Pandemi sebebiyle uzun süre uzak kaldığım konserlere dönüşü 2021 sonbaharında bir Bülent Ortaçgil konseriyle yaptığımda, Elli Buçuk albümünü müjdeleyen “Elli” şarkısını sahnede ilk kez dinlemek güzel bir sürpriz olmuştu. Neredeyse bir yıl sonra yine aynı yerde, ODTÜ Vişnelik Çim Amfi’de gerçekleşen 50. yıl özel konserinde bu kez eski bir şarkıyı Ortaçgil’den dinlemek keyifli bir sürprizdi. Gündoğarken’den Redd’e dek bu özel konserde onunla birlikte sahne alan “oyun arkadaşları” birçok Ortaçgil bestesini farklı formlarda yorumlarken, Çekirdek Sanat Evi yıllarından Gece Yalanları albümüne taşınan “Nereye Sokağı”nı Ortaçgil’den canlı dinleme şansını yakalamıştık.
Konserin hemen ardından, o güne dek gidilen Ortaçgil konserlerinde bu şarkının dinlenip dinlenmediği arkadaşlar arasında istişare edilirken, bu durumun bizler açısından keyifli bir sürpriz olduğu sonucuna vardık. “Nereye Sokağı” bizleri sadece sahnedeki Gece Yalanları versiyonuyla 2000’lerin başına değil, ayrıca kimi zaman kuytu köşelerde kimi zaman da büyük sahnelerde yeşeren çekirdeklerin Fikret Kızılok ve Bülent Ortaçgil ortaklığında ekildiği 80’li yıllara da götürmüştü. Bir başka deyişle o arkadaşlarımın da, benim de yaşamadığımız ama dönem içerisinde atılan her alternatif kültürel adımın, özellikle hızlı bir şekilde kökleşen neoliberal politikaların sınırlarını piyasa lehine çizdiği “özgürlük” alanlarına hapsolmadan atılanların ne kadar değerli olduğunu birebir deneyimlemiş gibi hissettiğimiz 80’li yıllar Türkiye’sine.
12 Eylül’le birlikte toplumsal çelişkileri çok daha fazla derinleştiren temel politikaların beş-on yılda bir yeni ambalajlarla pazarlandığı, oylandığı, alkışlandığı ve birçok değerli dinamiği sönümlemeye devam ettiği bir süreci kesintisiz bir şekilde yaşadığımızı düşünürsek, 80’li yıllarda Çekirdek Sanat Evi’nin (ÇSE) özel bir şeyler ifade ettiğini bugünden anlamanın çok da zor olmadığı ortada. Geriye kalan; orada gerçekleştirilen dinletileri bugüne taşıyan kaset kayıtlarında müzikal alana yansıyan felsefi bir ortak nokta yakalamak, bundan dolayı heyecan duymak ve bilgilerin peşine düşmek… Beni konuya dair bir sözlü tarih çalışmasına dönüşen yüksek lisans tezimi[1] yazmaya yönelten de bu üçüydü. ÇSE deneyiminin özgünlüğünü tanımlama çabasıyla birlikte bu mekânın sadece kasetlere dönüşen dinleti/resitallerle sınırlı kalmayan, çocuklara yönelik eğitim çalışmalarından farklı sanat dallarından üretimlerin sergilenmesine dek genişleyen bir kültürel odak olduğunu, bir yaşam tarzı-kültürü sunduğunu anlamış oldum.
Şarkı yazarlığı, alternatif müzik: Çekirdek Sanat Evi
Çekirdek Sanat Evi, darbe sonrası her alanda olduğu gibi sosyo-kültürel yaşamda da büyük bir baskının hissedildiği 80’li yıllarda, müziği odağına alan ve özgün olanın peşinden koşan bir kültürel girişimdi. 1983 yılı sonbaharında Fikret Kızılok’un, eşi Şeyda Kızılok’la birlikte, İstanbul’un Kadıköy ilçesi Çatalçeşme semtinde bir apartmanın yarı bodrum katında kurduğu bu mekân, alternatif birçok müzisyenin yanı sıra resim, fotoğraf gibi farklı disiplinlerden sanatçıların bir araya gelip alternatif sanatsal yaklaşımlarını paylaşmalarını sağladı.
