Fransa şu anda sosyal, ekolojik ve demokratik konulardaki çelişkileri açığa çıkaran yeni bir sosyal ve siyasi kargaşa evresiyle karşı karşıya. Emeklilik reformuna karşı devam eden direniş ve agresif hükümet eylemleriyle karşılanan yoğun çevre protestoları ile protestolar giderek kitleselleşiyor. Gençler otoriterliğe karşı direnişe daha fazla angaje olmuş durumda. Bu çelişkilerle birlikte gelen yoğun çatışmaları ve şiddeti nasıl anlayabiliriz?
Cumhurbaşkanlığına ikinci kez seçilen Emmanuel Macron, Ulusal Meclis'te nispi bir çoğunluğa sahip olduğunun farkındaydı. Emeklilik reformunu hayata geçirerek, prim süresini uzatmaya ve tam emeklilik için emeklilik yaşını ertelemeye sıcak bakan Cumhuriyetçi partisi ile çoğunluğu oluşturabileceğine inanıyordu. Bu ittifakı daha da sağa kayarak; göç ve barınma haklarını kısıtlayacak yasaları hayata geçirerek güçlendirmeyi amaçlıyordu. Politik ortamı üç farklı ideolojik akıma bölen siyasi kutuplaşmanın boyutlarını tam olarak kavrayamadı: neoliberal sağ, kimlik ve milliyetçiliğe dayanan yeni bir sağ (aşırı sağdan ilham alan) ve birleşmiş bir sol. Bu kutuplaşma uluslararası ölçekte de pekişmişti. Fransa'daki tablo, parlamento çoğunluğunu elde etmeyi zorlaştırırken başkanlık sisteminin eksikliklerini de artırıyor olup kurumların bir kriz döneminde nasıl yetersiz kaldığını da gözler önüne seriyor.
Odağı emeklilerin maaşlarına koyma kararı yalnızca taktiksel bir hamle değildi, ivedi olmasa da köklü bir geçmişin ürünü olan stratejik bir yönelimdi. 1981'den itibaren bu durum açıktır: Seçimleri kazanan sol hükümet, insanlara hayatlarını yaşayabilmeleri için daha fazla zaman tanıma vaadinin bir parçası olarak 60 yaşında emeklilik ve 35 saatlik çalışma haftası uygulamalarını hayata geçirmişti. Ne var ki bu hamle sol hükümetin öngöremediği kilit bir çelişkiye yol açmıştı. 1980'lerden önce emeklilik meselesi toplumsal hareketlerde pek gündeme gelmiyordu. 1982'den itibaren ise merkezî ve nükseden bir mevzu haline geldi.
Fransa'daki toplumsal hareketlerin geçmişine bakacak olursak, emekli maaşları için verilen mücadelelerin nasıl önemli bir rol oynadığını görebiliriz. Ulusal düzeyde ayaklanmalara önayak olmuş önemi yadsınamaz yaklaşık on beş toplumsal vuku buldu. 1984'te düzenlenen eşitlik için yürüyüş, 1986'da kayıtdışı çalışanların açlık grevi ve yine 1986'da Devaquet reformuna karşı gerçekleştirilen öğrenci grevi. Özel eğitim hakkı için düzenlenen tek sağ ulusal seferberlik olan 1984'tekinden hiç bahsetmiyorum bile. 95'ten itibaren, dokuz büyük eylemden altısı emeklilik sistemi reformlarına karşıydı; halbuki öncesinde bunun için hiç eylem olmuyordu. 1995'te Juppé emeklilik reformu tasarısına karşı; 2003'te Fillon emeklilik reformu tasarısına karşı; 2010'da yeni Fillon planına karşı; 2018'de demiryolu işçilerinin hakları için; 2019'da Edouard Philippe reformuna karşı; 2023'te şu anki reforma karşı. 1995 yılından itibaren Fransa'da emeklilik konularına odaklanmayan sadece üç büyük toplumsal hareket meydana geldi. Bunlar, Jacques Chirac tarafından başlangıçta onaylanıp daha sonra iptal edilen 2016 tarihli ilk işe giriş sözleşmesi; El Khomry Yasası diye bilinen 2016 tarihli İş Yasası ve 2018 yılındaki Sarı Yelekliler hareketidir.
