Dostluk ve Umut

Toplum veya çoğunluk, daima reel politiği kutsar ve onu yankılar. Reel politik ise fiilî durum ya da mevcudu devam ettirme arzusu… Reel politikçi, değişim dediğinde bile statükoyu bozmamak şartıyla demiş olur. Ancak bu, sadece çoğunluk tarafından değil, devrimciler tarafından bile çoğu kez gerçekten değişim ya da köklü değişim gibi algılanır. Belki de safdil iyi niyet bunu gerektirir. Bu tuzağa düşmeyenler ya küçük bir dostlar topluluğu ya da hakikat arayışına dost olanlardır.

Dostlar topluluğunun en sevmediği söylem reel politiktir. Dostlar mevcuda asla teslim olmadıkları için muhafazakâr da olamazlar. Mevcudu iki nedenle aşmak isterler: Birincisi, mevcut kötü ya da yeterince iyi değildir. Cerbezeli bir dili olan Cioran’a göre “iyi, olmuş ya da olacak olandır -asla olmayandır… gerçek dışı büyük güçtür”.[1] Belki gelecekte olabilir ama bugün yoktur. Bu nedenle yaygın tüm söyleme kötülüğün gölgesi düşmüştür. Kötülüğün egemenliğine dair gerçeğin bilinirliğini ortaya çıkarmak isterler. Ortaya çıkarmak da onu aşmak demektir. İkincisi, mevcut iyi bile olsa daha iyisi daima mümkündür. Daha iyisi için de mevcudu aşmak isterler. O nedenle daima direniş halindedirler. Bir hâl çocuğu, ânın, mevcudun çocuğu olarak mevcudu aşmak arzusu ile doludurlar.

Dostlar bir araya geldiğinde masadaki daima umuttur.

Umut

Spinoza, Ethica’sının üçüncü kitabı olan Duyguların Köken ve Doğaları’nda umudu, “ortaya çıkmasından kuşkulu olduğumuz gelecek ya da geçmiş bir şeyin imgesinden doğan kararsız bir hazdan başka bir şey değildir” olarak tanımlar. Bunun karşısına ise korkuyu koyar. Devamında, “eğer bu duygulardan kuşku giderilirse, o zaman umut güven ve korku [da] umutsuzluk olur” diyerek zıtlığı vurgular.[2] “Kararsız bir haz” olduğu için umut,[3] bir dostun güvenine ihtiyaç duyar. Burada, geleceğe güvenmekle dosta güvenmek özde aynı şeydir.

Geleceği asla tam olarak bilemeyiz, tıpkı dostumuzu da tam olarak bilemediğimiz gibi. Ama buna rağmen dostumuza güveniriz. Gelecek söz konusu olduğunda dostlar arasındaki güvenin adı umut olur. Güven ve umut sayesinde eylemde bulunuruz. Güven ve umut olmadığında ise hiçbir eylemde bulunamayız. “Güven, bilgi eksikliğine rağmen eylemde bulunmayı mümkün kılar.”[4] O bilgi açığı da hiçbir zaman kapanmayacaktır.

Descartes, Duygular ya da Ruh Halleri’nde, umudun büyük olması halinde güven olarak adlandırıldığına dikkat çeker. Gelecek uzakta olduğundan ona bakışımızda umut vardır, dost yakınımızda olduğundan ona güvenle bakarız. Gelecek belirsizdir, o ölçüde olmasa da dostluğun kendisi de aslında kesinlik taşımaz. Zaten kesinlik taşısaydı güven söz konusu olmazdı. Güven, var olduğunu çok büyük ihtimalle sandığımız şeyler için geçerlidir. Dostumuza güveniriz, çok büyük ihtimalle bizi satmaz. Ama %100 satmaz diyemeyiz. Daima az da olsa bir yanılma payımız vardır. Umut, dostumuza dair yanılmama arzumuz gibi geleceğe dair iyi şeylerin olacağına yönelik hazdır da aynı zamanda. Ancak her şeye rağmen, yine de %100 kesinlik yoktur dostta ve gelecekte.