Kamil Batur'un arşivinden
60’ların ikinci yarısından 70’li yılların ortasına kadar Anadolu Pop’un ve dolayısıyla Türkiye’deki genel müzik atmosferinin içinde bir yıldız olarak yaşayan, ancak bu süreci aynı şekilde devam ettirmek yerine Nâzım Hikmet şiirlerini deneysel bir şekilde bestelediği Not Defterimden albümüyle birlikte ana akımın dışına çıkan Kızılok, ara verdiği müziğe geri döndüğünde de “yıldız”lığın peşinden gitmemiş, daha çok şarkı yazarlığı yönünü ön plana çıkaran özgün işlere odaklanmıştı. Bunun ilk meyvesi olan Zaman Zaman albümüne imza attığı yıllarda kurduğu Çekirdek Sanat Evi sadece o tarza odaklı olmasa da şarkı yazarlığı öne çıkan isimlere sahne alma, yaklaşımlarını geliştirerek paylaşma olanağı vermişti. Avrupa Rönesans müziğiyle Klasik Türk Müziği’ni buluşturan Mutlu Torun–İhsan Özgen, Nueva Cancion etkisiyle farklı işlere imza atan Yeni Türkü, perdesiz gitarındaki arayışların kategorileri aşan gücüyle Erkan Oğur; bunların hepsi ÇSE’deki alternatif müzikal bütünü yansıtıyor. Kızılok’un ÇSE’ye dair söylediği sözler, bu durumun bir tesadüf olmadığını da gösteriyor:
Bugün sizin de bir çalışmanız varsa, burası kayıtsız şartsız emrinizdedir. Ben doğuma inanmışım bu işte. Bugüne dek Çekirdek’te başkalarının üretimini seslendiren biri olmadı. Hep üretenler, suyun kaynakları geldi. Onun için başarıya ulaşmasından çok, kendi içindeki başarısı önemliydi ve onu başardık. Bugün artık bu konuma uyan arkadaşlar doğrudan bizi buluyor, biz de onları buluyoruz.[2]
80’lerde kültürel alanda derinleşen boşluğu böylesine alternatif bir şekilde doldurmaya çalışan Kızılok’un yolunun Ortaçgil’le kesişmesi ise şaşırılmayacak bir şey aslında. Çünkü Ortaçgil, o dönem Kızılok için de “suyun kaynakları”ndan birisi. Bu su ise hiç durmadan, özgün olanı üretmek için ana akımdan ve piyasacı bakıştan uzak durmayı başaran bir sanatsal yaklaşıma karşılık geliyor.
Fikret zamanında çok ünlenmiş, toplumda büyük kabul görmüş, tirajı olmuş, satış yapmış, turneler yapmış, öyle bir geçmişe sahip. Bana da ÇSE kurulduktan sonra bir dinleti yapmamı önerdi. “Rüzgara Söylenen Şarkılar”; Yaz Baltacıgil, Erkan Oğur ve ben, o dinletiyi yaptık. Popüler müzik dünyasındaki yerimiz son derece kısıtlıydı, o nedenle müzikle ilgili bir cemiyete katılıyormuşuz gibi bir duyguyla gittik biz. Dinleti sonrası Fikret’le ahbaplığımız ilerledi. Zaten evlerimiz de çok yakındı, o Feneryolu’nda oturuyordu, ben Caddebostan’da oturuyordum, ÇSE de Suadiye’de, böyle bir hat üzerindeydik (Bülent Ortaçgil ile yapılan tez görüşmesi, 9 Şubat 2019) .
Kızılok ve Ortaçgil 70’li yıllarda müzikal yolculuklarında farklı duraklarda soluklanmış olsalar da arayışlarındaki ortaklık, 80’li yılların imkân daraltan koşullarında daha güçlü bir temas kurmalarını kolaylaştırıyor. O ortaklıksa Türkiye’nin sosyo-kültürel koşulları içerisinde “anlam arayışı”nı engebeli yollarda sürdüren birçok insana yol arkadaşlığına dönüşüyor çoğu zaman.
İkilinin ÇSE’de birlikte imza attıkları şarkılar arasında yer alan “Düşler” bu açıdan ortaklığı açıklayıcı sözlere sahiptir: “Ne alınır, ne satılır / Para yerlerde sürünür / Geçtikçe şu günler / Anladıkça hayatı / Birçok şeyin değeri / Küçüldükçe küçülür”. Bu şarkıyla aynı Çekirdek kasetinde, “Çekirdek Hatırası / Biz Şarkılarımızı…”nda yer alan “Nereye Sokağı”ndan bahisle giriş yapmıştım konuya. Kendine yabancılaşmaya doğru sürekli koşturma haline karşı duran bir “bekleme”nin geçen yüzyılın işi olduğunu hatırlatan ve âdeta zamanın ruhunu bir sokak başında bekleyip gidilecek yola doğru bakarken sorgulatan bir şarkı o da.
