Behice Boran’ın DTCF’deki görevi 31 Mayıs 1939’da doçent olarak atanmasıyla başladı. Öğretim üyeliği döneminde Boran’ın toplumsal yapı üzerine yapmış olduğu saha araştırmaları, toplumu anlamaya yarayan yeni bilgiler üretmesini ve bu bilgilere dayalı çözümler üretmesini sağladı.[1]
Bu yıllarda, II. Dünya Savaşı’nın etkilerine bağlı olarak gelişen ırkçı dalganın Türkiye’deki yansımasına karşı, Ankara’da bir de kendilerini yurtsever olarak tanımlayan ilerici bir cephe oluşmaya başlamıştı. Bu isimlerden Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Niyazi ve Mediha Berkes, Adnan ve Nazife Cemgil, 1930’ların başından, İstanbul Üniversitesi yıllarından tanışıyorlardı. Bunlara ek olarak, Boratav’ın öğretmenlik yıllarından öğrencileri olan Ruhi Su ve Sabahattin Ali de bu cepheye dahildiler. Bu kadro, Yurt ve Dünya ve Adımlar dergilerini çıkarırken, Boran ise her iki derginin de genel yayın yönetmenliği görevini üstlendi.[2]
Bu dergilerden Yurt ve Dünya Ocak 1941’de yayımlanmaya başladı ve kapatıldığı tarih olan 15 Mart 1944’e kadar kırk iki sayısı yayımlandı. Dergiye Pertev Naili Boratav folklor; Muzaffer Şerif Başoğlu sosyal psikoloji; Adnan Cemgil siyasal sorunlarla ilgili yazılarıyla destek verirken; Behice Boran, Niyazi ve Mediha Berkes ise sosyoloji alanında yazılar kaleme alıyorlardı. Pertev Naili Boratav derginin siyasi yelpazedeki konumunu şöyle tanımlıyordu: “Biraz Atatürkçü, biraz sosyalist.”[3]
Yukarıda bahsi geçen “yurtsever” cephenin bölünerek çıkardığı ikinci dergi ise Adımlar’dı. Boran, Yurt ve Dünya dergisinin Kasım 1942’de yayımlanan 21. sayısından itibaren bu dergiden kopmuştur. Bunun üzerine, Boran ve Muzaffer Şerif Başoğlu Adımlar dergisini Mayıs 1943’ten itibaren çıkarmaya başlamışlardır. Bu ayrılığın ideolojik farklardan kaynaklandığını, Boran’ın Yurt ve Dünya ve Adımlar dergisini karşılaştırırken kurduğu cümleden anlayabiliriz: “Adımlar, kanımca daha tutarlı ve belirgin bir ideolojik çizgideydi, en azından öyle olmasına özen gösteriyorduk.”[4] Mayıs 1945’te yayın hayatına başlayan Adımlar dergisi, Mart 1944’te kapatılana kadar toplam on bir sayı çıkmıştır.[5]
Boran, 1939’da başlayan akademik serüveni boyunca, 1947’de kürsüsünden fiilen koparılana kadar köy ve şehirleşme alanında çeşitli araştırmalar yapmıştır. Boran’ın yukarıda adı geçen dergilerde ve saha araştırmalarında, sosyolojinin alt başlığı olarak incelediği bir konu da köy ve şehirleşme meselesidir. Boran’ın bu alana olan ilginin nedeninin kapitalistleşme, şehirleşme, modernleşme gibi kavramları iç içe geçmiş süreçler olarak algılamasıdır ve onun sosyalist kimliğinden bağımsız değildir. Boran’ın yazdıklarından anlaşılan, köyler şehirleşmedikçe ve köyler şehre tabi hale gelmedikçe, Türkiye’nin kapitalistleşme süreci tamamlanamayacaktır. Bu durum, modern anlamda bir burjuvazi ve sanayileşme sürecinin de önünde engel oluşturacağından, dolayısıyla bir işçi sınıfı da doğmayacaktır. Bu durum, Boran’ın ideolojik duruşunu simgeleyen sosyalizmin Türkiye topraklarında sınıfsal dayanaktan yoksun olması anlamına gelecektir. Boran’ın yazdıklarında göze çarpan bir diğer nokta da tek partili dönemin otoriterliğinden kaynaklı olarak, kullandığı dilin dönemin resmî ideolojisiyle çelişmemesine dikkat etmesidir. Bu bağlamda, Boran’ın yazılarında yer yer pozitivist vurgular da görülür. Boran köy ve şehirleşme davasından bahsederken, aslında sosyalist Türkiye’ye gidecek yol haritasının menzilini de belirliyor gibidir.
