Covid-19 salgınına karşı mücadele kapsamında Fransa, Almanya, İngiltere gibi en liberal ülkeler dahil olmak üzere hemen hemen tüm dünyada siyasal iktidarların varlığını yeniden şiddetli şekilde göstermesi iktidar ve özneleri ekseninde bir takım tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Ortaya atılan tartışmaları iki genel başlıkta değerlendirmek mümkün görünüyor. Bunlardan birincisi meseleye insan yaşamının önemi ve sağlık hakları temelinde biyopolitik bir eksenden bakarak ekonomi ve insan yaşamı tercihi arasındaki çelişkiye ahlâki (moral) ve politik argümanlarla odaklanmıştır.[1] İkincisi ise siyasal iktidarların koronavirus salgınını bir gerekçe olarak kullanarak otoriter karakterini maksimum düzeye çıkardığını ve bu krizden yeni bir “olağanüstü hal” devşirdiğini ileri sürer.[2] Fakat ister devlet-iktidar ve yönetim ekseninde olsun ister yaşam ve insan temelinde olsun, her iki tartışmanın da çıkış noktası aslında Michel Foucault’nun ortaya attığı günden bu yana hâlâ güncelliğini ve önemini koruyan kavramlar olan biyopolitika ve biyoiktidardır.[3] Bu tespiti yaptıktan sonra devam etmek gerekirse, bu yazıda amacım belirttiğim noktalardan ikinci olana odaklanmaktır, yani adına devlet dediğimiz mekanizmanın Covid-19 salgını serüvenine... Bunu tercih etme nedenim ise insan temelli bir eleştiri yerine devlet temelli (siyasal iktidar) bir eleştiri yapma girişimidir.
Korona Günlerinde İstisna Hali ve Kontrol
İtalyanca “Lo stato d’eccezione provocato da un’emergenza immotivata” başlıklı yazısında meseleye egemenlik-biyopolitika perspektifinden bakan G. Agamben ve onun takipçileri başından itibaren, devletin Covid-19 krizini, yeni yöntemler kullanarak otoriter karakterini perçinlediği kanıksanmış bir istisna halini toplumun ve toplumsal yaşamın her alanına hızlı bir şekilde yaymak için araçsallaştırdığını ifade etmiştir.[4] Koronavirüs ile ilgili daha yakın tarihli başka bir yazısında iktidar karşıtı tutumunu sürdürüyor Agamben:
Bir süredir, demokrasiyi tanımlayan kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırmak suretiyle yürütme erkinin yerine de facto yasama erkini koyan olağanüstü hal hükümlerinin birbiri ardı sıra kullanılmasına alıştırılmış durumdayız. Ama bu durumda, bütün sınırlar aşılmış durumda, başbakanın ve sivil savunma başkanının sözlerinin doğrudan kanun hükmüne sahip olduğu izlenimi ediniyoruz, ki Führer için de böyle denirdi.[5]
Michel Foucault’nun biyopolitika ve Carl Schmitt’in egemenlik ve olağanüstü hal çalışmalarından mülhem bu çizgi iktidarların Covid-19 krizindeki reaksiyonu konusunda karşı bir tavır ortaya koyarken bir yandan da insanları bu yeni tahakküm olanağına karşı uyarmaktadır.[6] Bununla birlikte belirtmemiz gerekir ki toplumlar devletin bu uygulamalarına itiraz etmek yerine çoğu yerde ısrarla talep etmektedir. İstanbul’da sokağa çıkma yasağı talebinin muhalefet partilerinden gelmesi zamanın getirdiği bir ironi gibi görünse de bunun gerekliliği tüm bilim çevreleri tarafından savunulmaktadır. Öte yandan, ABD ve Brezilya gibi ülkelerde çoğunlukla aşırı sağ guruplar ise yönetimlerce alınan koronavirüs önlemlerinin son bulması ve normale dönülmesi için toplu gösteriler yapmışlardır.[7]
Bu bağlamda, Covid-19 salgının siyasal iktidara imkân verdiği bir diğer uygulama da Foucaultcu kavramla söylemek gerekirse panoptik teknikle ilgilidir. İktidarın nüfus üzerindeki baskısı Covid-19’la birlikte gözlem, takip ve kontrol teknolojisinde başka bir aşamaya ulaşmış durumdadır.[8] Güney Kore gibi ülkelerde android telefonlardaki uygulamalarla kimin virüslü olduğu biliniyor ve virüs taşıyıcılarına ilişkin söz konusu veri tüm topluma açıktır. Bu uygulama yoluyla bireyler yolda yürürken karşılaştığı diğer bireylerin virüs taşıyıcısı olup olmadığını anlayabilmekte ve bu bireylerin hangi mekânlara uğradığını görebilir. Çin’de ise benzer teknikler daha agresif olarak uygulanmıştır. Son olarak karantina sonrası Wuhan’dan çıkmasına izin verilen insanlar için android uygulamalarda belirli sağlık seviyesine uygun renklendirmelerin yer aldığı sanal bandroller kullanılmıştır. Mevcut olağanüstü durum söylemi ve sağlık ihtiyacından dolayı tüm bu uygulamalar bireysel özgürlük bağlamında çok fazla tartışılmaz, fakat post-covid döneminde bu gözlem ve takip teknolojilerinin devamlı hale gelme ihtimali özne-iktidar diyalektiğinde iktidarın lehine kaydedilen bir unsur olarak önümüzde duruyor.
