Dostluk ve Felsefe

 

İnsanlar için en yararlı şey …

dostluğu güçlendirmeye hizmet edebilecek her şeyi yapmaktır.

Spinoza, Törebilim, s. 200.

 

Hem hesaplı kitaplı hem de esinli olan Sokrates,

çelişkilerine bizi şaşırtıp tedirgin edecek bir biçim vermeyi bildi.

M. Cioran, Var Olma Eğilimi, s. 143.

 

Felsefe sözcüğü ile akrabalığı en yakın ve derin sözcük hangisidir dense, şüphesiz dost (philos) olurdu bu. Filozof (philosopher, φιλόσοφος: filósofos), bilgelik (σοφία: sofía) dostudur (φίλος: fílos). Bunun bir rastlantı olduğu düşünülebilir, fakat hiç de öyle değildir. Antik Yunan’da olduğu gibi şimdi de dostluk, özgür insanlar arasında ve özgürce kurulan bir ilişkidir. Dostluk, köleler ve özgür olmayanlar tarafından kurulamaz, kurulduğunda da terk edilemez. Dostluk özgürce kurulur ve yine özgürce terk edilir. Aynı şekilde özgürlük duygusu da öncelikle dostlar arasında bulunulduğunda hissedilen bir duygudur. Platon’un Şölen’i, özgür insanların dostlar arasında bir yemek ziyafeti (şölen) boyunca yapılan özgürce sohbeti konu alır. Giorgio Agamben’in aktardığına göre, “Felsefe nedir?” sorusuna çağdaşı bir felsefecinin, bu sorunun dostlar arasında (entre amis) cevaplanması gerektiğini yazması,[1] dostluk ve felsefe yapmanın ayrılmaz doğasına işaret eder.

Felsefenin dostlar arasında yapılması çok manidar. Bugün felsefenin, ilgili ilgisiz kişiler veya öğrenciler önünde yapıldığı aşikâr. “Felsefe bitti” ya da “filozof yok artık” serzenişinin bununla bir alakasının olup olmadığını düşünmek lazım. Ancak çalışma arttıkça yönetimin/hakimiyet kurmanın da artacağını varsayarsak felsefe yapmanın imkânının da azalacağını düşünebiliriz. Çalışma ve yönetmenin artması, boş zamanın (schole) kalmaması demektir. Çalışma, insanı özgürlükten men eder.[2] İnsanlar ancak çalışmaya ara verdiklerinde dostlarıyla buluşur. Dostlarla buluşmak, dostlar arasında olmak bir boşlukta (schole) olmak veya çalışma zorunluluğuna ara vermek/boşluk oluşturmak demektir.

Bugünkü okul (school) kelimesi, Yunanca schole’den geliyor. Zorlama ve kaygı içermeyen schole, bir özgürlük durumudur.[3] Oysa bugün okula gitmek, çalışma zorunluluğu anlamına gelmese de okula gitme ve dersleri dinleme zorunluluğu içermektedir. Bu anlamda okul bir özgürlük, dinlenme ve derin düşünme yeri değildir. Filozof, schole’de özgürce felsefe yapabilirken bugün school’da dostlar olmadığı için felsefe (kavram yaratma) yapılamıyor.

Dostlar arasında olmak, yönetme ve yönetilmenin olmadığı suni bir izonomik ortam içinde olmak demektir. Burada doğal bir eşitlik varsayılır ve kimse kimsenin ne kölesi ne de efendisi durumundadır. Korkulacak bir şey yoktur dostlar arasında. İstediğimizi istediğimiz şekilde ve sürede konuşabiliriz. Yanlış veya ters konuşsak da yargılanmayız. Yargılansak da yaralamayacak bir ortamda olduğumuzu biliriz. O yüzden konuşmamızı önceden düzene sokmamıza ve ayarlamamıza (retorik) gerek yoktur. Bir gelişigüzellik hakimdir, yani sözlerimizi dostlar arasında olmadığımız zamanlardaki gibi hesap kitap yapmaya ve ölçüp biçmeye gerek yoktur. Bir dostluğu, dostu ve çevresine zarar verici olmayan gelişigüzelliğinden de anlayabiliriz. 

