Dost, dostunu yoldan çıkarabilendir. Dostluklar çoğu zaman bir yoldan çıkarma hikâyesidir. Öyleyse yol nedir?
Yol
Sokrates, Atina gençlerini yoldan çıkarmakla suçlandığı için ölüme mahkûm edilmişti. Sokrates’in Savunması bunu anlatır. Yol, burada toplumdur, yaygın kanaattir ya da kısaca çoğunluğun tutum ve eyleme tarzıdır. Toplum eğer bireylerden oluşuyorsa toplum, bireylerden oluşmuyorsa ya kalabalık ya da çoğunluktur. Ancak yazının temel akışını bozmamak için toplumun söz konusu biçimlerinden kalabalık ve çoğunluk ile ifade edilen olguları da kapsayacak şekilde hepsine birden toplum demeyi sürdüreceğim.
Dostluklar, toplumdan yorulmuşluğun dinlenme mekânları gibidir. Bir çocuk, mikro toplum olan ailesinin terbiye edici talimatlarından uzaklaşmak ve dinlenmek için arkadaşları ile birlikte olmaya çalışır. Aile içindeki hiyerarşiden arkadaşlarına yönelişi âdeta bir kaçış hikâyesi gibidir. Eve, yani aileye, yani mikro topluma ya da hiyerarşik düzene tekrar çağrılmasa çocuk, -genellikle zoraki olur bu çağrılmalar- neredeyse arkadaşlar arasındaki oyununu bırakıp gelmek istemeyecektir.
Çocuk bu dayatmalardan, zorakiliklerden kurtulmak, hadi diyelim özgür olmak için daima büyümek istediğini söyleyecektir. Sanır ki büyüdüğünde babası onu evlerine zoraki çağıramayacaktır. Oysa evinden veya babasından “kurtulduğunda” bir büyük baba olan makro topluma dahil olmuş olur. Mikro toplumdan bir çıkış olsa bile makro toplumdan çıkış neredeyse yok gibidir. Makro toplumdan çıkışı zorlayan her arayış, ölümlü değilse de ölümcüldür.
Dostluk, aile ile toplum arasında bir nefes adacığı, soluklanma ânıdır. Sonradan hatırlandığında çocukluk, aileden kaçışlara göz yumulma anlarının çokluğu kadar güzeldir. Bu güzellikse özgürlüğün hatırlanışından başka bir şey değildir. Çocuk, aile oyunundan çıkıp arkadaşları ile başka bir oyun kurduğu kadar mutludur. Ancak baba, başka oyuna son verdiğinde çocuğun gözleri babanın bu gücüne karşı çıkmak için bir baba olmaya, babanın yaşına gelmeye, büyümeye, büyük topluma girmeye odaklanır.
Toplumun, aileden farklı olmadığını ve hatta ondan daha acımasız olduğunu fark ettiği anda çocuk, artık yetişkindir. Ailenin acımasız olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Daha acımasız derken, daha çok ve keskin bir yöneten-yönetilen ilişkisinin olduğunu ifade etmeye çalışıyorum. Aslında yetişkin de bu süreci dostluklarla aşmaya çalışır. Aşkı ciddiye alan ve onu direniş biçimi olarak gören Ömer Faruk, Aşk ve Ereksiyon “Aşkı” adlı eserinde aşk, dostluk ve yoldaşlığı çocukluktan yetişkinliğe geçişin ve özerkliğin işareti bağlamında değerlendirir.[1] Kadın ve erkek aşkında her iki tarafın da özgür olması gerektiğinde ısrar eder. Söz konusu özgürlük yoksa aşkın da olamayacağını söyler.
