Şu dünyada her gün yeni şeyler görüyorsun; hileler gerçek oluyor, ve aldatanlar bir de bakıyorsun kendileri aldanmış (Don Kişot, II, XLIX, 738/804).[1]
6 Ocak 2021 günü Kapitol’ü basanlar bembeyazlar dışında her kim olsaydı birkaç dakika içinde birkaç düzine ölü ve yaralı haberi alırdık. Faillerin ayakta kalanları yarım saat içinde derdest edilirdi. Hiç kuşku yok ki baştan polis işbirliği olmasa bahçeye bile yaklaşamazlardı.[2] Şimdiki halde ise beyaz baskıncıların caydırıcı etki yaratacak şekilde cezalandırılmayacağını biliyoruz. Dikkatleri çabuk dağıtıp olayı hızlı unutturmak için belki aralarından bir ikisi gözaltında tutulur, hatta bir süreliğine tutuklanır. Ölümler olmasaydı bu kadarını da beklemezdik. Ölümlere rağmen bu kadarını bile göremeyebiliriz. Baskına karışanların affedilmesine yönelik adımlar, yakalanmalarına yönelik adımlardan daha hızlı atılıyor.[3] Göstermelik de olsa beyaz baskıncılara uygulanacak olası cezai yaptırımlar, Amerikan Demokrasisi adlı rüyanın bir iman tazeleme fırsatına mı yoksa iddiasından caymış bir illüzyon gösterisine mi dönüşeceğinin işaretini verir. Kapitol’ü basılmış bir ABD’nin yeni bir güne yeni bir siyah sayfa açmaksızın başlayamayacağı, gerçekleştirmesi ne denli müşkül olursa olsun, tartışma konusu olmaktan tamamen çıkar. Bundan böyle beyaz bir sayfayı illüzyonlarla bile temiz bir sayfa gibi göstermek imkânsız. Bu imkansızlığa, Kapitol baskınından âlâ bir kanıt gerekmez.
Dünyanın yakın uzak coğrafyalarında, seçilmiş otoriterlerin araçsallaştırmasına elverişli ve her an harekete geçmeye hazır veya zaten hareket halinde gruplar bulunuyor çoktandır. Bu grupları (1980 öncesine ait terminolojiyle) güruh/yığın veya milis/paramiliter diye tanımlamak işlevsiz. Kapsayıcı tarifler önermenin kestirme yollardan geçmediğini unutmaksızın, otoriter rejim/lider daha saza vurmadan ritim tutmaya başlayan bu grupların başlıca üç özelliğini saptayabiliriz: Birincisi, bu gruplar çıkar, ödül, ikramiye, teşvik, bahşiş gibi sadece dışarıdan aktarılan kaynakların güdülemesiyle harekete geçmiyor. Gönüllü harekete geçiyor. Kullanışlı veya manipülasyona açık olmalarının zemininde gönüllülük yatıyor. Bu gruplara aktarılan kaynaklar, harekete geçirmekten çok mevcut hareketi, otoriter rejimin/liderin rotasını pekiştiriyor. İkincisi, kendi gönlüyle depreşen gruplar seçimle gelen otoriter lidere ille de doğrudan bağlarla bağlanmıyor. Sağlanan yarar da, en azından her ihtiyaç/talep alanında, nakit/peşin bir yarar olmak zorunda değil. Dolaylı yarar getiren dolaylı ilişkilenme, mutlak yoksulluğun hızla devreden çıkıp göreli yoksunluğun başlıca belirleyici etken olmaya başladığı sosyoekonomik evreyi hem yaratan hem de yansıtan ilişkilenme biçimi. Bu evreyi, yerden kalkmak için bulduğu ele uzanan kişilerin çaresizliği yerine, bulunduğu basamaktan en az bir basamak yukarı taşınmaya çalışan kişilerin doğru yönü tayin etme çabası işaretliyor. Üçüncüsü, bu gruplar olağandışı heterojen bir kompozisyon arz ediyor. Parçasından bütününe gidilemeyecek, bu nedenle yapı tanımına uymayan bir kombinasyon, hatta bir koalisyondan söz etmek mümkün. Giderek, alışıldık grup davranışı tanımlarına uymadığı gözlenen bu hareketli gruplar[4] içinde yanyana gelen kişiler, aynı sosyokültürel zeminde bulunup her koşulda yanyana duran kişiler olmadıkları halde benzer sosyoekonomik motivasyonları paylaşabiliyorlar: Sosyal merdivenin bir üst basamağına, oraya varınca onun da bir üstüne, mümkünse en üst basamağına erişmek.