternetimizi Geri Almanın Yolu, çev. Mehmet Ratip. İletişim: İstanbul.
Muldoon, J. (2022). Platform Socialism, Pluto: Londra.
Varoufakis, Y. ve Morozov, E. (2022). “Yanis Varoufakis on Crypto & the Left, and Techno-Feudalism”, https://the-crypto-syllabus.com/yanis-varoufakis-on-techno-feudalism. Erişim Tarihi: 17 Haziran 2023.
Žižek, S. (2021). Adını Söylemeye Cesaret Eden Bir Sol: 34 Zamansız Müdahale, çev. Önder Kulak. Ayrıntı: İstanbul.