İşlevsel olabilmesi için eşitlik ve özgürlüğün bir şeyin iki yüzü gibi bir arada olması gerekir. Biri yoksa ötekisi de yoktur. Özgürlüğe değinmeyen eşitlik ile eşitliğe değinmeyen özgürlük söylem ve eylemlerinin tarih boyunca insanları köleleştirene dek sömürdüğü artık iyice anlaşılmış olmalıdır. Zorundalıkların bir boşluk bırakmamacasına insan psikolojisi dahil (psikopolitika) her yeri kaplayan varlığı özgürlük ve eşitlik duygularının yaşanmasına fırsat vermez. Dostluk işte bu fırsatı, zorundalıkların dünyasından âdeta çalarak elde eder. Bu yüzden söz konusu çalma eylemi, toplum tarafından bir yoldan çıkma, mutezil, heretik, budala, abdal, bogomil, sapkın ve rafızî olarak görülür.
Toplumun görüşü daima bir iyelik görüşüdür. İyelik görüş hem maddi hem de manevi düzlemde çalışır: malik (sahip değil) olup olmama ya da yönetme-yönetilme olarak… Toplumun, ana yoldan ayırdıkları ya da ayrı olarak gördükleri kişiler, maddi ve manevi düzlemde çoğunluğun maliki olduğu veya olmak istediği şeylere karşı duyarsız, ilgisiz ve hatta vurdumduymaz olanlardır. Bu açıdan yoldan çıkmışlardır. Maddi ya da manevi olsun, bir şeye malik olmayı istemeyenler, toplumun içine doğduğu o zoraki oyuna katılmayanlardır. Dostluk dışındaki neredeyse bütün oyunlar hiyerarşi kuran oyun oldukları için merkezine malik olma ve yönetmeyi koyarlar.
Dostluk ilişkisinde hiyerarşi kuran oyunlardan veya yoldan bir anlığına çıkılmış olunur. Bu ilişkilerdeki dinlenme, nefeslenme ve sorgulamaların hiyerarşik düzenler açısından en büyük riski günün birinde toplumun kendisine karşı yönelme ihtimalidir. Statüko olarak ana yol, dostluk ve insani ilişkilerin gidişatını teyakkuzla izler. Dostlukların gelişmesini, hele hele derinleşmesini ve yayılmasını hiç mi hiç istemez. Bu nedenle toplum açısından dostluk ilişkileri yönetilmelidir, planlanmalıdır, parçalanmalıdır.
Dostluk, olmuş olunan kişilik oluşumunu sekteye uğratacağı gibi tersine de çevirebilir. Oysa olmuş olunan kişilik bizatihi toplumun yapılandırmasıdır. Toplum, oluşturmuş olduğu bu kişiliklerin gelişimini ve eğitimini destekler. “Toplumun yaşam, mülkiyet ve huzurunu koruyan, akıllı ve liberal bir polis”[2] olan eğitim, hangi görüşte olursa olsun rekabetçi ve birikimci bütün kişiliklerin desteklenmesi için örgütlenmiştir. Dostluk, toplumsal açıdan rekabet ve birikim oyununa girmediği için risklidir.
Bu durumda “yoldan çıkmak”, yönetilmek istemiyorum anlamına geldiği gibi yönetmek de istemiyorum demektir. Müslüman sûfîler, mutasavvıflar, kalenderîler ve dervişler ne dersek diyelim kendilerini, kendileri için belirlenmiş bir yoldan çıkarmış olmalarına rağmen süreç daima yeni bir ana yolun kurulmasına vardırılmıştır. Bunun çok az istisnası bulunur. Ahmet T. Karamustafa’nın Tanrının Kural Tanımaz Kulları bu konuya değinir.[3] Karamustafa söz konusu eserde, “gezgin dervişler” kavramsallaştırmasını, “halk İslâmı” ya da sûfîlik “anayolu”nun karşısına koyarak yapar. Böylece gezgin dervişlik ile sûfiliği aynı başlıkta ele alan görüşlere de karşı çıkmış olur. Anti-toplum, anti-üretim ve anti-paracı gezgin dervişler, orta sınıftan apolitik bir seçkinci (havass, velî) hareket olarak algıladıkları Bağdat merkezli sûfiliği de bir iktidar biçimi olarak gördükleri için o yoldan da çıkmışlardır.
