“Fenomen”

Ölemeyecek kadar canlı ve yaşayamayacak kadar ölüyüz…

Byung-Chul Han

 

Konuştu mu malı mülkü, ziyneti, arkası, servetiyle konuşan, güldü mü random gülen, maddileşmiş sevincinden yeni talan iklimleri yaratan medyatik yüzler, şahsiyetler ülkesi burası; yürürlükteki siyasal ahlâki standardın ilkesizlikten malul tuluatlarıyla biçimlendirilmiş yeni türedi zenginliğin, nevi şahsına münhasır “fenomen”ler masasının şampiyonlar ligi. Nasıl ki nefaset ve felaket anlarında yeni toplanma alanlarımız artık AVM'lerse, cari kimliğimizin meşruiyet halesi de her dakika kamera kadrajları dışına patlatılan ışıltılı hayallerle çevrili. Temelde 80’lerin “yükselen değerler”iyle damgalı kültürel ikliminden el alan, köşe dönmeci, sınıf atlamacı, ahlâk/izan törpüleyici, entrikacı marifetler de medyatik kültürel sistemimizde yeni bir “fenomen”in habercileri. Bu fasit aşamaya kolay gelinmedi kuşkusuz; halihazırdaki manzara, memleketin anayasasına ana damardan diklenmek de dahil, her şeye gücü yetenlerin, upuzun bir sabır ve kahredici bir inatla, gündelik hayatın her düzeyinde baskın kılmaya çalıştıkları söylemlerinin vaaz ettiği icraatla ektikleri acımtırak tohumların eseri. Daha da somutlarsak, yürürlükteki kültürel düzen uzun süreli ihmallerin, kasıtlı göz yummaların, kollamacı ilişki ağlarının, zımni veya aleni, peyderpey yatağı değiştirilen değer ve temayüllerin, parmaktaki tek yüzükten gemiciklere varan iktisadi kıvraklığın yüzde elli ikilik onayının mührüyle taçlandırıldı... Son zamanlarda muhtelif medya mecralarında yürüyen ve ulusal kamu gündemini ciddi biçimde meşgul eden “fenomen” tartışması da aynı siyasal ve kültürel konjonktürün siciline kayıtlı. Mesele, sosyal medya fenomenlerinin yalnızca toplumdaki ödül-ceza dengesini altüst etmiş olmalarından dolayı değil; her meslekten ve düzeyden çalışan, emek veren, dirsek çürüten, değer üreten, liyakat sahibi kişilerin çok kıymetli birikim ve becerilerini gözden düşürüp perdeleme işlevini yüklendikleri için vahim. Envaı türden sululuklarla gündelik hayatın çölleşmesine ivme kazandırdıkları için feci. “Fenomen”, hem bir toplumsal figür olarak etkileme alanının çapı, hem de son günlerde geniş bir tartışma yaratan illegal, mücrim ve gayrimeşru söylem ve edimleri dolayısıyla, meseleyi daha yakından irdelemeyi lüzumlu kılıyor.