Bu çalışma, Türkiye sosyalist hareketine hayatını vakfeden Behice Boran’ın 110. doğum günü dolayısıyla akademisyenlik yıllarına ait saha gözlemlerini ve çıkarımlarını aktararak onu anma gayesindedir. Bu çalışmada Boran’ın hem öğretim üyesi olduğu dönemde Manisa’nın iki grup köyü arasında yaptığı araştırmalardan edindiği sonuçlara odaklanarak hem de Yurt ve Dünya ve Adımlar dergisinde konuyla ilgili çıkan yazılarından hareketle, onun ifadeleriyle köy ve şehirleşme “davaları”ndan Boran’ın ne anladığı, bunların gereklilikleri ve toplumsal yaşamın en küçük birimi olan köylerin Boran’ın üzerinde durduğu alanlar dikkate alınarak tematik bir inceleme yapılacaktır.
Garplılaşmaya Koşut Olarak Şehirleşme Davası
Boran, Türkiye’nin Garplılaşma (Batılılaşma) yahut başka bir beyanla çağdaşlaşma atılımlarının önkoşulu olarak şehirleşmeyi görüyordu. Çünkü Türkiye’nin izinden gittiği Batı medeniyetinin en belirgin özelliklerinden biri toplumunun şehirli niteliğidir.[6] Boran’ın bu satırları kaleme aldığı yıllarda, Türkiye nüfusunun %75’inden fazlası köylerde yaşıyordu.[7] Böyle bir toplumun tam anlamıyla Batılılaşması mümkün değildi. Çünkü böyle bir toplumun, şehirleşme neticesinde ortaya çıkan ya da şehirleşmeyle simbiyotik bir ilişki içinde olan teknik modernite, modern haberleşme, çağcıl iktisadi kurumlar, bilim ve sanattan yoksun kalması da kaçınılmazdı. Boran’ın görüşüne göre, şehirleşme yoksa bunlar da yoktu.[8] Boran, şehirleşmenin aşamalarını köyden kasabalaşmaya, kasabalaşmadan şehirleşmeye, şehirleşmeden de büyükşehirleşmeye şeklinde üç ana temel üzerinde inşa etmiştir. Ancak, ona göre şehirleşme aşamalarının başlayabilmesi için olmazsa olmaz koşul, tarımın buhar, elektrik ve makineleşme gibi ileri tekniklerle sil baştan donatılması yoluyla insan emeğine olan ihtiyacın asgarileştirilmesidir.[9] Çünkü tarımda insan emeğine duyulan ihtiyaç oranında insan, köy yaşantısını sürdürmek zorundaydı. Aksi takdirde tarımsal üretim şehirlileri besleyemeyecek bir acziyetin içine düşerdi.[10]
Boran, tam da bu noktada “şehirleşmiş” ve “şehirleri olan cemiyetler” arasında niteliksel bir ayrıma gider. Şehirli olan cemiyetler, şehirleri olsa dahi şehirleşme aşamalarını tamamlayamamışlardır. Bu kategorideki cemiyetlerde şehirler olsa da şehirler ve bölgeler arasında iletişim araçları ve ilişkiler zayıftır. Ayrıca bu ilişkilerde bir devamlılık esası da oluşmamıştır. Bunun yanında bu tür cemiyetlerde, sanayi ve ticaretin ölçeği de çok dar ve yereldir. Bu cemiyetlerde, şehirlilik henüz köylülüğü tahtından edebilmiş değildir. Dışa kapalı ve otarşik yapısıyla köyler hâlâ cemiyet içindeki egemen rollerini sürdürmektedirler. Yani en genel ifadeyle bu tür toplumlarda, köyler şehirlere değil, şehirler köylere tabidir.