Fransa’da hayati bir seçim döneminde Macron yönetimi tüm kamu medya kuruluşlarını bir holdingin tekeli altında birleştirmeye çalışırken, aşırı-sağcı Le Pen, iktidara geldiklerinde kamu medya organlarını özelleştireceklerini ilan etti.
Konu, ilk bakışta sadece Fransa’yı ilgilendiriyormuş gibi görünüyor. Oysa Fransa’da mevcut Macron hükümetinin olsun, iktidara gelmeye hazırlanan Marine Le Pen’in Ulusal Birlik (Rassemblement National, eski Ulusal Cephe) partisi olsun, her ikisi de, kamu medyasının geleceği konusunda son derece olumsuz ve tehlikeli girişimler peşindeler. Onların yaklaşımı başka ülkelerde ya zaten gerçekleşti (Türkiye) ya da önümüzdeki dönemde gerçekleşebilecek (İngiltere, Almanya).
Macron’a az çok muhalif De Gaullecü partide aradığını bulamayıp bir bakanlık uğruna Macron’un partisine geçen eski adalet bakanı, bugünün kültür bakanı Rachida Dati (ki hakkında görevi kötüye kullanmak, haksız kazanç sağlamak gibi suçlamalarla ilgili soruşturma devam ediyor), kanun taslağını hazırladı ve ülkedeki tüm kamu radyo ve televizyonlarını tek bir holdingin çatısı altında toplamak için yoğun çaba sarf ediyor.
Bir nevi resmî tekelleşme yaratacak olan bu duruma irili ufaklı tüm kamu medya kuruluşları karşı çıkıyor. Macron-Dati’nin bu planı, iktidarın kamu medyasını daha kolay yönlendirmek ve kullanmak amacını taşıyor.
Halen kamuoyu anketlerinde birinci parti olan Le Pen de, iktidara geldiklerinde tüm kamu medya organlarını özelleştireceklerini seçim programına koydu.
Sadece Le Pen değil, Fransız sağının önde gelen sözcüleri, Macron’un iş başına geldiği 2017’den bu yana bağımsız ve nispeten eleştirel yayın politikası nedeniyle başta ülkenin en çok dinlenen kamu radyosu France-Inter olmak üzere kamu medyasını “solculuk”la ve “tarafgirlik”le itham ediyordu.
Oysa France-Inter olsun, kamu televizyonu FR2 olsun, haber ve programlarında, Fransa’da yükselen aşırı sağcı dalganın Arap ve/veya Müslüman karşıtlığına, İsrail’in saldırgan politikalarına çok fazla taviz vermedi ve bu konuları, her zaman olmasa da, dengeli bir şekilde yurttaşlara aktarmak için çaba sarf etti. Farklı, zıt, aykırı görüş ve tutumlara da çoğu zaman yer vermekten çekinmedi. Ne var ki bu tutumu nedeniyle, Fransa’da radyo ve televizyonlarda özel ve çok önemli bir konumu olan “humoriste”ler (siyaseti, toplumu, kültürü mizahi açıdan yorumlayanlar), iktidarı makaraya alırken, İslâmiyet, Filistin, İsrail gibi konularda egemen anlayışı gülerek ve güldürerek yerin dibine geçirdiklerinde bir kısmı işlerini kaybetti. Sağcıların linç girişimi karşısında, iktidar bilerek ve isteyerek, sevimli ama aykırı bu profesyonelleri devre dışı bıraktı.
Kulislerde dolaşan bilgilere bakılırsa, daha şimdiden, aşırı sağ hükümet iş başına gelirse, kamu medyasında kimin hangi göreve atanacağı konuşuluyor. Bu da büyük çaplı bir tasfiye anlamına geliyor.
Fransa’da kamu medyasından başka, özel sektörün denetimindeki “popüler” olarak etiketlendirilen diğer radyo istasyonları ve televizyon kanalları, hem kapitalizmin kuralı olarak hem de yükselen aşırı sağ dalga nedeniyle, gazetecilik/habercilik kurallarını da çiğneyerek özellikle Arap, Müslüman ve göçmen düşmanlığında olsun, İsrail savunuculuğunda olsun, gemileri yakmış bir konumda.
