Dostluk ve Ekonomi

Çalışma ve üretime ara verdirdiği için aşk verimsizdir. Yöneticiler, yönetimi altındakilerin dostluk ve diğer insani ilişkilerinden pek hazzetmezler. Bu ilişkiler, yöneticinin hızını ve gücünü ya durdurma imkânına sahip olduğundan ya da yavaşlattığından böyledir.

Çek ekonomist Tomas Sedlacek, popüler esere dönüşen İyi, Kötü & Ekonomi’de kökene giderek ekonominin anlamını sorgulamaya girişmişti. Kitabın amacını efsanelerdeki ekonomi ile günümüz ekonomisine içkin efsaneleri ortaya çıkartarak -metafizik gibi- bir meta-ekonomi yaratmak olarak ifade ediyordu.[1] Bu nedenle bilinen en eski edebiyat eseri olan ve MÖ. 4000’lere tarihlenen Gılgamış Destanı’ndan başlatır meta-ekonomik okumayı. Söz konusu destan her ne kadar ekonomi ve savaş üzerine olsa da Sedlacek, büyük bir dostluğun gündeme getirilişine dikkat çeker.

Buna göre destandaki Kral Gılgamış, şehrin çevresine kusursuz bir sur örme işine (inşaat) girişir ve halkını burada çalıştırır. Tanrılar ise halkını zorla işe koşan bu kralı terbiye etmek için yabani Enkidu’yu görevlendirir. Fakat bu ikisi beklenmedik şekilde dost olarak kötülüklerin üstesinden gelecek bir kahramanlığa doğru yola çıkarlar. Ancak destanın sonunda Gılgamış yine tek kalıp aradığı ölümsüzlüğü bulamamış biri olarak en başa (dairevi tarih) dönmüş olur.

Sedlacek, destanın temel konusunu benzersiz bir inşaat faaliyeti (kalkınma?) olarak yorumlar.[2] Gılgamış, sur inşasının verimliliğini artırmak için işçilerin aileleri ile görüşmesini yasaklar. İnsani ilişkiler veya dostluk, işleri yavaşlatır. Çoğunlukla toplum ve fakat daha çok yöneticiler, insanlar arası dostluk veya dostane ilişkiler ve sevgi bağları kurulmasını istemezler. Bu sebeple ne kadar dostluk bağlarını engellerse duvarın o ölçüde hızlı yükseleceğini düşünür Gılgamış. Zamanı ne için kazandığını düşünmeksizin zaman kazanma peşindedir. Tıpkı bugün parayı boş zaman kazanmak ya da parayı para kazanmak için kazanmak anlayışında olduğu gibi, mutluluğun, insanları kullanmakla/yönetmekle elde edileceği sanısına neden olur.

Dostlar arasında olmanın mutluluğu veya özgürlüğünde öteki benlik olan dostu kullanmak yoktur. Ancak çalışma veya verimlilik (ekonomizm) anlayışında öteki benlikleri yönetmeden (kullanmadan) hedefe varılamaz.  Gılgamış’tan bugüne kadar geçen zamanda mevcut ekonomik anlayışta (verimlilikçilik) bir değişiklik olduğu söylenebilir mi? Bugün de dostluk ilişkileri, aşk, güzellik ve sanat gibi konular, kârı ençoklaştırmaya (maksimizasyon) bir tehdit olarak görülüyor.

Türkçede ekonomi, bir bilim olarak iktisat olarak bile çevrilse zihinde bir şeye tekabül etmiyor gibi. Bu sebeple okuryazar kesimin ona karşı içten/derinden bir duruşu oluşmamış görünüyor. Dirlik de öteden beri kullanılan Türkçe bir terim olarak düşünülse de bir bilim olarak ekonominin (economics) değil, toplumsalın içinde bir ekonominin (economy) karşılığı olarak anlaşılabilir. Öyleyse bir bilim olarak ekonominin (economics) karşılığını verimlilikçilik (kâr maksimizasyonu, kârı ençoklaştırma) olarak ifade etmezsek ne kastettiğimizi iletemeyiz karşımızdakine.

