Medyada Bilim ve Bilim İnsanının İki Yüzü

Son günlerde salgın dahilinde ve haliyle medya ve bilim insanı ilişkileri sıklıkla sorgulanan, üzerinde tartışılan ve düşünülen bir mevzu haline geldi. Bazı bilimsel açıklamalar birbiriyle çelişti, bazı açıklamalar gülünç, bazıları çok ciddi bulundu, bazı bilim insanları diğer bilim insanlarına ve halka kızarken bazıları epey anlayışlı ve halktan yanaydı. Söz konusu ilişkinin tartışmalı birbiriyle çelişen bu içeriklerini nasıl anlamalıyız? Birbirine farklı görünen bu iki alan nerede kesişir, nerede benzeşir ya da medyada bilim olur mu, olmaz mı? Bu sorulara verilecek net yanıtlarımız yok. Ancak sorunsalı açmakta da fayda var, belki bu bize yaşadığımız medya ve bilim çağına dair de bir şeyler söyler. Belki de medyada bulunuşun imkânına işaret eder, bilemeyiz.

Neden bilim ile medyayı birbiriyle uyuşmaz alanlar olarak görürüz? Halbuki her ikisi de birbiriyle uyumlu bir sürecin neticesi olarak karakterize edilir. İlk aşamadan itibaren ve halen de kuşkuculuğun mirasını taşırlar. Bu miras gerçek dünya ile kurulan bir mesafenin inşa edilmiş olmasıyla kendini gösterir. 

Bilime veya medyaya eleştirel mesafenin kaynağı, onların olasılığını ve potansiyelini tanımamızı sağlayan somut ve geleceğe işaret eden içsel karmaşık işleyişleridir. Medyanın veya tarihsel adlandırması ile basının daha önce de kendisini hissettirmiş olmasına rağmen Fransız Devrimi’nin liberter talepleri ile bir ilgisi vardır. Bilimin yaygın pozitivist biçimi ise oldukça tartışmalı olsa da değerden soyutlanmış bir olgusallığı, gerçeği bilme biçiminin merkezine koyarak bilgiyi özerkleştirme çabasını içerir. Böylece toplumsal değerler alanı bilime karışamayacaktır. Devrimin başında her şey çok nettir.

Ancak 19. yüzyılın özellikle ikinci yarısından sonra basın, ekonomik ve siyasal iktidar kaygılarının yaygın mecrası haline geldikçe kitle medyasına dönüşmüş, içeriği de gün geçtikçe bilgi ve eğlence arasındaki ilişkinin muğlaklaşmasıyla biçimlenir olmaya başlamıştı. Spor, şiddet, eğlence, devrim ve mücadeleler, sendikalizm, eril veya dişil kahramanlar, cinsellik, sınıf atlama hayali, hayran kültü, mafya ve çeteler popüler kültürü var eden kesişim alanlarını betimliyordu. Siyaset ise hepsiyle birlikteydi, a-politizasyon değildi bu, politik beklenti ve endişelerle yoğrulmuştu her biri. Eğlence ve oyunla ilintili olmamak gibi bir mahiyeti yokken haber bunun dışında bırakıldı ve ciddi bir bilgilenme biçimi olarak tanımlanır hale geldi. Böylece aslında eğlence ve oyundan da aforoz edilmiş oldu. Eğlenceli olan bilgilenme biçimleri eğlenmiş olmanın kendisine odaklanmıştı artık. İlgi çekici olmak, ilgi çekici olmanın kendisiydi. Her şey her şey ile özdeşleşmişti, her şey yerli yerine yerleşmişti.

