Sessizlik Sarmalı: 28 Ağustos 1952 İzmir Tütün Deposu Yangını

Gökberk[1], Bilge Karasu'nun İstanbul'u ve Walter Benjamin'in Berlin'i üzerinden ''hafıza kazısı'' yaparken, Walter Benjamin'in Pasajlar projesindeki flanör figürünün, topografik anlamda tanımlanan hatırlama paradigmasının en iyi örneklerden biri olduğunu yazar; geçmişi olduğu gibi yeniden inşa etmeyi hedefleyen tarihsel araştırmacının pozitivist yaklaşımının aksine, flanörün bilişsel yeteneği içgüdüseldir. Flanör, şehrin sokaklarında yürüyerek, mekâna özgü sezgisel bilgi edinir. Geçmiş, artık, eşzamanlılık olarak deneyimlenir ve uzak zamanlar ve yerler, içinde bulunulan manzaraya ve âna nüfuz eder. Hatırlamak, Benjamin’e göre arkeolojik bir kazı gibidir ve flanör, bu kazıyı şehrin topografyasında, duygusal algıya yakın bir biliş tarzıyla gerçekleştirir. Bir kentteki ''yok mekânları'' ve hikâyelerini keşfetmek, biraz da kentin içinde bir flanör/flanöz olmayı gerektiriyor. Çoğu kişinin hafızasından silinmiş, devlet kayıtlarında çoktan unutulmuş önemli hafıza mekânlarını, otlar ve çöplükler arasından yeniden gün yüzüne çıkarmak, o mekânların duvarları arasında sıkışıp kalan insan hikâyelerinin de yeniden hatırlanmasına vesile olabiliyor. Kendimizi flanör/flanöz olarak adlandırarak keşfetmeye çıktığımız mekân, 28 Ağustos 1952 yılındaki bir iş kazasının gerçekleştiği İzmir’deki bir tütün deposuydu. Bu mekânın izini sürmek ve kaybolan insan hikâyelerine ulaşmak için, şehrin kimi hafıza katmanlarını arkeolojik bir kazıya tabi tutmak gerekti.

''Şuursuz İşçi Kütlesi''

28 Ağustos 1952 tarihinde, F. Solari şirketinin Tekel'e kiraladığı ve tütün deposu olarak kullanılan İzmir, Dr. Hulisi Bey Caddesi'ndeki[2] binada bir yangın çıkar. Bu deponun yaklaşık 1.300 kadar, kadınlardan ve kız çocuklarından oluşan işçi nüfusu vardır. Yangın, fazla çalışmak neticesinde hararet yapan alt kattaki toz emme makinesi sebebiyle çıkar; gazetelerin yansıtmasıyla, bu yangın çok küçüktür ama kadın ve çocuk işçilerin paniği, yangına müdahale edilmesini imkânsız hale getirmiştir (30.8.1952, Demokrat İzmir). Erkek bir ustabaşının (ustabaşılar dışında hepsi kadın ve çocuktur) merdivenleri kapatıp çıkışı engellemesi sonucu, işçiler merdivenlere yığılmış, merdivenin duvarı çökmüş, çoğu işçi ezilmiş yahut kendini üçüncü katın penceresinden dışarı atmıştır. Belirlenebilen on dokuz ölü ve yüzlerce yaralıdır. Gazete haberlerine göre ölümlerden, ''şuursuz işçi kütlesi''ni teşkil eden kadın işçilerin korkusu, ''basiretsizliği'' sorumlu tutulur; ''soğukkanlı ve azimkâr birkaç kişinin ortaya çıkması ile engellenebilecek hadise, ölümlere yol açmıştır'' (29.8.1952, Son Posta). Olaydan ölen ve yaralanan işçiler sorumlu tutulduğu için, savcılık, daha başka suçlu bir taraf bulamaz. İzmir tütün işçileri sendikası, olayla ilgilenen F. Solari şirketine, valiye, emniyete teşekkürlerini iletir (30.8.1952, Yeni Asır). Ölüler, Kokluca mezarlığına, bando mızıka ile defnedilir ve dönemin belediye başkanı, mezar başında şunları söyler: ''Dinimiz, her işte bir hayır arar. Mübarek Kurban Bayramı arifesinde meydana gelen bu hazin vakayı da, İzmir'in başına gelebilecek bir hadiseyi önlemek için İzmir'in feda ettiği kurbanlar şeklinde kabul etmek doğru olur. Hepinize baş sağlığı dilerim'' (30.8.1952, Demokrat İzmir). Yaralıların kaldırıldığı Memleket Hastahanesi ve Sigorta Hastahanesi'ne ziyarette bulunan Tekel bakanı ve diğerleri, yaralılara kolonya, şekerleme ikram edip, İzmir Fuarı ziyaretine geçerler (4.9.1952, Yeni Asır).

