Çerkeslerin Kolektif Hafızası: 21 Mayıs ve Ötesi

Hatırlama, anma, kişisel olduğu kadar sosyal bir hadisedir. Üstelik nasıl toplumlar ve topluluklar kendini oluşturan insanların toplamından fazlaysa, kolektif hafıza da kişilerin tarihsel algılarından fazladır. Nitekim, kolektif hafıza bu algıların ve ilgili anlatıların egemen güçlerin etkisiyle yapısal şekillenişi, yani ana-akım tarihyazımı, kuşaklararası dinamiklerle ajansal aktarımı ve bu iki bağlamda zamanla evrimini kapsar. Bu bize farklı halkların kolektif hafıza farklılıklarını açıklar. Diğer bir deyişle, kolektif hafızanın yaratımı ve transferinde birçok etken vardır. İlgili toplumun kahramanları ve yöneten elit kesiminin kuşattığı resmî tarihten bu anlamda ayrılan tarihin ötekisi sözlü tarih bize tarihi başka türlü okuma fırsatı verir.

Tarih der ki, 21 Mayıs 1864’te Rus Çarı II. Alexander savaşın bittiğini duyurdu. Halbuki, bugün Kafkasya’daki tüm yerli halklar için ve özellikle diasporadaki Çerkesler için tarihin kara sayfasıydı. Bu tarih Çerkes halklarının ortak hafızasına mıh gibi yerleşmişti. Çerkeslerin her yıl unutmamak için hatırladıkları 21 Mayıs’ı ve kolektif hafızalardaki 21 Mayıs ve ötesini analım, anlatalım.

Pan-Slavizm fikrindeki Rus coğrafi büyüme arzusu 19. yüzyılda başta kuzey olmak üzere tüm Kafkasya’da yaşayan yerli halkların önemli bir kısmının Osmanlı İmparatorluğu’na kitlesel zorunlu göçüne sebep verdi. Sonuçta, 1817-1864 Kafkasya Savaşı olarak anılan Rus işgaline karşı uzun yıllar direnen Çerkes halkları önce küçük gruplar halinde sonra daha büyük gruplar olarak anavatanlarını terk etmek zorunda kaldılar. Bu kitlesel zorunlu göç o dönemde sığınma ve mültecilik tanımları insan hakkı olarak ifade edilmediğinden sıklıkla kolektif hafızalarda “Çerkes sürgünü” olarak tanımlandı. Hatta son yıllarda Çerkesler bu dönemde Rusların Kafkasya’yı sömürgesi haline getirme gayesiyle Rus askerî birliklerinin Çerkes halklarına köylerde zulmünü ve hatta etnik temizliğini hatırlamışlar ve yine tanımı yapılmadığından o dönemde olanın adını “Çerkes soykırımı” olarak vurgulamaya başlamışlardır. Etnik topluluğundan bağımsız olarak diasporadaki tüm Kafkasya halkları (Adıge-Kabardey, Şapsığ, Besleney, Abzeh, Bjeduğ, Hatukuay, Çemguy, Natuhay, Yegerugay, Temirguay, Memheğ ve Mahoş-Abhaz, Abaza, Ubıh, hatta Oset, Çeçen, İnguş, Karaçay, Balkar ve Dağıstan toplulukları) “Çerkesler” adı altında anılır oldu.

Çerkes kolektif hafızasına büyük insan kaybının acısı hakimdir. İlgili zulüm anlatısı sadece savaştaki kayıplar değil, aynı zamanda zorunda kaldıkları yol koşullarında ve o zamanki hastalıklarla da ilgilidir. Yani, zamanlarının fiilî mültecileri olarak Çerkesler zorunlu göç koşullarına ek olarak zorlu yollar ve başta sıtma olmak üzere o dönemki salgınlar yüzünden de acılar yaşamışlardır. Gemi batmaları sonucu Karadeniz’de binlerce Çerkesin boğulduğu anlatılır. Son yıllarda Ege Denizi’nde yaşanan can pazarının bir başka biçiminin Çerkeslerin Karadeniz’de yaşadığı anlatılır. Bu anlatının etkisi büyüktür, öyle ki, Çerkesler arasında balık yememek çok yaygındır.