[5] Burada, makarna-kömür kuyruğunda birbirini ezen mahalleli, dolmuşta şort giymiş kadına tekme atan erkek, bu fiili seyretmekten öte eylemde bulunmayan yolcu ve şoför, kadının yeri evidir fetvasını içten içe veya açıktan onaylayan laik, dünyanın tüm derdinin bize diz çöktürmek olduğuna inanan milliyetçi, başka inançtaki herkesi zorla tahakküm altına almayı kendine hak bilen dindar, ulus-devletin varlığı/birliği uğruna hükümetin dış politikasını destekleyen solcu ve azınlık düşmanlığını Anayasa’ya aykırı oy veren ana muhalefet partisini göstererek meşrulaştıran sosyal demokrat bir arada bulunabiliyor.
Bu bireşimi, hükümetin oynattığı kuklalar kumpanyası addetmek, güncel veriler yerine köhne kanaatlerle çürük tespit beyanına denk gelir. İtiş kakış görünümü aldığı anlarda bile, isterse birbirine göre vaziyet alma saikıyla olsun, bu grupların üst basamaklara yönelmiş olduğundan şüphe edilemez. Hükümetin başarısı yoktan devinim var etmekten çok, mevcut devinimin devinenlere fayda sağlayacağı ortamı hazırlamaktan geliyor. Bireşimin potansiyelini bileşkenin kinetiğine dönüştürmek az marifet sayılmasa gerek. Otoriter rejimin bu karmaşık iklimi yaratması bir marifettir, çünkü kaosun bir merdiven biçiminde sunulması kabul görmüştür.[6]
Açık farkındalık olsun olmasın, hareketin yönünü bu eklektik grupların birleşik deneyimi tayin ediyor: Eğer otoriter rejim/liderle dolaylı da olsa yakın ilişkilenmezse kendisini bir üst basamağa taşıyacak, bu talebi işitecek, hele hele takdir edecek kimse bulamıyor etrafta. Varım demeye getirenin peşinden gitmeye kalksa, iş icraata gelince vaatle mütenasip bir performans göremiyor. Otoriter olmayanın hem vaat hem de vaadi yerine getirme şartı diye saydığı hak, hukuk, nizam, intizam, edep, ahlâk, nezaket boş ve anlamsız laflar kümesine düşüyor. Boş ve anlamsız, çünkü işlevsiz. Bu gruplar bu değerlere sahip olmadığından değil, değerlerin içi bambaşka anlamlara bürünebildiğinden; basamak çıkmaya çalışanlarla, merdiveni evrensel değerlerle yöneteceğini söyleyenleri hiç de aynı hedefe taşımayabileceğinden. Sosyal merdivende yükselme kavgası verenler cephesinden, mevcut iktidara muhalif (iktidara talip olup olmadıkları meçhul/müphem) çevrelerin dillendirdiği evrensel değerler sadece bu değerleri vaaz edenlere hizmet ediyor. Bu algının gündelik karşılığı son derece somut: Evrensel değerler hakkaniyetli bölüşüm getirmiyor, göreli yoksunluğu gidermiyor, sosyal merdivende yükselmeyi sağlamıyor.[7] Üstelik bu denksizlik yüzyıllarca geriye uzanan derin toplumsal yarılmalar topoğrafyasında gerçekleşiyor. Bu yarılmaların bir kısmı kaynak, imkan ve kabiliyetlerin üretim, dağıtım ve paylaşımından genişliyorsa da önemli bir kısmı değer dünyaları arasındaki geçişsizlik ve geçimsizliklerden genişliyor.