[11] Boran, bu tür toplumlarda köylerin, merkezî otorite ve modern devletin uygulamalarına karşı kısmi özerkliğinin sürdüğünü şöyle ifade etmiştir: “Köy hatta siyasi bütünlüğünü de muhafaza eder: Köy cemaati içindeki mühim meseleleri köy kendi teşkilatı, kaidelerile halleder; ancak dışarısı ile olan münasebetlerde merkezi otorite karışır.”[12]
Boran’ın diğer kategorisini temsil eden şehirleşmiş cemiyetlerdeyse her şeyden önce şehir köye değil, köy şehre tabidir. Bu tür cemiyetlerde, köylerin otarşik yapısı şehirleşmeyle beraber yıkılmıştır. Köy, iktisadi, siyasi ve sosyal olarak şehre bağımlıdır. Köylerin iktisadi bağımlılığının nedeni, yıkılan otarşik yapısıyla beraber köylerin yalnızca yüksek mübadele fiyatı olan birkaç ürünü üretmekle sınırlı kalmalarıdır. Siyasi bağımlılıklarının nedeniyse, modern devletin hükümet konakları, okullar ve mahkemeler gibi merkeze bağlı enstrümanlarının yerel organlarının güçlü şekilde işlemesidir. Bu kurumlar, şehirlerde konumlanmış durumdadır. Köylerin bağımlılığının sosyal yönüyse, şehirleşme ve köyle şehir arasındaki teknik farkların asgari düzeye inmesiyle beraber ortaya çıkan moda ve giyim kuşam kaygısıdır.[13] Bu manada da şehirler, köylüler için canlı bir vitrin işlevi görürler. Boran, şehirleşmiş cemiyeti şöyle özetler: “Hem şehrin hakim, köyün ise tabi bir mevkide olduğu cemiyettir, hem de şehre ait hususiyetlerin şehirden köye yayıldığı cemiyettir.”[14]
Boran’ın şehirleşmiş cemiyete verdiği örnekse, doktorasını yaptığı, Türkiye gibi şehirleşmemiş (şehirleşmekte olan) bir ülkeyle mukayese imkânı tanıyan, bizzat gözlemlediği Amerika’dır. Boran, yukarıda şehirleşmiş toplumlarda köyün şehre olan tabiiyetinin ekonomik, sosyal ve siyasal boyutunu ve köylerin de şehirleşmesini Amerika örneğiyle şöyle tasvir etmektedir: “Toprağı sürenler de şehirli gibi giyinir; kendilerine mahsus kıyafetleri yoktur. Çiftinin evi de küçük şehirlerdeki iki katlı evler gibidir; ayni tarzda yapılmıştır ve benzer tarzda döşenmiştir. Onun da şehirli gibi radyosu, otomobili, telefonu vardır.”[15]
Yani aslında Boran’ın Amerika tahlilinin sonucunda ortaya koyduğu şehirleşmiş cemiyet tasviri, yaşam tarzı, imkânlara ulaşma gibi konularda toplumsal olarak belli bir standardizasyona ulaşılmasıdır.
