2019 yılının sonlarında Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıkan Covid-19 salgını sadece birkaç ay içinde dünyanın neredeyse tüm ülkelerine yayıldı. Birçok hükümet, sınırlarını her türden giriş çıkışa kapatıp, sınırları içinde işyerleri ve okulların kapatılması gibi kapsamlı karantina uygulamalarının da dahil olduğu, insanların günlük yaşamlarını önemli oranda kısıtlayan bir dizi politikayla pandemiye yanıt verdi. Pandeminin, halk sağlığını tehdit eden bir insanlık trajedisi olmasının ötesinde, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyanın karşı karşıya olduğu en ciddi ekonomik krizi tetiklediği yaygın olarak kabul ediliyor. Zaten ciddi sosyoekonomik eşitsizliklerin yaşandığı günümüz dünyasında, pandemi, eğitim-öğretim, ücretler, istihdam ve sağlıktaki eşitsizlikleri daha da derinleştirerek nüfusun tüm kesimlerini etkiledi ve önümüzdeki yıllarda da etkilemeye devam edecek.
Son dönemlerde yapılan araştırmalar, virüsün ekonomik ve sağlıkla ilgili olumsuz etkilerinin yoksul insanlar üzerinde daha çok hissedildiğini göstermiştir.[1] Özellikle savunmasız durumdaki sosyal grupların üyeleri salgından en çok etkilenenler arasında. Bunların başında da mülteciler, göçmenler veya yerinden edilmiş kişiler geliyor. Kayıtdışı ekonomide çalışan, yasal ikamet hakkı olmayan, sosyal koruma ve kaliteli sağlık hizmetlerine ancak sınırlı bir şekilde erişen mülteciler, Covid-19’un ekonomik etkilerine karşı özellikle savunmasızdır. Bu nedenle düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşayan milyonlarca mülteci (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne göre, dünyadaki mültecilerin %84’üne gelişmekte olan ülkeler ev sahipliği yapıyor), bu süreçte ev sahibi nüfusların karşılaştığından farklı zorluklarla da karşı karşıya kalmıştır.[2] Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), mültecilerin %70'inin çalışma hakkının kısıtlı olduğu veya hiç olmadığı ülkelerde yaşadığını tahmin ediyor.[3] Yanı sıra, çoğu mülteci kayıtdışı ekonomide ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) pandemiden “yüksek düzeyde etkilendiğini” kabul ettiği konaklama ve gıda hizmetleri, imalat ve perakende sektörlerinde çalışıyor. Pandemiden önce de birçok ülkede mülteciler ve ev sahibi nüfusun istihdam oranlarında zaten açık bir fark vardı. Fakat bu fark pandemi sürecinde iyice büyüdü. ILO, çoğu yerinden edilmiş kişi ve mültecilerin bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde, kayıtdışı çalışanların kazançlarında pandemi ile bağlantılı olarak %82’ye varan bir düşüş tahmin ediyor. Örneğin, Norveç Mülteci Konseyi'nin (NRC) sekiz ülkede çatışma ve yerinden edilmeden etkilenen 1.400 kişiyle yaptığı ankete göre, yerinden edilen dört kişiden üçü, mart ayından bu yana gelirlerini kaybettiğini söylemiştir. Benzer şekilde, Kenya'da pandeminin etkisine ilişkin yakın tarihli Dünya Bankası Raporu verileri, ev sahibi topluluktaki çalışma çağındaki her on vatandaştan beşinin aktif olarak çalıştığına işaret ederken, bu oranın çalışma çağındaki mülteciler arasında onda bir olduğunu gösteriyor.[4] Dolayısıyla Covid-19’un, mülteciler arasında yaygın bir geçim kaynağı kaybına ve yoksulluğa yol açtığı ortada.