İzmir Fuarı o yıl 20 Ağustos-20 Eylül arasında açılır. 29 Ağustos'ta kaza haberlerinin verildiği sayfalarda, fuarın halk üzerinde yarattığı heyecanın ve sevincin nasıl aktarıldığını görmek, bir suç ortaklığına tanık olmak bakımından önemlidir. Özellikle facia haberi ile aynı sayfayı paylaşan fuardaki Tekel pavyonu haberleri, incelemeye değer. Bu haberlerden birinde, Tekel pavyonunun ihtişamı konu edilir. Atatürk'ün bir rolyefinin bulunduğu süslemeli girişin sağ köşesinde, tütünün nasıl altın olduğunu temsil eden bir kabartma vardır. İçeride, muhtelif sigaraları gösteren pano ve sigara fabrikasına ait bir sigara makinesi çalışır. ''Sevimli'', ''uysal'', ''sempatik'' işçi kadınlar, bu sigaraları sarıp ikram etmektedirler. Gelen halk çok eğlenir. Pavyondaki biralardan, şaraplardan içmek isteseler de, bedava olmadığı için tercih etmezler (29.8.1952). Kazadan iki gün sonra İzmir'de 30 Ağustos kutlamaları da, bir balo eşliğinde gerçekleşir. Gazeteler, felaket haberi ile aynı sayfaya, ''Katmerli Bayramımız'' başlığını atarak, halkın nasıl da katmerli bir sevinç içinde olduğunu yazarlar (30, 8, 1952, Son Posta). Yine aynı gün, 30 Ağustos'ta, fuar alanında şantöz Nena Nezer halkı coşturur. En meşhur, iç gıcıklayan şarkısı dolar kulaklara: ''To gelekaki pou foreis''; kıyafetlerini çıkarıp muzip erkeği ile yatmak isteyen hınzır kadının anlatısı. Aynı günler, felaketin gerçekleştiği gün de dahil, fuarda akşamları Celal İnce çıkar sahneye ve hayli rağbet görür (yukarıdaki görsel, Gökhan Akçura'nın arşivinden). Celal İnce, tango ve alafranga müziği şarkıcısı ve bestecisidir. Fuar katılımcılarının rüyalarının belki de ete kemiğe bürünmüş halidir. Bengi, Celal İnce ile alakalı şöyle[3] yazar:

1960 tarihli Metin Erksan filmi 'Gecenin Ötesi', 50'li yıllarda Demokrat Parti iktidarınca çizilen ve 'Küçük Amerika', 'Her mahallede bir milyoner' gibi sloganlarla vücut bulan Türkiye profilini masaya yatırır. Filmde Metin Ersoy'un canlandırdığı Yüksel, bir an evvel kapağı Amerika'ya atmak isteyen, bu uğurda gemiye kaçak binmeyi veya soygun yapmayı göze alan rock'n roll tutkunu bir gençtir. Celal İnce, bir ölçüde Yüksel'i hatırlatır. 

1952 yılında, iş kazasından iki gün sonra, çarpışan arabalara binen fuar ahalisi

İzmir halkının, aynı zamanda Kurban Bayramı'na denk gelen o günlerde keyfi yerindedir, ''fuarda neşe içinde eğlenenler'' haberlerini süsleyen, çarpışan arabalarda coşan halkı neşreden görseller (3.9.1952), tütün deposu kazasında ölenlerin çoktan unutulduğunu anlatır bize. Kazadan birkaç gün sonra, Türkiye genelinde ''Yeni Adalet Yılı''nın törenle açıldığı duyurulur. Yargıtay Başkan Vekili İbrahim Ethem kürsüde bir konuşma yapar ve ''vatanseverlik, tarafsızlık, halka ve hakka hizmet duygularıyla meşbu olan adalet cihazının, Türk milletinin huzur ve saadetinin hakiki teminatı olduğunu'' kaydeder, Yargıtay'ın işyükünün nasıl da arttığını sayılarıyla verir (7.9.1952, Son Posta).  ''Yeni Adalet Yılı'nın kutlandığı gün İzmir'de de Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu genel kurul toplantısı gerçekleşir. Burada, ''Türk işçisinin demokratik gelişmesinin sağlandığı'' vurgulanır ve işçilerin ''iş verimliliğinin, Productiviteyi yükseltecek tedbirleri araştırmasında müşterek gayreti sarf etmeleri gerektiği'' ifade edilir  (7.9.1952,  Yeni Asır).