Nedense insan kendi güvenliğini arttırmak amacıyla kesinlik araştırmasını hiç bırakmamıştır. Mevcut, içinde bulunulan sosyokültürel yapı, insanlar için tarih boyunca değiştirilemez bir kesinlik gibi görülmüştür. Örneğin köleler, tarih boyunca kendilerinin köle oluşlarını sosyokültürel bir yapı gibi değiştirilemez kesinlikte görmüşlerdir. Bir sosyal bilimci olarak dünyayı anlamak yerine onun değiştirilmesi gerektiğinin söylenmesi için 19. yüzyıl ve Marx beklenmiştir. Değişim, değişim adının konulmasından sonra başlamıştır. Çünkü içinde bulunulan dünya, Marx için yaşanmaz görünmektedir. Yazacağı kitapla dünyayı değiştirme düşüncesi Engels gibi bir dostu ile birlikte ete kemiğe bürünür. Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerinin karalamalarını kitaplaştıran Engels olmuştur. Hatta bu nedenle “arkadaşının sınırsız dostluğu ve desteği olmasaydı, Marx, bu dünya-tarihsel eserini asla tamamlayamazdı”[5] gibi yorumlara çok rastlanır.

Bu tarihlerden sonra umut, ütopyadan artık daha güvenle bakmaktadır geleceğe. Ernst Bloch, Umut İlkesi’nde daha iyi bir hayat için eşsiz bir resim sunar.[6] Dostane olmak, “verili olanı aşar”[7] ve öteye güvenle bir yatırım olur. Bugünü geleceğe bağlarken amaç reel politiği aşmaktır. Ancak aşılınca özgürlük ve eşitliğe varılacaktır. Dostlar bu anlamda gerçekliğe asla teslim olmaz. Onun toplumsal gerçekçiliği de yarını ve umudu içermediği müddetçe kasvetlidir.

Umut, dosttan bir güven beklentisidir. Beklentidir adı üzerinde, kesin değildir ama kesinmiş gibidir. Hayal kırıklığına uğramak riski daima vardır. Ama bu risk, ötekiler veya başkalarına oranla dostlar arasında en azdır. Fakat dostlar arasında güven çatladığında, ötekiler veya başkalarına olan yakınlıktan daha uzağa, tarifi imkânsız ötelere atarlar dostlar birbirini. Dünün ötekisi, ötelere atılan dosttan çok daha yakın olup çıkar. Bu, dostluktaki en büyük risktir. Dost olmayı göze alanlar, birbirine umudu ve güveni kaybettirdiklerinde birbirinin gözünde birden metalaşırlar. Zaten dost olmayı göze alanlar da öteki veya yabancıdan daha uzaklara savrulmayı örtük olarak kabul etmiş olurlar.

Dostlar birbirinin umududur ve umut olduğu için de kesinlik yoktur. Bu nedenle kesinsizlik bir gizem gibi görünür. Dostta kesinlik beklentisi ise dostluğun en büyük düşmanıdır. Çünkü kesinlik, makinedir. Makine şaka yapmaz, beklentileri boşa çıkarmaz. Toplum, nihai anlamda bir kesinlik düzeni kurma girişimidir. Düzen zaten bir kesinlik halidir. Dostluk ise bu girişimi sekteye uğratır. Dostlar birbirine sınır, çizgi veya had bildirdiğinde dostluk hükmen batıl olur, boşa düşer. Dostlar arasında bu çizgi varmış gibi yapılır ama çizgi asla kesinliğe kavuşturulmaz. Kesinliğin yerini güven tutar. Toplum kesinlik kurmaya çalışır, dostlar ise güven…