Sınırlar ve paylaşılan avantajlar
ÇSE’deki süreci birebir deneyimlemiş kişilerle yapmış olduğum tez görüşmelerinde[3] dikkatimi çeken bir nokta, dinleti/resitaller ve kasetlerle somutlaşan müzikal yaklaşımın çoğunlukla “özgün müzik” olarak hatırlanmasıydı. Aynı dönemde Ahmet Kaya’nın öncülüğünde gelişen ve popüler alana protest bir sızma şeklinde büyüyen tarzın “özgün müzik” olarak kategorize edilmesini düşününce, daha önce duyduğum bir bilginin peşinden gitmeden olmazdı. Murat Meriç’in Bülent Ortaçgil’le birlikte daha önceden gerçekleştirdiği ÇSE söyleşisinde hatırlatılan ve Ahmet Kaya’nın ÇSE’de bulunmuş olduğuna dair net olmayan bilginin netlik kazanması için Ahmet Sırmaçek’le görüşmeyi beklemem gerekecekti. Ortaçgil’in sürece aktif bir şekilde dahil olmasının öncesinde, ÇSE’deki işleyişi Kızılok’la birlikte yürüten ressam, grafikçi ve fotoğrafçı Ahmet Sırmaçek, ilk döneme dair aktardığı birçok detayın içerisinde bu konuya da değindi. Onun anlatımına göre, “elinde sazı ve yanında bir kişi ile kapıdan giriveren” Ahmet Kaya ÇSE’de bir dinleti vermek ister ve bunun için bir demo kayıt yapar, ancak bir Çekirdek kasetiyle sonuçlanacak dinleti süreci ilerlemez. Genel olarak dinleti/resitaller öncesinde sanatçı repertuarlarının dinlenmesi ve üzerine yapılan değerlendirmelerle birlikte gerekirse yeniden şekillenmesi, ÇSE’deki “açık sahne”nin bağımsız sanatçıları desteklerken bir yandan da belirli bir müzikal yaklaşımı gözettiğini hatırlatır. Ancak Sırmaçek’in aktardığı bilgilere göre Kaya’yla ilgili sürecin ilerlememesinde Kızılok’un bazı politik çekincelerinin de etkisi vardır. Ona göre, “bu repertuarın bir dinleti ve kasete dönüştürülmesi durumunda hapse girilmesine sebebiyet verebilecek denli sıkıntılar yaratabileceği kaygısıyla” Kaya’nın isteğini kabul etmemişlerdir.
Fikret Kızılok 2001 yılında aramızdan ayrıldığı için bu konu özelinde ya da farklı detaylarla ilgili aklımda filizlenen soruları birebir muhatabına yöneltmek elbette mümkün olmadı, ancak onun dergi ve gazete röportajlarında aktardığı bilgiler, görüşmecilerden gelen bilgileri daha sağlıklı bir şekilde değerlendirmeme katkı sundu. Kızılok’un sonraki yıllarda “sol arabesk” olarak tanımladığı üretimlere dair getirdiği eleştirileri de kapsayan ve sol politik söylemin müzikteki kullanımına dair kendi müzikal tavrını yansıtan röportajlarında Ahmet Kaya’yla birlikte Zülfü Livaneli gibi isimleri de eleştirisinin odağına koyması, Ağlama Bebeğim’i ilk önce bir Çekirdek kaseti olarak dinleyemeyişimizin sebeplerine farklı açılardan bakmayı da sağlıyor.