Boran’ın bu noktadan hareketle Türkiye’yi koyduğu kategori şehirleşmemiş cemiyetler kategorisi olmakla beraber, Türkiye hızla şehirleşen bir ülkeydi. Boran’a göre modern haberleşme ve ulaşım araçlarından yoksun olan kapitalizm öncesi toplumlarda, kültürel yayılmalar merkezden çevreye doğru hareket ederken, kapitalistleşme, yahut bir diğer değişle şehirleşme sürecindeki toplumlarda sıçramalı bir ilişki görülür. Burada Boran’ın bir diğer önemli tespiti, kültürel yayılmaların tek yönlü bir süreç olmadığından bahsetmiş olmasıdır. Boran’a göre kültürel yayılmalar tek yönlü olarak yayılıp toplum tarafından tamamen özümsenmez. Yani kültürel yayılmalar iki şekilde vücut bulur. İlk olarak, yayılan birimler girdikleri cemiyetin şartlarına göre belli bir değişim gösterir. İkinci olarak, girdikleri sosyal çevreyi de etkiler ve belli değişimlere sebep olur.[16]
Muhtemelen Boran’ın bu mutedil üslubunun altında yatan sebeplerden biri de dönemin tek partili düzeninde negatif bir eleştiri sistematiğinin, hele de bir devlet memuru tarafından ortaya koyulmasına gösterilecek olan tahammül eşiğinin düşük olma potansiyeliydi. Türkiye’de şehir olarak görülen ya da bu tanım çerçevesine oturtulan mekânların çoğu da aslında hâlâ kasaba görüntüsü içindeydi.[17] Burada Boran’ı asıl rahatsız edenin, Osmanlı’dan kalan anakronik ticaret mantığı ve modern sanayi yerine, çağcıl olmayan atölye düzeni olduğu anlaşılıyor. Boran, zanaatkârın aynı anda ve aynı mekânda hem üretim yapıp hem de sattığını, dolayısıyla ticaret ve sanayinin birbirinden ayrılmadığını vurgular.[18] Boran’ın bu durumdan şikâyetçi olmasının sebebi, bu durumun modern anlamda bir burjuva sınıfı ortaya çıkmasına engel olmasından kaynaklandığı düşünülebilir. Çünkü burjuvanın, özellikle de sanayi burjuvazisinin ortaya çıkmaması demek, aynı zamanda işçi sınıfının da ortaya çıkmaması demekti.
Boran, köylü çocuklarını yine köylerde tutma projesinin bir parçası olan Köy Enstitüleri gibi projeleri ve bu görüşte olanları eleştiriyordu. Bu dönem, CHP’nin genel politikası, okuma yazma bilen, toprağından verim alabilecek kadar modernleşmiş tarıma erişebilen bir köylü yaratmak ve bu yapıyı da toprağında tutmak üzerine odaklanmıştı. Köy Enstitüleri de işte bu köylüyü köyde eğitme ve şehirli eğitim kurumlarından izole etme projesinin bir parçasıydı. Celal Bayar’a göre eğer herkes şehirli eğitimin bir öznesi haline gelir ve yükseköğretimden faydalanırsa, onların niteliklerine uygun iş bulunamayacağından, bu onları öfkelendirebilir ve “radikal” savrulmalar yaşamalarına sebep olabilirdi.[19]
Ancak Boran’a göre, çeşitli yollarla köylüyü köyünde tutma, köyünde kalmaya teşvik etme gibi yöntemler daha önce kapitalistleşmiş ülkelerde denenmişti ve beyhude çabalardı. Yani bir devlet, Türkiye’nin yaptığı gibi bir yandan kapitalistleşip şehirleşirken, diğer yandan da köy realitesinin hegemonyasını savunamaz, savunsa da bu durum fiiliyatta mümkün olamazdı. Boran şöyle ifade etmiştir: “Bazı memleketlerde, kapitalist sistemin doğurduğu şiddetli, iktisadi iç buhranlar ve dış rekabetler neticesinde beliren kendine kapanış, otarşi, cereyanları, cemiyetlerin seyrindeki bu esas gerçeğe uygun olmadığı için yapılan bütün cehitlere rağmen muvaffak olamıyor ve olamayacaktır.”[20]
Bunun yanına dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel de dönemin, köye özel ilgi gösteren eğitim projelerinin toplumsal statü bakımından dikey bir geçişkenlik sağlamaktan ziyade köylünün köyde tutulması projesinin parçası olduğunu şu sözlerle ifade etmekteydi: “Yeni bir toplumsal sınıf yaratmak niyetinde değiliz. Çiftçi çocuklarını eğitmek ve yaşamlarını iyileştirmek istiyoruz ama hayatlarını değiştirmek istemiyoruz.”[21]