Dostlar arasında vita activa (aktif yaşam, çalışma zorunluluğu) değil, vita contemplativa (derin düşünme, theoria, nazariyat) hüküm sürer. Felsefe, diyor Alain Badiou, bir yavaşlatma işlemi önermelidir.[4] Dostlar arasında olmak, çalışmayı yavaşlatır, hayatı yavaşlatır ve derin düşünmeye neden olur. Yavaşlama, durmayı getirebilir. Yavaşlama veya durma anları, çalışmayı ortadan kaldıracak anlamına gelmez, ancak ortadan kesinlikle kaldırmayacak anlamına da gelmez. Dostlar arasında meydana gelen yavaşlama ve durma, çalışmayı iptal etme ihtimalini veya riskini hep taşır. Bu yüzden çalışma mimarları, çalışanların tatil ve boş zamanlarını da kontrol altında tutmak isterler. Yavaşlama ve durma, Ortaçağ boyunca da çalışmaya anlamını vermiştir. Örneğin Kapalı Çarşı’nın günlük açılma/çalışma saatinden ya da vaktinden önce esnafın ilgili görevli (çarşı kethüdası) eşliğinde açılış duası yapması, çalışmanın yavaşlama/durma anlarıdır. Yapılan dua, çalışmaya anlamını verir. Aksi takdirde durmaksızın çalışma, hiçbir yavaşlama ve durma olmadığında çalışan kişiyi çalışan hayvana (animal laborans) dönderir.

Felsefenin derin düşünmesi yavaşlıktadır. Kimle olursa olsun konuşma ancak yavaşlıkta mümkündür. Özgür (korkusuzca) konuşma ise dostlar arasındadır. Yöneticiler, konuşmasını önceden düzenler, çünkü zaman ekonomisi süre ayarlamasını (ölçme) zorunlu kılar. Her şey önceden ayarlanmış ve planlanmıştır: işe başlama ve bitiş, okula başlama ve bitiş, tatile başlama ve bitiş. Her şey önceden verilidir. Dostlar arasında konuşma planlanmaz. Orada özgürlük vardır, çünkü dostlar arasındadır.

Dostlar yönetilmez. Bu sayede gelişigüzellikten bir güzellik çıkabilir. Güzellik, dostlar arasında, dostlar için veya dostların verdiği güvenle yaratılır. Aksi takdirde yaratılan güzelliğin anlamı olmaz. Anlamı yaratan, dosttur. Başkası veya ötekilerin ilgisizliği, kayıtsızlığı kişi için hiç sorun olmaz. Ancak dostun vurdumduymazlığı, görmezden gelişi, oralı olmayışı, dostu öldürür. Hallac-ı Mansur için anlatılır: İdam kararı verildiğinde halkın kendisini taşlamasına hiç aldırmazken, dostunun attığı gül, yaralar, öldürür Mansur’u. Çünkü hayatın anlamını dost kazandırdığı için Mansur’un dünyası, ölmeden önce çöker, ya da Mansur ölmeden, dünyası ölür.

Yavaşlık ile anımsama, hız ile de unutma arasında bağ kurar Milan Kundera.[5] Dostluk yavaşlatır, tıpkı felsefe gibi. Bununla geçmiş ve gelecek yeniden yaratılır. Geçmiş hatırlandıkça zaman içinde zaman oluşur, zaman kazanılır. Geçmiş ve gelecek yeniden anlamlandırılır. Felsefe de bunu yapar zaten, yarattığı yeni kavramla. İyi bir dostluk ilişkisi felsefedir haddizatında. Yaratma, özgür ortamda, korkusuz ortamda, yani dostlar arasında ancak mümkündür.

Toplumsal olaylarda da yaratıcılık başkaldırıdan doğar.[6] Ancak burada da başkaldırabilmek için dostların varlığına ihtiyaç duyulur. Âdem ve Havva hikâyesi de bir başkaldırı hikâyesi olarak okunur May tarafından.[7] İbrahimî dinler arasında da büyük ölçüde benzerlikler gösterir hikâye. Konan yasağa başkaldırabilmek için, çiftler gücünü dostluk (sevgi-aşk) ilişkisinden alır. Phaidros, devleti korumak için kurulacak ordunun birbirini seven dostlar tarafından oluşturulması halinde devletin/şehrin daha cesurca savunulabileceğini ifade eder Şölen’de.[8] Fransa’daki 1968 Mayıs olayları da dostluk ilişkilerine dayanarak ortaya çıkmıştır. Üç aşamada meydana gelen olaylar, ilk olarak öğrenci hareketleri ile başlamış, sonraki aşamada işçiler eylemlere destek vermiş ve sonunda siyasi olaylara dönüşmüştür. Öğrenci dostlukları olmasaydı hareketin başlamayacağı çok sık dile getirilmiştir.

