Fatih’in Portresi ve Kimi Diğer Meseleler

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Christie's tarafından açık artırma ile satışa sunulan yağlıboya resmi, 770 bin sterline (yaklaşık 6,5 milyon lira) satın alması ile başlayan ilginç süreç üzerine, gözden kaçtığına inandığım bazı meseleleri kısaca dile getirmek istiyorum.

Ekrem İmamoğlu, 25 Haziran’da Twitter üzerinden son derece dikkatli yazılmış bir gönderi paylaştı: Bu paylaşımda üç hat vardı: a) Bu eser değerlidir (“Fatih Sultan Mehmet Han”, “günümüze kadar gelebilmiş üç orijinal portresinden biri”, “15. Yüzyılda”); b) Bu değer için bizim tarafımızdan çaba sarf edilmiştir (“Londra'da açık artırma ile satılan”, “İBB olarak satın aldık”); c) Teknik bir hata yapılmamaktadır (İtalyan ressam Gentile Bellini’nin atölyesindençıktığı tahmin edilen).

Belagat unsurlarından neredeyse tamamen arındırılmış gözüken bu “teknik” tümceye iliştirilmiş resmin görseli etki unsurunu arttıracak bir kar topu fırlattı ve olasıdır ki İmamoğlu’nun popülist beklentilerini de karşılayacak şekilde gündemi belirler hale geldi. Böylesi bir popülizmin nerede konumlandırılması gerektiği oldukça tartışmalı ancak bu metnin konusu değil.[1] Burada daha ziyade yaratılmak istenen etkinin kendini nasıl gerçekleştirdiğine kısaca odaklanacağım. Ardından benzer etkilerin başka zamanlarda da çeşitli şekillerde üretilebilmesi için yöntem önereceğim ve son olarak bu yazı vesilesiyle hem kültürel miras yönetimindeki aksaklıkları hem güncel sanat ortamındaki kimi sorunları bağlamla ilişkisini koruyarak dillendireceğim.

Teknik bir hatadan metinde kaçınılırken gösterilen dikkat kimi önemli detayların “teferruat” olarak haber kanallarının daimî telaşı içinde gözden çıkarılacağını da hesaplamış, en azından bir beklenti olarak göz önünde bulundurmuş olmalı. Nitekim ilk vazgeçilen Bellini ile 15. yüzyıl arasına sıkıştırılmış “atölye” sözcüğü oldu. Örneğin "İtalyan ressam Gentile Bellini tarafından yapılan" ifadesini Deutsche Welle Türkçe’de (25 Haziran 2020) okumak mümkün, gerisini siz düşünün.[2] Müzayede şirketi tarafından “Young Dignitary” olarak tariflenmiş Fatih’in yanındaki gencin kimliği üzerine başlayan tartışma da resmin (bu durumda İBB aracılığıyla İmamoğlu’nun) gündemde kalmasına imkân sağladı. (Kendisi bunu berdevam kılmak için daha sonra Orhan Veli’nin mezarını gündeme getirdi.) Son olarak, çok sayıda yorumcunun uzun zamandır dile getirdiği gibi gündem belirlemede etkisiz olan ve çoğunlukla reaksiyoner bir pozisyon alan iktidar, kendinden bekleneni gerçekleştirdi (ya da belki muhalefet bu pozisyonu kullanmayı nihayet öğrendi): İktidar, kontrol altındaki medya aracılığıyla; a) resmi değersizleştirme çabasıyla teknik detayları öne çıkarırken onu tekrar ve tekrar gündeme alarak, b) elden çıkarılan parayı vurgulayıp kendi gereksiz harcamalarını da anımsatarak, c) Milli Saraylar’ın bünyesindeki Fatih portrelerinden düzenlenecek (olası) sergiyi amatörce gündeme taşıyıp bunların restorasyon süreçlerindeki gecikme ve hataları ayrıca konuşulur kılarak İBB’ye resim için aktarılan paranın hakkını (ve belki de daha fazlasını) vermek için elinden geleni yaptı.

Bu vaka sanat tarihsel açıdan belli bir öneme sahip bir eserin yaratabileceği güncel politik imkânları göstermesi açısından oldukça ilgi çekici. Ama buradan popülist siyaseti bir kenara bırakarak kısmî fakat yine de anlamlı sonuçlar elde edilebilmesi için konu ile ilgili asgarî ve geçişsel taleplerin üretilmesi gerekiyor. (Bu üretim, toplumsal muhalefetin ortak çıkarları için birçok başlıkta yeniden ve yeniden çeşitli şekillerde sürdürülebilir bir taktik olarak benimsenmeli, yoksa sadece sanat tarihi nesnelerinde değil.) Burada talepler iki yönlü olarak sloganlaştırılmalı. İlki iktidara dönük olarak: a) Alandaki güncel hataların kamuya gösterilmesi, b) Şikâyetin olabilecek en net şekilde dile getirilmesi, c) Çözüme ilişkin doğru hareketin iktidardan talep edilmesi.