Modern Devlet Krizi olarak Koronavirüs
Peki siyasal iktidarın yaşamın en ücra köşesine yukarıda anlatıldığı gibi yayılması resmin tamamı mı? Devlet, kadiri mutlak bir varlık olarak virüs salgınında dümeni eline almış ve koronavirüs salgınında olağanüstü hal uygulayıp, böylece otoriterliği en yoğun şekilde gerçekleştirmiş mi olur? Dahası koronovirüs salgınını büyük bir iştahla karşılayıp ölüme terk edilecekler ve yaşatılacakların istatistikî listesini mi yapıyor; yani virüsü yeni bir tür bios-zoe ayrımı için bir nevi turnosol kâğıdı olarak mı kullanıyor? Yukarıda işaretlerini vermeye çalıştığım gibi devletin adına koronapolitika diyebileceğimiz uygulamaları bu sorular için birçok cevabın kapısını aralar. Fakat burada önümüzde duran manzara resmini (bu manzaranın bir yerlerinde olduğumuz gerçeğini unutmadan) ters çevirerek bakmayı öneriyorum. “Devlete (iktidara) ve Virüse karşı insan (toplum-birey-beden)” yerine, devleti özneleştirerek meselenin bir başka boyutunu ele almak istiyorum: “Virüse karşı Devlet (iktidar)”.
Eğer devletin, Foucaultcu kavramla söylemek gerekirse, “yönetimsellik” mantığının ekonomi-politik-istatistik-güvenlik ekseninde işlediğini kabul etmek gerekirse, gözden kaçırılan nokta şudur ki küresel ve ülke ekonomilerinin virüsten dolayı aldığı hasarın büyüklüğü, örneğin İtalya özelinde konuşmak gerekirse huzurevinde ölen yaşlıların (200 sene yaşayacakları varsayılsa bile) ülke ekonomisine olan “maliyetleriyle” kıyas bile edilemez. Piyasa konuşuyorsa eğer ve liberal sistemde piyasa bir “doğrulama sahasıysa”[9], mevcut kriz aynı zamanda bir devlet krizidir. Bu bağlamda konuşmak gerekirse virüsün yol açtığı pandeminin ortaya koyduğu ikinci sorun devletin lehine değil, aleyhinedir. Foucault’nun “devlet fobisi”[10] adını verdiği tutum, devletin yaşadığı krizi görülmesini engelliyor gibime geliyor. Hobbesçu açıdan yeryüzünde bir tür domestik barış vaadi olan Devlet (Leviathan) toplum (çokluk ya da ulus) selametini iddia ettiği düzeyde koruyamıyor ve herkesin herkesle savaşta olduğu doğa durumuna benzer bir atmosferi engelleyemiyor: Maskelerimizle dolaşıyoruz ve herkese iki metre mesafedeyiz, kimi yerde sosyal mesafenin dört metre olması gerektiğini söyleyenler uzmanlar bile var. Herkes görünmez bir tehlike taşıyor olabilir. Üstelik daha kötüsü en tehlikesiz görünen tehlikeli çıkabilir zira kimin virüsü taşıdığını da bilmiyoruz. Bu minvalde daha da kritik bir örnek, Amerika’da koruyucu maskenin yanı sıra bireysel silahlanmanın da virüsle birlikte hızlı bir artış göstermesidir. En gelişmiş devletlerdeki insanları silah kuyruğunda ve ekmek kuyruğunda görmek arasındaki fark minimum düzeye inmiş durumda. Herkesin herkesle savaşı değil bu şüphesiz, fakat herkesin herkese büyük bir tehlike oluşturduğu bir durum. İnsan insanın kurdudur lafı belki de hiç bu kadar geçerli olmamıştı.