Mesela Siyonizm/Semitizm sorunu müthiş çarpıtılarak gündeme geliyor. Çünkü Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısına karşı çıksa bile, bir siyasetçi veya bir uzman, canlı yayında İsrail’in saldırgan devlet politikalarını eleştirdiğinde hemen antisemitizmle suçlanıyor. Zaten ekrana ya da mikrofona çıkarılan siyasetçi ya da uzmanlar özenle seçildiği için, sıradan yurttaş, başka bilgi kaynaklarına başvurmuyorsa, sorunu/konuyu sadece aşırı sağ ve İsrail açısından öğrenebiliyor.
Yazılı basında özellikle Libération ve Le Monde gazetelerinde daha dengeli, daha adil bir coverage var, ama bu iki gazetenin etki alanı TV’ler, hele internet sitelerine oranla çok daha küçük.
Fransız medyasındaki bu son gelişme bize iki konuyu hatırlatıyor:
- Siyasi alanda yükselmenin, hatta egemenlik kurmanın neredeyse birinci şartı medyada üstünlüğü ele geçirmek. Medya eleştiri sitesi ACRIMED’in araştırmalarına göre, Fransa’da halen düzgün gazetecilik/habercilik yapmaya çalışan kamu medya kuruluşları (TV ve radyolar) yurttaşların en çok yüzde 35 kadarına ulaşabiliyor. Aşırı sağın yükselmesinde büyük sorumluluğu olan Macron yönetimi, Fransa’nın geleneksel siyasi-kültürel kazanımlarından biri olan kamu medyasını güçlendireceği yerde, onu zayıflatarak aşırı sağa yine katkıda bulunuyor. Çünkü Macron’un kafasındaki ve uygulamasındaki kamu medyası, Cumhuriyet’in demokrasi, çok seslilik gibi temel değerlerini savunup yaygınlaştırmaktansa, sonuç olarak yine iktidara hizmet etmesi gereken bir araç olarak hayat buluyor.
- Türkiye’de TRT, ilk kurulduğu dönem (1964), özel olarak da İsmail Cem yönetiminde (1974-75), biraz da BBC örneğinden esinlenerek, kamu yayıncılığı konusunda, çeşitli eksiklik ve hatalarına rağmen, genel olarak ve nispeten olumlu bir örnek olarak temayüz etmişti. Kurumun genel müdürünün hükümet tarafından atanması, TRT yasasındaki bir dizi hüküm, radyo ve televizyon yayınlarının gerçek anlamda demokratik ve çok sesli olmasını engellemişti. Genel müdürün hükümet tarafından atanması değil, çalışanlar tarafından seçimle iş başına getirilmesi, yayın politikalarının sadece çalışan profesyonellerce oluşturulup uygulanması ve kurumun siyasi, idari ve mali açıdan tamamen özerk olması TRT’yi hakiki bir kamu medyası haline getirebilirdi.
Fransa’daki son gelişmeler, Macron’un galiba Türkiye örneğinden esinlendiğini çağrıştırıyor. Çünkü bizdeki 15 Temmuz 2016 “darbesi”nin ardından, onlarca medya kurumu kapatıldı. Sonra hem TRT’nin hem özel sektör medyasının üst ve orta yöneticileri çeşitli vasıta ve marifetlerle doğrudan ya da dolaylı olarak Beştepe Sarayı’na bağlandı. AKP’nin aslında iktidara geldiği 2002 yılından beri uyguladığı tüm medyayı olduğu gibi fethetme stratejisi, 15 Temmuz’dan sonra yeni bir aşamaya geçip hızla sürdü ve sonuçta bugünkü yüzde 90’lık Saray medyası yaratılmış oldu.
Fransa ile Türkiye arasındaki önemli bir farkı burada hatırlatmakta yarar var: Fransa’da daha şimdiden sendikalar, bazı medya kuruluşları (mesela Mediapart), işyeri komiteleri ve gazeteciler, iktidarın ve Le Pen’in girişimlerine toplantılar, bildiriler ve grevlerle muhalefet ediyor. Dinleyici ve izleyicilerin desteğini de yavaş yavaş kazanıyorlar. Kamu medyasını korumak için sivil toplum da seferber olmuş durumda.
Fransa’da cumhurbaşkanının oturduğu Elysée Sarayı’nın işi, Beştepe’ninkinden çok daha zor.
Fotoğraf: Joel Saget/AFP