Günümüzün en büyük mülteci grubunu oluşturan Suriyeliler için de hayat şimdi her zamankinden daha zor.[5] Çatışmanın 2011’de başlamasından bu yana, 5,5 milyondan fazla insan komşu ülkelere sığınmak için Suriye'den ayrılmak zorunda kaldı ve bugün Suriye’nin savaş öncesi nüfusunun yarıdan fazlası yerinden edilmiş durumda. Salgının yıkıcı etkisi ve artan yoksullukla birlikte, ülkelerinden kaçmak zorunda kalan Suriyelilerin durumunun her geçen gün daha da kötüye gittiği söylenebilir. Pandemiden önce, bu nüfus zaten çeşitli ekonomik, hukuki ve fiilî engellerle karşı karşıyaydı. Ortaya çıkan yeni veriler, pandeminin mevcut eşitsizlikleri artırdığını ve zaten toplumun kıyılarında yaşayanları, belirli bir ülkenin vatandaşlarının doğal olarak sahip olduğu kabul edilen hak ve fırsatlardan daha da uzaklaştırdığını gösteriyor. Murat Erdoğan’ın Suriyeliler Barometresi Araştırması’na[6] göre, pandemi öncesinde Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin çalışma oranı %38 iken, bugün bu oran %29’a düşmüş. Yani bu araştırmaya göre, çalışan Suriyelilerin neredeyse dörtte biri işini kaybetmiş görünüyor. Yanı sıra Türkiye’de yaşayan pek çok Suriyelinin geçiminin Suudi Arabistan, Almanya ve Rusya gibi dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan akrabalarının finansal desteğine bağlı olduğu biliniyor ve salgının tüm dünyayı etkilemesi mültecilerin akraba kaynaklı finansal desteğinin de azalmış olma ihtimalini güçlendiriyor. Buna bir de insani yardım kuruluşlarının sağladığı desteğe erişimin zorlaşması eklenince, durumun daha da kötüye gideceği öngörülebilir.
Covid-19 salgınının, mültecilerin yoksulluğu ve işsizliği meselesini daha da şiddetlendirmesine karşın, pandeminin başladığı tarihten bu yana geçen bir buçuk yıllık sürede pandeminin güvenli bir yerde olma isteği ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle göç etmek zorunda kalan milyonlarca insanın üzerindeki etkisi, yeterince ilgi gören bir konu olmadı. Türkiye’de de mülteciler pandemi öncesinde gündemin başlıca konuları arasındayken, pandemi sırasında neredeyse tamamen gündem dışı kaldı. Özellikle Suriyelilerin pandemi sürecinde yaşadığı zorluklar ve pandemi ile nasıl başa çıktıkları gibi meselelerin üzerinde pek durulmadı. Varlıklarının neredeyse unutulduğu bir buçuk yıllık bir aradan sonra, Suriyeliler geçen aylarda ilk kez Türkiye gündemine tekrar taşındı. Ama pandemi sürecinde varlıkları neredeyse unutulan ya da görmezden gelinen Suriyelilerin bu son gündeme gelişi, pandeminin Suriyeli mülteciler üzerindeki genel veya spesifik etkileri ya da kayıtlı olmayan Suriyelilerin aşıya erişiminin nasıl sağlanacağı üzerinden değil, büyük oranda yaklaşan seçimlerle ilgiliydi. Bu süreçte görmezden gelinmek her ne kadar mülteciler için rahatsızlık verici olsa da bu kadar uzun bir aradan sonra gündeme getiriliş şekilleri, mültecileri, görünürlüğün mü yoksa görünmezliğin mi daha iyi olduğuna dair bir ikileme sürükleyecek türdendi. Geçtiğimiz haftalarda Kemal Kılıçdaroğlu CHP Grup Toplantısı kapsamında yaptığı konuşma sırasında Suriyeliler meselesine değindi. Gaziantep’e yaptığı ziyaretten bahseden Kılıçdaroğlu, Gaziantep’te Suriyelilerle ilgili özellikle artan kiralar ve Suriyelilerin ucuz işgücü sağladıkları konusunda bir sürü şikâyet olduğunu ve iktidar olmaları durumunda Suriyelilerin evlerine geri gönderileceğini ifade ettiği konuşmasında ayrıca şunları söyledi:
Allah’ın izni, milletin izni ile iktidar olduğumuz zaman ilk yapacağımız iş Suriyelileri, Suriye'ye kardeşçe göndermek olacaktır. Irkçılık yapmıyorum, onların evlerini, köprülerini, yollarını, hastanelerini hepsini yapacağız. Avrupa Birliği finanse edecek. Davulla zurnayla ülkelerine gönderip, bütün Orta Doğu'da barışı sağlayacağız. Herkes bir yere not yazsın, görecekler bunu.[7]
