“Kocalarını, Nenlerini, Bilmemnelerini” Bırakıp Yürümek: Sevgi Soysal’ın "Tutkulu Perçem"inde Yürümek Üzerine

Yol, kendine bir yer bulamamış

kişinin özlemidir. 

Oruç Aruoba, yürüme

 

Sevgi Soysal, 1962 yılında Tutkulu Perçem adıyla ilk öykü kitabını yayımlar. Esasen türsel adlandırmalara dahi kolayca sığmayan bir metinle karşı karşıyayızdır. Tutkulu Perçem on dört kısa anlatıdan oluşan bir eserdir. Veysel Öztürk, “Tutkulu Perçem’in Huzursuz Mikro Anlatıları” adlı makalesinde bu kısa anlatıların biçimsel özelliklerinin “aynı tür kategorisi içinde bile (öykü kategorisi) nasıl birden fazla alt türün alanına girdiklerini veya sınırlarında dolaştıklarını gösterir” (Öztürk, 2015, s. 55) diyerek bu anlatıların birer “mikro anlatı” olduğunu söyler. Tutkulu Perçem’in anlatıları niceliksel açıdan kısa, anlatı unsurları açısından da “yoğun” olmaları sebebiyle birer mikro anlatıdır. Öztürk, Tutkulu Perçem’in anlatılarının kelime seçimi noktasında sade niteliğine “imge ve sahnelerin yoğunluğu ve bir anda üst üste yığılışları, anlamı sabitleyecek ifadelerin sürekli ertelenişi gibi çok daha karmaşık anlatım teknikleri ve yazma stratejileri”nin (s. 53) eşlik ettiğini ifade eder. Dolayısıyla bu eser sembollere dayalı, yoğun, kendi içine kapanan, açık[1] bir metindir. Çünkü yine Öztürk’ün ifadesiyle “Tutkulu Perçem’in yazarı; bir insanın kendi iç derinliğine, iç sıkıntısına ve bu sıkıntıyı kırma isteğine yaptığı yolculukta yaslanılacak tek gerçekliğin dilin kendisi olduğunun farkındadır” (s. 57). Eserin bununla bağlantılı bir diğer temel özelliği de öykülerde kadın duyarlılığının, kadın bakışının ve sesinin hâkim oluşudur. Tutkulu Perçem’in bu “huzursuz mikro anlatıları”nda kadının huzursuzluğunun, sıkıntısının, karamsarlığının anlatımına tanık olunur. Metinlerde yürüme eylemi, kadın karakterlerin huzursuzluğunun hem dile getirilmesine hem de bununla yüzleşmelerine imkân sağlamaktadır. Dolayısıyla ben bu yazıda Sevgi Soysal’ın Tutkulu Perçem’inde çekip gitme, dolaşma, yürüme eylemlerine odaklanacağım. Yürümenin bir eylem olarak Tutkulu Perçem’deki kadın karakterler için bir özgürlük, arınma ve tefekkür alanı olduğunu düşünüyorum.