Rus-Kafkasya Savaşları sebebiyle anavatanlarından ayrılmak zorunda kalan Çerkesler Osmanlı iskân politikasıyla şimdiki Balkan ülkeleri, Türkiye, Suriye, Ürdün ve İsrail’e yerleştirildiler. Çerkeslerin hafızasında en çok ilk kuşağın, ilk gelenlerin tecrübeleri vardır. Büyük çoğunluğu dönemin koşulları gereği kırsal bölgelere veya kent merkezlerine yakın vakıflara bağlı çiftliklere yerleştirildi. Çerkesler, şimdiki köylerini şekillendirene dek iklim ve hastalık baş sebepler olmak üzere çok fazla hareket etmek zorunda kaldıklarını anlatırlar. Anlatılarındaki kilit kelimeler bataklık, sazlık, sıtma ve sivrisinektir. Örneğin, sıtma salgını yüzünden ilk gelenlerin yüzde sekseni öldüğü, bu yüzden ikinci dalgada özellikle yüksek yerlerin seçildiği söylenir. Birkaç kez yer değiştirme ihtiyacı duymuş olsalar da hüsn-ü iskân koşullarında Çerkeslere hedef yerlerini seçme konusunda görece imkân verildiği hatırlanır. Yer seçme konusunda anavatanlarına benzer koşullar aradıkları; ormanlık, yayla, dağlık ve yeşillik olmasını tercih ettikleri görülür.

Osmanlı toprakları çöküş döneminde Balkanlar’dan, Kırım’dan ve Kafkasya’dan gelen göçlere mesken olmuştur. Osmanlı’nın göçmen kabul siyasetindeki nedensellik üzerine yazına üç görüşün hakim olduğunu gördüm. İlki Osmanlı İslâm ve insanlık namına muhacirleri kabul etmiştir.[1] İkincisi istememesine rağmen kabul etmek zorunda kalmıştır.[2] Sonuncusu ise, nüfusun artması için göçü kabul etmiştir.[3] Çelişmeyen ama birbirlerinden farklı bu üç görüş bir yana, Osmanlı’nın göçmenlerden bataklıkları kurutmak ve tarım arazilerini büyütmek, ordunun askerî gücünü karşılamak, sorunlu bölgelere tampon yapmak ve Müslüman nüfus hegemonyasını kurmak üzere faydalandığı açıktır. Sonuç olarak, Osmanlı idaresi göçmeni bir kazanç olarak görür ve göçmenleri son derece hürmet ile karşılar.

1850’lere değin daha küçük gruplar halinde akan göç, önceleri Osmanlı’da özel kurumlara ihtiyaç duyulmadan fermanlarla idare edildi ve çoğunlukla ilgili işler belediyelere bırakıldı. Fakat, artan sayılar İdare-i Muhacirin teşkilatı başta olmak üzere komitelerin kurulmasına neden oldu. İskân komisyonları yerel yönetimlerle çok yakından çalışmaya devam etti. İskân sırasında yürürlüğe giren kanunlarla göçmenlere toprak, yerleşene dek vergi ve askerlik muafiyetleri ile çeşitli sosyal yardımlar verildi. Toprakla ilgili göçmenlere tarım araçları ve hayvan verildi. Ama zamanla artan göçmen sayısı yeni gelenlere istedikleri ilk opsiyonu sunma konusunda sorun yaşatmaya başladı, yine de tamamen yerleşene dek barınak ve tahıl desteği, tarımsal arazi, tohum ve öküz verilmesi ile vergi ve askerî muafiyet hakları saklı kaldı. Bu anlamda Çerkes hafızasında iskâna dair sorun ve talepleriyle ilgilenen bir devlet olgusu vardır.