Mekân ve deneyim olarak özgünlüğü, farklı basılı mecralarda “müzik laboratuvarı” ve “karşı kültür barınağı” gibi ifadelerle tanımlanan Çekirdek Sanat Evi’nin ortaya koyduğu alternatif alan, çeşitli boyutlarıyla ele alınabilecek bir seçiciliği de taşımaktaydı kuşkusuz. Dönemin ana akım mecralarında yer bulabilen ve piyasa odaklı üretimi önceleyen müzikal üretimleri kesin bir şekilde dışarıda tutması ve bu tavrı, çocuklara yönelik sanat eğitimiyle birlikte farklı sanat disiplinlerinden üretimlerin sergilenmesine de alan açarak tamamlayışı ÇSE’nin en belirgin yönü. Kültürel alanda dönemin alternatif/bağımsız olarak nitelendirilebilecek tarafında duran çevrelerle kurduğu ilişki ve seçiciliğin buradaki yansımalarıysa, bu kültürel deneyimle temas halinde olmuş daha çok kişiden edinilecek bilgilerle daha fazla belirginleşecektir.
Dönemin İstanbul’unda AKM’den ÇSE’ye alternatif bir kültürel aksın genel yapısını hatırlatan Alper Maral’ın tez görüşmemiz esnasında kullandığı bir ifade, “alternatif bir kültürel deneyim”in ÇSE’de hangi kapsamda geliştiğine dair aklımda bir altbaşlığın netleşmesini sağlamıştı; o da “avantajları paylaşmak”. Belirli bir kültürel sermayeyle taşınan avantajların, dönemin toplumsal koşullarını da düşününce daha sınırlı kalması muhtemel bir çevreyle paylaşımını, hem dönemin yasal boşluklarının yarattığı imkânlardan faydalanarak bandrolsüz kasetler aracılığıyla hem de çocuklara yönelik sanat eğitimi faaliyeti gibi farklı adımlarla genişletme çabası ve bunun da filizlenecek yeniliklerin çekirdeği olma haline karşılık gelmesi de benim için “avantajları paylaşmak” ifadesine karşılık geldi.
İlk olarak yine Çekirdek Hatırası / Biz Şarkılarımızı… kasetinde karşımıza çıkan ve sonraki yıllarda Ortaçgil’in eski defterleri daha caz ağırlıklı bir şekilde açtığı Eski Defterler albümünde dinlediğimiz “Memurların Şarkısı”, bir çekirdeğin gücünü en sade haliyle bize hatırlatan sözlere sahip: “Bi' meyvanın çekirdeği gibi / Atılmışız, öyle derler / Oysa yaşam meyvadan değil / Çekirdekten çıkar”. Ve bu gücün bilinciyle yeninin peşinden koşma halini çocuklara yönelik eğitim alanında o günlerden bugüne sürdüren bir çocuk yuvası, ÇSE’nin ismine ilham kaynağı olmuştur; alternatif yapısı sayesinde Kızılok ve Ortaçgil de dahil olmak üzere o dönemde ÇSE’de bulunmuş müzisyenlerden bir kısmının çocuklarının da yollarının kesiştiği “Çekirdek Çocuk Yuvası”. Yuvanın kurucusu olan ve tez görüşmesini gerçekleştirdiğim dönemde de yöneticiliğini üstlenmeye devam eden Pakize Şensivas Kınıklı’nın aktardıklarına göre, Fransa’dan getirdiği bir müzik aletini, 3–6 yaş arası okuma yazma bilmeyen çocuklara renkler aracılığıyla nota öğretme amacıyla modifiye eden Kızılok’un, bu sistemle çocuklara verdiği nota ve müzik eğitimlerine Çekirdek Çocuk Yuvası’ndaki çocukların yanı sıra yuva dışından çocuklar da katılmıştır.