Tutkulu Perçem’in aynı adlı ilk öyküsünde mekân sokaktır ve anlatıcı-karakter, sokaklarda insanlar arasında yürür. Fakat bu yürümek, dolaşmak eyleminin nasıl yapıldığı da mühimdir. Kadın karakter-anlatıcı, tutkularını kıvrılan perçemlerine asıp dolaşır. İnsanlar, trafik polisi ona bakmaz, onu görmezler. Bu gezmeler, yürümeler sırasında onun insanlara ve özellikle erkeklere eleştirilerine de tanık oluruz. Hep “kendilerini seven”, “duyarsızlar ordusu”, “yığın yığın” (Soysal, 2018, s. 15) diye nitelendirdiği, kızgınlığının sebebi olan erkekler geçer önünden. Dolayısıyla yürümek, kadın karakter için bir öfkenin ve karşı çıkışın dile getirilmesini sağlayan eylemdir. Tante Rosa’da da Rosa, gittiği rahibeler okulunda koşma yasağını çiğner, “Koşarken bir yasağı delmenin hazzını da duyar. Ezberleri bozmanın, kendisine tembihlenenin tersine gitmenin, bir hanımefendi gibi davranmamanın tadını çıkarır. Koşmak, Rosa için ilk direnme stratejisi haline gelir” (Çayırcıoğlu, 2022, s. 82). Karakter özgürce dolaşmaya, arzuladığı gibi davranmaya devam eder, “Tutkularımı gün aydınına çıkarmanın yeri miydi bu kent” (Soysal, 2018, s. 16) diye sorar ve bu epizodun sonunda tutkularını perçemlerinden mazgala atar, tutkuları kentin lağımına karışıverir. Tutkularını perçemlerine asıp gün ışığına, gezmeye çıkarması, kadının “istediği gibi” olabilme, “istediği gibi” davranabilme arzusunu yansıtır. Kadının yürüme eylemi onun öznelliğiyle, fail oluşuyla ve kadın oluşuyla yakından ilişkilidir. Kadının arzusunu, tutkularını yaşamasına, bunlarla yüzleşip arınmasına imkân sağlayan eylem “yürümek”tir. “Tutkularımı, birer birer perçemlerimden çıkarıp mazgaldan aşağı attım. Kentin lağımına karıştılar, ‘Oh! Bu kadar,’ dedim. Bu kadardı” (s. 16). Sokaklar, kent, buralarda dolaşıvermek, arzularını gezdirmeyi ve arzularının, tutkularının boşalımını da sağlar. Yürümek, özgürleşmeyi ve arınmayı da beraberinde getirir. “Bu kadar” ve “oh”la biten kolayca ferahlama ânı, bu arınma hissini yansıtır. Yürüme eylemi karaktere âdeta bir katharsis deneyimi yaşatır, kadın karakterin duygularından arınmasını sağlar. “Kalabalıklarda” öyküsünde de benzer izleklerle karşılaşırız. “Kalabalıklardaydım çoğu. Doymazlık bir tutkuydu içimde, ilgilere yönelirdi” (s. 17). Doymayan, arzusu çoğalan, kendine ket vurmayan kadın karakter, kalabalıklara atar kendini. Bu arzunun doğal getirisi olan bir “ilgi” isteği de söz konusudur. Fakat kalabalıklar ondan öç alır, yalnızlığına yorgunluk katar. İlgi, beklenti, sitem bir aradadır bu tutkulu gezme sürecinde.

Oturmalarda duramazlığım olurdu yorgunluğum - giderdim. İşte böyleyken, böyleyken en çok giderdim, bu hep tepeli kentin bir benim olan doruğuna. Orada, o ben gidince benim olan yerlerde, öyle aşağılarda kalırdı kent, öyle büyürdüm ben yorgunluğumda. Atıverirdim yorgunluğumu aşağılara, o kalabalıkların oraya - tepe gizlerdi ayıp yerlerini (s. 17).