Çerkeslerin sözlü tarih anlatılarında köylerinde daha önce kimsenin olmadığı ve boş arazide yeni bir hayatı kurdukları anlatısı baskındır.[4] Çoğu “burası bizim köyümüz” der. Bu noktada, ilgili iskânın Çerkeslerin savaşçı ve göçmen kimlikleriyle vefa duyguları üzerinden tampon olarak yerleştirildiklerini bugün gördüğümüz Çerkes köylerinin tarihî haritasından okuyabiliyoruz.[5] Özellikle Amman’a kadar uzatılabilecek Samsun-Hatay aksı üzerinde dizili Çerkes köyleri ile Rum, Ermeni ve Avşar gibi “isyankâr” azınlıklarla komşu edilmişlerdir.[6] Ayrıca, Osmanlı’nın asker ihtiyacını karşıladıkları ve Kürt, Arap ve Balkan’daki “ayrılıkçı” topluluklara karşı bir güç olarak kullanıldıkları da dile getirilir.[7] Osmanlı’nın uyum konusunda sıklıkla zorlandığı topluluklara karşı Çerkeslerin yerleştirildiğine dair tezin reddi pek de mümkün görünmemektedir. Avşarların Çerkesleri bu dönemde tasviri kolektif hafızaya dahildir ve manidardır: “Benzi sarı, gözleri mavi. Yedikleri darı, giydikleri deri,. El-aman Padişahım, sür gitsin geri.”

İskânın sorunsuz gerçekleştiği, en büyük derdin aynı sülalelerin farklı bölgelere yerleştirilmesi, yani dağınık bir iskânın gerçekleştirildiği görülebilir. İdareciler uzun zaman iskânları problem kaynağı olarak görmediler, hatta bazı idareciler kendileri bağımsız çözüm üretmeyi denediler. Zamanla iskânların idaresi daha zorlaştı. İskânın daha iyi yürütülmesi için 10 maddeden oluşan İskân-ı Muhacirin Talimatnamesi’nde temelde yerleştirmelerin daimi olduğunun altı çizildi, yerel halktan uyum konusunda yardım talep edildi ve kırsal bölgelerdeki toprak sıkıntısı sebebiyle öncelikle meslekî becerileri yüksek olanların yerleştirileceği belirtildi. İkinci dalgada daha çok kent merkezlerine yerleştirildiği ve göçmen mahallerinin kır-kent dinamiğinde kurulduğu bilinir. İskânların finansal zorlukları devlet ile birlikte hayırseverler tarafından karşılanıyordu. Hayırseverlerin isimleri gazetelerde yayımlanıyordu. Bu dönemde en büyük katkı artan Çerkes dernek ve vakıflarının yeni gelenlere hem sosyal hem ekonomik desteğidir.

Çerkesler içinde din birlikteliği şiarı ve bazılarının ülkelerinden ayrılırken Hacca gittiklerine dair söylentiler vardır. Daha önce yerel özgürleşme hareketlerine karşı Balkanlar’a yerleştirilen, günümüzdeki Bulgaristan, Sırbistan, Makedonya ve kuzey Yunanistan, Çerkeslerin Rusların Hıristiyan kimliğiyle bağdaştırarak gösterdikleri saldırgan tutum ve davranışlar nedeniyle Avrupa ülkelerinden gelen baskılar neticesinde 1877-1878 Rus-Osmanlı Savaşı sonrası yeniden Anadolu’ya yerleştirilmesine karar verildi. Savaşçı mizaçlarından yararlanılan Çerkeslerin bazı olaylarda güvenlik tehdidi olduğu fark edilince daha büyük bir tehdide dönüşmesinden korkulmaya başladı. İlk başta silah taşımaları konusunda yasaklar getirilmesi denendi. Ardından İdare-i Muhacirin soylu Çerkes sülaleleri ile kölelerini birbirinden ayrı iskân etmeyi denedi. Bu minvalde, dağınık iskânının bir devlet politikası olarak amaçlandığı hafızalarda gizlidir.