Bellek Çukuru

Kazanın gerçekleştiği günün ertesi, gazeteler, ölen işçi kadınların isimlerini, soyadlarını ve adres bilgilerini paylaştıkları için, bugün bu adreslerin takibini yapabilmek mümkün. Hayatını kaybeden işçi kadınların oturdukları evler, İzmir’in dezavantajlı bölgelerine tekabül ediyor. Bugün bu binaların çoğu ya depo olarak kullanılıyor ya da yıkılmış. Adreslerin yoğunluklu olarak bulunduğu Basmane bölgesindeki bir sokağa gerçekleştirdiğimiz ziyaretten ve bizimle anılarını paylaşan 1940 doğumlu terzi Reşat Yoğurtçu’dan da bahsetmek gerek.

Reşat Yoğurtçu (fotoğraf: Özgür Ceylan)

Yoğurtçu, Bodrum’dan İstanköy’e göç eden bir ailenin üyesi imiş ve İzmir’e taşındıklarında henüz çok küçükmüş. Aile mesleği terziliğe küçük yaşlarda başlamış. 1951’de İzmir’e göç etmişler. 1950’lerle alakalı neleri hatırladığını sorduğumuzda, bize kurduğu ilk cümle “Çok büyük bir kaza olmuştu, işçi kadınlar kendilerini pencerelerden atmıştı,” oldu. Bu ifade, bu olayın kent hafızasında ve insanların belleklerinde nasıl da yer ettiğinin bir göstergesi. O günü anlatmasını istediğimizde, yanıt olarak, İkiçeşmelik’ten Alsancak’taki terzi atölyesine yürüdüğünü, tütün deposu yangınının gerçekleştiği binanın çevresinde benzer depoların, hurdacıların, barakaların bulunduğunu ve kaldırımlarda elma sattıklarını, olay ânında orada olmadığını fakat gazetelerin yazdığını ve insanların bu olaydan çok etkilendiklerini, üzüldüklerini anlattı. Çok güzel Rumca konuşan Yoğurtçu, ardından kente dair farklı hikâyeler anlatmaya koyuldu…

1952 tütün deposunun bulunduğu yer, bugün (fotoğraf: Özgür Ceylan)

1952 yılında iş kazasının gerçekleştiği bina, bugün yerinde yok.[4] Belirtmek gerekir ki, Charles GOAD 1905 Sigorta Planı'na göre, 1922 İzmir Yangını'ndan önce de binanın bulunduğu yer ve çevresinde, tütün depoları varmış. Bu planda, kazanın gerçekleştiği binanın arazisinin, Eski Balık Pazarı Caddesi'nde yer aldığı görülüyor. Binanın bulunduğu mekânı kaplayan arazide, 1922 yangını öncesi mevcut olan binalar ve sokaklar şunlar: Cristofidis Tütün Deposu, Peştemalcıoğlu Ferhanesi, Zarzavatçı Sokak, Avramoğlu Tütün Deposu, Alex A. Norra Marangozluk ve Mobilya Deposu. Faklı etnik ve dinî kimliklerden insanların ticaretle uğraştığı bu mekânlar, İzmir yangınından sonra ortadan yok oluyor ve Cumhuriyet ile birlikte, özellikle Birinci Ulusal Mimari Akımı çerçevesinde, bölgeye yeni binalar, ticarethaneler inşa ediliyor. Milli ekonomi hedefi doğrultusunda Türk burjuvazisini kalkındırma amacı ile yola çıkılıyor. Yani aslında, 1952 tütün deposundaki iş kazasından önce, binanın bulunduğu mekânın hafızasını deşmek de, bize kent tarihi ile alakalı hatırlama/belleksizleştirme pratiklerine dair çok şey anlatacak.