Şeffaflık

Kesinliğin diğer bir ifadesi ise şeffaflıktır. “İnsan kendisi için bile şeffaf değil”ken,[8] toplumun kesinlik veya şeffaflık arayışı hiç de dostane değildir. İnsan, bütün canlılar gibi anne karnındaki karanlıkta var olmaya başlar. Varlık, varoluşunu karanlığa, gizeme ve pürüze borçludur. Şeffaflık, kesinlik veya pürüzsüzlük, şeylerin hesaplanabilirliğini ve bu sayede de birikimini sağladığı için totaliter ve kapitalist toplumun en gözde kavramsal olgularındandır. Şeffaflık toplumu, hizaya getirilmesi ve birikimin hızlandırılması açısından ise işlevseldir. Ancak “hayatı hayat yapan kendiliğindenlik, olay doluluk ve özgürlük, şeffaflığa izin vermez”.[9] İnsanlar arasındaki ilişkilerin şeffaf olmayışı sayesinde ilişkiler yürür. Eğer ilişkiler şeffaf olsaydı veya insanlar makine kesinliğinde olsaydı, insanlar insan değil, makine olmuş olurdu zaten. Bu durumda da ilişki kurulmazdı. Dilin var olmasını ve gelişmesini sağlayan şey, konuşmanın en az iki anlama gelebilmesidir.

Kesinlik ve şeffaflık talebi şiddeti doğurur. Hayatın giderek şeffaflaştırılması, insanlar üzerinde yönetme veya kontrolün artması sonucunu doğurmuştur (tersi de geçerlidir). Mahrem alanın giderek daralması, insanları rahatsız etmekte ve kaygılandırmaktadır. Şeffaflık toplumu, bir olumluluk ve hız toplumudur. Tin, der Chul Han, olumsuzda oyalandığı ve onu kendisine göre işlediği için yavaştır.[10] Dostlar topluluğu ise toplumun pürüzü olduğu için onu yavaşlatır ve sorgulamaya tabi kılar. Deniz müsilajlandığında, onu arındıracak olan, toplumun kıyısında veya anlamsal olarak dışında yaşayan dostluk topluluklarıdır. Toplum, müsilajı denizden toplamayı teklif ederken; dostlar topluluğu ise denize kirli atıklarını bırakan kaçak unsurları engellemeyi gündeme getirir.

Dostlar, daima şeffaflık ve kesinlik demek olan makine gibi olma arzusundaki topluma direnir. Direnişin özü dayatmaya karşı oluştur. Dayatma yoksa direniş de yoktur. Makine ve toplum, hedefine doğrudan yönelirken, dostlar dolaylı yol izler. Dostlar hız peşinde değildir çünkü. Hız peşinde olan makine ve toplumdur. Hedef önceden belirlenmiştir ve en kısa zamanda ona varılması gerekir. Kapitalist ekonomi buna verimlilik diyecektir. Dostların ise dostluktan daha büyük ve daha özge bir hedefi yoktur. Dostluk kendinde bir amaçtır. Birikimcil ekonomi veya toplum, her şeyin öngörülebilir ve yönetilebilirliği için kesinlik ve doğrudanlık ister. Dostluk ise semantik bulanıklık hâli olduğu için oyalar.

Söz konusu toplum, hızlanmak için ekleme ve enformasyonu (veri, data) arar. Dostluk ise bir manzara gibi anlatıdır. Manzara durdurur ve geçmişteki pek çok dağınık parçanın bir araya gelmesini sağlayarak onları bütünlüğe, hikâyeye, anlatıya kavuşturur. Datanın, verinin, paranın ve atomun kendi arasında rayihası, kokusu yokken; anlatının bir zamanı vardır, zamanın da kokusu… Dostluk, dataya ve reel politiğe teslim olmak istemeyen insanlar arası ilişkinin anlatısı, kokusu veya manzarasıdır. Umut ise dostların ufkundaki bu manzaradır.

Umuda tekrar dönersek…

Günah kelimesi, diyor Frédéric Lenoir, Latince yanlış anlamındaki peccatum’un tercümesidir. “Yunan İncil’i çevirisinde ise hamartia’dır, anlamı güvensizlik ya da hata anlamına gelir. İbranice’de ise hatta’t ‘eksik hedef’ anlamındadır. Günah, hedefi şaşırmaktır, arzuyu yanlış yönlendirmektir veya gerçek amacı şaşırmaktır. Kötü davranırsak hakikatten ayrılırız.”[11] Ancak sevgi ile günahtan uzak durabileceğimiz yorumunu yapar Lenoir, yani dostlukla…