1908’de otokratik yönetimden anayasal rejime geçişi önemseyen Jön Türk Hareketi etnik ve dinî kimliğinden bağımsız her Osmanlı vatandaşının eşit haklara sahip olması gayesiyle yola çıkar. Çerkesler bu sürecin ideolojik ve organizasyonel hazırlıklarında aktif rol alırlar.[8] Chochiev’e göre, bu dönemdeki Pan-Türkizm fikri Anadolu’daki Türkleri Orta Asya’dan ayıran olarak, Kafkasya coğrafyasını kendine mal ederek mümkün olabileceği üzerinden Çerkesleri Türk tasavvurunun içine almaya ikna etmeyi dener. Bu yüzdendir ki, hükümetin en önemli siyasi propagandalarından birine dönüşecek bu süreçte dinî ve milliyetçi birlik üzerinden böyle bir rol üstlenmelerine müsaade edilir. Çerkes kolektif hafızasında bu İslâm’a hizmet ve Türkiye’ye bağlılık olarak belirir. Ardından Türk Tarih tezi, güneş dil teorisi ve eğitim ile kuvvetlenen Türkleştirme politikaları gelir. Özellikle isimlerin Türkçeleşmesi ve Türkçe konuşma konusundaki baskılar artar.

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde, bir tarafıyla “kabule minnettarlık” diğer tarafıyla “yeni ev kurma arzusu” içindeki Çerkesler bilgi ve birikimleriyle yaşadıkları yeni ülkelerin bağımsızlık mücadelelerinde yer aldılar ve İmparatorluk coğrafyasında kurulan tüm yeni ulus-devletlerin kurucu unsurlarından oldular. Çerkesler yerleştikleri toplumlarda hem yeni vatanlarının temel taşlarından oldular hem de tarihî anavatanları, Kafkasya’daki terbiye, kültür ve alışkanlıklarını koruyarak Çerkes diasporik kimliğini inşa ettiler. Çerkesler, Türkiye’de Kürtlerden sonra sayıca en büyük ikinci Müslüman azınlıktır. Nicel büyüklüğünün yanında nitel anlamda da Türkiye tarihi ve sosyolojisi açısından önemli oldular. Resmî tarih içinde hem Türkleştirme hem de Ethem figürü üzerinden Türk’ün ötekisinin sosyal inşasında kullanıldılar. Milliyetçi söylemler arasındaki çekişmelerle, Türkiye’nin Çerkesleri Türk’ün yanında olmak, Türk olmak veya ortak din bileşenleriyle Türkiye’ye yüksek sadakat içinde oldular.

Çerkes kolektif hafızası perspektifinden Kafkasya Savaşı, Rus sömürgeciliğinin bir sonucu olarak Çarlık Rusyası’nın 1817 ile 1864 yılları arasında süren Kafkasya topraklarını Çerkeslerden temizlemek üzere yaptığı istilaydı. Rusların Kuzey Kafkasya’yı topraklarına katma arzusu ve bu uğurda etnik temizlik süreci Çerkeslerin anavatanlarından kopuşuna ve farklı yerlerde yeniden hayat kurmaya çabalamalarına yol açtı. Böylece “Çerkes diasporası” oluştu. 21 Mayıs 1864’te Rus Çarı II. Alexander savaşın bittiğini duyurduğunda resmî tarihlerin unuttuğu büyük bir insanlık dramı vardı ortada. Çerkesler için tarihin kara sayfasıydı. Uzun yıllar sürmesine rağmen, özel olarak 1864 yılı anavatandan zorunlu ayrılışın, yani Çerkes sürgünün ve soykırımının sembol yılı, 21 Mayıs günü ise sembol günü oldu.

Kimliklerine hep sahip çıkan Çerkesler her yıl 21 Mayıs’ta mütevazı anma biçimleriyle kendi tarihlerini hatırladılar. Ta ki, 2006 yılında “soykırım”ın gerçekleştiği en bariz yerlerden Soçi’nin Kış Olimpiyatları için fütursuzca aday gösterilmesine dek. Bu olay kolektif travmatik hafızanın canlanmasına yol açtı ve 21 Mayıs anma törenleri açısından da bir dönüm noktası oldu. Diasporanın kurulumundan beri güçlü olan Çerkes sivil toplumunda ve sosyal hareketlerine izi zamanla düştü. Protestolar, 2014’te tam da Çerkes sürgününün 150. yılında Soçi’de Kış Olimpiyatları’nın yapılmasını engelleyemese de Çerkes diasporik kimliğinde bir dinamizm yarattı. Hatta aynı yıl bu dinamizmle Çerkesler ilk kez bir siyasi parti deneyimi olarak Çoğulcu Demokrasi Partisi’ni kurdular. Son yıllarda büyüyen bu hareketlenme önceleri genç Çerkesler arasında yayıldı, ardından yaştan bağımsız tüm Çerkesleri içine almaya başladı.