Tütün deposundaki kazanın gerçekleştiği binanın yerine yeni bir depo binası inşa edilmiş ve o da 2000'lerde yıkılmış. Araziye, Zorlu Holding tarafından altmış katlı gökdelen ve bir park yapılması kararlaştırılmış. Orasının bir hafıza mekânı olarak korunması, elbette kimsenin aklına gelmedi. Gökdelen üzerine yürütülen tartışmalar, binanın uzunluğu bağlamından başka bir yere evirilmedi. Meslek örgütleri, böyle bir binanın inşa edilmesini ''kent suçu'' olarak nitelendirdiler. Peki, bu suçun, tarihsel ve mekânsal bağlamı olmadan ifade edilmesi, ne kadar etkili oldu? Elbette, olmadı. 1952 yılındaki iş kazasının gerçekleştiği tütün deposu, Alsancak'ta bulunan Tekel Fabrikası'na bağlıydı. Bugün bu fabrika, bir kültür sanat mekânı olarak tasarlanıyor ve bu mekânda, bahsi geçen hadiseye ve hadisenin geçtiği mekânın tarihine dair hiçbir anlatı bulunmayacak. Halbuki Alsancak Tekel Fabrikası, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Reji idaresine bağlı bir sigara fabrikasıydı ve o zaman da işçi kadınlara yönelik hak ihlalleri mevcuttu. Nacar’ın yaptığı çalışmadan[5] öğrendiğimiz üzere, İzmir sigara fabrikası, 1921 yılında kadın işçilere hazırladıkları her yüz paket için iki kuruş ödüyordur ve fabrikanın bir ziyaretçisine göre bu işçiler, azami ölçüde gayret sarf etmelerine rağmen günde yalnızca yüz kuruş kazanabiliyorlardır ki aynı yıllarda İzmir'de yirmi altı temel gıda maddesinden oluşan bir sepet 1.234 kuruşa doluyordur. Günümüze değin gelen, işçilere yönelik hak ihlallerini kentin hafızası üzerinden okumak, bu ihlalleri, tekrar gerçekleşmemeleri için kentte halka hatırlatmak özellikle yerel yönetimlerin temel sorumluluğu iken, belleksizleştirmeye dönük politik kararların alınması ve halkın bu kararlara riayet etmeleri, politik kültürün ayrılmaz parçası haline gelen sessizlik sarmalının bir göstergesi. İşçi haklarının ihlali açısından dünya genelinde ilk onda yer alan Türkiye'de, sendikaların çoğu kez işverenlerle kurdukları ''samimi'' diyalog, bu sessizlik sarmalında önemli bir noktayı teşkil ediyor.

Sessizlik Sarmalı

Neumann’a göre[6],  insanlar, çevrelerinden izole olmaktan korkarlar ve popüler, saygın olmak isterler. Yalnız kalmamak, kabullenilmek için çevrelerini sürekli yakından gözlemlerler ve hangi görüş ve davranış biçimlerinin yaygın olduğunu, popüler olduğunu bulmaya çalışırlar. Toplum içinde buna göre davranır ve kendilerini ifade ederler. Toplumun kabul etmeyeceği davranışları göstermekten ve söz söylemekten çekinirler, sessizleşirler. Kendi fikirlerinin önemini yitirdiğini fark eden kişiler, görüşlerini ifade ederken daha ürkek bir tutum benimseme eğilimine girerler. Sonuçta bu sessizlik hali, diğer bireyleri de ele geçirir ve bir sarmal halini alır. Bu sosyal-psikolojik mekanizmayı tanımlamak için "sessizlik sarmalı" ifadesine başvurur Noelle-Neumann. Taylor’a göre[7], Noelle-Neumann'ın bu tanımlamasında dört değişken yer alır: "kişinin bir konu hakkındaki görüşü, kişinin hâkim kamuoyu algısı, kişinin kamuoyunun gelecekteki olası gidişatına ilişkin değerlendirmesi ve kişinin görüşünü eylem, sözlü ifadeler veya diğer bağlılık işaretleri ile destekleme isteği." Sessizlik sarmalı, Clemente ve Roulet’in ifadeleriyle[8], kurumsallaşmadan, kamusal olana dair demokratik kurumlarda söz söylemekten ve eyleme geçmekten çekilme anlamına da gelir. Türkiye'nin siyasi tarihi göz önüne alındığında, insanların, kamusal eylem alanının kısıtlandığı, söz söyleme hürriyetlerinin baskılandığı ortamlarda çoğunlukla büründükleri sessizliğin, bir sarmal haline gelip kuşakları etkisi altına aldığından, tanıklıkların ifade edilmesi ve hak arama mecralarının ilk elden sansürlenegeldiğinden bahsetmek mümkün. İktidar koltuğunu bürokrasinin güç dağılımı neticesinde doğrudan yahut dolaylı olarak paylaşanların suç ortaklığı neticesinde donandıkları bu sarmal, makbul olanı iktidar için faydalı diye tanımlar, halkın çoğu zaman istekle alıp omuzlarına doladığı ölüm çelenkleri haline gelir, Türkiye'de olduğu gibi. Bu durum, Mahçupyan'ın belirttiği üzere[9], Türkiye'de devlet düzeyinde söz konusu olan söylemlerin yerelde farklı anlam ve içeriklerle kullanıma sokularak iktidar alanı oluşturabilmesi ve kamusal alana ilişkin taleplerin yönetimin keyfiliğine müracaatla çözümlenmesi geleneğinin sıradanlaşarak siyasetin bir parçası haline gelmesi ile alakalıdır.