Peki, Kılıçdaroğlu Suriyelileri “davulla zurnayla ülkelerine göndereceğiz” derken, davulların kimin için çalacağını kastetmiş olabilir? Başka bir deyişle davulla uğurlama kimin mutluluğunu temsil ediyor burada? Suriyelilerin ülkelerine dönerken yaşadıkları sevinci mi yoksa Türkiyelilerin Suriyelilerin geri dönüşsüz olarak menşe ülkelerine gitmelerinden duydukları mutluluğu mu? Türkiyelilerin Suriyelilerin gitmesinden duyduğu mutluluğu diyenler olabileceği gibi iki tarafın mutluluğunu da temsil ediyor diyenler de olacaktır. Öte yandan, bu şekilde bir uğurlamanın Suriyelilerin ülkelerine geri dönmekten mutlu olacakları kabulü ile yakından ilişkili olduğu tespit edilmelidir. Nitekim 1990’lardan itibaren gönüllü geri dönüşün, mülteciler için en uygun ve sorunsuz kalıcı çözüm olarak görülmesi, mültecilerin sürgünde geçirdikleri birkaç veya daha fazla yılın ardından “ev”e dönmeye istekli oldukları varsayımına dayanır.
BMMYK tarafından mülteciler için uygun görülen üç kalıcı çözüm vardır: üçüncü bir ülkede yeniden yerleşim, ilk sığınma ülkesinde yerel entegrasyon ve menşe ülkeye gönüllü geri dönüş. Fakat ilk sığınma ülkeleri genellikle entegrasyon konusunda isteksiz oldukları için ve dünya çapında yeniden yerleşimi kabul eden ülkeler tarafından belirlenen kotalar çok sınırlı olduğundan, gönüllü geri dönüş, son yıllarda mültecilerin çoğu için temel kalıcı çözüm haline gelmiştir. Gönüllü geri dönüş, genellikle menşe ülkenin geri dönüş için “güvenli” olduğu kabul edilir edilmez uygulanır. Fakat “güvenlik” ile ne kastedildiği belirsizdir ve bunu sığınmacı devletler kendi çıkarları doğrultusunda yorumlama eğilimindedir. Çoğu zaman menşe ülkenin güvenliği ile kastedilen, çatışmaların bitmesidir. Türkiye’de de karar vericiler çatışmanın sona ermesini, Suriyelilerin geri dönmesi için yeterli koşul olarak görmektedir. Fakat “uzun süreli mülteci durumları”nda, çatışmanın etkisinin azalmasının veya tam olarak bitmesinin mültecilerin geri dönüşleri için tek başına yeterli olmadığı görülmüştür.[8] Uzun süreli mülteci durumları (Protracted Refugee Situations), BMMYK tarafından “bir ev sahibi ülkede aynı milletten gelen 25.000 ya da daha fazla mültecinin, beş yıl veya daha uzun bir süre boyunca sürgünde bulunduğu durum” olarak tanımlanmıştır. Günümüzde mültecilerin %78’i uzun süreli mülteci durumundadır.
Uzun süreli sürgün durumlarında ve içinde bulunulan koşulların etkisiyle mültecilerin geri dönüş isteği azalabildiği gibi geri dönüş önündeki engeller de karmaşıklaşır. Menşe ülkedeki çatışmalar tamamen sona ermiş olsa bile geçim kaynaklarına, toprağa, istihdam ve eğitim olanaklarına erişim sorunu uzun yıllar devam edebilir ve sürgünde geçirilen sürede ev sahibi ülke ile geliştirilen yeni bağlar geri dönüş isteğini azaltan bir etki yaratabilir. Yanı sıra nasıl ki mülteciler sürgündeyken yeni bir kültüre, topluma ve ortama uyum sağlama konusunda güçlük yaşıyorsa, benzer şekilde uzun süreli sürgünlerinden sonra mültecilerin kendi toplumlarıyla yeniden bütünleşmeleri de sanıldığı gibi kolay olmayabilir. Bununla birlikte her mültecinin sürgün deneyimi farklıdır. Dolayısıyla geri dönüşü hiçbir koşulda istemeyen mülteciler olabileceği gibi sürgünde ne kadar uzun süre geçirirse geçirsin mümkün olur olmaz menşe ülkesine dönmek isteyenler de olacaktır.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, menşe ülkeye geri dönüşün, mülteciler için en uygun ve istenilen çözüm olduğu şeklindeki algının gerçek deneyimler söz konusu olduğunda pek de sağlam temellere dayanmadığı kolaylıkla görülür.[9] Buna rağmen, mültecilerin menşe ülkelerine dönmek istediklerine dair kabul oldukça yaygındır. Türkiye’nin önde gelen siyasileri de hem pandemi öncesinde hem de bu yakınlarda verdikleri demeçlerde örtülü olarak bu kabule dayanıyorlar.