Burada, ekonomi-politik tarihinin sınıf-değer problemini bir çırpıda noktalamak iddiasında bulunmaksızın, bu gibi altyapı-üstyapı döngülerini psikolojik bir yaklaşımla ele almanın pratik yararına değinmekte fayda görüyoruz. Şöyle ki, değerlerin mi sınıfı yoksa sınıfın mı değerleri biçimlendirdiği probleminde, psikoloji, değersiz bir sınıf ve sınıfsız bir değer algısı (dolayısıyla deneyimi) olamayacağını ileri sürer; devamında, yaşayan kişinin gündelik hayatında[8] bu ikisinin ayrışmasının beklenemeyeceğini gösterir.[9] Başka bir ifadeyle psikoloji, olgu ile deneyimin örtüşmek zorunda olmadığı kabulünden[10] yola çıkarak, değer ve sınıf ayrışma ve bireşmelerine ilişkin pratik öngörülerde bulunabilir.
Betimlemeye çalıştığımız gönüllü hareketli (veya harekete geçmeye hazır) grupların yön tayini, değer-sınıf yarılmaları kavşağında belirleyici bir işlem halini alıyor. Bu kavşakta yön tayini rastgele olmadığı gibi devletin tekelini de kıran (şimdilik devlete ortak olmaya çalışan fakat zamanla ayrı bir odak haline gelmeyeceğinin söylenemeyeceği) bir kontrol kipi. Sosyal bilimlerin eldeki paradigma ve parametrelerle henüz tam anlayıp açıklayamadığı bir faillik kategorisiyle karşı karşıyayız. Bu kategoriye en alttakiler muamelesi yapmakta ısrar etmek ne olgunun saptanmasını mümkün kılıyor ne deneyimin;[11] çünkü, değer-sınıf kavşağı aynı zamanda toplumsal merdivende yukarı basamağa çıkma durağı. İşte seçilmiş otoriter rejim/lider bu kavşakta zuhur ediyor. Hareketli gruplara, yukarılara çıkmanın mümkün olduğunu vaat etmekle kalmıyor, canlı canlı gösteriyor da. Başka yollarla zor erişilecek bu hedef, otoriter rejim/lider ile göreli yoksunluktan mustarip gruplar karşılaştığında gerçekçi ve hatta rasyonel bir hedefe dönüşüyor.[12] Olgusal eşitlik ilkesi doğrultusunda rıza inşasına dayalı tarafsız devlet tahayyülünün yerini, deneyimsel hakkaniyet ölçülerinin dikte ettiği taraflı devlet teşekkülü alıyor.
Böylece bu yeni-gerçekçi ve yeni-rasyonel hedefin kendi hukuku oluşuyor. O hukuk, dünyanın şimdiye dek (kırk yıl öncesine dek) bildiği hukuk olmaktan uzak. Önceki hukuk lisanını ve müktesebatını da kullanan, daha doğrusu hekleyen, bu yeni-zorbalık hukuku, heybesinde kendi pazarlık usulünü ve adabımuaşeret ilmihalini de taşıyor. Pazarlık bahsinde, eski usuller yetersiz ve ilgisiz. Taraflar anlaşmaya baştan meyyal ve anlaşmazlıktan kâr edenin dışlanacağı üzerinde hemfikir. Adabımuaşeret bahsinde ise, birbirini kaşından, gözünden, oturup kalkışından tanımak makbul. Aralarında lisan-ı münasip ile hasbıhal nasıl şart ise kendilerinden olmayana hakaretamiz hitap da öyle şart ve tayin edilmiş yönü tıkayana zorbalık etmek yüksek ahlâk.