Özgürlük

Dünyada hiçbir şeye sahip değiliz, diyor Weil. Çünkü diyor, rastlantı bunların hepsini bizden alabilir, bunun tek istisnası, ben deme gücüdür: “Ben’in yok edilişi hariç, bize izin verilen başka hiçbir özgür eylem yoktur kesinlikle.”[9] Pek çok mistik ve bilgede olduğu gibi Weil’e göre de özgürlük için yok edilmesi gereken, bendir. Mutsuzlukların kötülük doğurmasını engelleyebilmek için ben’i yok etmeye bir an önce başlanmalıdır. Ben’i yok etme, arzularını terk etmek demektir. Kişi arzularını terk ettikçe yalnızlaşacaktır. Çünkü buna kimse kolay kolay karar veremez, verse de eyleme geçemez. Eyleme geçen kişi, çevresinden yavaş yavaş kopacaktır. Çevresinden kopma sadece kendi planı değildir. Büyük ölçüde bu kopuş, öncelikle çevresinin eylemiyle başlayacaktır. Ya da birlikte yürür: Kendisi ve çevresi, birbirlerinden uzaklaşmaya, kopmaya geçiş eşzamanlıdır.

Cioran, özgür olmayı, kendini hiçbir şey olmamaya alıştırmak olarak görür.[10] Bir bakıma ben’in fedasıdır bu. Arzudan, hızdan ve hırstan arınma… Arzu hızdır ve hızın dumanı ise mutsuzluktur. Hızlandıkça araç(sallaşan insan)ın dumanı eksik olmaz. Ben’i terk etme, arzuyu terk etmedir. Çünkü arzu ettiğimiz müddetçe, der Cioran, üstü kapalı biçimde zaferi arzularız.[11] Zafere ulaşamayınca da şöhrete yöneliriz. Yalnızlığı veya kendine yeterliği başaran gibi, arzuyu terk eden de yavaşlar. Yavaşlayanın zamanı genişler, çünkü ancak yavaşlayan hatırlar. Unutmak isteyense hızlanır. Kundera’nın Yavaşlık’ı bunu söyler.

Özgürlüğü, dostlar arasında olmak olarak ifade eden Byung-Chul Han, Psikopolitika’daki “Özgürlüğün Krizi”[12] başlığı altında özgürlüğe en dostane yaklaşımı getiren felsefecidir diyebiliriz. Han’a göre özgür olmak (Frei-sein, Alm.), dostlar arasında olmak (bei Freunden sein) demektir. Dost (freund) ve özgürlük (freiheit) Hin-Avrupa dil ailesinde aynı kökten gelir. Özgürlük ise bir ilişki kelimesi (beziehungswort) olduğu için insan kendini ancak mutlu bir ilişkide veya birliktelik halinde özgür hisseder.[13] Dostların arasında olmaktan duyulan bu mutluluk çalışmak zorunda kalışa verilen aradan/moladan kaynaklanır. Dostlar arasındayken, çalışma yapılmıyordur. Çalışmaya ara verip her dostlar arasına gelişte bu mutluluk/özgürlük duygusu yaşanır. Bu özgürlük bir geçiş ânı özgürlüğüdür ve bir yaşama biçiminden diğerine geçerken ortaya çıkar. Ancak geçilen yerdeki özgürlük halinin ardından mevcut durum bir zorunluluk ilişkisine dönüştüğünde özgürlük ortadan kalkmış olur.[14] Çalışma, bir zorunluluk ilişkisidir. Kişi, bu zorunluluktan kurtulamadığı için bir anlık nefes alma pahasına gittiği yerdir dostların yanı. Bir anlık’ın süresi iki çalışma arasıdır.

