Covid-19 ve İzolasyon: Bir İstisna Hali mi? Ortalık mı?

Neyin akıl neyin akıl-dışı olduğuna dair fikirlerin çokça sözünün edildiği bu belirsizlik günlerinde covid-19 hepimize Gramsci’nin alacakaranlığında üreyen canavarlarını hatırlatıyor. Belirsizlik hissi beraberinde, pandemiyle ilgili ortaya atılmış aşırı yorumların da kapısını aralıyor. Kamusal alanda sivil vatandaştan entelektüel kesime uzanan çizgi üzerinde pandemiye dair ilginç yorumlara rastlamak mümkün. Bu yorumların ortak yanı ise hepsinin düşünsel derinliklerinde aşırı şüphe ortamından kaynaklanan komplo teorilerine yönelmesi. Dolayısıyla akıl-dışına savrulabilecek, gerçeklik zeminiyle örtüşmeyen, mevcut gerçeği kendi anlam dünyasına göre bükmeye ve benzetmeye çalışan yorumlar kendine yer buluyor. Covid-19 tanılarının Türkiye’de konulmaya başlandığı ilk günden beri insanlar tepkisel olarak süreci anlamaya yönelik bir çaba içine girdiler. İçinde bulunduğumuz zaman itibarıyla yakın geçmişimizde böyle bir tecrübenin olmaması, nasıl davranılacağının bilinmemesi de ister istemez durumu hızlıca anlamlandırmaya yönelik tutumunun bir gerekçesi olarak üzerine düşünülmeyi hak ediyor. Covid-19’a yönelik hemen herkesin kendince bir açıklaması oldu. Bunların arasında en yaygın kanaat ise bu virüsün dünyayı ele geçirmek için laboratuvalarda üretildiğiydi. Çocukları ve gençleri o kadar da etkilemediği söylenip yaşlılarda ise ölümcül sonuçlara sebep olan koronavirüs, çoğu insana göre özellikle belirli bir kitleyi hedef alması için üretilmişti. İnsanlar inandıkları bu iddiaları doğrulama çabası içine girmekte de gecikmediler. Birtakım filmler, karikatürler, farklı kişilerin röportajları bugünlere işaret ediyordu. Besbelli ki planlanmış olmalıydı. Konunun uzmanı olan kişiler ve bilim insanlarınca kötü gidişata yönelik önceden yapılan her türlü uyarı aslında bilimsel bir öngörü, tahmin ya da olası sonuç değil, olsa olsa planlamış bir sürecin parçası olabilirdi. Bu ve benzer yaklaşımları gayet güvenilir, açık ve mantıklı bulanlar, tarihsel ve ekonomik süreçler, iklim krizleri, en yakın olarak ise çocuk ve gençlerin bu virüs karşısındaki bağışıklık durumu ile yaşlıların bağışıklık durumu arasındaki farka ilişkin herhangi bir yorumda bulunmayı tercih etmiyorlardı. Bizi yok etmeyi ya da teslim almayı hedefleyen bu gibi yorumlar diğer farklı ihtimallere sahip olan yorumların arasından sadece biri ve içinde yaşadığımız ortamda en güçlüsü. En nihayetinde birilerinin üstün ve baş edilemez bir gücü olduğunun önkabulüne dayanan bir fikri ortaya sürüyorlar. Bu fikre göre birilerinin arkasında çalıştığı, yaratılmış ve görünmez, bizi teslim almaya hazır virütik bir düşmanla karşı karşıyayız.