Karakterin hissettiği huzursuzluk ve yorgunluk onun yerinde duramamasına, kalkıp gitmesine, “yürümelerine” yol açar. Bu sefer yürüdüğü yer, sokaklar ya da kalabalıkların arası değil; kentin tepeleridir. Dorukları kendine ait hisseder, doruklarda tutkularını, sıkıntısını ve aynı zamanda yorgunluğunu yaşar. Kalabalıkların olduğu kente tepeden bakar. Tam bu noktadan aşağı, kentin ve kalabalıkların üzerlerine atar huzursuzluğunu, yorgunluğunu. Çünkü kent ve kalabalıklar onun doymazlığını gidermemektedir. Bilakis onlar, yorgunluğunun müsebbibidirler. Kalabalıklar, onun kendi oluşunu tehdit eder; tepelerde bir başınalığın tadını çıkarır. Doruklara kaçıp gitmek kalabalıklardan uzaklaşmasını, kendiyle baş başa kalmasını, tefekkür etmesini sağlar. Öykü, “Sonra içinde yemek pişmezmiş gibiliği güzel evime dönerdim” (s. 18) diye biter. Bu noktada öykülerdeki yürüme eylemin kaynaklandığı noktayı, nereden çıkıp yüründüğünü de düşünmek gerekir. Sokaklar, kent, doruklar nasıl ki tutkuları, arzuları gün aydınına çıkarmanın, sıkıntıyı dolaştırmanın ve bunlardan arınmanın aracıysa ev de kadının üzerine yüklenen sorumlulukların, belki de kadının kapatılmışlığının mekânıdır. İkili bir karşıtlık kurmak tam olarak doğru bir önerme olmasa da yürüme eylemi içinde yemek pişirilen o evi bırakıp, o evden çıkıp yürümektir. Dolayısıyla yürümek; bir şeyleri, evleri, aitlikleri, sorumlulukları, kalabalıkları ardında bırakıp gitme isteğini de içinde taşır. Dönülen mekân yine evdir fakat o ev şimdi “sanki içinde yemek pişmeyen bir ev” olmuştur. “On bir ayın birisinde gidelim güzel gidelim” öyküsünde ise “çok ormanlı” bir ülkede yaşayıp canı sıkılan bir kadın vardır. “İşte yine sıkılıyordu kadın. Bıraktı kocalarını, nenlerini, bilmemnelerini ve yürümelere çıktı. Islaktı çimenler kısır güneşin kadınsızlığında. Böyle ıslak çimenli bir yolda sevindi kadın oluşuna” (s. 23). Çok ormanlı ülkede sıkılan kadın, her şeyini bırakıp yürümelere çıkar. Bu yürümek eyleminin, bir çıkıp gitme, her şeylerini geride bırakıp gitmeyle beraber gerçekleşmesi dikkat çekicidir. Kadının kendi arzusu, canı, sıkıntısı söz konusudur. Ve bu sıkıntıyla kocalarını da, eşyalarını da “bilmemnelerini” de bırakır, çekip gider. Tıpkı iş ve aşk aramalara çıkan, kocalarını, çocuklarını koyuverip giden “Tante Rosa doğallığı, vurdumduymazlığı”nda olduğu gibi. Çimenin ıslaklığını ve güneşi duyumsar. Sıkıntı ve huzursuzlukla açılan anlatıda kadın karakter işte bu yolculuk sayesinde “kadın oluşu”nu hisseder ve sevinir. “Diyerekten bizi bir yarın kıyısına bıraktılar Baktık Biziz aşağılarda” öyküsünde ise yıllanmış sıkıntısıyla karşılaşan bir kadın karakter görürüz. “- Sıkılıyorum, anlarsın. Bir yere gidip içelim” (s. 35) diyen lacivert pardösülü, “yıllanmış sıkıntı”sıyla içmeye giderler. Kadın, nereye gittiklerini bile isteye sormaz. Kendi oluşlarının seyircisi olmayı seçer (s. 36). “Yana kıvrılan yola sapıverdim. Bir sevinç yayıldı içime. Aşağılardaydı kent. Taşlardan hendeklerden seke seke koşabilirdim ona. Yeni nisanlara başlıyabilirdim. Sıkıntımla, seyrimle gelip buralara, aşıvermek onları, atlatıvermek” (s. 37). Yine, yükseklerden aşağılara, kente bakan bir kadın karşımızdadır. Kentten ayrılınca sıkıntısı dağılır ve içine bir sevinç yayılır. Tepeye yürüyüp burada sıkıntısını, huzursuzluğunu aşıverir; burada arınır, kendini sağaltır. Bu seyir ve iyileşme sonrası tekrardan hayata başlayabilme gücüne sahip olur. Aslında yürümek, gezmek, dolaşmak, tepelere kaçmak; kadının kendini yazmaya teşebbüs ettiği eylemlerdir. Bunu hem metaforik olarak hem de somut düzlemde düşünebiliriz. Çünkü Tutkulu Perçem’in işaret ettiğim anlatılarında kadın karakterlerin kendi hikâyesini anlatması aslında yürüme eylemiyle beraber gerçekleşir, yani hikâye yolculukta aktarılır, yürümek aynı zamanda kendi oluşun, öznelliğin deneyimlenebildiği alandır.

Sonuç olarak Tutkulu Perçem’deki kadın karakterlerin yürüme, çıkıp gitme, dolaşma, tepelere çıkma eylemlerinin bir özgürlük, arınma, ferahlama, tefekkürü de beraberinde getirdiğini düşünüyorum. Yürümek, kadın karakterlerin kendi duygularının, tutkularının, huzursuzluklarının açığa çıktığı ve bunların boşalımının sağlandığı bir alandır. Yürümek, kadın karakterler için bir başınalığın, öznelliğin, özgürlüğün, “kendi oluş”un deneyimlendiği alternatif bir mecradır. Bu eylemler kadın karakterlerin olmak istediklerini gibi oluşunu, failliklerini, doğallıklarını ama aynı zamanda eleştiri ve itirazlarını da açığa çıkarmaktadır. Tutkulu Perçem’in “huzursuz mikro anlatıları”nda o huzursuzlukla yüzleşmeye ve huzursuzluğu aşmaya imkân sağlayan, bir çıkış yolu olan eylem yürümektir.


[1] Umberto Eco aynı adı taşıyan kitabında “açık yapıt” terimiyle okurun farklı yorumlarına, tepkilerine kapı aralayan, tartışmaya açık metinleri ima etmektedir.


Kaynakça

Çayırcıoğlu, D. (2022). Kadınca Bilmeyişlerin Sonu: 1960-1980 Döneminde Feminist Edebiyat. İstanbul: İletişim.

Öztürk, V. (2015). “Tutkulu Perçem’in Huzursuz Mikro Anlatıları”, İsyankâr Neşe: Sevgi Soysal Kitabı. Seval Şahin, İpek Şahbenderoğlu (yay. haz.). İstanbul: İletişim.

Soysal, S. (2018). Tutkulu Perçem. İstanbul: İletişim.