Mülteciler de zaten ülkelerine dönmek istiyor
Farklı görüşten pek çok kişinin üzerinde uzlaştığı çözüm, Suriyelilerin ülkelerine bir şekilde geri gönderilmesidir. Geri dönüşü öncelikli çözüm olarak sunan siyasilerin yoksulluk, işsizlik, düşen gelirler ve niteliksiz kamu hizmetleri gibi sorunlardan mültecileri sorumlu tutan popülist söylemleri, seçmenlerin korkularını siyasi kazanca çevirmenin bir yöntemi gibi. Mesela ana muhalefet partisi şimdiye kadar ne Suriyeli mültecilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi (mülteci statüsünün tanınması, eğitime ve sağlığa erişim, eşit işe eşit ücret, vb.) konusunda bir çaba sarf etti, ne de “sınır ötesi operasyonlara” karşı tutarlı bir tavır sergileyebildi. Buna karşın gerçekçi bir çözüm olmaktan en uzak seçeneği, yani mültecileri ülkelerine geri göndermeyi seçim vaatlerinin ilk sırasına yerleştirdi. Çünkü yerel toplumun mülteciler konusundaki artan rahatsızlığını politik kazanca çevirmenin en kestirme yolunun bu tarz popülist söylemlerden geçtiğini çok iyi biliyorlar. Dahası muhalefet partileri (İYİ Parti, CHP) mültecilerin büyük çoğunluğunun Türkiye’de artık kalıcı olduğunun farkında olmalarına rağmen, iktidar olmaları durumunda, mültecileri “iki yıl” gibi kısa bir sürede geri göndereceklerine dair temelsiz vaatlerde bulunmaktan da çekinmiyorlar. Gerçeklikten uzak bu tür vaatler, bir mülteci politikası olmaktansa, muhalefetin bu konudaki politikasızlığının bir göstergesidir. Dolayısıyla herhangi bir mülteci politikası olmadan bu derece büyük kapsamdaki bir mülteci göçüne açık kapı politikası uygulayan AKP’nin yol açtığı bu çıkmaz ve çözümsüzlük, diğer partiler tarafından daha da derinleştiriliyor.
Suriye Savaşı ile ilgili hesaplarının hiçbiri gerçekleşmeyen ve Suriyelilerin kalışının uzamasıyla yerel toplumda Suriyelilere karşı yükselen rahatsızlığa kayıtsız kalamayan hükümet ise 2019 yılında Suriyelilerle ilgili söylemini önemli oranda değiştirdi. Nisan 2011'den bu yana çatışmadan kaçan Suriyeli sivillere karşı koşulsuz bir “açık kapı politikası” izleyen ve mültecilere 2014 yılında “geçici koruma” statüsü tanıyarak kalış süreleri ile ilgili hiçbir sınırlama getirmeyen hükümet, 2019 yılından itibaren Suriyelilerin Türkiye’de “geçici” olduklarını vurgulamaya başladı. Mültecilerin çoğunun yakın zamanda Suriye'ye dönme olasılığı olmadığını bilen AKP, yerel seçimlerde halkın desteğini kazanmak için geri dönüş söylemini sıklıkla tekrarladı. 2018’de Afrin'deki operasyona benzer şekilde, Ekim 2019’da gerçekleştirilen Barış Pınarı Harekâtı da Türkiye’deki Suriyelilerin gönderileceği güvenli bölgeler yaratma ihtiyacı ile gerekçelendirildi ve halkın bu operasyona desteğini artıran bir etki yarattı.
