Koronavirüsün hızlı bir biçimde küresel salgına dönüşmesiyle birlikte, filozoflar onun mevcut ve muhtemel etkilerine dair söz aldılar. Bu süreçte Giorgio Agamben koronavirüsün ortaya çıkardığı tepkilerin/etkilerin etik politik karakterini sorguladığı üç kısa metin kaleme aldı. Agamben’in ilk yazısına Slovaj Zizek, Jean-Luc Nancy’den karşı yazılar geldi. Roberto Esposito tartışmaya biyopolitika kavramını yeniden düşünmemiz gerektiği önerisiyle dahil oldu. Bu kısa yazı bu tepkilerin ve Agamben’in görüşlerinin özetidir.
Agamben 26 Şubat’ta (Türkçede 28 Şubat’ta) yayımlanan “Covid-19: Gerekçesiz Bir Acil Durumun Yarattığı İstisna Hali” başlıklı yazısında koronavirüsün devletler açısından olağanüstü halin yaygınlık ve süreklilik kazanmasında kullanılabileceği uyarısında bulundu. Görece salgının etkilerinin sınırlı olduğu bir zamanda yazılan ve sonraki yazılarında mevcut durumun vahametini örtülü olsa bile kabul eden Agamben bu yazısında salgının ampirik göstergeleriyle hükümetlerin aldığı orantısız tedbirleri sorguluyor. “İstisna halini normal bir yönetim paradigması olarak kullanma (vurgu yazara ait) eğiliminin” arttığını söyleyen Agamben “terörizmin istisnai önlemler almaya bahane olarak kullanılma ihtimali tüketildiğinde, bir salgın icat etmenin her türlü kısıtlamanın ötesinde böylesi önlemleri genişletmeye ideal bir bahane olduğu pekâlâ söylenebilir” diyor.
Zizek koronavirüsle ilgili üçüncü yazısını Giargio Agamben’in bu süreçte yazdığı ilk yazısına cevaben yazdı. Zizek, “Gözetlemek Ve Cezalandırmak mı? Evet, Lütfen!” isimli yazsında[1] Agamben’in devletlerin, koronavirüsü, biyopolitik uygulamaların ve olağanüstü hallerin kalıcılaşmasının provası ve bahanesi haline getirebilecekleri görüşüne karşı çıkarak devletlerin ve uluslararası kurumların işbirliği yapmaları gerektiğini söyledi. Zizek, bu süreçte devletlerin ve uluslararası kurumların etkili bir biçimde inisiyatif almasının ve olağanüstü koşulların uygulanmasının bir gereklilik ve zorunluluk olduğu söyleyerek daha fazla denetime ve gözetime ihtiyacımız olduğunu vurguladı.
Nancy ise “Viral İstisna” isimli yazısında Agamben’in düşünsel evreninin merkezî kavramlarından biri olan istisna halinin çağdaş dünyanın sıradan haline dönüştüğünü hatırlatıyor. Şöyle diyor Nancy:
Giorgio, hükümetlerin sürekli olarak istisna hali yaratmak üzere her türlü bahaneyi kullandığını belirtiyor. Ancak her alanda (hareket, her türde ulaşım, tohumlama, maddelerin yayılması vs.) teknik olarak her şeyin birbirine bağlı olduğu, bu bağlantıların nüfusa oranla artarak daha önce görülmemiş bir yoğunluğa ulaştığı bir dünyada istisnanın kural haline geldiğini gözden kaçırıyor.
Ve kadim dostum dediği Agamben’le ilgili uzun yıllar hatırlanacak bir anısını paylaşıyor.
Kişisel bir hatıramı buraya taşıyacağım için özür dilerim, ama bunu yaparak genel düşünce izimi terk etmiyorum. Neredeyse 30 yıl önce doktorlar kalp nakli yaptırmam gerektiğine karar verdiler. Giorgio bana onları dinlememem gerektiğini söyleyen bir iki kişiden biriydi. Şayet onu dinlemiş olsaydım, muhtemelen çok geçmeden ölecektim. Hata yapmak mümkündür. Fakat buna rağmen Giorgio öyle ince ruhlu ve kibar biridir ki -en ufak bir ironi olmadan- onu istisnai olarak tanımlamak mümkündür.
Roberto Esposito, “Tamamen Tedavi Edilinceye Dek” başlıklı yazısında Agamben’e ve Jean-Luc Nancy’ye cevaben bu tarz vakalarda biyopolitikadan ne anlamamız gerektiğini sorguluyor. Nancy’nin biyopolitika kavramına en başından itibaren mesafeli olan duruşunu eleştirirken, Agamben’den, bu tür süreçlerin uzun vadede yürütmeyi güçlendiren etkiler çıkarma ihtimalini unutmadan, demokrasinin risk altında olduğunu söylemenin abartı olacağını vurgulayarak farklılaşıyor. Şöyle devam ediyor Esposito:
Foucault’nun yaptığı gibi geçen iki buçuk yüzyılda, politika ve biyolojinin, problemli ve bazen trajik sonuçlar doğuracak şekilde, giderek daha sıkı sıkıya iç içe geçtiğini iddia etmek bir şey, mukayese edilemeyecek olayları ve deneyimleri asimile etmek başka şey. Şahsen maksimum güvenlikli hapishanelerle Po Ovası’nda iki hafta karantinayı, ne şekilde olursa olsun birbirleriyle karşılaştırmaktan kaçınırım.