Malum olunduğu üzere, kökeni itibarıyla felsefi bir kavram olan “fenomen”, kabaca, deneyim dünyasına açık görüngüler öbeği diye tarif ediliyor sözlüklerde. Duyusal algısal tertibatın verili olanın gerçekliğine ilişkin oluşturduğu izlenim ve farkındalık halinin somuttaki karşılığı da diyebiliriz fenomen için; reel olay, olgu, hadise de. Fenomen, algıdan anlama geçişi mümkün kılan düşünme yetisinin ve sonrasında vuku bulan deneyimsel sürecin reel zemini, yapıtaşı aynı zamanda. Yaygın medya kültürünün popüler lügatinde ise, kendi hayatını acıklı bir bekleyiş gibi görenlerin, sıradan yaşamlarının renksiz monotonluğundan kurtulmayı umarak hasretini çektikleri hayat standardına bir an önce ve mümkünse bir tür felix felicis[1] yudumuyla “hemen, şimdi!” erişme kolaycılığıyla yanıp tutuşanların; deyim yerindeyse, heveslerini hormonlu ve besili mutlulukların limanına demirlemiş yığınların muazzam bir teveccühle mitleştirdikleri şahsiyetlere isnat edilen rağbetin adı… Konvansiyonel medya döneminde -80’li yılların ortalarından 90’ların sonlarına doğru- konturları iyice belirginleşerek “televole kültürü” denilen magazin ikliminde karşımıza çıkan ve basitçe medya ünlüsü veya televizyon şöhreti gibi ifadelerle anılan kitle kültürü ikonları, görece semantik bir çeşitlilik içinde daha o zamandan kamusal seyir iştahı için göz alıcı bir vitrine dönüşmüş bulunmaktaydı. 2000’ler ve sonrasında ise, dijital medya biçimlerinin de hızla yaygınlaşmasıyla, ün ve şöhret algısı engin bir irtifa kazanarak youtuber, influencer, instagrammer, celebrity vb. egzotik kılıklara büründü. Söz konusu medyatik yüz ve şöhret patlamasında kuşkusuz izleyici türevli yeni medya biçimlerinin (Web 2.0 tabanlı etkileşimli ara yüzeyler sunan Facebook, Instagram, Youtube, Webblog vb. sanal ortam günlükleri) sıradan kullanıcılara sunduğu vaatlerin genişliği ve yaygınlığı belirleyici oldu. Akabinde medya kullanım maharetleri kamusal tabakalarda ciddi bir bulanıklığa neden olarak, kısa sürede anlam üreticileri ile pasif tüketiciler arasındaki farkı kapanma kertesine getirdi. İçerik üretme yetisini haiz olmak, artık sıradan izleyiciler için her an kendini gerçekleştirme ve yaşamını farklı bir kalıba dökerek yeni bir varoluş imkânına sahip olma anlamı taşıyordu. Kısaca, dijital medyayla birlikte gündeme gelen şey, bir zamanlar “topluma ciddi ve önemli katkılarda bulunmak suretiyle kimi manidar ameliyelerle anılma, ama mümkünse fazla göze çarpıp öne çıkmama” biçiminde somutlaşan tevazunun yerini, “görünür olmayı bizatihi icraatın kendisi, hatta varlık nedeni ve bir tür var olma koşulu” sayan bir vehme bırakmasıydı. Böylelikle kendilerini kültürel alandan az çok sorumlu hisseden görece sağduyulu, edep-haya-erdem sahibi ve görece rasyonel yönelimli kişilerin ahlâki bir kaygıyı elden bırakmadan medyatik kamusal alanda etkin olmaya çalıştıkları programların yerini, bir dizi bilinçsiz etkinliğe sahne olan, salt seyirlik niteliğiyle öne çıkan şovlar ve şaklabanlıklar almış oldu. Bir başka deyişle, gözlerimizin önünde aşikâr biçimde cereyan etmekte olan; çoğunlukla oyalayıcı, her açıdan sansasyonel, zaman zaman bilgilendirici ama devşirilen kamusal alkışı her koşulda ekonomik bir kazanca tahvil etmeye kararlı narsistik performansların egemenliğiydi. Bu çoğunlukla tek, zaman zaman da çift yahut çok-kişilik gösterilerin asıl mahsurlu yanıysa, omurgaya değer katan bir istidadın varlığını koşul kabul etmeyen, sıklıkla çerez kabilinden mevzular, şahsi münakaşalar veya alelade durumlar üzerine çekilmiş sekiz-on saniyelik videolarla anlık izleyici tepkilerini örgütlemeyi, daha da ötesinde, yaşanılan ânı âdeta öznel bir klibe dönüştürmeyi amaçlayan, kamusal tüketime açık içeriklerden oluşmasıydı. Gelgelelim tablo, gazeteci Yıldırım Türker’in görece eski, ancak işaret ettiği hakikatin yakıcılığı bakımından zamana direnen zindelikteki saptamasına atfen söylersek, “yüz yüze yaşanamayan her şeyin sanal sirki”[2] olan internetin ekonomi politiğine de son derece uygun görünüyordu. İşte, adına “internet fenomeni” denilen kaynağı belirsiz yeteneğin sahip olduğu etkileme alanının kapsamı ve genişliği de tam olarak buradan geliyordu. Haliyle, sahip olduğu popülerlikle doğru orantılı bir imrenme hiyerarşisi yaratan varlığının, gıpta edilen ışıltılı konumunun zihinlere sığmayan imajının şişkinliği de...  