Dostluk, içinde özgürlük hissedilen ilişkidir. Birbirini kendi özgür iradeleriyle seçmişlerdir. Ancak özgür insanlar, der Spinoza, birbirlerine en sıkı dostluk ilişkisi ile bağlıdır ve “eşit bir sevgi dürtüsü ile” iyilik yapmaya çabalarlar birbirlerine.[15] Dostluk ilişkisi, dostların birbirleri üzerinde bir zorunluluk veya himaye yarattığı an terk edilecektir. Spinoza’ya göre özgür insan, hiçbir zaman kötülük yapmaz, her zaman doğru davranır. Çünkü o bunu tutkularının buyruğuna göre değil, usun buyruğuna göre yapacaktır.[16] Ustan doğan isteğin ise aşırısı olamaz.[17] Usun buyruğuna göre yaşamakla gerçek erdem aynı anlama gelir.[18]

Hakikat

Philosophia’yı bilgelik sevgisi olarak değil de hakikat özlemi olarak çevirsek nasıl olurdu, diye sorar Marcus Steinweg.[19] Daha sahih bir soru gibi duruyor böyle. Hakikati görmenin/fark etmenin çok bilgili olmakla hemen hemen hiçbir ilgisi yoktur. Hakikat görülemeyecek kadar ortadadır, aşikârdır. Cioran’a katılmamak mümkün mü: “Bugün düşünüyorum da geldiğim ufak köyde kalsam ve orada hayvan gütsem çok daha iyi olurmuş. Esasla ilgili şeyleri orada da buradaki kadar anlamış olurdum. Orada hakikate daha yakın olurdum.”[20]

Dostluk, bir felsefe yaratabilmesi için öteki kendilik (heteros autos) olan dostunu kendine gerçekten öteki kılabildiği oranda ondan kendisi hakkında bir şey öğrenme imkânına sahiptir. Fakat öteki kendilik adına yönetimde bulunup hareket ettiğinde kendini aynada görmenin ötesinde dostunu kaybedecektir de: Onu yönetmeye kalkmıştır. Ancak dostunu öteki kılıp, kendinin bir aynılık değil de başkalıkla çarpılması, dostunun parrhesiastes (doğruyu söyleyen) olması sayesinde mümkün olacaktır. May’e göre yaratıcılık, bir karşılaşma eylemi sonucunda ortaya çıkar.[21] Dost, dostu için parrhesiastes (doğruyu söyleyen) olursa karşılaşma mümkün olur. Karşılaşma, yenilik yaratacak başkalığı görmedir.

Hakikati ifade etme ve ortaya çıkarma meselesi olarak parrhesia olgusunu Foucault, Doğruyu Söylemek’te ele alır.[22] Parrhesiastes ise doğruyu söyleyendir. Buna göre “bir dostu ya da hükümdarı eleştirmek, hatasını anlamayan bir dosta yardım etmenin bir ödev olduğu ya da kralın hükümdarlığını düzeltmek için ona yardım etmenin siteye karşı bir ödev olduğu ölçüde bir parrhesia edimidir”.[23] Kavramın Yunan ve Roma kültüründeki gelişiminden hareketle parrhesia eyleminde olması gereken özellikler; a) açıksözlülük (her şeyi söyleyebilme), b) hakikat, c) tehlike, d) eleştiri ve e) ödevdir.[24]

Türkçede dost bağlamında bu durumu karşılayan ifade; dost acı söyler! Dost, dostu için bir parrhesiastestir: Söylenmesi veya düzeltilmesi gereken bir durum varsa dostuna karşı, her şeyi söyleyebilmelidir (a). Dostun söylediği sözler doğru olmalıdır (b). Bu söylemden rahatsız olup sonunda ilişkiyi bitirebilme veya dostluktan olma tehlikesi her zaman vardır. Dost, söylediklerinin dostunu kaybetme tehlikesini göze alarak konuşur (c). En büyük ve en iyi eleştiriyi yine bir dost yapabilir (d). Bu eleştiriyi yapmak, diğerlerinden daha çok dostun ödevi/görevi olarak görülür. Herkesten çok, dosttan beklenir kendi hakkındaki doğrunun ifadesi (e).