Görüldüğü üzere, mülteci meselesi iktidarından muhalefetine insan hakları temelli bir yaklaşımla ele alınmak yerine, siyasal manipülasyon aracı olarak kullanılıyor. İktidar mültecileri, dış politikada siyasal baskı aracı olarak kullanırken, muhalefet de Suriyeliler meselesini iktidara tıpkı iktidarın kendisi gibi popülistçe yüklenmenin ucuz bir yoluna dönüştürüyor. Daha da kötüsü, muhalefetin bu tutumu, eleştirilerin, Türkiye’nin uzun bir süredir içine sürüklendiği ekonomik ve sosyal krizlerin başlıca sorumlusu olan iktidara yönelmesini engelleyen ve Suriyelileri bütün bu iç sorunların paratonerine dönüştüren ideolojik bir işlev görüyor.
Dahası, Suriyeliler için en uygun çözüm olarak sunulan geri dönüş, mültecilerin de zaten geri dönmeyi istedikleri ve ancak kendi menşe ülkelerinde yaşarlarsa mutlu olabilecekleri varsayımıyla her iki tarafı da mutlu edecek bir çözümmüş gibi sunuluyor. Mesela Meral Akşener, herkesin ancak kendi vatanında mutlu olacağı düşüncesinden yola çıkıp geri dönüşü mülteciler için en uygun çözüm olarak sunuyor: “Herkesin kendi vatanında mutlu olduğuna inanıyoruz. Bu gerçekten yola çıkarak, hem geçici koruma altındaki Suriyeli misafirlerimizin mutluluğu hem de vatandaşlarımıza mutlu, huzurlu ve müreffeh gelecek sunmak için geri dönüş sürecinin acilen başlatılması gerekiyor.”[10] Benzer bir çıkış noktasını paylaşan Kemal Kılıçdaroğlu, iktidar oldukları takdirde savaştan kaçarak Türkiye'ye sığınan Suriyelileri geri göndereceklerini söylediği konuşmasında, sözlerine “Kusura bakmayın. Her insan doğduğu toprakta, kendi ülkesinde mutlu olur” şeklinde devam ediyor.[11]
Kılıçdaroğlu ve Akşener ile benzer bir yaklaşımdan yola çıkan R. T. Erdoğan da Suriyelilerin kendilerinin de zaten geri dönmek istedikleri varsayımından hareket ediyor: “Afrin olayını çözeceğiz, İdlib’i aynı şekilde çözeceğiz. Mülteci kardeşlerimiz tekrar kendi topraklarına evlerine dönsün istiyoruz. 3,5 milyonu herhalde burada ilanihaye saklayacak halimiz yok. Onlar da zaten kendi topraklarına dönmek istiyor.”[12]
Bu türden açıklamalar, ülkesinden zorunlu bir şekilde ayrılmak zorunda kalan bir kişinin bir zaman sonra ülkesine geri dönmeyi istemesinin doğal ve kuşku götürmez bir gerçeklik olarak algılanması ile ilişkilidir. Bu doğallaştırılmış algı da sonuçta, menşe ülkeye geri dönüşün mülteciler için en uygun çözüm olduğuna dair tespitin yerleşmesine yol açıyor. Bu şekilde bir önkabul, dayanaksız bir varsayımdan öte, aslında bir tür niyet okumasıdır. Diğer bir ifadeyle, devlet makamlarının öznel algılarını mülteci deneyimlerinin yerine koymaktır.[13] Devlet merkezli yaklaşımlarda, mültecilerin seslerine kulak vermek yerine, sadece birtakım önkabullerden yola çıkılır. Böyle olunca da geri dönüş, yalnızca devletlerin inisiyatifindeki keyfî bir meseleye dönüşür.