Yeni-zorbalık hukukunu hakim ve bağlı pazarlık usulleriyle adabımuaşeretini amil kılmaya lazım yegâne kuvvet, seçim sandığından yüzde elli artı bir çıkarmak. Ama zar ile ama zor ile. Hareketli gruplar bu aritmetiğin meşruiyetiyle dertlenmiyor. Göreli yoksunluk hesabını yap/a/mayan eşitlik siyaseti, hakkaniyetsizlik deneyimi tarafından dirayetsizlikle damgalanınca sandık meşruiyeti en büyük dayanaklarından birini kaybetmiş oldu. Hakkaniyetsizlik deneyimine göre, eşitlik siyaseti “herkese yoksa hiç kimseye yok” demeye devam ediyor. Hakkaniyetsizlik deneyimleyen kişi, bu yüce hedefin kendi ömründe gerçekleşmeyeceğinin bilincinde. Oysa yeni-zorbalık hukuku, kendinde olmayıp eşitlikçinin elinde olanı yalanla, hileyle, zorla söke söke almanın bir hak olduğunu yasaya geçiriyor. Hakkaniyetçinin gözünde eşitlikçi, kendisinin görünemediği yerlerde görünebilen, bulunamadığı yerlerde bulunabilen, gidemediği yerlerde gezebilenler. Ve kendi yerinde olsa sahip olamayacağı her şeye sahip olup ağzından eşitlik lafı düşmeyenler. Değer-sınıf denkleminin, olgusal eşitlik ile deneyimsel hakkaniyet eksenlerinin çaprazlanmasıyla ele alınmasının önemi buradan kaynaklanıyor.
Bu denklemde en alttakilerin yerini saptamak en zoru. İki nedenle: Birincisi, coğrafyasına (değerler sistemine) göre kimin en alttaki olduğu farklılık gösterebilir. İkincisi, göreli yoksunluk motivasyonlarıyla hareket eden gruplar en alttakileri umursamıyor olabilir. Daha doğrudan verilerle daha geniş saha çalışmaları yapılmaksızın en alttakiler hakkında söz söylemek muhtemelen yanlış ve yanıltıcı olacaktır. Yine de elimizdeki spekülasyon kartını bu konuya ayırmayı deneyebiliriz.
Türkiye çevreninde bir fikir geliştirme denemesi yapacak olursak, en alttakilerin de hareketli gruplara dahil olduklarını söyleyebiliriz. Şu farkla ki hareketleri otoriter rejim/lider tarafından gözlerden uzak tutuluyor. En alttakiler otoriter rejim/liderin doğrudan talimatıyla var edilen devlet iaşesiyle kollanıyor. Burada hareketlilik, yönetim eşitlikçiler eline geçerse bu tahsisattan mahrum kalınacağı endişesiyle, bulundukları pozisyonu cansiperane savunma biçiminde tezahür ediyor. İlk fırsatta merdiven basamaklarına ulaşmaya hazır beklemek, basitçe hareketin potansiyel biçimi. Devlet kollamasının etkisiyle, en alttakiler, hareketli gruplar tarafından tehdit olarak algılanmıyor. Belki de değerin sınıfa en baskın çıktığı eklemde gerçekleşen bu karşılaşmada, en alttakilerin himaye edilmesi hareketli gruplar tarafından meşru veya mazur görülüyor.
Öte yandan, himayesi ne eşitlikçiler ne hakkaniyetçiler tarafından hiçbir koşulda meşru/mazur görülmeyen ikinci bir en alttakiler sınıfı daha var Türkiye’nin. Kürtler başta olmak üzere, devletin tanımladığı resmî Sünni-Türk kalıbı dışındaki hemen tüm sosyal kimlikler bu kategoride yer alıyor. Kürt mücadelesi müstakilen konumlandırma gerektiriyorsa da, sosyoekonomik en alttakiler bile sayılmayan, sosyokültürel en alttakiler olarak ayrıca sınıflanan bu kategorinin kayıtları, Türkiye’nin, kapağı açılması teklif dahi edilemez kara defterlerinde tutuluyor.