Verimlilikçilik, sadece üretimi (production) hesaba katar. Ama burada kastedilen üretim, bir pro üretimdir, aşırı üretim, arttırılmış üretimdir. Üretmek anlamındaki İngilizce produce fiili, pro (kökeni per: ileri, önde, önünde) ve ducere (kökeni deuk: öncülük etmek), Latince producere (geliştir-mek, ilerle-mek, genişlet-mek) fiilinden geliyor. Pro’nun aşırı, önde ve fazlalığı dikkat çekiyor.

Verimlilik artışı insanın daha mutlu olmasına değil, olmamasına neden olur. Verimlilik artışı insanın özgür olmasına değil, olmamasına neden olur. Gılgamış da verimliliği artırmak için dostluk ve insani ilişkileri askıya almaya çalışır. İnsanları robota dönüştürerek daha yönetilebilir kılmanın yollarını arar. Bütün despotlar, diyor Sedlacek, aile ilişkilerini ve dostlukları verimli çalışmaya rakip görürler. İnsanı emeğe, emeği de üretim girdisi olarak formüle eden homo economicus’un köklerinin Gılgamış’a, ilk metne kadar götürülebileceğini öğreniriz Sedlacek’ten.

Neo-klasik ekonominin “üretim girdisi olarak emek” ifadesi, başlı başına bir sorundur. Emek yerine insanı koyduğumuzda ancak, fark edebiliriz bunu. Böyle bile olsa ifade çok sık tekrarlandığında anlamını yitirir, görüntü flulaşır. Örneğin bir eşyaya odaklanarak bakarsak ve bu bakış uzarsa baktığımız şey, gördüğümüz şey olmaktan çıkarak dağılır. Bugünkü zaman kavrayışımızda da bu dağılmayı görürüz. Zaman, hızlandığı için anlamını yitirmez, nereye gideceğini bilemediği (hikâyesini/anlatısını kaybettiği) için dağılır ve bu dağılmayı anlam yitimi olarak hissederiz. Hızlanan insanın başı döner, hikâyesini kaybeden insanınsa midesi bulanır. Bulantı egemen bir duygu olur. Görünüşte verimliliğin bir unsuru zaman kazanma iken, bugün eksikliğini hissettiğimiz şeylerin başında zaman geliyor. Eskilerin tabiri şimdi daha iyi anlaşılıyor, anlamına kavuşuyor: Yavaşla ki tez varasın!

Romanbilimci Mustafa Özel, popüler çocuk kitaplarından Momo’yu “en esaslı iktisat kitaplarından biri”[3] olarak görür. Michael Ende’nın Momo’su, dinlemesini bilen ve zamanını dostlarına harcayan biridir. Hayatın, zaman olduğunu bilip onu biriktirmeyi (tasarrufu) değil, dostlarıyla birlikte geçirmeyi tercih eder. Romanda zamanı harcamak yerine tasarruf ettirmeyi örgütleyen şebekenin (homo economicus), adı bile olmayan adamlarının (duman adamlar) tavsiye ve emirlerine uymaz Momo. Momo’nun en büyük özelliği, “hiç kimsenin yapamayacağı şekilde” kendine gelenleri (dostlarını), zamanı harcamak pahasına dinlemesidir.[4] Böyle yaparak, literatürdeki üretim girdilerinin alternatifi olduğu için, neredeyse bütün girdilerden daha değerli olan zamanın nesne, meta, birim ve girdi konumuna indirgenmesine karşı çıkılmış olur.

Emeğin girdi olarak görülmesi, insanın, diğer üretim girdileri (sermaye, doğal kaynak) gibi nesneleştirilmesi ya da daha doğru bir ifade ile birimleştirilmesidir. Birimleştirilemeyen şey birikmez. Birikim (bir-iki-m) olabilmesi, birin iki olması demektir. İki, birlerin (1+1), iki aynı birin bir araya gelmesidir. Bir, özgün ve öznel olarak biricik iken; aynılaştırıldığında birikime dönüşmeye hazır hale gelir. Aynılık, bir tekrardır. Cehennem bir aynılıktır, aynı zaman veya monotonluktur. Arendt, eylem olarak başlamayı, aynılıktan çıkış olarak gördüğü için özgürlük olarak tanımlar.[5] Yenilik, başlamanın gündelik dildeki karşılığıdır.