Evet, devlet krizdedir ve devletin asıl büyük krizi ekonomik olmanın ötesinde bu perspektiften bakıldığında ontolojik düzeydedir ve temelde vaat ettiği söylenen “Barış”a ilişkindir. Koronavirüse karşı dile getirilen savaş söylemi bu krizi en bariz şekilde ortaya koyuyor. Üstelik burada Covid-19’a karşı verilen biyopolitik mücadelede savaş terminolojisinin kullanımı Susan Sontag’ın Bir Metafor Olarak Hastalık: AIDS ve Metaforları adlı kitabında genel çerçevesini çizdiği biçimde bir metaforik kullanımı aşmış durumdadır. Bu durum kimileri için siyasal iktidarların gerçeği çarpıtma (örneğin sağlık sistemindeki sorunlar) yöntemi olarak görülse de, kanımca iktidarların özellikle kriz anlarındaki en doğal refleksidir. Zira, Leviathan (Hobbes) bir tür sözleşme ile domestik Barış’ı tesis ettikten sonra artık yeni bir düşman arayışı da başlamış olur. Her ne kadar siyasal kavramını devlete öncel bir şekilde ele alsa da, bu noktadan sonra artık Carl Schmitt bize siyasete ilişkin en ciddi eleştirilerden birinin temel hatlarını dost-düşman kavramları etrafında sözceler.[11] Burada “dost” ne kadar barışa ilişkinse, düşman da o kadar savaşa ilişkindir: Düşman devlete karşı savaş, hayduta karşı savaş, cadılara karsı savaş, kâfire karşı savaş, komüniste karşı savaş, teröriste karşı savaş kodlamalarının ardından ve şimdi son olarak “görünmez bir düşman olan virüse karşı” savaş ilan edilmiş durumdadır.
Dolayısıyla koronavirüse karşı olan savaş söyleminin ciddiyeti kimseyi şaşırtmamalıdır. Toplum bu “savaşa” karsı topyekûn seferber ediliyor. Fakat devlet ya da iktidarın çakıldığı nokta da tam olarak burasıdır, zira düşman ortalıkta yoktur, dostların bedeninde de olabilir, olmayabilir de; ateş edecek hedef yoktur. Görünmez düşman virüse karşı savaşıyoruz. Fakat hınç ve heyecanlı duygular yerine daha ziyade çekilme, durmak, izolasyon gibi pasif edimlerle iç içe giren bir tür dayanışma duygusudur önerilen. Bu daha ziyade çaresizliği, kabullenişi ve bilinmezin korkusuyla iç içe olan yas ve melankoli durumudur. Bu durumun ilanını ise iktidar sözcülerinden değil; televizyon kanallarında yayınlanan ticari reklamların seçtiği arabesk şarkılarda aramalıyız: “bu da gelir bu da geçer/dayanmalıyız/ dayanmalıyız!”.[12] Savaş meydanlarında hayatını kaybeden askerlerin haber bültenlerindeki kahramanlıklarının yerini ise beyaz önlükleriyle sahnede olan sağlık çalışanları, portreleri ve kahramanlıklarıyla çoktan almış durumdadır.
Bu durumda kitleleri ulus adı altında romantik duygularla iç içe olan öfke/hınç gibi enstrümanlar, diğer bir deyişle bedenleri belli kodlarla mobilize edecek savaş söylemi de haliyle garip bir bunalımdadır. Örneğin, Trump’ın ısrarla bir hedef aramasının ve kamuoyunu Çin’e ceza kesmeye ikna etmeye çalışmasının altında virüsün beden sorunu yatar.