Aslında daha geriden bakıldığında dostluk veya sevginin hem zamansal olarak ve hem de uzamsal olarak tüm canlı ve şeyler arasındaki bağın (güven) varlığı olduğunu rahatlıkla fark ederiz. Bağı, güveni kopartan veya bozan her şey de sevgi veya dostluk eksikliği veya yokluğu olur. Umudun bu noktada, bugün ile yarın arasındaki dostluk bağı veya sevgi dolu güven olduğu anlaşılır. Varlığınızı yeşerten, neşenizi arttıran, yeşilinizi canlandıran, mavinizi göklendiren, alınızı allandıran her ne ise onları, yani bağları kestiğinizde varlığınızın, neşenizin, yeşilinizin, mavinizin ve alınızın birden öldüğünü görürsünüz. Öyleyse bağ hayata bağlarken, bağsızlık ölüm olur çıkar. Alain Badiou’nun Paulus okumasında “sevgi kendini adalete umut sayesinde bağlar. Umut edilense, adaletin yerine geleceğidir”[12] ve nihayetinde Badiou umudu, siyasal sevgi olarak tanımlar.

Umut bugünü yarına bağlarken aynı yaşam anlatısını sürdürür. Reel politikçi bugünü idealize ederken, dostlar bu ölümcül ağdan varlığını geleceğe bağlayarak, umutlarını korumuş olurlar. Umut, dostların varlığını geleceğe de bağlama girişimidir. Bu sayede sonsuzluğa uzanmış olurlar. Bu nedenle dostluk, daima bağ kurma, ilmik atma girişimidir. Dostlar, kötümserliğin hükümranlığına teslim olmamak için bunu yaparlar. Umuda uzanmadıklarında kötülük teslim alır dostları. Varlığın serpilip gelişmesine neden olması kadar dostlar da birbirinin gelecek veya varlık umududur.

Sabır bu durumda dostların ve varlığın umuda uzanırken dinlenme anlarıdır. Beklerken gönlü umutta, susarken gözleri ufukta olan dostların pasif eylemidir. Ziyanda olan toplumun ancak iyi ve güzel işler yapan, umuda iman eden, birbirine sabrı tavsiye edip hakikatin peşinde olan dostları bu yokluktan kurtulmuşlardır.


[1] E. M. Cioran, Yeni Tanrılar, çev. Murat Erşen, Redingot: İstanbul 2019, s. 9.

[2] Benedictus de Spinoza, Ethica / Törebilim, çev. Aziz Yardımlı, İdea: İstanbul, s. 112, III. Ön. 18.

[3] Spinoza, Ethica / Törebilim, s. 142, III. Duyg. Tan. 12.

[4] Byung-Chul Han, Kapitalizm ve Ölüm Dürtüsü, çev. Çağlar Tanyeri, İnka: İstanbul, 2021, s. 32.

[5] Peter Schwarz, 1 Aralık 2020, “Friedrich Engels 200 yaşında”, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, (DEUK) WSWS.ORG, https://www.wsws.org/tr/articles/2020/12/01/pers-d01.html

[6] Ernst Bloch, Umut İlkesi, Cilt 1, çev. Tanıl Bora, İletişim: İstanbul, 2020; Ernst Bloch, Umut İlkesi, Cilt 2, çev. Tanıl Bora, İletişim: İstanbul, 2020.

[7] Bloch, Umut İlkesi, Cilt 1, s. 57.

[8] Byung-Chul Han, Şeffaflık Toplumu, çev. Haluk Barışcan, Metis: İstanbul, 2020, s. 17.

[9] Han, Şeffaflık Toplumu, s. 17.

[10] Şeffaflık Toplumu, s. 20.

[11] Frédéric Lenoir, Üç Usta: Sokrates, İsa ve Buda, çev. Billur İpek Şenol, Paris Yayınları: İstanbul, 2018, s. 177. Alıntıda sadeleştirme ve italiklendirme yapılmıştır.

[12] Aktaran Simon Critchley, Sonsuz Talep, çev. Tuncay Birkan, Metis: İstanbul, 2010, s. 57.


Fotoğraf: Jan Tinneberg