Esposito, koronovirüsün ortaya çıkardığı bir başka önemli tartışma hattını İtalya bağlamında dile getirerek yazısını bitiriyor: “Bana öyle geliyor ki bugün İtalya’da olanlar, kaotik ve oldukça grotesk bir biçimde ulusal ve bölgesel yetkilerin üst üste binmesiyle birlikte kamu kuruluşlarının dramatik totaliter hakimiyetinin değil, aksine çöküşünün işaretidir.”
Agamben, ilk yazısına gelen eleştirel yazılara doğrudan cevap niteliği taşımayan “Korku Kötü Bir Yol Göstericidir” başlıklı ikinci yazısında hastalığın ağırlığı hakkında konuşmaktan ziyade, asıl meselenin salgının etik ve politik sonuçları hakkında sorular sormanın olduğunu belirtiyor. Agamben çıplak hayat -ve onu kaybetme tehlikesi- insanları birleştiren bir şey olmaktan ziyade onları körleştireceğini ve ayrıştıracağını öngörüsünde bulunarak soruyor: “Hayatta kalmaktan başka değere sahip olmayan bir toplum nedir?” Salgının, gösterdiği önemli sonuçlardan birinin hükümetlerin bizi bir süreliğine alıştırdığı istisna halinin tamamen normal şartlara dönüştüğü gerçeği olurken, bırakacağı muhtemel lanetli mirası şöyle sıralıyor Agamben:
Üniversiteleri ve okulları kapatmak ve dersleri sadece internet üzerinden yapmak, politik ya da kültürel nedenlerle bir araya gelip konuşmayı ilk ve son kez durdurmak ve sadece dijital mesajların değiş tokuşuna izin vermek, mümkün olan her yerde insanlar arasındaki her bir temasın -bulaşıcılığın- yerine makineleri koymak.
Koronavirüsün ortaya çıkaracağı muhtemel etik-politik sonuçları üzerine devam niteliğindeki üçüncü yazısında Agamben, salgının ortaya çıkardığı hayatın karantinaya alınmasında veya gündelik yaşamın tüm olağan koşullarının askıya alınmasında toplumun kolayca birleşmesinin ve herhangi bir protestoya yol açmamasının ne anlama geldiğini sorguluyor. Agamben açısından hayatın tüm olağan koşullarının hiçbir tepkiye ve direnişe yol açmadan askıya alınmasının kabullenilmesi, toplumların mevcut yaşamının bilinçdışı düzeyde katlanılmaz bir hal aldığını gösteriyor. Bir başka ifadeyle kolektif bir yaşamdan bu denli hızlı ve uysal bir biçimde feragat etmek bilinçdışı düzlemde yaşayan derin bir hoşnutsuzluğun ifadesidir. Bu durumda Agamben açısından salgından çıkarılacak yegâne olumlu sonuç şu oluyor: “İnsanlar, daha önce yaşamakta oldukları koşulların doğru olup olmadığını sormaya başlayabilir.”
Salgının görünür kıldığı din ihtiyacı ve ortaya çıkardığı apokaliptik ve eskatolojik söylemlere dikkat çeken Agamben bu ihtiyacın zamanımızın dini olan bilimde yerini bulduğunu söylüyor. Agamben geçmişte dine gösterilen farklı düzeylerde tepkilerin, çıkarların, bölünmelerin, itiraz, kabul ve korkuların dinsel bir konuma yerleşmiş bilim üzerinden devam ettiğini gözlemliyor. Her türlü inancın veya ortak inanışın bariz biçimde çökmüş olması üzerine düşmemiz gerektiğini belirten Agamben şöyle devam ediyor: “Denebilir ki insan artık hiçbir şeye inanmıyor –her ne pahasına olursa olsun kurtarılması gereken çıplak biyolojik varoluştan başka. Ama insanın hayatını kaybetme korkusundan yola çıkmak yalnızca despotlukla sonuçlanabilir: kılıcını çekmiş canavar Livyatan’la.”
Küresel epidemi gibi gündelik yaşamı, alışılmış ve rutin olanı sekteye uğratan, bozan, yıkan krizlerin, yeni türden imgeleri, fikirleri, duyguları ortaya çıkararak düşünceyi tetiklemesi beklenilecek bir etkidir. Filozofların içinde bulunduğumuz salgın günlerinde söz almaları bu tür bir etkiyle ilgidir kuşkusuz. Bununla birlikte bu tür kriz süreçleri düşünceyi paralize eden olumsuz etkiler de ortaya çıkarabilir. Düşüncenin paralize olmaması, başka bir ifadeyle krizin etik-politik imkânlarını ve tehlikelerini yeni kavram ve imgelerle duyumsatan fikirlerin bu tür süreçlerdeki önemi su götürmez.
[1] Zizek’in bu süreçte yazdığı diğer yazılar için bkz. https://terrabayt.com/manset/zizek-koronavirusu-kapitalizme-kill-bill-vari-bir-darbedir-komunizmin-yeniden-icat-edilmesine-yol-acabilir/; https://terrabayt.com/dusunce/zizek-koronavirusu-karar-vermeye-zorluyor-ya-kuresel-komunizm-ya-orman-kanunlari/