Dostluk ve Politika

Politika iyi yaşam peşinde

Antik Yunan’dan bu yana politika, daima toplum veya polis için iyi yaşam kurmayı hedeflemiştir. Oysa iyi yaşamdan önce yaşam ise ekonominin[1] meselesidir. Evini geçindirmek, yani ekonomi, bir özel mesele olarak ayakta kalma veya yaşam iken; şehirde veya kamusal alanda toplum için iyi yaşama uğraşısı ise politika olmaktadır. Özetle ekonomi özelin veya ailenin yaşamı iken; politika kamunun, toplumun iyi yaşamıdır.

Toplumda iyi yaşam için çalışan herkes, bu anlamda politika yapmış olur. Politikacı bunu yaparken ister istemez herkes adına konuşur. Poliste herkesi tanıyan politikacı, bugün herkesi tanımasa da onlar adına iyi yaşam peşinde koşmayı sürdürür. Dostlar ise iyi yaşamı, kendileri için sürdürür. Ancak kendileri için peşinde oldukları iyi yaşam, başkalarının veya ötekilerin zararına değil, onların da yararına işler.

Dostluk toplum değil, topluluk kurar. Dostluk politikasının amacı, çoğunluktan çokluğa geçiştir. Dünün toplumu, içine doğulan bir olgu veya bir yapıyken, dostluk temelli topluluk ise kurulan ve inşa edilecek olan bir olaydır. Diego Tatian, Spinoza üzerinden bu duruma değinir:

Topluluk (communitas) Spinoza’da dahil olunan değil, inşa edilen bir şeydir; bir olgu değil, bir sonuçtur; bir esas, bir ihtimal ve zorlama değil, özgürlüktür. Dolayısıyla topluluk kendisini oluşturan üyelerine rağmen var olan bir şey değildir; bir yapım, bir üretim ve arzu, bir iştahtır (appetitus). Biriyle ya da bir şeyle topluluk olmak, kendi aralarında birbirine geçen tekillikleri en belirleyici biçimde etkileyen, onlarla birlikte gerçekleşen içkin bir bileşimdir.[2]  

Başından beri iyi yaşam peşinde olan politika, Antik Yunan’da dostluk geliştirme veya dostlar topluluğu peşinde olmuştur: “Politikanın asıl işi dostluğu sağlamak”tır.[3] Spinoza da Antik Yunan’daki iyi yaşam peşinde olan politikanın daima takipçisi olmuş ve politikayı insanlar arasında topluluğun inşa edilmesi, yeniden kurulması olarak değerlendirmiştir.[4]  Bu durumda dostluk, topluluğun en dar anlamından başka bir şey değildir. Özgürce kurulmuştur ve istenirse özgürce terk edilebilecektir. Topluluğu yaşatacak olan dostlardır: “Özgür bir insan, diğer insanlara dostlukla bağlanmaya çabalar… Yalnızca özgür insanlar birbirleri için çok faydalıdır ve yalnızca onlar, kendi aralarında en sıkı dostlukla bağlanmışlardır.”[5] 

Politika yoldaş arar

Politikanın yoldaşı ile dostluğun dostları, birlikte yol yürüme anlamında dıştan aynı görünseler de gerçekte aynı değillerdir. Yoldaşlar birbirini sevmese de sevmek zorunluluğu altındaymış gibi hissederek birlikte aynı hedefe yürürler. Oysa sevmek ile zorunluluk, aynı cümlede yan yana gelmeyi imkânsız kılar. Bu yönüyle sevmek zorunluluğu zaten oksimoron bir ifadedir.

Dahası yoldaşlar, hedefe odaklandıkları için de dostlar topluluğuna benzemezler. Çünkü dostlar, süreci, şimdiyi, yani ânı yaşarlar (ibn-ul vakt, carpe diem). Ânı yaşamak, gününü gün etmek değildir onlar için. Yine de bu, dostların hedefi olmayacağı anlamına tabii ki gelmez. Dostlar daha çok, belirledikleri ilkelerle çelişmeden yaşamayı seçmiş gibi yaşarlar. Bu açıdan dostlar, a priori bir stoiklik halindedirler. Yaptıkları ve yapacakları her şeyde ilkece kendilerini bağlayan şeyi göz önüne alırlar. Öyle olunca gözleri ufukta değil, ânda, şimdide kayıtlıdır.