Dostların, dostluk ilişkisinin sağlığı için doğruyu söylemesi nasıl dostlar için bir şanssa; krala da aynı şekilde doğruyu söyleyecek vatandaşlarının olması aynı ölçüde büyük bir şanstır. Bu şans ya da imkân, dostlar veya kralın, dostluk ve yönetim ilişkisinin sağlığını koruması anlamına gelecektir. Kral veya yönetici, kendine karşı ne kadar parrhesia kullanan vatandaşı olursa o ölçüde şehri iyi yönetecek ve vatandaşlar mutlu olacaktır. Bu anlamda dostlar ve vatandaşların mutlu olabilmesinin yolu parrhesia (doğruyu söyleme) kullananlarının varlığına bağlı olacaktır.

Fakat dostlar hırslı, kral tiran olursa doğruyu duymak pek o kadar kolay olmayacak ve mutluluk sağlanamayacaktır:

Eğer vatandaşlar parrhesia’yı kullanamazlarsa, hükümdarın iktidarına karşı koyamazlar. Ve eleştiri hakkı olmazsa, bir hükümdar tarafından kullanılan iktidarın sınırı olmaz. Böylesi bir sınırsız iktidar, İokaste tarafından “delilerle deliliklerinde buluşmak” şeklinde nitelenir. Zira sınırsız iktidar delilikle doğrudan bağlantılıdır. İktidarını kullanan insan, ancak onu eleştirmek ve böylece iktidarına ve emirlerine bir sınır koymak üzere parrhesia kullanan biri varsa bilge olabilir.[25] 

Foucault burada hükümdarın doğruyu söyleyeninin olmamasını (parrhesiastessizliğini) bir sınırsızlık, sınırsız iktidarı da delilik olarak görüyor. Peki, dostluk için durum nedir? Aynı paragrafı dostluk için uyarlamamızda bir sakınca yoksa bunu denemeye değer:

Eğer dostlar parrhesia’yı kullanamazlarsa, dostun dostluğuna karşı koyamazlar. Ve eleştiri hakkı olmazsa, bir dost tarafından kullanılan dostluğun sınırı olmaz. Böylesi bir sınırsız dostluk, İokaste tarafından “delilerle deliliklerinde buluşmak” şeklinde nitelenir. Zira sınırsız dostluk, delilikle doğrudan bağlantılıdır. Dostluğunu kullanan dost, ancak onu eleştirmek ve böylece dostluğuna ve dostun isteklerine bir sınır koymak üzere parrhesia kullanan biri varsa dost, gerçekten iyi bir dost olabilir.

Dost, eleştiri (parrhesia) kabul etmiyorsa dostluk bir delilik ilişkisine dönecektir. Bu durumda mutluluk, yönetmenin olduğu yerden kaçarken, parrhesia da dostuna veya krala karşı parrhesiastes olmak yerine bir kendilik kaygısına (epimeleia heautou) dönüşecektir. Roma döneminden bugüne, ötekinden veya öteki benden kendiliğe yönelen/çekilen kaygı giderilebilmiş değildir.

Steinweg’in Friedrich Hebbel’den aktardığına bakılırsa hakikatin de dost veya izonomi gibi bir denge veya kavşak durumu olduğuna şaşırmamak gerekir: “Hakikat, inanç ile bilginin birbirini nötr hale getirdiği noktadadır.”[26] Bilginin inanç üzerinde ya da inancın bilgi üzerinde tahakküm kurduğu yer değildir hakikatin yurdu. Buna göre hakikat de izonomik yurtta yurtlanır. O daima vardır, ancak nesneleştirilemediği için mübadele edilemez.

Budala

Byung-Chul Han, Psikopolitika’sında Deleuze’ün 1980’deki Spinoza konuşmasını aktarır: “Söyleyeceğim tam tamına şudur: Budala olun. Budalayı oynayın. Budalayı oynamak her zaman felsefenin görevi olmuştur.”[27] Han’a göre felsefe, başından beri budalalıkla ilişkilidir. İfadeyi, düşünceyi, dili bozan her filozof budala durumuna düşmüştür. Sadece budala, öteki/başkaya erişebilir. Felsefe tarihi budalalık tarihi olduğu için Sokrates, Descartes, Deleuze birer budaladır.[28]

“Budala (der Idiot) aşırı hassas (Idiosynkrat) biridir.”[29] Dost da hassastır. Dostluk, dünyayla uzlaşamama hassasiyetidir. Dünyayla uzlaşsa zaten dosta ihtiyaç kalmayacak ve topluma karışacaktır. Dünyayla uzlaşmak, iletişimi güçlü, çalışkan ve hızlı olanların işidir. Dostlar bu hıza ayak uyduramazlar. Aynıların cehennemine katlanamama, bir bağlantı hatasıdır. Dost, sürekli bağlantı hatası verdiği için toplumdan/kalabalıktan kaçarak soluğu dostunun yanında alır. Budala, nasıl özü gereği bağlantısızsa,[30] dostun da toplum veya kalabalıklarla bağlantısı çok zayıftır.