Yaşadığımız korona günlerinde sosyal mesafelendirme içinde geçen bu yıl, 21 Mayıs 1864’ün 156. yılı. Mayıs ayı sayısını dijital olarak çıkaran Jineps: Çerkeslerin Özgür Sesi gazetesi tarihle “yüzleşmek özgürleştirir” manşetiyle çıktı ve halkları unutan tüm resmî tarihlerin farklı anlatılarıyla yüzleşmeye davet etti ve birliktelik yelpazesini genişletti.[9] Tarihle yüzleşmek için bu yılki anma için iki öneri geldi. Birinci öneri Türkiye tarihinin ilk iç sürgünü olan Çerkeslerin ikinci sürgün olarak gördükleri 1923 Mayıs ayında 14 Çerkes köyünün zorla boşaltılmasıyla gerçekleşen Gönen-Manyas Sürgünü deneyimini de hatırlamaları. İkincisi ise, 21 Mayıs anmaları için soykırımlara özel simgeleşen kendi dillerinden isimlendirme pratiğinden (Holocaust, Meds Yeghern, Seyfo, Tertele gibi) feyz alarak Çerkes dillerinden nesli tükenmiş diller arasına giren Ubıhça sözlüğünde geçen ve toplu katliam anlamına gelen “Tsitsekun” kelimesini kullanmayı seçtiler. Aynı zamanda, gençlerin önerisine kulak verdiğini belirten Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED) Twitter, Instagram gibi sosyal medya hesapları üzerinden profil isminin yanına #21May1864 ibaresini ekledi. Son yıllarda değişen 21 Mayıs anmaları bu yıl da özel bir atmosferde geçecek.


[1] Pul, A. 2013. “1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı Sonrası Beykoz’da Muhacirler İçin İskân Yeri Çalışmaları”, Tarih Okulu Dergisi (TOD)/Journal of History School (JOHS), 6 (15), s. 159-182.

[2] Kocacik, F., & Eser, M. 2010. “Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler (Sivas İli Örneği)”, Zeitschrift für die Welt der Türken/Journal of World of Turks, 2(1), s. 187-196.

[3] Karpat, K.H. 1985. Ottoman population, 1830-1914: demographic and social characteristics. Madison, Wis: University of Wisconsin Press.

[4] Sunata, U. 2015. “Diasporanın Sosyokültürel Hafızası Olarak Çerkes Köyü”, Sosyokültürel Yönleriyle Çerkes Toplumu, Kaf-dav Yayınları, Ankara. ISBN: 978-975-6255-99-5, s. 9-48.

[5] Sunata, a.g.e.

[6] Sunata, U. 2020 (Korona yüzünden pek yakında). Hafızam Çerkesçe: Çerkesler Çerkesliği Anlatıyor. İletişim, İstanbul.

[7] Kaya, A. 2005. “Circassian Diaspora in Turkey: Stereotypes, Prejudices and Ethnic Relations”, Representations of the Others in the Meditarrenean World and Their Impact on the Region içinde, Kuran-Burçoğlu & Miller (der.) ISIS Press, İstanbul, s. 217-240.

[8] Chochiev, G. 2007. “On the History of the North Caucasian Diaspora in Turkey”, Iran & the Caucasus, 11(2), 213-226.

[9] Jineps gazetesi. Mayıs 2020 Özel e-gazetesi için bkz. https://www.jinepsgazetesi.com/mayis-2020-sayisi-egazete-olarak-yayinda-14142.html