Zaman, sayılabilir hale geldiğinde biriktirilir. Bugünkü çok para biriktirme, aslında boş zaman biriktirme uğraşıdır. Aşırı çalışma zamanı, boş zamanı hedefler. Zamanı boşaltmak için delicesine doldurulmaya çalışılır. Pramit şeklindeki gibi toplumun çoğunluğu zamanı doldurmaya çalışmaktan boşluğa ulaşamaz. Dünkü köleliğin boşluğa ulaşma gibi bir hedefi ve şansı yoktu. Byung-Chul Han’ın bugünkü performans öznesi olan insanı ise “boşluğa ulaşabilirsin” telkin edildiği için özgürlüğünü zamanını doldurmaya, boş zamanlarını israf etmemeye harcar.  Biricik bir Bir iken, “bir”e ek (eki, iki) olarak birikimini arttırabilmek için emek girdisi olmayı göze alır. Emek girdisi olmaya gönüllü olarak katılmayı, özgürlüğe kavuşma duygusu olarak yaşar. İlk defa tarihte çalışma ve özgürlüğün aynı cümle içinde yan yana gelebilmesi burjuvazinin zaferi ya da devrimi olur.

Emek sahibi olarak insan, gündelik ilişkilerinde uğradığı aynılık sancısından kurtulmak için soluğu dostlarının arasında alır. Dost, kişi için başkalık yaratacak cesaretteki en yakın olandır. Aristoteles ve Cicero tarafından anlaşıldığı şekilde dostluğun, eşitlik ve benzerlik nedeniyle kurulmasının, onun bir aynılık arayışı şeklinde algılanmasına neden olacağı düşünülebilir. Eşitlik ve benzerlik, dostluk ilişkisinin sadece görünen bir yanıdır. Görünmeyen yanı ise ilişkinin bir başkalık yaratabilme potansiyelidir. Bu potansiyel, dostun dostuna meylinin gizemli yanıdır. Gizem, dostla birlikte olmaktan kaynaklı biriciklik duygusunun yaşanmasıyla paralel yürür. Biriciklik, kesinlikler içinde değil, bilinmezlik ve öngörülebilirin içindeki öngörülemezliklerden nemalanır. Bir şey veya insan, kesin olarak öngörülebilir veya bilinir olmuşsa o artık ya metadır ya da makine (robot). İnsan, meta veya robot olma arasında bir varlık olarak her ikisi olmaktan kaçarak insanlığını sürdürür. Bunun üst düzeyde hissedilebileceği yer dostluk ilişkisi içinde olmadır.

Ancak kölenin emeği, bir üretim girdisi olabilir. Çünkü köle, dostunu seçemediği (özgür olamadığı) için meta veya robot olarak görülür efendisince. Kölenin bir üretim girdisi olarak görülmesi, verili bir durum değil, tarihsel olarak yapılandırılmış bir görüdür. Bu görü, efendinin varlığına bağlıdır. Efendi varsa “girdi olarak köle veya emek” de vardır. Görme, bu nedenle bir ilişkidir ve iki taraflıdır. Sevgi olmaksızın bütün görmeler, sahiplenici ve iktidar kurucudur. Sevgi olmadığında görülen her şey, benliğin ya bir uzantısı ya da benliğe ait ve fakat ondan ayrı düşmüş bir şey olarak algılanır. Şeyleri ve ötekileri “kendi zevkimize göre düşünme”diğimizde,[6] onları gerçekten sevdiğimiz ve sevdiğimiz için de iktidar (efendi-köle) kurmadığımız söylenebilir. İsa’nın sevgisi bu anlamda değerlendirilmediğinde herkesi sevmek imkânsız görülür. İsa, insanları veya komşuları (bütün ötekiler) kendi zevkine göre düşünmeden görebildiği için herkesi sevebilmesi mümkün olmuştur. Göz, ancak sevgi sayesinde iktidar kurmaktan azade olabilir. Sevgisiz bütün bakışlar ve görmeler sahiplenme veya köle arayışıdır.

