Hak mücadelesini, insanlığın varoluşuyla başlatabiliriz herhalde; biteceği gün de olmayacak.
Kimi anlar, bu mücadeledeki kişisel tarihinize dönüp bakıyorsunuz. Korona kapatmalarının da etkisiyle, muhakkak.
İnce şeyleri durup düşünmeye zamanımızın olmadığı bu çağda, ölüm gelen hatırlama ve hatırlatma anları…
2000’li yılların başı.
Ankara Sıhhiye İlkiz Sokak 18 numara: Çağdaş Hukukçular Derneği…
Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra “nasıl para kazanırız”a dair hiçbir fikrimiz yoktu ama “nerede, nasıl hak mücadelesine devam ederiz?” sorusunun yanıtıydı İlkiz Sokak’taki bina.
Faili belli cinayetler, işkence ve kötü muamele vakalarında protesto dışında elimizde çare yokken avukatlık kimliğinin de kısmen işe yarar bir şey olduğunu emniyet koridorlarında, savcılıklarda, duruşma salonlarında koştururken anladık. Kavgasını büyütme adına bu kimliği reddedenlerden olamadık.
Çağdaş Hukukçular Derneği İşkence İzleme Komisyonu’nda, işkence ve kötü muamele iddialı başvuruları alan az sayıda avukattık.
Başvurucularımızın bir kısmı muhalif çevreden idiyse bir kısmı da derneğin iki bina yanındaki kahvehanede, bizimle aynı mesaiyi yapan polislerin yönlendirdiği-gönderdiği başvuruculardı.
Onların “deli” diyerek başımıza musallat/bela ettiklerini düşündükleri başvuruculardan birisi de Mehmet’ti.
Bizim için Memet olan Mehmet ile öykümüz böyle başladı.
Memet üzüm karası çocuk gözlerini iri iri açarak, polisin kendisini nasıl dövdüğünü anlattığında, diğer avukat arkadaşımla birbirimizin gözlerinin içine baktık. Bu başvuru da kahvehaneden gelmişti!
“Neden” dövdüler seni, diye sormadık asla. Kim yaptı, nasıl oldu, diye sorduk. Soruşturma işlemleri için zorunlu olmadığı sürece, bir işkence mağduruna “Neden” diye sorduğunuz anda devletin o kocaman “AMA SUÇLU! AMA TERÖRİST! AMA GÜVENLİK!“ söyleminin yakınına düşme ihtimaliniz çok yüksekti.
Memet Mamak’ta büyümüştü. En çok hakaretler ağırına gitmişti.
Başvuru üzerine, işkence yapan polisler hakkında kötü muameleden soruşturma başladı. Memet sonraki görüşmede, polislerin şikâyetinden vazgeçme karşılığında kendisine para verdiğini, sağa sola savrulmasını durduramadığı el kol hareketleriyle anlatmıştı.
Kimi zaman başvurucular başvurularını geri çekmekle kalmıyor, hakkımızda polise iftira attığımıza dair haksız beyanlarda da bulunuyorlardı. Bu işin cilvesi deyip savcılık koridorlarında, kimi zaman kendimizle ilgili işlemler için de dolaşıyorduk.
Yine o anlardan biri derken, Memet iri bedeniyle tezat oluşturan çocukça gülümsemesi ile “ben şikâyetten vazgeçmiycem ki” dediğinde bizde de aynı çocuk gülümsemesi belirdi. Memet’in kendisini döven polislerden çocukça intikamı idi bu. Ne kadar aldı bilmiyoruz, sormadık ama Memet polislerin verdiği parayı almış, yine de şikâyetinden vazgeçmemişti.
Memet’in bu küçük intikamı ona daha fazla dayak, daha fazla acı olarak geri döndü. Ama bu seferki dayağa hiç içerlememişti.
Yargılanan polislerin edindikleri alışkanlıkla, mahkeme duruşma salonu önünde, bizlere de sundukları rüşvet teklifini anlamamızla kahkahayı basmamız arasında epey bir zaman geçmesi gerekti.