Pozitif bilimde de -tesadüf bu ya- artık bilim kendi içindi. Nesnelerin tasviri, açıklamaların her biri, her bir şey ne ise tam olarak ona yönelmişti. Açıklama nesnede tam olarak karşılığını bulmuştu veya öyle olmalıydı. Olgular değerlerden arınmıştı[1], bilgi böylece nesneleşmişti, bilim insanı da gerçek nesnelerle ilgilenen gerçek bir adam’dı. Söz konusu süreç toplumsal bir ürün olsa da dünya nesnelere ve şeylere bölünmüştü.[2] Bu haliyle günümüzde pozitivist bilim, sadece olgularla ilgili olduğu, bilme faaliyetinden değerleri dışladığı veya değerleri de olgu gibi gördüğü için gereğinden fazla bir ilericilik olarak görülüp yaftalandı. Aslında olan tam tersiydi. Olgular özgürleşmesine özgürleşmişti ama elbette değerler de –tabii bir farkla, değerlerin her bir kümelenmesi öyle eşit statüde değildi. Olgusallığa dokunulmadığı gibi değerlere de dokunulamazdı ya da değerler alanına müdahil olunacaksa onların tümü olgu gibi, nesne gibi tahayyül edilmeliydi.

Günümüzde değerlerle ilgili kabul gören tarzın bunlardan ilki olduğunu söylemek mümkündür. Bunun da kuşkusuz birtakım sonuçları olacaktı. Örneğin eğer evrimi bilimsel bir gerçek olarak kabul etmeseniz bile biyoloji ile iştigal edebilirdiniz ya da bilim işiyle uğraşırken toplumsal değer yargılarınızı sorgulamaya, kendi üzerinize düşünmeye gerek yoktu. Tank motorları geliştirip, en öldürücü silahları tasarlarken bunu ibadetinizden, kültürünüzden, ailenizden, kişiliğinizden kolaylıkla ayrı tutabilirdiniz. Bilim size bir şey yapmazdı. Sonra bu ayrı tutma marifeti bir de kutsandı mıydı, yani ortak değerin eleştirilemez devri mümkün oldu muydu, devlet için, toplum için, gelecek içinlerle de tanımlandı mıydı, yaşasın özgürlük. Devrim bitti: Hoş geldin faşizma.

Günümüzdeki bilim insanının ve bilimin haberleştirme pratiklerinin ortaya çıkışında yukarıda ele aldığımız bağlamın etkilerini ihmal etmemek gerekiyor. Hatta medyanın ciddi bilimsel alanlarda çoktan aşılmış olan pozitivist paradigmayı[3] temsil düzeyinde tekrar ürettiğinden söz etmek mümkün görünüyor. Nitekim toplam değer ve parçalı önlem bilimi burada sıklıkla karşımıza çıkıyor. Kuşkusuz farklar her zaman bulunuyor ama ana çerçeve çekildiğinde bilim ve medya arasındaki kesişim birkaç noktada çakışır, kesinleşir ve bir dahaki harekete kadar -fark buna işaret eder- burada asılı gibi durur. Bilim pozitivist içeriklerin neden olduğu çelişkilerle medyada görünür olur. Ya araçsal bir nitelikle olgulara dayanan tartışılmaz bir gerçeği deşifre eder ve kültürel alana kendini dayatır ya da çoğunlukla olgu olarak görmediği değerler alanını bağımsız bırakarak onların hem kendine sirayet etmesine hem de gerçeğin kültürel (bizde çoğunlukla yerli ve milli, bazen spiritüel) bir nitelikle tanımlanmasına kapı aralar. Neticede medyada kendinden başka bir şey söylemeyen parçalı bilginin özerkliğine yüksek perdeden bir vurgu ya da toplumun yaygın değerlerini ihmal etmeyen veya sadece o değerler için var olan bir bilim ile karşılaşırız. Bu nedenle “cehalet övgüsü” ile “halk düşmanlığı” medyada aynı anda görünür olur. Burada Türklerin hastalığa elverişli olmayan genlerine ilişkin bir yaklaşımı veya aşının lüzumsuzluğunu besleyen geleneğin, aşkın, huzurun ve romantik tahayyüllerin huzurlu, yerli ve milli bilimi ile araçsal bilimin gerçeği tek başına tanımlama kudretine sahip bilim insanlarının parmak sallayan ikazları veya gerçeğe ilişkin çağrıları birbirine girer.[4] Diğerleri ise ya yurtdışından seslenir, ya sesi duyulmaz ya da zaten bir yerde bir biçimde bilimsel alandan uzaklaştırılmıştır.