Destana dönersek…

Dostluğun ekonomik bir faydası yoktur. Korku yaratacak kadar köklü (ve ekonomik) düzenlere başkaldırabilmek veya onları ortadan kaldırabilmek için dostlara ihtiyaç vardır. Gılgamış, yabani Enkidu ile dost olması sayesinde “tanrılara birlikte isyan eder”.[7] Bu isyanı her ikisi de tek başlarına normalde yapamayacağı gibi, yapmayı akıllarından dahi geçiremez. Ancak birbirlerinden aldıkları güç ile dünya düzenini değiştirebilirler. Sonunda şehrin (ekonomik) ihtiyacı olan sedir ağaçlarını getirmek üzere ormana giderler ve ormanın koruyucusu Humbaba’yı öldürerek sedir ağaçlarını şehre getirmeyi başarırlar.

Başlarda dostluk ve insani bağlar, verimsiz bulunurken Gılgamış tarafından, Enkidu ile beklenmedik dostlukları sayesinde hiç öngöremeyecekleri bir cesaret ve güç ile dolu bulurlar kendilerini. Dostluk her ikisini de değiştirmiştir. Halkını robot olmaya döndürmeye çalışan kötü bir despottan dostluk ilişkilerine önem veren bir insana evrilir Gılgamış. Enkidu ile tanışmadan kutsal sedir ağaçlarını kesmek hayal bile edilemezken, kurulan dostluk ilişkisi sayesinde Tanrı Enlil tarafından görevlendirilen orman bekçisi Humbaba ile savaşmaya cesaret edilir ve doğaya ait kutsal ağaç ekonomik bir metaya dönüştürebilir.

Gılgamış krallık (yarı tanrı) “kibrini”, Enkidu da (yarı hayvan) “hayvani ruhu”nu kurulan dostluk sayesinde aşarak ortada buluşurlar, insanlaşırlar. Yani dönüşürler. Sedlacek’in yorumuna göre insan iki eğilime sahip. Bir yanı ölçülü, hesaplı, rasyonel, verimlilikçi ve faydasını/hazzını ençoklaştırıcı; diğer yanı da hayvani, öngörülemez, vahşi ve kaba. İnsan olmak her ikisinin ortası veya her ikisi ile birlikte[8] bir konum.

Birikim

Dostluk, zamanın kazanıldığı yer değil, aksine harcandığı yerdir. Ekonomizm (verimlilikçilik), gelecekteki boş zamana sahip olmak için şimdideki zamanı çalışarak tasarrufu öğütler. Bu sebeple şimdide boşa geçecek zaman olmamalıdır. Zaman, verimlilikçiliğe göre para biriktirme sürecidir. Para da mal veya hizmet üreterek (produce) kâr sağlanması yolu ile elde edilmiş olur. Mükemmel bir birimlenme örneği olan para, “her şeyin özeti”dir.[9] Ancak güzellik ve dostluk özetlenemez.

İnsan dışında her şey; zaman, para, mal ve hizmetler, “birim”lendiği (homojenlik) için meta durumuna düşmüşlerdir. Birimlenen her şey de birikmeye hazırdır. Her neyse o, birimlendiği an, kendini biriktirmeye zorlar. Ve eninde sonunda birikir. İnsanın emek olarak tanımlanıp girdi düzeyine indirgenmesi, saat olarak ifadesi ile mümkün olabilmiştir. Eşya, doğadan ayrıldığında “ölçülmüş” olur. Doğadan ayrılan her şeyin şeyleşmesi ile ölçülmesi (birimlendirilmesi) aynı anda meydana gelir.