Oysa, yapılması gereken öncelikli şeylerden biri, mültecilerin seslerine kulak vermektir. Meselenin asıl öznelerinin düşüncelerini dikkate almadan gerçekleşen her türlü geri dönüş gönülsüz olacaktır. Bu nedenle geri dönüş çözümü uygulanmadan önce mültecilerin temsilcilerinin de katıldığı bir müzakere süreci başlatılmalıdır. Ancak bu şekilde mülteciler için geri dönüş önündeki engeller tespit edilebilir ve bu konuda atılması gereken adımlar belirlenebilir. Yanı sıra, geri dönüşün gönüllülüğü ancak mültecilerin bireysel seçimi sonrası alınmış kararlara dayanıyorsa sağlanabilir. Bunun tersine, Türkiye’deki karar vericiler geri dönüşü sürdürülebilir kılmak için çözümler üretmek yerine, sığınma ülkesinde, mülteciler için birtakım itici faktörün devreye sokulması taraftarıdır. Mültecilere resmî çalışma izni verilmemesi, ne kadar uzun süre kalırlarsa kalsınlar vatandaşlık kazanamamaları, gelir getirici fırsatların engellenmesi[14], bu itici faktörler arasındadır. Bu tarz itici faktörlerin uygulamaya sokulması konusunda benzersiz bir girişimde bulunan kişi ise, yabancıların Bolu’dan gitmesi için su faturaları ve katı atık vergilerine on kat zam yapacağını geçtiğimiz Temmuz (2021) ayında açıklayan CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’dır.[15] Bu tür ırkçı girişimler, bir yandan yerel toplumun ekonomik ve siyasal sistemle ilgili tüm öfkesini mülteciler üzerine yönlendirirken, diğer yandan mültecileri, menşe ülkelerindeki koşulların düzelmesini beklemeden geri dönmeye zorlayabilir. Halbuki, itici faktörlerin neden olduğu geri dönüşler sürdürülebilir olmayacağı gibi bu hazırlıksız ve zorlanmış geri dönüşlerle mülteciler ikinci kez yerlerinden edileceklerdir. Ve ideolojik döngü tamamlanacak, mültecilerin gönülsüz olarak geri dönüş kararı almalarına neden olan tüm bu itici faktörler, işe yaradıkları için, bir zaman sonra meşru ve haklı görülecektir.
Covid-19 pandemisi, ekonomik durgunluğu ve işsizliği derinleştirirken, Suriyeli mültecileri ev sahibi nüfusa kıyasla eşitsiz etkileyip yaşamlarını daha da savunmasız kılıyor. Yerli işçilerin daralan ekonomide yaşadıkları istihdam sıkıntısı kolayca yabancı düşmanlığına dönüşüyor. Suriyelilerin ülkelerine geri dönüşünün gerekliliğini, yerel topluluğun onlarla ilgili rahatsızlıkları (düşen gelirler, işsizliğin ve ev kiralarının artması vb.) üzerinden gerekçelendiren siyasiler ise, dolaylı olarak, yerel topluluktaki bu yabancı düşmanlığını körüklemekle kalmayıp, tıpkı geçtiğimiz haftalarda Ankara’nın Altındağ ilçesinde Suriyelileri hedef alan ırkçı ve linççi saldırılarda olduğu gibi, onu kuvveden fiile çıkaracak mazeret zeminini hazırlıyor. Ülke gündeminde seçim tartışmaları başlamış ve önde gelen siyasetçiler ve siyasal partiler, ülkenin temel sorunlarını popülist bir manevrayla mülteci meselesine bağlamışken, mültecilerle ilgili bu söylem biçiminin yakın zamanda değişeceğini söylemek zor. Tam da bu yüzden, seçmenlerin gelecek tahayyüllerine hitap etmektense onların kaygı ve korkularını kullanarak sandıkta kısa vadeli siyasi kazanç elde etmeyi amaçlayanları, yerel topluluk ve mülteciler arasında yaşanacak olası ırkçı şiddet olaylarından ve mültecilerin günah keçilerine dönüştürülmelerinden birinci derecede sorumlu tutmak bir görev.
