Geçtiğimiz günlerde The Guardian’da beş siyaset bilimcinin ortak kaleme aldığı bir yazı yayımlandı, Medyascope sayesinde de kısa sürede Türkiye’deki okuyucu ile buluştu. Yazı, Covid-19 salgınıyla birlikte yeni ve şiddet içermeyen aktivizm biçimlerinin yaygınlaştığı iddiasını taşıyordu. Adı geçen siyaset bilimciler, salgının başından beri uygulanan fizikî, sanal ya da karma yüz farklı eylem biçimini tespit ettiklerini de yazdılar. Oluşturulan bu veritabanı, protestocu olan (değişim talebi içerenler ile karşıtlığını ifade edenler) ve protestocu karakterde olmayan (örneğin dayanışmayı sergilemek için) eylem biçimlerini bir araya getiriyor. Sadece bir haftada yüze yakın eylem biçimini saptayan bu araştırmanın vurgusu, yeni araçlar, yeni stratejiler ve yeni güdüler üzerine kurulu. Tencere tava çalma eylemleri, toplu iş bırakma eylemleri, müzisyenlerin balkondan veya çatılardan konser vermeleri, yazarların kitaplarını internetten okumaları, bunların yanında da dayanışma ağları örmeleri örnekler arasında yerini alıyor. Tam da bu örneklerden hareketle “Ne, ne kadar yeni?”, “Yeni olan ne?” sorularını sormak kaçınılmaz hale geliyor. Zira, bu yazıda da gördüğümüz üzere, son günlerde Covid-19 salgınıyla ilgili yapılan analizlerde sıkça eylem ve denetim biçimleri “yeni” olarak nitelenir oldu. Türkiye gibi belleğin ve tarih bilgisinin zayıf olduğu ülkelerde her şeye “yeni” denmesine zaten çok alışkındık, ancak yazı meselenin Türkiye ile sınırlı olmadığını bir kez daha gösterdi.
Toplumsal hareketler alanında “yeni” tartışması özellikle 1960’lı yılların sonunda ve Alain Touraine’in öncülüğünde zirve yaptı. Zira, bu dönemde A. Touraine 68 Hareketi’ni değerlendirirken bir kopuştan, kırılma noktasından bahsediyordu. Buna göre 68, öyle bir dönüm noktasıydı ki, bu hareketlerle birlikte eylemlerin aktörleri, talepleri ve örgütlenme biçimleri değişmişti, artık bu dönemden sonra ortaya çıkan toplumsal hareketler “yeni”ydi. İşçi sınıfı tarihin motoru olma görevini orta sınıflara, sendikalar ve partiler gibi klasik örgütlenmeler yerlerini daha esnek örgütlenme biçimlerine, materyalist talepler de yerlerini post-materyalist davalara bırakmıştı. Bu kopuş tezine karşılık, Charles Tilly’nin öncüleri arasında yer aldığı başka bir ekol de tarihsel süreklilikler içindeki dönüşümlerden hareketle toplumsal hareketlerdeki değişimleri açıklama yoluna gitti.[1] Bu iki ekol meseleyi tarihsel süreklilikler ve kopuşlar ekseninde farklı değerlendirseler de, The Guardian’da yayımlanan yazıdaki mesele kuramsal yaklaşım farklılıklarından daha farklı bir sorunu içinde barındırıyor. Tarihin değişik dönemlerinde, ayrı coğrafyalarda karşımıza çıkan eylem biçimleriyle ilk defa karşılaşıyormuşuz biçiminde düşünme yanılgısı bu. Nitekim, tencere tava çalma eylemleri Şili’de darbe döneminde, Arjantin’de 2000’li yıllarda ekonomik kriz sırasında, Kanada’da 2010’lu yıllarda öğrenci eylemleri esnasında, Türkiye’de 1997 yılında düzenlenen Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık eylemleri sırasında ve sonrasında[2] kullanılmış eylem biçimleridir. Kaldı ki, bu eylem biçimini önceki yüzyıllarda karşımıza çıkan gürültü çıkarma esasına dayalı eylem biçimlerine de rahatlıkla dayandırabiliriz.[3]
Balkon eylemlerine gelince, balkonun da bir siyasal tarihi var![4] Üstelik de Ortaçağ’a kadar geriye uzanan bir tarih bu. Dönüşen, değişen, farklı kullanımları olan ve kamusala açılan bir mekân. Balkonda fizikî olarak bulunmak, marşlar, şarkılar söylemek, sloganlar atmak ya da şehit haberleri gelince balkondan bayrak sallandırmak, 1 Mayıs’ta balkonlara pankart asmak, siyasal düşüncenin ifadesi bağlamında özünde pek de farklılık göstermez. Bu açıdan bakınca da balkondan siyasal düşüncenin açıklanmasının yeni bir eylem biçimi olduğunu kim söyleyebilir ki? Siyasal iktidarın davetiyle balkonuna çıkanlar ile 1 Mayıs’ta çıkanlar, 23 Nisan’da çıkanlar, kesişme kümeleri olsa da, sonuçta farklı toplumsal ve siyasal kesimler ve balkon eylemleri siyasal bölünmüşlüklerimize de ayna tutuyor. Ancak meydanlarla karşılaştırıldığında bu sınırlı bir yansıma, zira meydanlarda biz siyaseten bize benzeyenlerle ortak bir mekânda bir araya gelir, taleplerimizi haykırır ve düşüncelerimizi açıklarız. Oysa balkonlarda daha çok sosyoekonomik, nadiren de politik olarak benzerlerimizle etkileşime girebiliriz. Plazada, güvenlikli sitede, toplu konutlarda, gecekonduda, balkon ya da teraslarda komşular arası etkileşimin biçiminin, toplumsal ve siyasal yapısının aynı olmayacağı aşikâr değil mi? Öyle ki, kimi zaman komşularımızın balkonlarından dillendirdiği politik söylemler, balkon kapılarımızı, pencerelerimizi, hatta perdelerimizi sımsıkı kapatmamıza da yol açabilir. Gezi eylemleri sırasında bazı balkonlar denetleme, gözetleme, tehdit ve ihbar mekânları haline geldi. Evlerini, mahallelerini değiştirmek zorunda kalanlar oldu. Nihayetinde, balkonun sunduğu siyasal ve kamusal imkânların da bir sınırı var. Bu sınır aynı zamanda eylemcilerin seçimleri ile dış faktörlerin (devlet, medya, karşı eylemciler gibi) stratejilerinin (iktidarın eylem biçimlerini gaspı gibi) kesişme noktasına göre de çiziliyor. Balkonun muhaliflere sunduğu siyasal imkân en nihayetinde iktidarın ve karşıt eylemcilerin balkonu gaspına kadar!