Kısmi ve özgül olsa da bazı bilim insanları için medyada görünür olma çabası, samimi bir şekilde bilimsel bilgiyi birileri (izleyici-halk) ile buluşturma gayesini içerir. Ama bu çaba son adımda bir hayalete dönüşür; kimi bilimsel tespitler korkunun, endişenin vesilesi olarak sunucu tarafından tamamlanır; ekranda kullanılan görseller, semboller başımıza yıkılacak dünyaya işaret eder. Veyahut her şeye rağmen çarpışmayı göze almış bilim insanının karşısına absürt bir demokrasi tahayyülü gereğince zıttı da olmayan (tersi olsa tartışılır), bilginin dışına konumlanmış olmakla tanımlanmış bir sezgiselci çıkarılır. Böylece lik kriteri ihlal edilir, eşit olmamayı baştan kabul edene eş muamelesi yapılır.

Öte yandan bilim insanının medyaya çıkması kendisini zorlayan başka mecburiyetlerin bir uzantısı olarak da görebilir: akademik kapitalizm. Rekabet, proje merkezli üretim, idealleri dışarıda bırakmaya sebep olur veya en azından öyle görünür. Medya, itibar elde etmenin, onu tekrar kurmanın veya yeni biçimlerde inşa etmenin bir mecrası haline gelir. Ama yok, medyada sahici görünmeyenin yeri yoktur. Medyaya çıkan bilim insanı, sunum anlamında bilim insanının kendi niyetlerinden farklı olmak kaydıyla, idealisttir. Kötünün de iyinin de ideali olarak görünür olduğu bir perdede başka türlü görünür olmak zordur. İdealist bilim insanı da şey[5] benzeri bilimin aynı anda görünür olan aynı sonucudur. Medya görünürlüğü bağlamında bilim insanı idealleştirilmiştir. Kendinden başka ve kendiyle ideal fetiştir. Tıpkı para gibidir. Herhangi bir ideolojiye sahip olabilir, olmaya da bilir; her şeyin yerine geçebilir, her şeyi anlaşılır kılabilir; kendisi kendinde projedir. Sarih bir olgunluk sirayet etmiştir ona. Her şey anlayışla karşılanır, insanlık durumu nicedir bu olgunluğa, ermişliğe gönül vermiştir, medya niye vermesin!

Neticede medyada akademik suretler, medyanın doğasından değil, doğasına da sızmış tarihinden ötürü, fetiş olmaya meyyal nitelikleriyle nefes alır. Bilim insanlarının özel olarak medya niyetinin dışında medyada bilim insanı, kabaca ve indirgemek suretiyle, ampirist (araçsal, parçacı), büyücü ve kahraman olarak bulunur. Başka türlü bulunamaz mı? Bulunur. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de medyasız bilim insanı olamaz. Medyasını bulmuş olan yerine yerleşmiştir, yerini arayanda ancak farkı ve ironiyi görebiliriz, yalnız bir süreliğine, açık kalmış bir yerleri birileriyle birlikte açık kılmaya çabalarken.


[1] Helen E. Longino, Science as Social Knowledge, Princeton University Pres, Princeton-New Jersey, 1990, s. 177.

[2] Max Horkheimer, Akıl Tutulması, çev. Orhan Koçak, Metis Yayınları, İstanbul, 2002, s. 111.

[3] Bilimdeki paradigmatik dönüşümler için bkz: Thomas Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, çev. Nilüfer Kuyaş, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1982.

[4] Nelkin'e göre de bilgi çağı ile bilimsel fantaziler çağını bir arada yaşıyor, mucizevi beklentilere girmeye sevk ediliyoruz. Dorothy Nelkin, D., Bilim Nasıl Satılır?, çev. Murat Çiftkaya, Şule Yayınları, İstanbul, 1994.

[5] György Lucaks, Tarih ve Sınıf Bilinci, çev. Yılmaz Öner, Belge Yayınları, İstanbul, 1998.