Yoldaşlar hedefe yürürken, hedefi davalaştırmış olurlar. Böyle olduğu anda, o hedefe varmak dışında hiçbir şeyin önemi kalmaz. Dava dışında her şey küçük ve önemsiz görülür. Bir defa her şey dava için yapılmaya başlandığında, varsa bile ilkeler ayak bağı olarak ihmal edilebilir. Sadece devrimler değil, davalar da kendi çocuğunu yer. Sonuçta o kadar büyük davanın yanında çocukların ne önemi olabilir!

Yoldaşın gözü daima ufukta olduğu için, bastığı yerleri göremez çoğu zaman. Yerleri görmesi vakit kaybıdır. Onunsa bir an için hedefe varması gerekir ve geç kalmıştır. Her dava, bir gecikmişlik hissi uyandırır yoldaşta. Onunsa kaybedecek zamanı yoktur. Böyle yaparak aslında içinde bulunduğu zamanı kaybeder. Gözler hedefe, gelecek zamana çevrildiğinde de hiçbir zaman zaman yaşanmaz. Bu yüzden dava adamı hep nefes nefesedir. Yaşadığını anlayacak ve sessizliği dinleyecek kadar duramaz. Sık sık duran insan yaşar. Yaşamak biteviye nefes nefese olmak demek değildir.

Politikanın yoldaşı için yol zaten belirlenmiştir, verilidir. Ona düşen, sadece yoldaşlarıyla yolu yürümektir. Yolu düşündüğünde, yoldan çıkma ihtimali vardır. Bu nedenle yoldaşlar, yolun düşünülmemesini, bunun yerine hedefe odaklanılmasını salık verir daima. Yoldan çıkanlar için yargı hazırdır: Ajan, Satılmış, Hain!

Peki dostların davası yok mudur? Ya da dostlar yol yürümez mi?

Sevi versus dava

Yunus Emre, yıllar öncesinden bu soruları cevaplamış ve tarafını belirlemiş gibidir: “Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için / Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.”

Sevmek, iddiayı, yani davayı kaybetmektir. Seven insanın davası olamaz. Fatih Camii’nin son türbedarı Ahmed Âmiş Efendi de “davası olanın imanı olmaz” diyerek aynı konuya farklı bir açıdan bakar. Sevgi, sevgi haricindeki her şeyi geride bıraktırır. Her şeyi geride bırakmayı göze alamayan sevmemiş sayılır. “Seviyorum ama…” diye başlayan bir cümle veya yaklaşım, sevgiyi araçsallaştırmasa da onun değerinden götürür. “Hem onu seviyorum hem de …” şeklinde de ele alınamaz sevgi. Çünkü sevgi ele alınamaz. Bir şeylere ne ek olur ne de mülkiyete geçirilebilir. Sevgiye ancak eşlik edebilirsiniz. Sevgi, ele geçirilemeyen manzarayı içeriden izlemektir. Ancak ve ancak, sadece sevdiğinize her şeyi vermeyi kabul edersiniz. Kabul etmemişseniz sevgi söz konusu olamaz.

Sevgi tüm hesapların geride kalmasıdır. Anlaşmalı ya da mantıklı sevgi olamaz. Mantık, ileriki adımların hesaplanmasıdır. Bu nedenle sevgi şimdiki zamana odaklanırken, dava ise gelecek zamana diker gözünü. Dostlar ilkeye, yoldaşlar ise hedefe odaklanır. Yoldaşlık bu anlamda politik epikürizm olarak ifade edilebilir. Sevgide taraflar birbiri için amaçtır, yoldaşlar ise davanın hedefe varması için feda edilebilir. Hedefi öteye koyan dava için her şey araçsallaşır. Dostlar içinse dostlar dışında varılacak bir yer yoktur. Yoldaşlar için önce yol vardır. Dostlar içinse önce de, sonra da dost vardır.

Yunus Emre, cennet hedefini dava olarak görür ve yüzünü dosta çevirir. Dostluk, en az iki kişinin en azından eşitliğidir. Ancak dostlar, dostluk için daima dostunu kendinden daha değerli görür. Her iki taraf da böyle düşündüğünde oluşan şey sevgide eşitlik olarak görünür. Yunus için sınır, ötekinin tüccarlığıdır (cennet için Müslümanlık). Tüccar olmayan herkes ve her şey, Yunus’un dostudur. Bu anlamda Yunus bütün varlıkla dosttur. Dahası Yunus, Allah’ı da dost olarak görür. Allah’a ulaşmak, ötekinin gönlü kadar yakındır. Gönüller yıkmadığınızda zaten Allah’a varmış olursunuz. Bu anlamda Yunus’un Allah’ına bir şeyler yaparak değil, yapmayarak varırsınız. Gönül kırmadığınızda bu iş tamamdır! Bu kadar basit midir bu iş? Evet basittir! Çünkü Allah’a ulaşmak bir değildir. Peki nedir?