Kuşkusuz, aynı figürün bazı durumlarda az veya çok kimi olumsuz tepkileri üstüne çektiği zamanlar da oldu; özellikle temsil ettiği kültürel deneyimin düzeyi ve niteliğine bağlı olarak, değişik beğeni düzeylerine sahip farklı çevrelerde yarattığı büyük infialden ötürü, yürürlükteki kültürel dejenerasyonun müsebbibi ve teşvikçisi biri veya tartışmalı bir figür olarak… Tarihsel süreç içinde geçirdiği dönüşümle ve gitgide daha da büyüyen koverajının göz alıcı parlaklığıyla şöhret veya ünlü olma arayışı, böylece Andy Warhol'un 2000'li yıllara dair kehanetini çok gerilerde bırakacak bir ebada erişti: artık yalnızca on beş dakikalığına değil, etkisi gündemi haftalar, aylar boyu meşgul edebilecek kültürel, toplumsal, ahlâki ve hatta sosyoekonomik bir olguydu. Nitekim artık cazibelerini, çekim güçlerini ve popülerliklerini günden güne katlayarak lüks hayatın asgarisine âbâd, saltanatına hayat, paraya da para demiyorlardı. Üstelik maharetleri “eski eşinin işyerini kurşunlatmak”tan, “balya balya parayla şova kalkışma”ya; “sahte Atatürk kılığına girerek bir milyon lira bağış toplamak”tan, “yatağındaki tüyleri görünce erkek arkadaşını darp edişini filme alma”ya; “ahırdaki dansları izlenme rekoru kıranlar”dan, videolarının açıkça “toplumun ahlâkını bozduğunu” itiraf edenlere; “gazoz şişesinden daha ince bir bele sahip olmayı” arzulayan dismorfobik anoreksiklerden, “takipçisinin ricasını kırmayarak kız istemeye giden” medyatiklere kadar hayli geniş bir eylem repertuvarına sahipti.  

Başa dönelim, en başa… Medyatik ünlü/şöhret kavramının ekonomi erotiğine... İlkin, akademik literatürde kavramın mahiyetiyle ilgili farklı yaklaşım ve değerlendirmelerle karşılaşırız. Ancak bu farklı bakış açılarının merkezî dağılımı veya genel kabul gören yaklaşım, şöhretin daha çok modernleşmeyle ilişkili bir olgu olduğudur. Bunu tamamlayan ikinci görüşse, şöhretin kültürel bir olgu olarak toplumsal hafızada farklı biçimlerde konumlandırılıp şekillendirilmesinde medyanın etkisinin tartışılmazlığıdır. Nitekim A Short History of Celebrity adlı kitabının açılış bölümünde Fred Inglis, şöhreti doğrudan doğruya medya sanayinin doğuşuyla ilişkilendirir.[3] Öte yandan, her ne kadar aralarında yapısal birtakım ayrımlardan söz edilebilse de, şöhret ve ün kavramlarının zaman zaman birbirinin yerine kullanıldığı ve anlamsal olarak aynı noktaya işaret ettiği görülür. Bu yapısal farklılıkta asıl dikkat çekici olan, medyanın yaygın bir şöhret kültü yarattığı ve yaratılan bu kültün kişinin özel benliğiyle topluma sunduğu benliği arasında bir yarılmayı açığa vurduğu görüşüdür. Söz konusu yarılmanın önemli bir işleviyse, bireysel benliğin kendi bütünlüğünü kitlesel ilginin beğenisinde sınamasıdır. Daha spesifik bir kuramsal damarsa, şöhret olmayı ekonomi politik zaviyeden değerlendirir. Bu tartışmaların hemen hemen tümüne sirayet etmiş olan ortak kanı, modern zamanlarda şöhret olmanın doğrudan kapitalist ekonominin dinamikleri altında şekillenmiş bir popüler kültür pratiğiyle bağıntılı olduğudur. Şöhret veya internet fenomeni, bu bağlamda söz konusu ekonominin kültürel yaşama hâkim olduğu toplumlarda ortaya çıkan, medya ve yeni iletişim teknolojileri aracılığıyla gelişen bir tanınma hali veya ünlü olma durumu şeklinde tarif edilir. Chris Rojek de Şöhret adlı kitabında, şöhreti bir bireye kamusal alanda göz alıcılık, kötü ün veya ünlülük statüsünün atfedilmesi şeklinde tanımlar. Rojek’in kavramı tanımlayışında göze çarpan şey, şöhret ile kötü şöhret ve tanınma arasında bir ayrım yapmasıdır. Rojek, tanınmayı “belirli bir toplumsal ağ içinde bir bireye 'ötekilerden farklı oluş'un gayri resmî bir biçimde atfedilmesi” olarak açıklar.[4] Yazar, şöhretle ilgili tarihsel ve teknolojik sınırlamaların aksine, kavramın yüzyıllardır geçirdiği tarihsel evrimi dikkate alarak, bütünüyle organizmacı bir yaklaşımı benimser. Brain Cowan, Lee Barron ve Leo Braudy gibi analistlerse, şöhret kavramının kökenlerini farklı inanç sistemlerinden hareketle incelerler. Black Bruns’e göre ise, yeni medyanın dijital kültür tüketicilerine sunduğu en önemli avantaj, profesyonel yapımcı ve kültürel elitlerce geleneksel medya planlamasına bağımlı olarak yaratılan şöhret kültünün verili anlam ve statüsünü sarsma güçleridir. Yeni medya ortamındaki sıradan kullanıcılar artık hem tüketen hem de tüketilen içerikleri üreten bireyler konumundadırlar. Bruns, dijital iletişim ortamlarındaki bu aktif süreci “user” ve “producer” kelimelerinden hareketle türettiği “produser” sözcüğüyle açıklar.[5] Bruns'un bu terkiple anlatmaya çalıştığı, motamot bir tercümeyle, "üretici-kullanıcı" kavramında karşılığını bulur.