Allah aşkıyla dolu bu gezgin dervişler de bir dostluk hareketidir. Ancak bu kadar hassasiyetlerine rağmen kendilerinin başında da bir baş/yöneten bulunur. Biriktirme karşıtı bir yöneticileri olsa da toplu olarak gezmeleri, bireyselliğe değil, bir çoklu oluşa işarettir. Bu anlamda kendi yalnızlığını kaldıramayanın, kendine yetemeyenin (otarşi) gerçek anlamda dost olma imkânı da çok zayıftır.
Yürüme
a.
Sadece yoldaş, yolu yol kılar. Yoldaşını, arkadaşını, hem-râhını (Farsça, aynı yolda olduğun), emrahını, emresini bulanlar için yol açılır, bulamayanlar için hayat bir tökezleme, tekrar ve aynılık cehennemi olarak belirir. Dostluk, dostu bir yola yollar. O yoldan başkası yürünemez. Her yol yürünebilecek durumdaysa dostlar kaybolmuş demektir. Yol, bizatihi yoldaşı bulmak, yoldaşlı olmaktır. Önce yoldaşı bulmak gerekir. Anonimleşmiş önce refik, sonra tarik deyişi de (önce dost, sonra yol) yoldaşa öncelik verir.
Söz konusu yürüyüş, merkezinde maddi ya da manevi birikim/biriktirme olan toplumsal oyunun kenarında başka bir oyun kurma girişimidir. Başkalık, her şeyi iptal edebilecek bir güce sahiptir. Bu güç, dostluğun menfaat ya da erdemli olanların dostluğu ölçüsünde işlevseldir. Dostluk, ötede değil, beride ötekilik veya başkalık arayışıdır. Toplumun yolunu sorguladığında yanında belirendir dost. Toplumun hızla yol alan güzergâhında kenara çeki(li)p, gidilen yolun yol olup olmadığını sorgula(t)ma girişimidir.
Ne aile, ne dil, ne milliyet, ne de toplum, kişinin özgürce-seçerek katıldığı birlikteliklerdir. Özgürlük, seçmek; seçmek de özgürlüktür. Köle, seçim yapamadığı için özgür sayılmayan kişidir. Bu anlamda dostunu seçtiğinde ve dost tarafından seçildiğinde yürüyüşe geçen şey özgürlük olur. Özgürlük sayesinde başka bir yola çıkılmış olur. Özgür olamayan, toplumun ördüğü yoldan başka bir yola çıkamaz. Kendilik dahil bütün düşünüş biçimlerini yeniden gözden geçirtme ve sorgulatma başkalık yaratabilir. Bu anlamda başkalık yaratmaya varmayan düşünce, felsefi bir düşünce olamaz. Olsa olsa bilim olur, kendisine eklemeler ve ulamalarla şişmanlayan ya da hızı ve verimliliği arttırarak yoksulluğu çoğaltan…
b.
Dostluk, nasıl çalışmayı sekteye uğratır, ekonomik verimliliği azaltır ve dostlar arasında bulunmak bir özgürlük havası sunarsa yürümek de işleri ve zorundalıkları “erteleme özgürlüğü sunar”.[4] Gros, Yürümenin Felsefesi’nde yürümenin, bizi bir isim sahibi ve biri olma fikrinden kurtaracağından bahseder. Biri olmak, toplumun onayladığı, kimliklendirdiği, şablona soktuğu ve tek bir biçimde görmeyi istediği kabuller toplamıdır. Yürüdükçe bu biçimlerin yükünden peyderpey kurtuluruz, kurtuldukça da hafifleriz. Zorundalıklardan arınma demek olan hafiflemekle derin görü birlikte yürür. Hafiflemek, her şeyin daha derinden farkına varma ve itibar dahil maddi veya manevi her bir şeye malik olma arzusundan kurtulmaktır.
Her hafiflemede dünya başka bir şekilde görülür. Hafifledikçe bu şekil değişir, derinleşir ve netleşir. Biri olmak için gösterdiğimiz çaba, katlandığımız hesaba gelmez alternatif maliyet, biri olarak elde ettiğimiz ekonomik kârla kıyaslandığında ağır basan aslında bastırdığımız yüksek huzursuzluktur. Unvanlı veya biri olmak için göze alınan bu medeni huzursuzluk (“uygarlığın huzursuzluğu”), ancak tek başına bir yürüyüşte veya dostla sohbette bastırıldığı yerden çıkar ve kişiyi rahatlatır.