Ancak Boran, tek partili dönemin, aslında İttihatçılardan ve daha spesifik olarak Atatürk’ün “fikrimin babası” dediği Ziya Gökalp’ten teslim aldığı, yukarıda da açık biçimde görülen, “Halka doğru gitme” felsefesinin de bir yansıması olan “köylüyü köyde köylü kalması için” eğitme felsefesine karşı çıkar. Boran’a göre, köylü toprağında bırakılıp kitlesel bir göç önlenebilir; ancak köy de kendi içinde gelişmeli ve şehirleşmelidir. Başka bir ifadeyle, Boran’a göre hem modernleşip hem de göç hareketlerine engel olmanın yegâne yolu, köylerin şehirleşmesini sağlamaktır. Boran şöyle der: “Köye gitmek değil; köyü şehrin seviyesine getirmek lazımdır.”[22]
Köy Kalkınma Hızlarının Koşulları
Boran’ın toplumsal yapı analizine göre toplumsal yapının birimleri birlikte evrilir, bu yüzden yapılar arasında bir önceleme mevzubahis değildir. Ancak bu evrilme süreci içinde toplumsal birimlerden birinin etkisi, diğer birimlere oranla daha fazla olduğundan, aralarında bir asimetri vardır. Boran, bu doğrultuda, toplum yapısını oluşturan birimleri kendi içinde parçalara ayırarak, her bir parçanın nasıl değiştiğini, dönüştüğünü ve birbirleriyle nasıl etkileşim kurduğunu analiz eder.[23]
Boran’ın Toplumsal Yapı Araştırmaları’nda toplumsal yapının evrimini, değişimini, gelişimini ve sonuçlarını analiz etmiştir. Toplumsal birim olarak iki köy tipini seçmiştir. Bu köyler Manisa’da bulunan dağ ve ova köyleridir. Buradaki amaç, sosyal değişim ve gelişimin farklı deneyimlenmesini etkileyen faktörleri analiz edebilmektir. Bu yüzden, birbirinden farklı olmakla birlikte, birbirleriyle karşılaştırılma imkânına sahip köyler seçilmiştir. Birinci grupta şehre yakın, ana yolların üzerinde, bereketli toprakların bulunduğu ova köyleri varken; ikinci grupta yer alan köyler, şehre uzak, yolsuz ve bereketsiz toprakların bulunduğu dağ köyleridir. Boran’ın araştırma sorusuysa şöyledir: “İktisadi temel ve ekolojik mevki farkları toplumsal değişimde ve toplumsal hayatın değişik yönlerinde nasıl farklılıklar yaratır?”[24] Boran, araştırmaya konu olan köyleri önce ayrı ayrı inceler, sonrasında birbirleriyle karşılaştırır ve her bir köy tipi için odaklandığı alanlar arasında ilişki kurar.
Boran, bu araştırmasında sosyolojik açıdan önemli bir çıkarıma ulaşmıştır: Bir toplumun bütün birimlerinin eşitsiz fakat bileşik olarak gelişmiştir. Bu araştırmaya konu olan köylerin, iktisadi ve ekolojik olarak farklılıklarından yukarıda bahsedilmiştir. Ancak bu köylerin belli başlı ortak özellikleri de vardır. Her iki köy de daha geniş bir toplumsal perspektiften bakıldığında, feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin başladığı bir ülkenin köyleridir ve bu sürecin tamamen dışında, içine kapalı olmaları mümkün değildir. Bu Boran’ın ilk gözlemidir. Boran buradan hareketle, bu sürece tamamen açık ya da tamamen kapalı hiçbir toplumsal birim bulunmadığı çıkarımına varmıştır. Boran’ın ikinci tespitiyse toplumsal birimler arasında değişime açıklık ve değişimin hızı bakımından derecelenme olduğudur. Boran, araştırmasından hareketle, ova köylerinin değişime daha açık ve adaptasyonunun daha hızlı olduğu sonucuna varırken, dağ köyünde değişimin daha yavaş ve dar kapsamlı olduğu sonucuna varmıştır.[25]