Yıllar süren ceza davasının sonunda ertelemeli de olsa bir ceza çıktı. Bizler uzun süredir ilk defa kötü muameleden de olsa bir ceza çıkmış olmasına sevinirken, bu Memet’in anlayacağı bir şey değildi. O kadar acı çekmişti. Bu polisler neden tutuklanmamıştı? Neden cezaları ertelenmişti?
Haklıydı Memet.
Ceza alan polislere tazminat davası açtık. Mahkeme polislerin tazminat ödemesine karar verdi. Yıllar sonra bir ilin emniyet müdür yardımcısı ofisi arayıp, telaşlı bir sesle çıkan tazminatı ödemek istediğinde, işkence sicilinin terfileri nasıl kolaylaştırdığını da anlamış olduk. Kimbilir başka kimlere yaptıklarıyla altı yılda büyük terfiler almıştı. Yargılanırken hiç telaş etmeyen, tazminat ödemek için aradığında oldukça sinirli ve telaşlıydı. Bir sıkımlık canı olan, mahallenin delisi Memet, düzenini nasıl bozardı onun!
Daha sonraki davalarda işkencecilere doğrudan açılan tazminat davaları 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu gereği ilgili kuruma yöneltilmesi gerektiği gerekçesiyle reddedildi. 2002 yılında ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce verilen kararlar sonucunda devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu düzenlemesi getirilmiş, rücu işlemi de kurumun inisiyatifine bırakılmıştı. En namlı işkencecilerin devletin en itibarlı kişileri haline geldiği bir düzende kurumlar o inisiyatifi kullanmadı elbet.
Memet, kafasındaki dünya ile aramızda yaşamaya çalışırken tabii ki çok iş geldi başına. Her başına gelen işte yanıma koşmasından, düzensizliğinden, çocuk aklından, sürekli kandırılmasından yorulup, kızıp görüşmeyi kestiğim iki yılında sonunda bir gün elinde kocaman bir evrak çantası ile çıkageldi yine. Memet üzüm karası çocuk gözlerine inanırdı ve haklı da çıkardı. Dinlemeye başladım.
“Artık her şeyi düzenledim. Senin dediğin gibi yaptım, evraklarım kaybolmayacak, evraklarımı hep bu çantada taşıycam,” deyip çantayı açmaya girişti. Açamayınca, çantanın kilit anahtarını çantanın içinde bıraktığını fark etti. Büyük bir panik ve mahcubiyetle aynı hızla ofisten çıktı -ama dönüşü gerçekten muhteşem oldu!
Tekstil işçisi bir kadınla el ele, bu sefer gururlu ve mutlu bir gülümseme ile geldi ofise. Hesabı yapılmayan, kaygısız bir aşkın bıraktığı hava ruhumdan ve ofisten uzun süre çıkmadı. Yan yanalarken ikisini, hiç elleri ayrı görmedim.
İşçi sınıfı ile evlilik kolay değildi tabii! Memet ve eşi ile, 1 Mayıs alanlarında karşılaşmaya başladık.
Memet, hangi bayrak verildi ise onu taşıdı, yeter ki kırmızı olsun! Hiçbir kırmızının hatrı kalmasın!
Memet, oğlunu tanıştırdığında “Arkadaşım benim,” dedi. Tekstil işçisi kadın, Memet’e, onunla aynı dili konuşan bir arkadaş doğurmuştu.
Memet, kötülüğü bilmiyordu ama haksızlığın ne olduğunu öğrenmişti. Devletten, onu bu hayatta en çok sevmiş olan yaşlı annesi öldükten sonra kalan ailesinden, patronlarından…
Memet’le yirmi yıllık öykümüz elbet bu kadar kısa değil. Ama 3 Nisan 2020 tarihinde bitti bu öykü. Kalbiyle yaşadığı bu dünyayı ilk terk eden de kalbi oldu. İlk defa sokağa çıkamadığımız bu 1 Mayıs’ta, Memet’i hatırladım ve hâlâ unutamadım. Aklından önce kalbi çalışanlara meczup/deli denen toprakların insanıyız.