Aşırı yorumlar her zaman şehir efsanelerinden türemiyor, zaman zaman entelektüel platformlarda da farklı tartışmalar ve bağlamlar üzerinde aşırı yorumlarla karşılaşabiliyoruz. Sözümona, covid-19 ve küresel karantinalara ilişkin fikrini ortaya koyan düşünürlerden biri de Giorgio Agamben. Virüsün dünyada hızla yayılması ve her geçen gün ölümlere sebep olması nedeniyle çeşitli ülkelerde alınan olağanüstü hal kararları, karantina ve sokağa çıkma yasakları bizi, Agamben ve ele aldığı bir dizi kavramlar hakkında düşünmeye ister istemez yeniden itiyor. Homo Sacer[i]ve İstisna Hali[ii]eserlerinde ele aldığı bağlam içinde aslında göz ardı edilemeyecek kadar zihin açıcı analizlere ve çarpıcı açıklamalara yer veren filozofun, covid-19, İtalya’nın durumu ve küresel karantinalar söz konusu olduğunda kendisinin sahadaki mevcut gerçekliği kullandığı bir dizi kavrama yeniden uyarlamaya çalışan tavrına şahit oluyoruz. Bu durum aslında daha önce Agamben’in çeşitli eserlerini okuyanlar için hiç de şaşırtıcı nitelikte değildir. Çünkü karantina yorumuyla da, mevcut eserlerinde söylediklerinin altını tekrar tekrar çizmektedir. Yoğun bir teorik argümana sahip olması nedeniyle Agamben’in egemenlik ve iktidar üzerine yaptığı analizleri tümüyle burada ele almamız mümkün değil ama genel hatlarıyla yukarıda bahsettiğim her iki eserinde (ki düşünürün her eseri birbiriyle bağlantılı olarak okunabilir) yaşamın egemenlik çatısı altında nasıl kutsallaştırıldığını (kutsal pejoratif bir anlam taşır), çıplak yaşam hattına indirgendiğini anlatır. Filozof için tüm yaşam artık bir “toplama kampı” niteliğindedir. Hepimizin yaşamı, güvenlik politikaları ve olağanüstü hal üzerinden kendisine büyük bir güç devşiren iktidar tarafından kuşatılmıştır. Güvenlik politikaları sürekli olarak bizi, içinde bulunduğumuz durumun “tekinsiz” olduğuna ve daha fazla güvenliğe ihtiyacımız olduğuna ikna etmek üzere kurgulanmıştır. Bireyleri sahici bir biçimde güvensiz bir ortamda yaşadığına ikna ederseniz, güvenlik önlemleri adı altında kuşatılmayı kendileri arzu edeceklerdir. Karantina da böyle bir şeyin parçasıdır. Terörün tekinsizliğinin ve eksilttiği güvenlik duygusu bu sebeple virüsle el değiştirmiştir. Özneyi, kendi kararlarını kendi alıyormuş gibi hissettiren, oysa hücrelerine ve anlayışına iktidarın sızarak olağanlaştığı ve öznenin bedeninde bütünleştiği, onu pasifize eden bir tanımlamadır bu.

Güvenlik olgusu bağlamında covid-19 ele alındığında ise, terör faaliyetinin bittiği yerde icat edilmiş bu virüs salgını Agamben için iktidarın eline geçirdiği bir fırsat niteliğinde.[iii] Karantina altına alınmak, Agamben için toplama kamplarıyla eşdeğer mi emin olamayız ama onun söyleminin bunu da kapsaması gayet beklenebilir.

Kendisinin belirttiği şekliyle bu virüs düşünür için basit bir grip virüsünden fazlası değildir. Dolayısıyla virüs, özellikle insanları gettolaştırmak için bilinçli olarak abartılıyor. Düşünürün çıplak hayat kavramında açıkladığı gibi insan, bir nevi sadece biyolojik bir sürece indirgenerek tüm varlıksal ve ahlâki değerleri altüst ediliyor. Agamben’in tam da bu noktada kendi söyleminin tuzağına düştüğüne şahit oluyoruz. Pandemi, pandemilerin tarihselliği, değişen koşullar ve yaşanan ölümleri düşündüğümüzde düşünürün covid-19 ve karantinaya yönelik bu yorumu, insanlığı ele geçirmek niyetiyle laboratuvarda üretilmiş virüs yorumuyla aslında temelde aynı argümanı paylaşıyor. Distopik bir ortam tasavvur edercesine her iki yorumda da yaşamlarımızı ele geçirmek isteyen ve bizim de karşısında savunmasız olduğumuz “güç” olgusu var. Belirgin belki tek fark, Agamben’de bu güç açıkça iktidarın kendisi. Diğerinde ise güç öznesinin kim ve kimler olduğu belli değil. Belki birtakım lobiler, rekabet halindeki ülkeler, aşı pazarlamaya çalışan çokuluslu şirketler ya da art niyetli bilim insanları.