“Budala modern mutezildir, heretiktir. Herezi, köken olarak seçim anlamına gelir.”[31] Dost da içine doğduğu toplumu seçmediği için, dostunu seçerek kenara alır onu. Kalabalıktan ötede, seçilmiş ve seçkin bir yerdir dostluk. Seçildiği ve fakat seçmediği yerde huzursuzdur. Dostluk, özgürce seçilen ilişki olarak mu’tezil bir harekettir. Mu’tezil, toplumdan azledilmiş, cemaatten ayrılmış kişidir. Kendisinden beklenenleri ya yapmayan ya da istenen hızda yapmayan kişi, yavaş kişidir. Yavaşlık hem budalanın hem de dostun doğasında vardır. Budala ve dost, toplumun onlardan beklediği dili konuşmayan, konuşmak için kendi dilini ve tarzını kullanmayı tercih eden kişi demektir. Bu dil ve tarz, konuşmama şeklinde, yalnızlığı seçme şeklinde de tezahür edebilir.


[1] Giorgio Agamben, “Dostluk”, Cogito, Sayı: 68-69, YKY, İstanbul, Kış 2011/2012, s. 165 ve 165-172. 

[2] Byung-Chul Han, Zamanın Kokusu, çev. Şeyda Öztürk, Metis, İstanbul 2019, s. 93.

[3] Zamanın Kokusu, s. 93.

[4] Alain Badiou, Sonsuz Düşünce, çev. Işık Ergüden-Tuncay Birkan, Metis, İstanbul, 2006, s. 21.

[5] Milan Kundera, Yavaşlık, çev. Özdemir İnce, Can, İstanbul, 2019, s. 36.

[6] Rollo May, Yaratma Cesareti, çev. Alper Oysal, Metis, İstanbul, 2019, s. 57.

[7] Yaratma Cesareti, s. 127.

[8] Platon, Şölen-Dostluk, çev. Sabahattin Eyüpoğlu ve Azra Erhat, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2018, 178e-179a.

[9] Simone Weil, Yerçekimi ve İnayet, çev. M. Mukadder Yakupoğlu, Doğu Batı, Ankara, 2019, s. 57.

[10] E. M. Cioran, Zamana Düşüş, çev. Haldun Bayrı, Metis, İstanbul, 2020, s. 81.

[11] Zamana Düşüş, s. 86.

[12] Byung-Chul Han, Psikopolitika, çev. Haluk Barışcan, Metis, İstanbul, 2020, s. 11-22.

[13] Psikopolitika, s. 12-13.

[14] A.g.e., s. 12.

[15] Spinoza, Törebilim, çev. Aziz Yardımlı, İdea, İstanbul 1996, s. 195.

[16] Törebilim, s. 196.

[17] Törebilim, s. 190.

[18] Törebilim, s. 176.

[19] Marcus Steinweg, Aşikârlık Dehşeti, çev. Erkal Ünal, İthaki, İstanbul, 2019, s. 153.

[20] E. M. Cioran, Ezeli Mağlup, çev. Haldun Bayrı, Metis, İstanbul, 2016, s. 125.

[21] Yaratma Cesareti, s. 95.

[22] Michel Foucault, Doğruyu Söylemek, çev. Kerem Eksen, Ayrıntı, İstanbul, 2016.

[23] Doğruyu Söylemek, s. 17.

[24] A.g.e., s. 10-18.

[25] A.g.e., s. 10-18.

[26] Steinweg, Aşikârlık Dehşeti, s. 31.

[27] Byung-Chul Han, Psikopolitika, s. 85.

[28] A.g.e., s. 85.

[29] A.g.e., s. 86.

[30] A.g.e., s. 86.

[31] A.g.e., s. 87.


Kenan Göçer: [email protected]