Boran Adımlar dergisinde yaptığı bir başka analizdeyse köylerin gelişim hızıyla ilgili yeni kriterler ortaya koymuştur. İlk olarak, yurtdışı için üzüm, tütün ve pamuk gibi ürünler üreten, ihracat yapan köyler, diğer köylere oranla gelişime daha açıktır. Bu köylerin değişime olan adaptasyonları son derece yüksek ve hızlıdır. İkinci olarak, şehirlere yakınlık ve uzaklık da köylerin gelişim hızını belirleyen faktörlerdendir. Boran’a göre, köylerin cemiyet hayatının gelişim hızı, hem köyün şehre olan yakınlığına hem de yakın olduğu şehrin büyüklüğüne de bağlıdır. Üçüncü faktörse bu yakınlık-uzaklık ilişkisinin kilometrelere göre değil, ulaşım ağı ve imkânlarına göre belirlendiğiyle ilgilidir. Bu noktada, bir yandan altyapı yeterliliği önem arz ederken, diğer yandan şehre ulaşımın ücretlendirilme tarifeleri de etkilidir. Boran bu durumu şöyle örneklendirir: “İki köy, zaman itibarile kasabaya aynı yakınlıkta, diyelim dört saatlik mesafede olabilir, fakat birisinden gidildiği zaman yol masrafı 10 lira tutuyorsa, diğerinden gidilince de üç lira tutuyorsa, ikincisi birincisinden kasabaya daha yakındır.”[26]
Boran, yukarıda anlatılan koşulların sonucunda farklı köyler arasında değişim ve şehirleşme hızı bakımından farklar olabileceği gibi, aynı köy içindeki aktörler arasında da belirli koşullara bağlı olarak şehirleşme açısından farklar olabileceğini vurgular. Buradan hareketle, Boran’ın zihnindeki şehirleşmenin fizikî şartlardaki değişimin yanında zihinlerde yaşanan dönüşümü de temsil ettiği anlaşılabilir.
Boran, aynı köy içindeki hanelerin de kendi içinde bir sosyal tabakalaşma yaşadıklarını, bu tabakalaşmanın da servet birikiminin bir sonucu olarak ortaya çıktığını belirtir. Boran’ın tespitine göre, şehre sıklıkla ulaşım imkânı olan zengin tabaka, ayrıca maddi olarak da şehre ait olan “eşyaları” edinebilecek maddi yeterliliğe sahiptir. Bunun yanında, yoksul ailelerin böyle bir imkânı bulunmaz. Bu da zengin ailelerin, en azından zihnen şehirli yaşama adapte olabilmelerine, Boran’ın ifadesiyle “şehirleşmelerine” yol açıyordu.[27]
Boran’ın şehirleşme hızlarına bireysel bakışla ilgili bir diğer ayrımıysa aile içine aittir. Boran, geleneksel etkinin bir sonucu olarak toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl belirlendiğini ve bunun ortaya çıkardığı ilişkilerin sonucunda kadın ve erkeğin “şehirleşme” hızlarının, aynı hane içinde nasıl farklılaştığını tespit eder. Boran’ın tespitine göre, toplumsal cinsiyetle ilgili sorularını kadınla erkek arasındaki aşağılık-üstünlük, hâkimiyet-tabiiyet ilişkilerinin oluşum şartları ve nedenlerinden kaynaklandığı şeklinde formüle etmiştir. Ona göre, bu üstünlük-aşağılık ve hâkimiyet-tabiiyet ilişkilerinin temelinde, üretim sisteminin erkeği kontrol eden ve düzenleyen, kadını ise emek veren şeklinde konumlandırması bulunur. Toplumsal cinsiyet ilişkileri cinsel ahlâk, âdet ve gelenek, dinsel inançlarla sağlamlaştırılırken, bir yandan da bunların tümünü etkiler.[28]
Boran, ilk kertede tespit edilebilen en açık işbölümünün kadın ve erkek arasında olduğunu belirtir. Boran, yukarıda belirtilen toplumsal aktörlere (kadın ve erkek) dinsel-geleneksel hegemonik argümanlar vasıtasıyla nasıl roller biçildiğini açıklar. Boran’ın analizine göre erkek, evin dışa açılan öznesi rolündedir. Başka bir ifadeyle erkek, evin ev dışında, sosyalleşme gerektiren işlerini görmekle yükümlü kılınmıştır. Boran bu görevleri, topraktan alınan ürünü şehre, yani piyasaya götürmek, evin ihtiyaçlarını şehirden karşılamak (alışveriş yapmak) ve devlet dairelerindeki işleri takip etmek olarak özetlemiştir.