Tüm bu bilgiler ışığında denebilir ki, medya ünlüsü, şöhret veya internet fenomeni, kapitalist neoliberal ekonomik sistemin popüler kültür dinamikleri içinde biçimlenmiş “seyirlik” bir figürüdür. Bir başka deyişle, “görünür insanlığın” trendsetter’ı, eğilim öncüsü. Zira bu adlandırmaların tümü her şeyden çok da à la mode bir duyarlığa; teşhir, ifşa ve dikizlemeye yönelik kavramlardır. Ne ki, Hall Niedzviecki’nin Dikizleme Kültürü isimli kitabında ikaz ettiği gibi, sözü edilen kültür zannedildiğinden çok daha karmaşıktır: “İçinde ultra bireyselciliği, acımasız kapitalizmin ‘kendini herkesten sakın’ önermesini, yitirilmiş topluluk duygusuna duyulan özlemi ve hayatımıza öyküler anlatarak anlam katabileceğimize dair vaatleri kapsar.”[6] Niedzviecki'nin sıraladığı tüm bu saikler -kendini herkesten sakın düsturunun tersine bir evrilmeyle mahremiyetini gönüllü biçimde teşhir etme dürtüsüne bitişmesi de dahil- büyük ölçüde internet fenomenleri için de geçerlidir. Onların da kahir ekseriyeti “utançtan ya da maskaralıklardan eğlence çıkaran eğilimin”[7] sözcüleri, batak bir hayatı prensler/prensesler gibi yaşama arzumuzun kışkırtıcı failleridir. Yazar, bu kimselerin toplumda her geçen gün sayıca daha da çoğalmalarının nedenini ise “tanımadığımız insanların bize ilgi göstermesinin yaratacağı heyecanın bağımlılık yaptığı”[8] varsayımından hareketle, sosyopsikolojik bir örneksemeye başvurarak açıklar. Her şey bu masum temenni ile sınırlı kalsa iyidir: İnternet fenomeninin günün sonunda geldiği nokta, yukarıda kısmen zikredildiği gibi, en masum gibi görünen ihtiraslarını bile genel bir düşkünlük ahlâkına bitiştirmiş olmasıdır.[9]

