“Gölbaşı ilçesinde ŞEHİTLERİMİZİN MEZARININ OLDUĞU ALANA TERÖRİST CENAZESİNİN GÖMÜLMEK İSTENMESİ NEDENİ İLE FİZİKİ MÜDAHALEDE BULUNMAYAN SADECE SÖZSEL DAVRANIŞLARLA DOĞAL OLARAK TEPKİ VEREN MÜVEKKİLERİMİZ hakkında ...”[1] demiş, on beş sanığın en son vekalet verdikleri avukatları.
Terörist cenazesine karşı doğal tepkilerini dile getiren, müvekkillerinin cezalandırılmasının yanlış olduğunu, onlar hakkında bir an önce beraat kararı verilmesi gerektiğini anlatan kısa bir dilekçeyi, dava dosyasının istinaf incelemesini yapan bölge adliye mahkemesi ceza dairesine vermişler.
Bu ülkenin “terörist” dediği, sırf HDP’de siyaset yaptı/yapıyor diye, on yılları bulan cezaya mahkûm edilen kızının dönüşünü beklerken vefat eden Hatun Hanım’dan başkası değildi.
Ne rahat yazmış, ne rahat terörist demişti Aysel’in annesine, ilk tanışmada dahi merhametini ve sevgisini hissettiren bir kadına. Kızını en son, ağır ceza yargılaması duruşma salonunda tekerlekli sandalyesinde izleyen, kızı ile göz göze geldiği anda ise başka bir zaman dilimine geçen anneye. Öyle herhangi bir kelime gibi, bilinen, genel geçer bir gerçeği yazar gibi rahat.
E bu yargı değil miydi, HDP’li siyasetçileri terörist ilan eden, bir ömürlük cezalara mahkûm eden? Bu devlet değil miydi, tüm olanaklarını HDP’lileri gözaltına almak, tutuklatmak için kullanan? Aynı mesleği ifa etmek zorunda kaldığım kişi, dönemin ruhunu iyi analiz ederek kendince doğru bir strateji izlemiş. Dönem her biçim ırkçılığın açıkça ödüllendirildiği bir dönem iken, altı üstü bir cenazenin mahalle mezarlığına gömülmesine izin vermeyen hassas vatandaş neden ceza alsındı? Milli refleks, milli hassasiyetler hukuka uygunluk sebebi değil miydi! Bu mahkeme bu korkunç hatadan bir an önce dönmeliydi!
Müvekkilleri dahi cezadan kaçmak için “Biz terörist gömülüyor sandık, Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesi olduğunu sonradan öğrendik, burası Kürt toprağı değil demedik, Ermeni toprağı değil dedik,” demişlerdi. Kürt’e saldırılamadığında Ermeni’ye vurulurdu bilgisinin tarihsel bilincini ne güzel taşımışlardı.
Ömürleri acılar ve ağır şahitlikler altında geçen Ahmet Türk “Kırk elli yıldır bu memlekette siyaset yapıyorum. Bu kadar acı yaşadım, bu kadar acıya tanık oldum, ama böylesine ilk defa şahit oluyorum. Aklım, havsalam almıyor,” derken, Baydemir “Neredeyse tüm hayat hikâyemde faşist ve ırkçı saldırıların en iğrencine tanıklık ettim,” diyecekti.
Savcı iddianamede “... mezarlık içerisindeki cenaze yakınları içerisinde HDP milletvekillerini görüp çevredeki yoğun güvenlik önlemlerini de kendilerine göre değerlendirerek mezarlığa terörist cenazesi gömüldüğü hissine kapılarak cenaze yakınlarına hitaben ‘Burada terörist cenazesi istemiyoruz, burada şehit mezarı var.’ diye tepki göstermeye başladıkları” demişti. HDP milletvekillerini görünce bu his neden ve nasıl oluşuyor? Bunu açıklamamış tabii ki. Kimdir bu hissin yaratıcıları ki her an her yerde karşımıza şiddet ve ölüm kılığında çıkıyorlar?
Üst düzey kamu görevlilerinin de olay yerine gelerek grubu sakinleştirmeye çalıştıklarını not etmiş savcı. İddianame, âdeta her şeyin büyük bir nezaket, incelik ve hassasiyet içinde gerçekleştiğini ikna metni.
Faşizme nezaketle yaklaşanların görüntüsü, suç ortaklığının delili olacak kadar net olur kimi zaman. Cenazeyi gömen de, çıkaran da, devlet büyüklerinin tüm çabasına rağmen şehir dışına götüren de “alıngan” aile idi.
Sanıkların tutuklanacağını anlayan bir sanık avukatı sorgu aşamasında “Kolluk kuvveti orada hazır, siyasi irade gerekli tedbiri almış olsaydı orada olayların olması engellenirdi, kolluk kuvvetleri yeteri kadar önlem almış olsalardı olaylar engellenebilirdi,” demişti canhıraş. Kamuoyu tepkilerini soğutmak için alınan kısa süreli bir tutuklama kararı olduğunu, henüz hiçbirimizin bilmediği zamanda.
Bu ırkçı suçu işleyen linç girişiminde bulunan grubu engellemeyip “sakinleştirmeye” çalıştırdıkları iddia edilen üst ve alt düzey güvenlik güçleri hakkında yapılan suç duyuruları da aynı “hassasiyetten” olsa gerek sonuçsuz bırakıldı.
Güvenlik güçlerinin yüksek nezaket ve desteği ile sevgili Hatun Tuğluk’un cenazesinin gömüldüğü yerden çıkartılmasını sağlayan sanıklara; inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme ve hakaret suçlarından iki ila dört yıl arasında cezalar verildi. Bir sanığın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile karakolda çekilmiş başarı ve mutluluk pozu ise tutuksuz yargılanmasını sağladıysa da ceza almasına engel olamadı.
Mesele elbette ki savunma hakkının sınırlarını bir avukat dilekçesi üzerinden tartışmak değil. Mesele bu ülkedeki ırkçılığın zeminini iyi görmek, ırkçı reflekslerin demokratik reflekslere göre nasıl bu kadar hızlı ortaya çıktığını, nasıl bu kadar kolay içselleştirilip yaygınlaşabildiğini tartıştırmak. Bu ülkede örgütlü ve kurumsal ağlara sahip faşizmin karşısında demokratik güçlerin nasıl örgütlü bir mücadele yürütebileceklerini, nasıl güçlenebileceklerini tartıştırmak.
Ki bu soruların sorulduğu zeminlerin kendisinin bizatihi güçlü mücadele dinamiği barındırdığı gerçeği ile her dönem farklı biçimlerde yüz yüze kalıyoruz.
Linç girişimi sonrasında Ankara toprağından çıkartılıp Dersim topraklarına gömülen, Dersim halkına emanet edilen sevgili Hatun Tuğluk’un bedeni ne kadar incinmiştir bilemeyiz ama, bu korkunç, bu sınırsız düşmanlık karşısında, cezaevi hücresinde acılara gömülen sevgili Aysel Tuğluk’un hafızası olmak hepimizin boynunun borcudur artık.
[1] Dilekçede yer aldığı hali ile aynen alıntılanmıştır.