İş

Antikite’de iş (vita activa, homo faber, animal laborans) dışlanan bir şeydi. Çalışan, imal eden ve üreten insan, düşünmeye (vita contemplativa, temaşa, theoria) fırsat bulamadığı ve aynıyı tekrarladığı için döngünün kısırlığı içinde kalır. Çıkışsız bir kısırlıktır bu. İnsan, düşünerek mevcudu aşar. Ancak düşünmek için de zamana, boşluğa ihtiyaç vardır. Çalışan insan, antikitede köledir. Köle, aynılığı sürdüren kişidir. Dahası, yine köle olduğu için de çalışmak zorundadır. Zorunluluk, işin doğasındadır. Çalışırken, önceden belirlenmiş zorunluluklara uyulur. Ya da zorunluluk, zaten önceden belirlenmişliktir.

Hannah Arendt, İnsanlık Durumu’nda ve çalışmayı bir zorunluluk olarak görür. Bu ise gerek Byung-Chul Han ve gerekse Arendt tarafından özgürlüğün zıddı olarak ele alınır.[6] Özgürlük ise eylemi başlatmak olarak ifade edilir. Arendt’e göre bu durum, bir yenilik yapma olarak görüldüğü, tekdüzeliği ve aynının tekrarını aştığı için özgürlüktür.[7] Öyleyse özgürlük, tekrarın aşılması, “kendini tekrarlamayanı düşünme imkânıdır”.[8]

Dostluğa dayanmayan politika eylem yapar görünürken, çoğu zaman çalışma ve iş çıkarırlar ortaya. Dostların gündemi ise daima eyleme geçme üzerinedir. Eylem, dostlar veya dostlar topluluğunun politikasıdır. Aynılığa katlanamayanlar, eyleme geçmek için kendilerine dost ararlar. Bu nedenle dostluğu iş (zorunluluklar) değil, olay çıkarır. Dostluklar olay esnasında ortaya çıkar ve eyleme geçer.

Olay

Alain Badiou’nun olay kavramı, verili düzeni, tekrarı, işi veya çalışmayı kesintiye uğratır. Olay, normalden kopuştur ve bir istisna yaratır. Olaya el atanlar ise dostlardır. Önceden görünmeyeni gördükleri için olay var olur. Aksi halde olay yoktur, olmakta olan olgu vardır politika açısından. Dostlar, olayın politikasını güder. Bir yere varmaz çoğu kez. Böyle eften püften işler, yoldaşların odaklandıkları hedefin yanında gündeme getirilmeye bile değmez. Politika, olayın bastırılması sayesinde yol alır. Politikanın toplumu olayı bekleyemez, ona büyük hedefler sunulmalıdır, ki ler durmasın.

Badiou’nun hakikat yaratan olayı, Arendt’in başlangıçlar yapan eylemidir. Özgürlük işte bu olay ve eylemdedir. Yoldaşlar, iyi yaşam için çalışırken (vita activa) durup düşünmeye (vita contemplativa) davet edenlere hoş bakmazlar. Bu hoş bakmayış, ilk fırsatta kendi çocuklarını yemeye döner. Arendtvari söylersek bu da genellikle eyleme geçmek veya başlamak olarak değerlendirilir. Bu nedenle yoldaşlara karşı dostlar daima olay çıkartır.

Dostluk bu nedenle durumun içindeki yeniliği arayış olmuştur. Polis (şehir için değil, şehirliler) için politika, yeniliği devralıp kısa sürede normalleştirir. Dostluk bu normalleştirme süreçlerine karşı teyakkuz halidir.

Politika ve dostluk

Politikanın aslında gerçek bir hedefi varsa bu, toplumda eşitliği sağlamaya çalışırken özgürlüklerin de eşitliğe zarar vermeyecek düzeyini bulmaktan ibarettir. Aksi takdirde her şartta bir iktidar kurmak değil. Dostluğun hedefi çoğalmak veya büyümek olamaz. Politika iktidar kurmaya, dostluk da büyümeye odaklandığında çürüme başlamış olur. Dostluk ve politikanın ortak noktalarını aradığımızda bunların evrensellik alanının ötekini ya da farkı/başkayı tanımakla kalmayıp, ötekini kendine eş ve en az kendin kadar özgür kılmakta yattığı fark edilecektir.