Gözden kaçan husus şu ki insan ölümlerinin giderek arttığı bu dönemde virüslerin varlığını sadece biyolojik bir silaha ya da kuşatma ve kapatma amacını taşıyan güce indirgemek, içten içe virüse yönelik verdiğimiz her türlü çabanın nafile bir mücadele olacağı yönünde tehlikeli bir alt mesajı bize taşır. Dahası karantinayla birlikte yaşamlarımızın sadece gettolaştığını söylemek virüsün ölümcül yönünü göz ardı etmek, onu oldukça hafife almak demektir. İnsan, sadece ölüm-kalım meselesi haline getirilmiş biyolojik bir hayata indirgenmemeli derken burada insanların nasıl ve ne şekilde öldüklerini ve ölebilecekleri ihtimalini düşünmek de bir düşünürün ahlâki sorumluluğundadır. Dolayısıyla virüsün rakamsal oranlarına bakıp tehlikesiz ve sıradan olduğunu iddia etmek, ölebilecek tek kişinin bile yaşamını gözden çıkarmak olur ve düşünürü söylemsel tuzağa düşüren nokta da burasıdır.

Bu durumda şu soru da peşin olarak akla gelir. Gerçekliği görmek istememenin ya da ona yüz çevirmenin nedeni nedir? Düşünür perspektifinden yaklaşırsak salt kendi düşünsel argümanlarını haklı çıkarma arzusu, gerçekliğin önüne geçmiş olabilir mi? Yoksa herkesin kendince kurguladığı gerçeklik anlayışı farklı olduğu için mi? Ya da bambaşka gerçeklerin olduğuna bizi ikna etmek için mi?

Tehdidin belirli bir güç olgusundan mı geldiği ya da gücü elde etmek için mi oluşturulduğu konusu kendi aramızda tartışmaya açıktır ve böyle bir ortamda virüsün kendisi bile asıl tehdit olmayabilir. Söz konusu olan şey, hangi temele, somut bilgiye dayandığı belli olmayan ve temelde birbirinden farklıymış gibi görünen bu olası yorumların, bizi çaresiz olduğumuza ikna çalışarak kenara sıkıştırması ve felaket senaryolarının duygularımız üzerinden ilerleyerek yarattığı korku ve panik havasıdır. Böyle bir ortamda güveni büsbütün yitirerek irrasyonel olana savrulmak ile rehavete kapılmak, asıl daha büyük bir felaketin kucağına düşmeyi de beraberinde getirebilir. Dolayısıyla Agamben, somut gerçekliğe göre analiz yapmaktan ziyade, kavramlarını mevcut olana uyarlamayı tutum edinen, yer yer dogmatik, hatta bilimi bir tehdit olarak görecek kadar şüpheci ve muhafazakâr bir noktaya ulaşmıştır dersek, yorumda aşırı mı ileri gitmiş oluruz?

Çoğumuz bir ayı aşkın süredir evlerdeyiz ve görünen o ki kimi ülkelerde virüsün realitesi ve boyutları yeterince iyi kavranamadığından bir müddet daha bu belirsizlikle devam edecek. Bu süre zarfında kendimizi evlerimize (üstelik gönüllü) kapattık. İfade etmek gerekir ki bu tercih bizi ayrıştıran, iktidara karşı manevi bir yenilgi getiren tercihten çok daha ötesidir. Yaptığımız şeyin anlamı, birilerinin eline güç vermekten ziyade tüm açıklamaların ve yorumların da üstünde olarak birbirimizin yaşam alanlarını savunmak ve korumak için bireysel kararımızla kurulmuş bir “ortaklık”tır. Çoğu insan bu süreçte en sevdiklerini kaybetti, hatta onların cenazelerine bile yeterince yaklaşamamayı göze alarak tüm duygularını kalbine gömdü. Tam da burada, çabanın ve acıların, hatta ödenen bedellerin de ortak olduğunu, toplumsal dayanışmayı kaybetmemek için görmeliyiz.


[i] Agamben, Giorgio (2013) Kutsal İnsan: Egemen İktidar ve Çıplak Hayat, 2. Basım, çev. İsmail Türkmen, Ayrıntı Yayınları.

[ii] Agamben, Giorgio (2008) Olağanüstü Hal, çev. Kemal Atakay, Varlık.

[iii]  Agamben, Giorgio. (27 Şubat 2020). “Covid-19: Gerekçesiz Bir Acil Durumun Yarattığı İstisna Hali”, terrabayt, https://terrabayt.com/dusunce/covid-19-gerekcesiz-bir-acil-durumun-yarattigi-istisna-hali/