Yani demem o ki emeklilik konusunda ortada derinden gelen bir mesele var. Emeklilik yaşının 1982'de 60'a çıkarılmasından günümüze başa geçmiş tüm hükümetlerin öncelikli hedefi, saplantısı bu konu oldu. Bunun için iki neden öne sürülüyor: ortalama yaşam süresinin artıyor oluşu emekli maaşlarının finanse edilmesini imkânsız hale getirecek, uluslararası rekabet ise buna izin vermeyecek ve Fransız ekonomisi mahvolacak. Durum bu olunca birkaç emeklilik reformu ve haftalık 35 saat çalışma sistemine geri dönüldü ve bunlar da birbirinden önemli toplumsal hareketlerle karşılandı. Bunu müteakip yıllar ise bu korkulara bir yanıt verdi. Fransız ekonomisi uluslararası rekabetin yarattığı şok altında çökmedi; kırk altı yıl boyunca direndi. Şirketlerin sosyal katkı paylarını sistematik olarak azaltmasına rağmen emekli maaşlarının finansmanı imkânsız hale gelmedi. Bir yandan da Fransa'nın durumu Avrupa ve uluslararası sermaye için kabul edilemez düzeyde. Zira diğer ülkelerin eğilimi çalışma saatlerinin ve emeklilik yaşının arttırılması yönünde. Avrupa'da emeklilik yaşı 67'ye yükseldi ve şimdi 70'e çıkarılması planlanıyor. Fransız istisnası buna dayanamaz.
Şunu kabul etmemiz lazım: işçiler isterse tembel olsun, problem bu değil. Mevzu bahis olan işin kendisi değil, egemen sınıfa kâr bırakacak ücretli emektir, zorla ve sömürülerek çalışmaktır. Talep edilen şey zaten daha az çalışmak değil, daha az sömürülmek. Demografinin değişiyor olması sınıf mücadelesini ortadan kaldıramaz. Ne emekliler ne de şu an istihdam edilenler daha az çalışmak istiyor, seçeneklerini özgürce belirleyebilmek, özgürce çalışmak istiyorlar. Bu insanlar zaten ailelerine bakarak ve içinde yaşadıkları toplumun aktif üyeleri olarak topluma önemli ölçüde hizmet ediyorlar. İşte bu eylemler de toplumun işleyişi, büyümesi ve gelişmesi için hayati önem taşıyor.
Avrupalı ve uluslararası sermaye çevrelerinin Fransız liderlerden beklediği bir şey var; işçileri ortak normlara geri döndürmeleri ve onlara çalışma saatlerinin azaltılmasının mümkün olduğunu kanıtlayarak kötü örnek teşkil etmekten vazgeçmeleri. Bu talep de kapitalist krizin ne kadar ileri gidebildiğini gösteren ve kemer sıkma ile güvenlikçiliği harmanlayan katı bir neoliberalizme kayışla sonuçlanan 2008 mali krizinden bu yana daha da güçlendi. Dünya lideri olmasa da bir Avrupa lideri olarak tanınmak isteyen ve neoliberal kapitalizmin faydalarına ikna olmuş görünen Emmanuel Macron, vaatler vermeye hazır görünüyor.
Fransız işçilerini Avrupa kapitalizmiyle uyumlu hale getirmeye yönelik süregelen girişimler güçlü bir muhalefetle karşılaşıyor. İşçilerin direnişi durumu idrak etmek açısından hayati önem taşıyor. Emeklilik reformlarına karşı yapılan protestolar, çalışma saatlerinin azaltılmasının yarattığı erozyona karşı verilen daha büyük bir direnişin parçasıdır. Bu mücadeleler, erkek, kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere tüm işçilerin bizzat bedenlerini ilgilendirdiği için özellikle zorlu geçiyor. Rêve Générale, ceux d'en bas et l'émancipation adlı kitabında Denis Paillard, Marx'ın çalışma saatlerinin azaltılması için verilen mücadelenin, ücret artışı için verilen mücadeleler gibi diğer mücadelelerden daha radikal olduğu görüşünü vurguluyor. Bunun nedeni, sermaye ve emek arasındaki zenginlik dağılımının temelden değişmesini ve sömürü odaklı işin aksine toplumsal olarak faydalı işin korunmasını içermesidir.