Dostluk büyümeyi, politika iktidarı hedeflediğinde aslında yapılan şey, aynılığın tekrarı ya da birikim olur. Birikim, aynılığın tekrarıdır; birin ek alması, iki edilmesidir bir-iki-m. Aşkı öldüren şeyin neden tekrar (aynılık) olduğu yeniden düşünülebilir. Badiou bunu veciz bir şekilde hatırlatır: “Asla iki kez göremeyeceğiniz bir şeyi sevin.”[9]

Ancak gerek politikada ve gerekse dostlukta ötekini severken düşmekten kaçınamayacağımız bazı paradokslarla karşılaşırız. Bunlardan biri de “iyi niyet”tir. Ötekine iyi niyet sergilediğimizde, onu veya dostu kendi yargımıza göre değerlendirerek bir şiddet uygulamış olabilir miyiz? John D. Caputo’nun Derrida okumasından vardığı sonuç, gösterilen bir iyi niyet bile olsa “dostun dostluğunu yok etmek”tir.[10] Güven olmadığında iyi niyet bile olsa bu sorun aşılamaz. Dostluk her şeyden önce toplumun güvensizliği içindeki güven arayışıdır. Öyleyse güven nedir?

Güven

Ötekiyle, başkalıkla güvenin kurulduğu ilk topluluk dostluktur. Türkçede güven olarak ifade edilen kavramın sıfat hali olan dürüst kavramı, Farsçadan aldığımız drust (درست) kavramına karşılık gelir. Farsçada drust; doğru, sağ, sağlam ve haklı anlamındadır. Hint-Avrupa dil ailesinde de dürüstün ve güvenin etimolojik benzerlikleri açısından izleri deru (be firm, solid, steadfast; kararlı olmak, sağlam, kararlı) köküyle başlayan kelimelerde sürülebilir. Bu yönüyle deru kelime kökü; ağaç, ahşap ve ahşaptan yapılmış nesnelerin sağlamlığına atıfta bulunan sıkı, sağlam, kararlı ve sertliği vurgulayan kelimelerde geçer.

Örnek olarak; Sanskritçede dru “tree (ağaç), wood (ahşap)”, daru “wood, log (kütük), timber (kereste)”; Yunancada drys “oak (meşe)”, drymos “copse, thicket (çalılık, koru)”, doru “beam (kiriş), shaft of a spear (mızrak şaftı)”; Eski kilise Slavcasında drievo “tree, wood”; Sırpçada drvo “tree”, drva “wood”; Rusçada drevo “tree, wood”; Çekçede drva ve Polonyacadaki drwa “wood”; Litvanyacadaki drūtas “firm (sağlam)”, derva “pine (çam), wood”; Galcede drud ve Eski İrlandacada dron “strong (güçlü, kuvvetli)”; yine Galcede derw “true (doğru)”; Eski İrlandacada derb “sure (emin, kesin)”; Eski İrlandacada daur ve Galcede derwen “oak (meşe)”; Arnavutçada drusk “oak”; Eski İngilizcede treo ve treow “tree”, triewe “faithful, trustworthy, honest (sadık-imanlı, güvenilir, dürüst)” gibi kelimeler, deru köklü isim ailesinin yaygınlığını gösterir.[11]

Yine gündelik dilde, örneğin Fransızcada droit (law: yasa, right: sağ, doğru, haklı) veya İngilizcede trust (güven), true (doğru), tree (ağaç), truth (hakikat), durable (dayanıklı) gibi kelimelere baktığımızda anlam olarak dürüst, güven, umut ve hak-hukukun karşılıklarını görürüz: law (yasa, hukuk), hope (umut), confidence (güven), right (hak-lı, sağ) vs.

Sözü uzatarak, aslında dostluktaki güven ilişkisinin ağaç kökü gibi köklü oluşunu göstermeye çalışıyorum. Yasanın, devletin, sağlamlığın, umudun, hakikatin, dürüstlüğün, güvenin, imanın ve arkanın en sağlam yere dayanacak yerin arkadaşlıkta, dostlukta olduğunun altını çizmeye çalışıyorum. Dostluğu dolayımlamadan yapılacak politikanın, gidilecek yolun, kurulacak topluluğun ağaçlanamayacağına işaret ediyorum.