Nihayetinde hedef ya koronavirüsten sapıp bedeni olan gerçek insanlara (Asyalılara, çekik gözlülere, LGBT bireylere, azınlıklara, göçmenlere ya da geleneksel düşmanlara) yönelecektir ya da virüs “insanlık düşmanı” ilan edilecektir. Buradaki savaş söylemi terörist ilan edilen gruplara karşı yapılan savaştaki söylemi andırır. Düşmanın (teröristin) ortadan kaldırılması hijyenikleştirmeyi andıran teknik bir işlem olur; yalnızca “etkisiz” hale getirilir. Mevzubahis insanlık olduğunda karşımızdaki virüs artık klasik anlamda savaştaki düşman olmamakla birlikte, “barışı bozan sıfatıyla onu hors-la-loi (hukuk-dışı) ve hors l'humanite (insanlık düşmanı)” ilan edilmiş olur[13] Ve böylece savaş “en uç noktada insanlık-dışı bir yere sürüklenir”.[14]
Fotoğraf: ABD’deki silahlanma yanlısı ve virüs önlemlerine karşıt eylemler ile ilgili bu ve daha fazla fotograğ için bkz. Aran Taylor: https://www.theatlantic.com/photo/2020/01/photos-gun-rally-virginia/605230/
[1] Martin Gak, “Economy vs. human life is not a moral dilemma”, https://www.dw.com/en/opinion-economy-vs-human-life-is-not-a-moral-dilemma/a-52942552; Burak Üzümcü, “Salgının Biyopolitikasi ve Dayanışma: Almanya ve Türkiye”, https://www.birikimdergisi.com/guncel/10054/salginin-biyopolitikasi-ve-dayanisma-almanya-ve-turkiye; bu konuda daha fazla yazı için bkz. https://terrabayt.com.
[2] G. Agamben, “Lo stato d’eccezione provocato da un’emergenza immotivata”, https://ilmanifesto.it/lo-stato-deccezione-provocato-da-unemergenza-immotivata/?fbclid=IwAR17ciygOzmIpolNxACx8WMoRzrPpePxJMN0Tns7ni69ZfwO_QzmHYeYXVk%5C; Roberto Esposito “Biopolitics and Coronavirus: A View from Italy”, http://thephilosophicalsalon.com/biopolitics-and-coronavirus-a-view-from-italy/
[3] M. Foucault, Güvenlik, Toprak, Nüfus: Collège de France Dersleri (1977-1978), çev. Ferhat Taylan, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
[4] G. Agamben, “Lo stato d’eccezione provocato da un’emergenza immotivata”, https://ilmanifesto.it/lo-stato-deccezione-provocato-da-unemergenza-immotivata/?fbclid=IwAR17ciygOzmIpolNxACx8WMoRzrPpePxJMN0Tns7ni69ZfwO_QzmHYeYXVk%5C
[5] G. Agamben, “Agamben: Bir Soru”, https://terrabayt.com/dusunce/agamben-bir-soru/
[6] Michel Foucault, Biyopolitikanın Doğuşu: Collège de France Dersleri (1978-1979), çev. Alican Tayla, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları; Carl Schmitt, Siyasal İlahiyat: Egemenlik Üzerine Dört Bölüm, çev. Emre Zeybekoğlu, Ankara: Dost.
[7] https://www.bbc.com/news/world-us-canada-51180452 ve https://www.bbc.com/news/world-latin-america-52351636
[8] Ayşen Uysal, “Salgın Günlerinde Dikizlenme Günlüğü’, https://www.birikimdergisi.com/guncel/10005/salgin-gunlerinde-dikizlenme-gunlugu; Daniele Lorenzini, “Biopoltics in the Time of Coronavirus”, https://critinq.wordpress.com/2020/04/02/biopolitics-in-the-time-of-coronavirus/
[9] Foucault, A.g.e, s. 29.
[10] A.g.e., s. 63-65.
[11] Carl Schmitt, Siyasal Kavramı, çev. Ece Göztepe, İstanbul: Metis, 2012, s. 56-58.
[12] Bir deterjan firmasının reklamı için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=PaFQrrmnvF8
[13] Schmitt, a.g.e., s. 85.
[14] A.g.e., s. 85.