[1] Bkz. “Livelihoods, food and futures: COVID-19 and the displaced”, UNCHR, https://storymaps.arcgis.com/stories/4b999f79628644df84ccb7c10a9edd9e
[2] Bkz. “COVID-19 poses a major threat to the life and welfare of refugees in Uganda”, https://www.unhcr.org/uk/news/press/2021/6/60cb0dc14/covid-19-poses-major-threat-life-welfare-refugees-uganda-60cb0dc14.html; “Coronavirus outbreak”, UNCHR, https://www.unhcr.org/coronavirus-covid-19.html
[3] “Livelihoods and Economic Inclusion”, UNCHR, https://www.unhcr.org/livelihoods.html.
[4] “Livelihoods, food and futures: COVID-19 and the displaced”, UNCHR, https://storymaps.arcgis.com/stories/4b999f79628644df84ccb7c10a9edd9e
[5] 2019 yılında tamamladığım, Suriyeli mültecilerin geri dönüşü üzerine doktora tezim, mültecilerle yıllara yayılan birebir derinlemesine görüşmelere dayanıyor. Bu makalede yer alan bazı bilgiler doktora tez çalışmam sırasındaki görüşmelere ve mültecilerden bazılarıyla hâlâ devam eden temaslarıma dayanıyor: Zeynep Y. Yücel, ‘‘Ulus-Devlet, Mültecilik ve Menşe Ülkeye Geri Dönüş: Türkiye’de Yaşayan Suriyeli Mülteciler’’, Yayımlanmamış Doktora Tezi, http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/ET001514.pdf
[6] “Corona Salgını Sürecinde Suriyeli Mülteciler”, Amerika’nın Sesi, https://www.amerikaninsesi.com/a/corona-salgini-surecinde-suriyeli-multeciler/5877661.html
[7] “Kemal Kılıçdaroğlu: İktidar olursak Suriyelileri göndereceğiz”, Ensonhaber, https://www.ensonhaber.com/gundem/kemal-kilicdaroglu-iktidar-olursak-suriyelileri-gonderecegiz
[8] Bkz. Laura Hammond, “Examining the Discourse of Repatriation: Towards a More Proactive Theory of Return Migration”, Richard Black and Khaled Koser (ed.), The End of the Refugee Cycle? Refugee Repatriation & Reconstruction, Berghahn Books, New York, Oxford; Zeynep Y. Yücel, “Ulus-Devlet, Mültecilik ve Menşe Ülkeye Geri Dönüş: Türkiye’de Yaşayan Suriyeli Mülteciler”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/ET001514.pdf
[9] Bkz. John R. Rogge, “Repatriation of Refugees: A not so Simple ‘Optimum’ Solution”, Allen, T. & Morsink, H. (ed.), When Refugees Go Home, United Nations Research Institute for Social Development (UNRISD), Cenevre,1994.
[10] “Akşener’den ‘Suriyeli’ açıklaması: Geri dönüş sürecinin acilen başlatılması gerek!”, Sözcü, https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/aksenerden-suriyeli-aciklamasi-geri-donus-surecinin-acilen-baslatilmasi-gerek-5513132
[11]“Kılıçdaroğlu'ndan Suriyelileri gönderme vaadi”, Sabah, https://www.sabah.com.tr/gundem/2015/04/23/kilicdaroglundan-suriyelileri-gonderme-vaadi
[12] “Erdoğan: Afrin olayını çözeceğiz İdlib'i aynı şekilde çözeceğiz”, T24, https://t24.com.tr/haber/erdogan-afrin-olayini-cozecegiz-idlibi-ayni-sekilde-cozecegiz-1,555012
[13] Costas Douzinas ve Ronnie Warrington, “A Well-Founded Fear of Justice: Law and Ethics in Postmodernity”, Jerry Leonard (ed.), Legal Studies as Cultural Studies, State University of New York Press, New York, 1995, s. 209.
[14] “Akşener: Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmeyeceğini açıklayın”, T24, https://t24.com.tr/haber/aksener-suriyeli-multecilere-vatandaslik-verilmeyecegini-aciklayin,752458
[15] "Yabancı uyrukluların su ve katı atık faturalarına 10 kat zam yapacağız”, T24, https://t24.com.tr/haber/yabanci-uyruklulara-10-kat-zam-yapacagiz-diyen-bolu-belediye-baskani-tanju-ozcan-dan-yeni-aciklama,968370