Sizin anlayacağınız, “fenomen”, şimdilerde kamusal algıda zahmeti, hürmeti, yeteneği, emeği gözden düşüren bir olgu olarak yer etmiş vaziyette. Yegâne mahareti de sürekli göz önünde olmakla efsunlanmış hacminin içi kof şişkinliği. Kendi arzularının tımarına hasret kitlelerin uzayında kaybolduğu bir kara delik âdeta... Dahası, en haris, en provoke edici hayallerin maddileşmiş salıncağı, kaydırağı, barınağı, karanlığı, vesairesi… David Lyon’u izleyerek söylersek, artık kameraların “performansın kamusal sunumuna ilham verdiği”[10] bir çağın en muteber simaları, internet fenomenleri. Ceza’nın bir şarkısında uç veren yüksek volümlü itiraza bakılırsa, şimdilerde bir kadrajı dolduran her boşluk bir “fenomen”.[11] Görünüşün yaydığı ışıltı muhtevayı gölgede bıraktıkça, her derin muhabbet kutsal dönüşüme kapalı! İçgüdüsel geri tepmenin iradeye baskın çıktığı, hattın ifadeye galebe çaldığı kıymeti kendinden menkul her gösteri de “hit arsızları”nı[12] kamuoyunun ramp ışıklarına boğmaya kararlı her koşulda. Haliyle, kendi imgesine ve dahi şimdisine nostalji duyanların, ürettikleri devasa görüngü enflasyonuyla aynı oranda azaldığını hissettikleri hatıraları da yitirdikleri özgürlüklerinin diş oyukları oluyor… Fenomen, mevcut konjonktürde geniş bir kitle için kültürelin kusursuz aynası, alametifarikası, hatta bir yerde “arasa”sı, kare ası. Neyle nam salındığının, hangi maharetin ne tür küçük hesaplarla dövülüp kalaylandığınınsa hiçbir önemi yok; suç, şiddet, yalan, talan, maskaralık, skandal, düşkünlük, aldatma, vs. Medyanın “ekonomi erotiği” de zaten başından beri güncele odaklı, planlı eskime döngüsüne uyaklı. O yüzden de ilk gün ünlenip de ertesi gün unutulmayı garanti etmedikçe hiçbir medya eklentisi, sistemin gerektirdiği bir ölümsüzlüğe mecazlanamaz! Haliyle, arzuların hızlanıp yoğunlaştığı yerde de, hiçbir akılcı muhakeme ciddi ve muteber olana isabet kaydedemez. Dahası hız, semantiğe esastan karşıttır. Ama asıl sorun bu değil, fenomenin içinden geçip gittiği, geçip giderken de göze çarptığı yerlerde yol açtığı kitlesel hezeyanın çapı ve yarattığı türbülans. Belli bir birikimden ve değerden yoksun tevekkeli gösterilerin bağımlı bilinçlerde bıraktığı kir halkası. Gerçi, sözü edilen bilinçler de yirmi küsur yıllık muhafazakâr siyasal iktidarın büyük bir sabır ve titizlikle imal ettiği beşerî projenin ürünü değil miydi? Şu halde gösteriyi icra eden de, ona özenen de aynı sosyal ve kültürel kompartımanın seferisi. Başka bir deyişle, sahnedekiler de, tribündeki izleyiciler de yürürlükteki siyasal zihniyetin her geçen gün hacmi daha da genişleyen “yakıt deposu”. Bu müptezel gösterinin işaret ettiği şey aynı zamanda zamanın ruhu. Salt erişim veya aleniyetin odağı olmak değil; düşünebilme, anlayabilme, adanabilme, iyiye niyet edebilme yeteneği, asıl mesele. Bu da upuzun ve zahmetli bir emek sürecine ve idrake zaman tanımakla olası. Hélène L’Heuillet’nin Gecikmeye Övgü adlı kitabında belirttiği gibi, “kültür zaman ister, gecikmenin okuludur” çünkü.[13] Tekamülün kaydıraklı, aydınlık, kısa yolları yoktur bu sebepten; uzun, zor, dolambaçlı, zaman alıcı, çileli mesailer ister. Verilen emek yorgunluğunun, dökülen terin, maşerî değerlere adanmışlığın, yaşamı kamilen hak edişin en asgari gereklilikleriyle rabıtasını kuramadığımız her fenomen, zihni ve bünyevi erginliğe cehaletin komplosu.  


[1] Felix felicis: Latince “şans, mutluluk iksiri” anlamına gelir. İçen kişiye sıradışı bir şans ve mutluluk bahşettiğine inanılan iksir, aynı zamanda beklenmedik bir tür baht dönüşüne de yol açar. Elde edilen şansın veya mutluluğun süresi ise, iksirin ne miktarda tüketildiğine bağlıdır.

[2] Yıldırım Türker, “Mülteci ile Internet”, Radikal İki, 27 Mart 2005, s. 3.

[3] Fred Inglis, A Short History of Celebrity, Princeton: Princeton University Press, 2010.

[4] Chris Rojek (2003). Şöhret, çev. Kürşat Kızıltuğ ve Semra Kunt, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 15.

[5] Bruns'tan akt. Erin A. Meyers (2012), “‘Blogs Give Regular People The Chance to Talk Back’: Rethinking ‘Professional’ Media Hierarchies in New Media”, New Media & Society, 14(6), s. 1023.

[6] Hall Niedzviecki Dikizleme Kültürü, çev. Gökçe Gündüç, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2010, s. 291.

[7] Niedzviecki, a.g.e., s. 156.

[8] Niedzviecki, a.g.e., s. 59.

[9] Bkz. “600 Fenomen Devletin İncelenmesine Alındı!”, Fatih Portakal TV Youtube kanalı, https://www.youtube.com/watch?v=QLvMgoVlxOU

[10] David Lyon, Gözetlenen Toplum, çev. Gözde Soykan, İstanbul: Kalkedon Yayıncılık, 2006, s. 124.

[11] Ceza, “Fenomen ol!”, https://www.youtube.com/watch?app=desktop&v=uZBWctNTo7E

[12] Ceza, a.g.y.

[13] Hélène L'Heuillet, Gecikmeye Övgü, çev. Şahsuvar Aktaş, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2022, s. 37.