İkincisi –özellikle belediyeler üzerinden– muhalefete dönük olarak… Belediyeler üzerinden muhalefete iletilen taleplerin toplumsal meşruiyeti açık olmasına karşın, onun politik çıkarlarına da seslenmesi olumlu cinsten bir pragmatik tutum olarak vurgulanmalı. Zira bu taktiğin işe yarayabilmesi için belediyelerin talebi yerine getir(ebil)mesi ve ondan iktidar olmaya yaklaşarak fayda sağlaması gerekiyor. Bu bir piston hareketi olarak düşünülebilir, daha doğrusu talepler mekanik olarak triger kayışı ile ilişkilendirilebilir: Bir hareket başlatmaya çalışıyoruz, bir motoru çalıştırmaya, devridaim pompasının ihtiyacı olan dönme hareketini elde etmeye ve aslında onu kendi devrinin dışında zorlamaya… İktidarın toplum ile belediyeler arasındaki etkileşime –bu resim örneğinde görüldüğü gibi– yetişme çabası mevcut konjonktürde onu bütünüyle “bozmaya” yetebilir. Muhalefet, birçok şeyin yanı sıra ritim ve zamanlama problemidir. Belediyeler üzerinden kısmî iktidar olan resmî muhalefetin toplumsal basınçla bir dinamizme kavuşması, iktidarı son derece zorlayacak bir alternatif yaratacaktır. Tuhaf zamanlardan geçtiğimize göre, “eksantrik” bu örnek ve tutum okuru şaşırtmasın; unutmayalım ki trig(g)er, tetik sözcüğün İngilizcesidir ve zamanlama onun esas görevleri arasında yer alır. (Toplumsal muhalefetin resmî muhalefeti aşması ise ne yazık ki gündemde değil.)

Bu noktada kültürel miras yönetimindeki birkaç aksaklığı (sayısı çok olsa da burada gündemle ilişkili olarak sadece birkaçını) hem de güncel sanat ortamına dair aciliyeti olan sektörel (ve kültürel) iki talebi dillendirerek bu kısa yazıyı sonlandırmak istiyorum.

  • Dolmabahçe Sarayı Dış Hizmetler Sorumlusu Metin Güllü, Mart (2020) başında, "Koronavirüs sonrasında dezenfeksiyon işlemlerini ayda bir yapmaya başladık. Bugün Dolmabahçe Sarayı’nın metal salonundan başladık. Bu koronavirüsü için gerekli önlemleri için dezenfeksiyon ilacımızı kullanmaya başladık. Yüzde 100 yerli bir yapımdır. İnsan sağlığına, hamilelere, çocuklara hiçbir zararı yoktur. Hiçbir objeye de zararı yoktur. Sağlık Bakanlığı’ndan onayı mevcuttur. Bu çalışmamız 6 kişiyle devam ediyor. Eskiden 6 ayda, bir senede yaptığımız ilaçlamayı şimdi ayda bir yapıyoruz. Bundan sonra ana kapımızdan başlamak üzere, harem bölümüne kadar bu ilaçlamayı devam ettireceğiz" şeklinde konuşmuştu.[3] “Hiçbir objeye de zararı yoktur,” ifadesinin bilimsel dayanağı nedir? İlaçlamanın kimyasal bileşenleri ile obje türlerinin hepsi ayrı ayrı teste tabi tutulmuş mudur? Periyottaki değişimin objeler üzerindeki etkisi ayrıca sınanmış mıdır? Bu veriler kamuya açık bir şekilde paylaşılıyor mu?

 

  • Belediyelerin koridorlarında, makam odalarında, depolarında –kimi değerli, kimi değil– çok sayıda sanat eseri bulunuyor. Bunların başta kondisyonları olmak üzere, bir bütün olarak takibi yapılmıyor. Çevrimiçi bir veritabanı hazırlanması ve bu eserlerin başta ilgili araştırmacılar olmak üzere kamunun erişimine sunulması gerekmez mi? (Bu talep aynı zamanda Milli Saraylar, Cumhurbaşkanlığı ve ilgili diğer birimler üzerinden iktidara dönük olarak da dile getirilmelidir.)

 

  • Pandemi döneminde sanatçıların ve sanat ortamı bileşenlerinin çektikleri zorluklar göz önüne alındığında belediyeler ve iktidar çok sayıda yeni eser alımı gerçekleştirse iyi olmaz mı? (Bu alımlarda ilgili uzmanlar sanat danışmanı olarak istihdam edilmelidir.)

 

  • Yine bu konu ile ilgili olarak, belediyelerin sanat tarihçisi ve sanat yöneticisi istihdamında artışa gitmesi gerekiyor. Ayrıca iktidar liselerde sanat ve mimarlık tarihi dersini tüm alanlar için zorunlu kılmalı ve sanat tarihi bilincinin kültürün yapılanmasında asli bir unsur olduğunu kabul ederek sanat tarihçisi-öğretmenler için kadro açmalıdır.

[1] İletişim Yayınları’nın popülizm temalı kitapları bu tarz konuları değerlendirmek için iyi bir başlangıç olabilir; sırayla: Jan-Werner Müller (2019). Popülizm Nedir? (çev. Onur Yıldız), Federico Finchelstein (2019). Faşizmden Popülizme (çev. Ali Karatay), Chantal Mouffe (2019). Sol Popülizm (çev. Aybars Yanık), İstanbul: İletişim Yayınları.

[2] “İBB Fatih Sultan Mehmet'in portresini satın aldı”, Deutsche Welle Türkçe, 25 Haziran 2020, https://p.dw.com/p/3eKoI

[3] "Saraylarda 'Koronavirüs' önlemi: Dolmabahçe ilaçlandı", T24, 10 Mart 2020, https://bit.ly/2VzOoYh