Toplumsal çatışma ilişkileri germiş ve çevre krizinin yeterince anlaşılamaması nedeniyle uzamıştır. Bununla birlikte, özellikle sorunun boyutuna uygun politikalar ve eylemler talep eden genç nesiller arasında durumun büyüklüğüne ilişkin farkındalıkta önemli bir artış olmuştur. İklimdeki bozulma endişe vericidir ve gelecek için bir tehdit oluşturuyor. Politikalarda değişiklik yapmadan sadece nutuk atmak hava, su ve topraktaki bozulmayla mücadele edemez. Su rezervlerinin özelleştirilmesi yeraltı sularına yönelik riski artırıyor ve büyük, kontrolsüz ve özelleştirilmiş projelere dayalı çözümler iklim hareketinin savunduğu dönüşüm modeline ters düşüyor. Uyarılara rağmen yetkililer kayıtsız.
İklim hareketi giderek daha önemli hale gelmiştir ve büyük konferansların verimsizliğinden endişe duyarak somut müdahaleler ve siyasi taahhütler talep ediyor. Su depolarına karşı yapılan bir gösteri sırasında genç nesiller, çalışan çiftçiler ve topluluk hareketleri arasında bir yakınlaşma görüldü. Hükümet yeni “Korunası Bölgeler” yaratılması korkusunu saldırgan ve şiddet içeren bir polislik politikasını haklı çıkarmak için kullandı. Yetkililer, siyah grupların varlığını abartarak ve hayal ürünü bir aşırı sol tehdide karşı savaş ilan ederek şiddet unsurlarının varlığını iddia etti. Bu tür bir dil, gençleri, çalışan köylüleri ve dernekleri bir araya getiren bir hareket olan Toprak Ayaklanmalarının dağıtılması çağrısında bulunan içişleri bakanının aşırı gerginliğini ortaya koyuyor.
Göstericilere ve çevre aktivistlerine karşı şiddet ve baskı kullanılması, gençlerin geniş kesimlerinin radikalleşmesine katkıda bulunmuştur. Hükümetin otoriter eğilimleri, parlamentodaki bir oylamayı atlamak için bir parlamento hükmünü kullanmasıyla örneklenmiştir. Seçmenlerin ve çalışan nüfusun önemli bir çoğunluğu tarafından reddedilen bir reformu Ulusal Meclis'teki oylamadan kaçınarak hayata geçirme inadı, demokratik kurumlara yönelik tehlikeli bir saygısızlığı ortaya koymuştur. Bu prosedür yasal olsa da seçmenlerin üçte ikisinin iradesine aykırı olduğu sürece demokratik olarak kabul edilemez. Emeklilik yaşının 64'e yükseltilmesi de dahil olmak üzere emeklilik reformunun geri çekilmesi, emeklilik sistemi reformları ve çalışma saatlerinin azaltılmasına saygı konusunda gerçek müzakereler için fırsatlar yaratabilir. Kurumsal reform tartışmasından kaçınılamaz. Halk arasındaki öfke güçlüdür ve yakın zamanda yatışması da pek olası görünmüyor.
Ekolojik toplumsal hareket, otoriterliğe karşı çıkan ve yöneticileri yönetici sınıfına ve finans burjuvazisine bağlayan meritokrasiye meydan okuyan demokratik bir harekettir. Finans sınıfının her şeye gücü yeten kontrolü, yozlaşmanın kaynağı ve siyasetin reddi olarak görülüyor. Bu yeni dönemin çelişkileri yoğunlaşıyor ve işçi ve sendika hareketi, köylüler hareketi, feminist hareket, çevreci hareket, ırkçılık ve ayrımcılık karşıtı hareket, güvencesizlik, göçmen hakları hareketi, barınma hakları hareketi gibi çeşitli hareketler yeni radikallikleri ön plana çıkarıyor. Bu hareketlerin stratejileri sürekli evrim geçiriyor ve dünya genelinde aşırı sağcı güvenlik ve kimlik temelli ideolojilerin yükselişi, gelecek korkusunu ve bu yeni radikalizmlere karşı direnci yansıtıyor. Ancak geleceğin önü açıktır ve toplumsal, ekolojik ve demokratik mücadelelerin bir araya gelmesi bir özgürleşme stratejisini müjdeliyor.
Bu yazı 5 Nisan 2023’te alternAtives International’da yayımlanmıştır.
Çeviren: Ömer Faruk Pak