Kadın rolüyse, erkeğinkinin tersine dış dünyaya kapalı bir sahnededir. Kadın, ev ve tarla işlerine hapsedilmiştir. Ayrıca örf ve âdetlerin sonucunda kadının iyice budanan rolüyle, kadın ev içinde dahi yok sayılan, özneleşemeyen bir konumdadır. Kadınla erkeğe biçilen bu rollerin sonucunda, erkek şehirleşirken, kadın köyün gelenekselliği içinde kaybolur. Boran bu farklılığın sonucunu şöyle pratik bir örnekle özetler: “Bu fark bazı köylü ailelerde, aynı sofraya oturan kadınla erkeğin birinin elle, diğerinin çatalla yemesi şeklinde tecelli ediyor.”[29]
Boran, akademisyenlik yıllarında bir yandan metodolojik bir çerçevede toplumsal araştırmalar yaparak, bilimsel çıkarımlara ulaşırken diğer yandan bu sonuçları tarihsel materyalist bir perspektiften yorumlama şansını da buluyordu. Onun köy davası üzerinde ısrarla durmasının sebebi, yukarıda da belirtildiği gibi kapitalistleşme, modernleşme, şehirleşme gibi tüm süreçlerin hızla tamamlanarak Türkiye’nin geri kalmışlığı sürecini tamamlaması ve bir sonraki aşama olan sosyalizme böylece daha hızlı geçilebileceğine olan inancıydı.
Bu çalışma, belli temalar altında Boran’ın köy ve şehirleşmeye yönelik görüşlerini kategorize etme yoluyla aktarmıştır. Bu vesileyle, hem İşçi Bayramı’nı hem de Boran’ın 110. doğum gününü temsil eden 1 Mayıs dolayısıyla hazırlanan bu yazıyla, ülkesinin daha müreffeh bir hale gelmesi için, tıpkı Boran’ın yaptığı gibi, adanan ömürlerin sayılarının arttığı bir gelecek temennisiyle; tüm emekçilerin bayramını kutluyorum.
[1] Gökhan Atılgan, Behice Boran, Yordam Yayınları, İstanbul, 2007, s. 50-52.
[2] Atılgan, a.g.e., s. 56-57.
[3] Atılgan, a.g.e., s. 60.
[4] Atılgan, a.g.e., s. 61.
[5] Atılgan, a.g.e., s. 63.
[6] Behice Boran, “Şehir ve Şehirleşme Davamız”, Yurt ve Dünya, Sayı 3, 1941, s. 25.
[7] Çağlar Keyder, ”İktisadi Gelişme ve Bunalım: 1950-1980”, Irvın C. Shink ve Ahmet Tonak (dd.), Geçiş Sürecinde Türkiye, Belge Yayınları, İstanbul, s. 494.
[8] Boran, “Şehir ve Şehirleşme Davamız”, s. 25.
[9] Boran, a.g.m., s. 26.
[10] Boran, a.g.m., s. 27.
[11] Boran, a.g.m., s. 28.
[12] Boran, a.g.m., s. 29.
[13] A.g.m.
[14] A.g.m.
[15] Boran, a.g.m., s. 30.
[16] Boran, Behice, Toplumsal Yapı Araştırmaları: İki Köy Çeşidinin Mukayeseli Tetkiki, Ankara Üniversitesi DTCF, Ankara, 1945, s. 206-207.
[17] A.g.e.
[18] A.g.e.
[19] Emin Alper, Jakobenlerden Devrimcilere: Türkiye’de Öğrenci Hareketlerinin Dinamikleri (1960-1971), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s. 111.
[20] Behice Boran, “Değişme Halinde Köylerimiz”, Adımlar, Sayı 4, s. 125.
[21] Alper, a.g.e., s. 112.
[22] Boran, “Şehir ve Şehirleşme Davamız”, s. 34.
[23] Behice Boran, Toplumsal Yapı Araştırmaları, s. 3-5.
[24] Boran, a.g.e., s. 19.
[25] Boran, a.g.e., s. 206-207.
[26] Behice Boran, “Değişme Halinde Köylerimiz”, Adımlar, Sayı 4, s. 125.
[27] Boran, “Değişme Halinde Köylerimiz”, s. 126.
[28] Boran, “Toplumsal Yapı Araştırmaları”, s. 305-307.
[29] Boran, “Değişme Halinde Köylerimiz”, s. 126.