Çocuklara yönelik müzik eğitiminde de yansımalarını bulan bu alternatif ve deneysel yaklaşım, Çekirdek kasetleriyle bugüne kalan müzikal yelpaze ve çeşitlilikle birlikte düşünülünce bir çekirdekten filizlenen dallar tamamlanıyor. Onlar arasında yer alan ve birçok Çekirdek kasetinde gördüğümüz bir isim ise Kızılok’un “Çekirdek’in gururlarından bir tanesi” haline geldiğini söylediği Erkan Oğur. Onunla birlikte “ilginç deneyler” yaptıklarından bahseden Kızılok[4], “Müzikte Yabancılaşma” başlığı altında gerçekleştirilen ve Çekirdek kasetlerine de dönüştürülen çalışmaların deneyci yönüne dair sorulan bir soruya karşılık şu cevabı verir:
Gecenin saat 03.00’ünde bile biz burada çalışma yapmak isteyen arkadaşlarla buluşuyoruz. Devamlı arayış içinde olacağımızı söyleyebilirim, başka çare yok bu işte. Bir de, hepimiz Anadolu çocuğuyuz. Burada yaptığımız araştırmalarda bunu ön plana çıkarmaya çalışıyoruz. Doğu ya da Batı müziğinin felsefi anlamda değil, müzikte de çözüme ulaşmasını istiyoruz artık. Bunu tek tek kişiler yapamaz. Oturur Adnan Saygun gibi kişiler kafalarında planlar ve yapar. Ama bu topluma uymaz. Oysa toplumun verdiği biçimlenmeyle gelen kişilerle deney yaptığınızda olay çok daha başka yere geliyor. Kaynağında, çıkışında yakalıyorsunuz. Laboratuvar oluşumuzun nedeni bu; zorunluyuz buna. Yoksa klasik bir plakevi olur, kısa sürede satış yapacak plakları çıkarıp zengin oluruz. Bunu biliyorum.[5]
Kamil Batur'un arşivinden
Cumhuriyet’in kuruluşunun öncesine uzanan ve kuruluşla birlikte hakim kültürel politikaların üzerinde en çok durduğu konulardan olan Doğu-Batı müziği konusuna ne o politikaların ekseninden hareketle ne de Doğu müziğini piyasa mantığıyla uzlaşı içindeki bir popülerliğin içine sıkıştıracak şekilde yaklaşan ÇSE’de, bu alternatif arayışın önemli bir yansıması da Erkan Oğur’un Perdesiz Gitarda Arayışlar albümüdür. Dünya müziğine sunduğu bir güzellik olan perdesiz gitardaki arayışına kararlı bir şekilde devam etmesi açısından bu kasetin ortaya çıkmasına sebep olan dinleti/resitallerin belirleyici olduğunu hatırlatan Oğur’un bir röportajda ifade ettiği şu sözler durumu açıklamaktadır:
Perdesiz Gitarda Arayışlar’ın kaydedildiği resital benim için çok önemliydi, önceden kaydettiğim temaların üzerine doğaçlama yapacaktım. Becerirsem müziğe devam edecektim. Yoksa bir daha dinleyici karşısına çıkmamaya kararlıydım. Konserde öylesine duygu yoğunluğu yaşandı ki, küçücük odada bulunanların bakışlarında korku sezdim. Hep birlikte sonu belirsiz bir yolculuğa çıkmıştık sanki...[6]
Yaşanan duygu yoğunluğu ve sonu belirsiz bir yolculuk sebebiyle sezilen korku… Yeni’nin karşısındaki etkilenme hali ve tedirginliği yansıttığını düşündüğüm bu ifadeler, müzik üretme ve dinleme açısından tek tipleşmeye doğru giden alışkanlıkların aşılması yönünde ÇSE’nin açtığı alanı hatırlatmaktadır. Yeni’nin arayışı devam ederken, hatta günümüzde daha acil bir ihtiyaç olarak hissedilirken, farklı formlarda ve mecralarda da olsa ÇSE gibi alternatif ihtimallerin sosyo-kültürel yaşamda daha çok karşımıza çıkmasına ihtiyaç var.
[1] Pehlivanlı, K.Y. (2021). 1980’li Yıllar Türkiye’sinde Alternatif Bir Kültürel Deneyim: Çekirdek Sanat Evi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
[2] Levi, M. ve Kahyaoğlu, O. (1986). “Fikret Kızılok ile Söyleşi”, Stüdyo İmge Dergisi, sayı 10, s. 6-11.
[3] ÇSE’deki üretim, dağıtım ve eğitim sürecine birebir dahil olmuş, ÇSE’de dinleyen olarak bulunmuş, sadece kasetler aracılığıyla kurulan bir bağa sahip olmuş toplamda 22 kişiye yöneltilen sorular ve onlardan gelen cevapları içermektedir.
[4] Levi, M. ve Kahyaoğlu, O., s. 8.
[5] Levi, M. ve Kahyaoğlu, O., s. 9.
[6] Yedig, S. (1996). “Erkan Oğur / Neşeli müzikler besteleyemiyorum, ne yapsam insan olmanın hüznü çıkıyor ortaya”, https://muziksoylesileri.net/caz/neseli-muzikler-besteleyemiyorum-ne-yapsam-insan-olmanin-huznu-cikiyor-ortaya/ (erişim tarihi: 10.05.2021).
Yazının ana görseli: Kamil Batur'un arşivinden