Bu sessizlik sarmalına örnek teşkil eden, tarihimizden mühim bir olay, yukarıda ele aldığımız 28 Ağustos 1952 yılında İzmir’deki tütün deposunda çıkan yangındır. Sessizlik sarmalının, “halk imgesi”ni de belirlediğinden bahsedilebilir ki halk imgesi, her kentte, kişilerin bireysel imgelerinin bir araya gelmesiyle oluşur. Bugün unutulan bu yangını ve mekânı yeniden hatırlamak, belleğin politik inşası sonucu oluşan bireydeki ve kentteki bellek çukurlarını yeniden ortaya çıkarmak ve geçmiş ile bugün arasında süregelen hak ihlallerinin hesabını sormak açısından önemli. 1952 yılında, dönemin iktidarı Demokrat Parti, ''yeter söz milletindir'' şiarı ile ortaya çıkan fakat Türk burjuvazisini kalkındırmak için politikalar üretip, işçi haklarını önemsemeyen bir iktidardır. Bu yangının ve beraberinde meydana gelenlerin, işçi haklarının nasıl ihlal edildiğine ve halkın, sendikaların, bürokrasiyi teşkil eden güç odaklarının nasıl sessizleştiklerine ve aynı zamanda eğlenebildiklerine örnek oluşturması, günümüze değin gelen hafızasız bir kent tarihi yazımındaki suç ortaklığını göstermesi açısından önemlidir.


[1] Gökberk, Ülker (2022). Hafıza Kazısı: Bilge Karasu'nun İstanbul'u Walter Benjamin'in Berlin'i, çev. Kübra Kelebekoğlu, Metis Yayınları, s. 37.

[2] Günümüzde Şehit Fethi Bey Caddesi.

[3] Bengi, Derya (2022). 50'li Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük ''Şimdiki Zaman Beledir'', YKY Yayınları, 2. Baskı, s. 62.

[4] Binanın yerini saptamamıza yardımcı olan İzmir Büyükşehir Belediyesi çalışanı arkeolog Çağdaş Çıldır'a teşekkür ederiz.

[5] Nacar, Can (2022). Osmanlı İmparatorluğu'nda Emek ve İktidar: Tütün İşçileri, İşyeri Yöneticileri ve Devlet, 1872-1912, Koç Üniversitesi Yayınları, s. 79.

[6] Noelle-Neumann, Elisabeth (1977). “Turbulences in the Climate of Opinion: Methodological Applications of the Spiral of Silence Theory”, The Public Opinion Quarterly, Vol. 41, No. 2, s. 143-158.

[7] Taylor, D. Garth (1982). "Pluralistic ignorance and the spiral of silence", Public Opinion Quarterly, 46: 311-335.

[8] Clemente, Marco ve J. Roulet, Thomas (2015). “Public Opinion as a Source Of Deinstitutıonalization: A ‘Spiral of Silence’ Approach”, The Academy of Management Review, Vol. 40, No. 1, s. 96-114.

[9] Mahçupyan, Etyen (2022) ''Osmanlı'dan Bugüne Parçalı Kamusal Alanda 'Toplum' Meselesi'', Dönemler ve Zihniyetler, Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce, Cilt 9, İletişim Yayınları, s. 273.