Tek başına yürüyüş kişinin kendine katlanabilme ve yetebilme gücünün sınanmasıdır. Sınama aşıldığında kişinin kendine yeterliği (otarşi) sağlanmış olur. Dostların her biri söz konusu kendine yeterliği sağlamadan ideal (Aristoteles’in bahsettiği “erdemliler arasındaki dostluk”) anlamda dost olabilmeleri mümkün değildir. Her kişilik bir kurgudur, toplumsalın kurgusudur. Yürüyüş, bu kişiliği başta olduğu halinden başka bir kişiliğe çevirme sürecidir. Baştaki kişilik, dünyadır, toplumdur, ailedir vs. Kişi, bu dünyaya doğmaz, doğurulur (I was born). Doğurulma, pasif bir eylem olduğu için tercih değil, maruz kalmadır. Kişi tercihte bulunursa özgür olduğu anlaşılacaktır. Köle maruz kalır, özgür insan seçer. İçine doğurulan dünya, kişiyi yapar. Yapılan veya yapılandırılan bu kişilik, yapıyı bozduğunda veya bozmaya teşebbüs ettiğinde özgürlüğe doğru yol almış olur.
Kişinin kişiliğini bozucu toplum içindeki bu yürüyüşü ile doğadaki (spor olmayan) yürüyüşü tek başınadır. Spor aktivitesi olarak yapılan toplu yürüyüşler, toplumsalın doğadaki uzantısı olduğu için hiçbir başkalık yaratma ihtimali barındırmaz. Spor aktivitesi olan yürüyüşler, başka bir dünya görüsü yaratabilecek düşünceyi değil, bedeni hedefleyen sağlığın konusudur.
Tek başına yürüyüş, zevk ve acı ile birlikte yürüyüştür. Yoruldukça düşüncesinde veya kişiliğinde bir yenilik veya başkalıkla karşılaşan yürüyüşçü, bu durumdan zevk duyar. Ama aynı anda acı da eşlik eder bu zevke. Acı, geçen zamanda yapılan hatalar, boşa giden zamanlar ve emeklerdir. Toplumun güdülediği şeylere sahip olmak için kendinden verdiği tavizler, görmezden geldiği insani ilişkiler ve dostsuzluk için acı duyar. Acı çekmeden fark etmek de mümkün değildir. Ancak her acının kişiyi fark edişe götürdüğü de söylenemez. Yürüyüşe çıkmadan, çoğunluğun içinde kalarak çekilen acı genellikle kişiyi acımasızlığa sürükler. Çünkü çoğunluk, sürükler.
c.
Atina’nın izonomik karakteri Sokrates de bunun farkındadır; hakikatin ortaya çıkması için teke tek, yüz yüze, birebir-karşılıklı konuşur (diyalog); çoğunluğa, meclise, yani kalabalığa konuşmaz:
Aranızda dolaşarak size tek tek nasihat verip birçok şeyle uğraştığım hâlde, kamusal bir alanda kalabalıkların önüne çıkarak kente nasihat vermemem size yersiz gelebilir… Adalet için mücadele etmek isteyen biri, yaşamını birkaç yıl daha sürdürmek istiyorsa özel işleriyle uğraşmalı ve kamusal görevlerden kaçınmalıdır.[5]
Bağımsızlık veya özerklik anlamına gelen Arapça istiklal, “çok”un zıddı “az”/kalîl (قليل) ile akrabadır. İstiklâl, büyük bir parçadan, bütünden, çokluktan, çoğunluktan koparak kendi/tek başına hareket kapasitesidir. İstiklâl Harbi, büyük çokluk olan imparatorluktan bağlarını kopartarak azlığa (sadece Türkiye) katlanabilme dirayetini gösterebilme iradesidir. Az olabilmeyi, küçülmeyi, tek kalmayı, bağlarını kopartarak bağımsız olabilmeyi ifade eder. Birey olmak da toplumsal çokluktan ayrılarak, bütünden bağını kopartarak kendi kurduğu değer yargıları üzerinde, toplumun içinde bile olsa ondan gayrı durabilme gayreti veya gücüdür.