Kamusal alana açılan mekân olarak çatıya dair de birkaç kelam etmek lazım. Geçtiğimiz günlerde salgında izolasyonun üstesinden gelmenin bir biçimi olarak uçurtma uçurma eylemleri Adana’da yaygın olarak görüldü. Çatılardan uçurulan uçurtmalar kent açısından hem bir geleneksel eyleme hem de özgürlüğe gönderme yapıyordu, ancak kısa sürede valilik tarafından yasaklandı. Uçurtma eylemleri 1990’lı yıllarda cezaevindeki mahkûmlara destek amacıyla da yapıldı. Bu yıllarda uçurtmanın eylemlerde özgürlüğün sembolü olarak önemli bir yeri vardı. Ayrıca çatı, otoriter sistemlerde rejimin baskısını bertaraf etmek için bir eylem mekânı da sunar. Örneğin İran’da, kimliklerinin ifşa olmasını istemeyen eylemciler, geceleri çatılardan “diktatöre ölüm” sloganları atıyorlardı.[5]
Yazarların eserlerini internetten okumalarının yeni bir aktivizm biçimi olarak adlandırılmasına dair de Türkiye’den bir hatırlatma yapmak isterim. Barış Akademisyeni Füsun Üstel “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metnine imza attığı gerekçesiyle çarptırıldığı cezasını çekmek için cezaevine girdiğinde, meslektaşları onun eserlerinden pasajlar okuyup kayıtları sanal ortamda paylaştılar ve böylece hocanın düşüncelerini cezaevi parmaklıklarının dışında dolaşıma soktular. Nihayetinde bu eylem de araya koyulan mesafeleri, fiziksel ayrılıkları aşma girişimiydi.
Son olarak, dayanışma aktivizmine gelirsek, ona “yeni” demek haksızlıkların en büyüğü. Dayanışma aktivizmi çok uzun bir tarihe, deneyime ve birikime dayanıyor. Kaldı ki, 1980 sonrası aktivizmi ve repertuvarı bazı yazarlar tarafından bizzat “dayanışmacı” olarak niteleniyor.[6] Yeni değil yani, aksine köklü.
Sözün kısası, insanlık tarihi sadece devletler ve savaşlar üzerinden yazılmadı, aynı zamanda insanların bireysel olarak ya da kolektifler inşa ederek başına gelenleri, toplumsal sorunları, krizleri aşma hikâyeleriyle, yaratıcı ve uyarlamacı eylem biçimleriyle yazıldı ve yazılmaya devam ediyor. Eylemciler, yaratırken ve uyarlarken de kendinden öncekilerin birikimlerinden besleniyor ve dünyayı her defasında yeniden keşfetmiyor. Bugün toplumsal bir mesele olarak Covid-19 salgınının üstesinden gelmeye çalışırken, tarih, birikimler ve deneyimlerimiz bize ışık tutmaya devam ediyor.
[1] Bu konuda detaylı bir tartışma için bkz. Ayşen Uysal, “Mayıs 68 ve Toplumsal Hareketlerin Uluslararası Dolaşımı”, 1968: İsyan, Devrim, Özgürlük, Ömer Turan (der.), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Haziran 2019, s. 51-65.
[2] A. Uysal, Sokakta Siyaset: Türkiye’de Protesto Eylemleri, Protestocular ve Polis, İletişim Yayınları, İstanbul, 2017, s. 183.
[3] Bkz. Charles Tilly, La France Conteste. De 1600 à nos jours, Fayard, Paris, 1986.
[4] Ludovic Lamant, “Balkonun Siyasal Tarihi”, Medyascope, çev. Ayşen Uysal ve İnci Malak Uysal, https://medyascope.tv/2020/04/01/ludovic-lamant-balkonun-siyasal-tarihi/
[5] Ayşen Uysal, “Otoriter Sistemlerde Protesto ve Eylem Repertuvarı”, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Toplantı ve Gösteri Hakkı İzleme Raporu 2017, İstanbul, 2018, s. 58-64.
[6] M. Offerlé, “Kolektif eylem repertuvarına eleştirel bir dönüş. 18.-21. yüzyıl)”, F. Ergut ve A. Uysal (der.), Tarihsel Sosyoloji. Stratejiler, Sorunsallar, Paradigmalar, Dipnot Yayınları, Ankara, 2007, s. 197.