Dostluklar kıyas, karşılaştırma kabul etmez. Dost, karşılaştırılamaz olandır, eşsizdir. Karşılaştırma bir ölçüp biçme işlemidir. Birimlenme, süremi (anlatı) bozar, parçalar. Dostluk bir anlatıdır, hikâyesi vardır. Birbirlerinin hikâyesini sözün gelişi değil, gerçekten dinlerler. Ama dostlukları, aynı zamanda kendilerini aşan başka bir hikâyenin kurulmasıdır. Dostlar, söz konusu hikâyelerine inanırlar. İnanma, birimlenmeden uzak kaldıkça mümkündür. Birimlenmenin rüzgârına maruz kaldıkça dostluk, ağaç çürüğü gibi aşınır. Nereden bakılırsa bakılsın dostluk, eşsizliğe olan inancı yüzünden birikmez ve biriktirilemez. İnanç ve birimlenme birbirine zıt hal ve şeylerdir. Birinde kesinsizlik, diğerinde kesinlik esastır.

Dostluk ve ekonomizmin birbirini tersinmesi sonsuza kadar gitmez aslında. Zıtlıklarının yanı sıra bir noktada birbirlerine benzerler: Dostluk, diğer dosta güven iken; verimlilikçilik, daha çok paraya güvenir. Görünüşte her iki güven de mutluluk verir. Mutluluk, mutlak olumlu duygu durumu olmak zorunda değildir, yani pozitif bir mutlaklık değildir. Dostlar bir aradayken mutsuzken bile mutludurlar.[10] Mutluluğu sadece birlikte olmaktan doğar. Keyiflerini bozacak negatiflikler bile mutluluklarına neden olabilir. Mutluluk, dostlar arasında olunduğu zaman, zamanın genleşmesidir. Bereket[11] zamanın bu genişleme halidir, zamanın dostlarla paylaşılmasıdır. Sayıldığı ve ölçülmeye başlandığı an yok olacaktır. Paylaşmanın olduğu yerde bereket olur ve fakat bereket birikmez. Biriktirilenin bereketi olmaz. Paylaşmak, cebirsel bir bölme işlemi değildir. Çünkü cebir, eninde sonunda cebrî işlemlere neden olur (şiddet).

Madde veya şeyleşme enerjinin soğumasıdır. Soğumuş enerjiyi madde[12] olarak tanımlayabiliriz. Bu durumda toplumsal bağlamda dostluk, insani ilişkilerin soğumama hali veya ruhun akışkanlığıdır. Söz konusu ruh akışkanlığına samimiyet denebilir. Dostluk dışı olan her toplumsal yapı ise insani ilişkilerin soğumuş halidir. Doğaldır ki akışkanlık birikmez, ancak soğuyup maddeleştikçe sayılmaya ve birikmeye başlar.


[1] Tomas Sedlacek, İyi, Kötü & Ekonomi, çev. Alpogan Sabri Erdoğan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017, s. 2 ve 7.

[2] Sedlacek, İyi, Kötü & Ekonomi, s. 21.

[3] Mustafa Özel, Roman Diliyle İktisat, Küre Yayınları, İstanbul, 2018, s. 97.

[4] Michael Ende, Momo, çev. Leman Çalışkan, Kabalcı, İstanbul, 2015, s. 20.

[5] Hannah Arendt, Geçmişle Gelecek Arasında, çev. Bahadır S. Şener ve Onur E. Kara, İletişim, İstanbul, 2014, s. 203-240.

[6] Simone Weil, Yerçekimi ve İnayet, çev. M. Mukadder Yakupoğlu, Doğu Batı, Ankara, 2019, s. 95.

[7] Sedlacek, İyi, Kötü & Ekonomi, s. 24.

[8] Sedlacek, İyi, Kötü & Ekonomi, s. 27.

[9] Spinoza, Törebilim, çev. Aziz Yardımlı, İdea, İstanbul, 1996 (Ethica, Caput XXVIII), s. 203.

[10] Wilhelm Schmid, Arkadaşlıktaki Saadete Dair, çev. Tanıl Bora, İletişim, İstanbul, 2015, s. 37.

[11] Schmid, Arkadaşlıktaki Saadete Dair, s. 36.

[12] A.g.e., s. 31.