Yürüyüşçü tek başına yürürse başkalıkla karşılaşabilir ve dünya, zihninde başka bir manzaraya bürünür. Kat kat katlanmış olan her biri olma yapılandırılmasından, üstüne giydirilmiş olan katları attıkça başka ve arı birine dönüşmeye yönelir. Kişi, bir tek dost bulsa dünya başka bir manzaraya bürünecektir. Âşık, aşkına kavuşsa yaptığı her şey meşke döner. Eser, sadece meşkle yapıldığında ortaya çıkan güzelliktir. Meşkte zorlama olmadığı için zorla güzellik olmaz! Âşık, mâşukunu yönetmez, ona hâkim olmaz, onu zorlamaz. Tarafın kaybolduğu söz konusu ilişkilerde “taraflar” birbirini birbirine sunmaya çalışır.
Yürüyüşçü kendine hâkim olmaya çalışmaz, çünkü kendinin bir yapılandırma olduğunun yürüdükçe farkına varır. Kendiliklerinden soyunması toplumsalın yapılandırmasından arınması anlamına gelecektir. Yürüyüş, kendiliği istiklâline kavuşturur. Bu kavuşturma ne yönetilebilir ne de planlanabilir. Eğer planlanır ya da yönetilirse yürüyüş spora dönüşür.
Kendilik, yürüyüşte ve dostun yanında kendini kendiliğinden bulabilme imkânıdır. Bir keşif olan bu fark ediş, yürüyüşün başında ne tahmin edilebilir ve ne de bir planın menziline girebilir. Hayret de bir keşif duygusudur. Yürüyüşün bitmediğinin ve bitmeyeceğinin, dünyanın yeniden başka bir manzaraya dönüşebileceğinin umududur hayret. Ancak gürültünün, zorlamanın ve hızlanmanın olduğu yerde hayrete yer yoktur. Hayret, dinginlik ve yavaşlık ister. Yürüyüşçü ancak yavaşlıkta öteki sesi duyabilir. Yürürken ayakların hızı düştüğünde hatırlayış, yani anlama başlar. Hayatımızdaki bölük pörçük duran gerçeklikler, birleşerek bir anlama/manzaraya kavuşur. Anlamak, hayattaki onlarca gerçekliğin bir hikâyeye dönüşmesidir. Hikâye, gerçekliklerin birbiriyle örülmesi, bir manzaraya dönüşmesidir. Her hikâye bir manzaradır, çünkü bir görüdür.
İnsan, salt bir fizik gerçeklik olarak ifade edildiğinde birden hikâyesiz ve manzarasız kalır, yani anlamsızlaşır. İnsanı anlamlı kılan, onun bir hikâyeye adanmasına neden olan, dostlarıyla yürüyüşüdür. Yol, dostlarla yürüyüşün mazeretidir.
[1] Ömer Faruk, Aşk ve Ereksiyon “Aşkı”, Altıkırkbeş: İstanbul, 2019, s. 25.
[2] D. Webster’den aktaran R. C. Lewontin, İdeoloji Olarak Biyoloji, çev. Cengiz Adanur, Kolektif: İstanbul, 2020, s. 90.
[3] Ahmet T. Karamustafa, Tanrının Kural Tanımaz Kulları: İslâm Dünyasında Derviş Toplulukları (1200-1550), çev. Ruşen Sezer, Yapı Kredi Yayınları: İstanbul, 2019.
[4] Frédéric Gros, Yürümenin Felsefesi, çev. Albina Ulutaşlı, Kolektif Kitap: İstanbul 2017, s.11.
[5] Platon, Sokrates’in Savunması, çev. Ari Çokona, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul, 2013, s. 50-51, 31c-32a.