Georg Simmel, insanlar arasında genel bir güven olmadan toplumun dağılacağından söz eder.[12] Güven duygusunun az olduğu, insanların birbirine az güvendiği toplumlarda dostluğa da daha az rastlanır. Aristoteles de Nikhomakhos’a Etik’te dostluğun tiranlıkta az, demokrasilerde ise daha fazla olduğunu zaten söylemişti.[13] Yine aynı yerde bu durumu tiranlıkta adaletin az olması ve demokrasilerde ise eşitliğin fazla olmasına bağlar. Adil gelir dağılımının sağlandığı ve kültürel homojenliğin yüksek olduğu toplumlarda dostluklar da haliyle fazla olacaktır.

Güven, birbirine bağladığı dostların eşitlik temelinde bağlanması demektir. Birinden biri güveni sarstığında bunun diğer kişi için de etkisi olacaktır. Dolayısıyla dostlar arasında eşitlik temelinde güçlü bir bağ oluşturur güven. Toplum tamamen bu güven varsayımı sayesinde kurulur. Kendinizden dışarıya çıkmayı bu güven sağlar. Güvenmeseydiniz yalnız kalmanız gerekirdi. Dışarıya çıkarken en çok güvendiğiniz kişi dostunuz olur. Aristoteles, dışa ait iyilerin en büyüğü olarak bir dosta sahip olmayı görür.[14] Dolayısıyla dostlukta ana unsur daima güven olmuştur.

Aşkta da olduğu gibi dostluk, “başkası için iyi olanı yapmayı arzulamak”tır.[15] Bu arzu veya özen de dünyaya anlamını verir.[16] Dostluk, toplumun kenarında bir güven topluluğu oluşturmaktır. Politikanın en büyük amacı, toplumda herkes için güveni sağlamaktır. Bu ise yasanın toplumda ve insan teklerinde hem çevresel genişlik olarak ve hem de içsel derinlik anlamında kökleşmesi ile kurulabilir.

Adaletle kurulmuş yasaya uyan her insan, dostluğun politikasını gütmüş olur. Yasanın adaletle kurulmaya çalışılması ise politikanın dostluğudur.


[1] “Ekonomi”, Yunanca οἰκονόμος (oikos – nomos), İngilizcede household management ve Türkçede evin geçimi (dirlik) olarak daha açık bir şekilde ifade edilebilir.

[2] Diego Tatian, Yabanın İhtiyatı, çev. Ali Dokuzlu ve İsmet Şebin, Zoe: İstanbul, 2020, s. 21.

[3] Aristoteles, Eudemos’a Etik, çev. Saffet Babür, Bilgesu: Ankara, 2017, 1234b/20, s. 66. Alıntıdaki “siyaset” ifadesi, metindeki bütünlüğü bozmaması için “politika” olarak değiştirilmiştir.

[4] Tatian, Yabanın İhtiyatı, s. 31.

[5] Spinoza, Etika, IV, 70 ve 71’den aktaran Tatian, Yabanın İhtiyatı, s. 64.

[6] Byung-Chul Han, Zamanın Kokusu, çev. Şeyda Öztürk, Metis: İstanbul, 2019, s. 93-121; Hannah Arendt, İnsanlık Durumu, çev. Bahadır S. Şener, İletişim: İstanbul, 2016.

[7] Hannah Arendt, Geçmişle Gelecek Arasında, çev. Bahadır S. Şener ve Onur E. Kara, İletişim: İstanbul, 2014, s. 203-240.

[8] Alain Badiou, Sonsuz Düşünce, çev. Işık Ergüden ve Tuncay Birkan, Metis: İstanbul, 2006, s. 47.

[9] Alain Badiou ve Nicolas Truong, Aşka Övgü, çev. Orçun Türkay, Tellekt: İstanbul, 2021, s. 66.

[10] Tartışmayı aktaran Erol Göka, Abdullah Topçuoğlu ve Yasin Aktay, Önce Söz Vardı, Vadi: İstanbul, 2020, s. 372.

[11] Online Etimoloji Sözlüğü, https://www.etymonline.com/word/*deru-?ref=etymonline_crossreference (erişim tarihi: 25 Mayıs 2021).

[12] Georg Simmel, Paranın Felsefesi, çev. Yavuz Alogan ve Öykü D. Aydın, İthaki: İstanbul, 2014, s. 153.

[13] Aristoteles, Nikhomakhos’a Etik, çev. Furkan Akderin, Say: İstanbul, 2019, 1161b.

[14] Aristoteles, Nikhomakhos’a Etik, 1169b.

[15] Lars Svendsen, Yalnızlığın Felsefesi, çev. Murat Erşen, Redingot: İstanbul, 2019, s. 109.

[16] Svendsen, Yalnızlığın Felsefesi, s. 121