ABD çevreninde ise meselenin siyahlara nefes aldırmamak olduğu tarihsel bir veri. Olgusal eşitliğin kurulamadığı bir dünyada bizim çocuklara yağlı ekmek anlayışının en önce ve en çok siyahları dışarıda bırakacağı gün gibi açık. Diğer yandan, siyahları oyuna almama devrinin kapanmakta olduğunu da görüyoruz. Siyahlar, uzun süredir, oyuna alınıp alınmamaktan çok girip girmemekle meşguller. Obama’yla açılan siyah sayfanın güçlendirme etkisi hesaptan tamamen düşmediyse de Trump felaketi bu etkiyi yer yer asgariye indirdi. Bu yüzden, 6 Ocak 2021 faillerinin ne ceza alacağı, siyahların tekrar oyuna girme biçimlerini derinden etkileyecektir. Nasıl etkileyeceğinin örnekleri elimizde mevcuttur.[13] Beyaz baskıncılar cezasız kalırsa (ki yüksek olasılık budur) önümüzdeki günlerde siyahlara karşı şiddetin (ve siyahların bu şiddete tepkisinin) demokratlara rağmen tırmanacağını söyleyebiliriz. Olur da dişe dokunur cezalandırmalar gerçekleşirse, hemen değil ama günün birinde Amerikan Demokrasisi’nde yeniden siyah bir sayfa açılabileceği umudunu koruyabiliriz. Bu umudun yıprandığı her gün biz de kendi kara defterlerimizin kapağını açmayı ertelemek zorunda kalırız.
[1] Bu cümlenin çevirisinde Roza Hakmen’in Türkçe ve Edith Grossman’ın İngilizce çevirilerinden yararlandık. Miguel de Cervantes Saavedra (1996). La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote (1. Baskı), çev. Roza Hakmen, Yapı Kredi Yayınları. Miguel de Cervantes (2005). Don Quixote (P.S. Edition), çev. Edith Grossman, HarperCollins.
[2] Beyaz sağ hareket ve polis işbirliği hakkında bkz. Cihan Tuğal (11 0cak 2021). “The Invasion of Capitol Hill”, New Politics, https://newpol.org/the-invasion-of-capitol-hill/
[3] Baskına katılanları olası kovuşturmalardan kurtarma çabalarına ilişkin haberlere örnek olarak bkz. Mary Papenfuss (10 Ocak 2021). “Former Federal Prosecutor Fears Trump Could Pardon Capitol Rioters”, Huffington Post, https://www.huffpost.com/entry/glenn-kirschner-trump-pardon-capitol-rioters_n_5ffa923fc5b63642b6fc839d
[4] Hareketli grupların hazır oluşmuş bulunmayabileceği veya bir anda oluşmayabileceğine ilişkin örnek çalışmalar için bkz. McGarty, C., Bliuc, A., Thomas, E. ve Bongiorno, R. (2009). “Collective action as the material expression of opinion‐based group membership”, Journal of Social Issues, 65(4), s. 839-857, https://doi.org/10.1111/j.1540-4560.2009.01627.x; Bliuc, A., McGarty, C., Reynolds, K. ve Muntele, D. (2007). “Opinion‐based group membership as a predictor of commitment to political action”, European Journal of Social Psychology, 37(1), s. 19-32, https://doi.org/10.1002/ejsp.334
[5] Wang, Z., Jetten, J. ve Steffens, N. (2020). “The more you have, the more you want? Higher social class predicts a greater desire for wealth and status”, European Journal of Social Psychology, 50(2), s. 360-375, https://doi.org/10.1002/ejsp.2620
[6] Kaos’un sosyal merdiven işlevinin popüler kültür endüstrisinde işlenişine örnek olarak bkz. Martin, G.R.R., Benioff, D ve Weiss, D. B. (senaryo); Sakharov, A. (yönetmen). (2013). “Climb” (dizi bölümü), D. Benioff ve D. B. Weiss (yapımcı), Game of Thrones. HBO. Bu işlenişin akademik değerlendirme örneği olarak bkz. Olesker, R. (2020). “Chaos is a ladder: A study of identity, norms, and power transition in the Game of Thrones universe”, The British Journal of Politics and International Relations, 22(1), s. 47- 64. https://doi.org/10.1177/1369148119885065
[7] Olgusal eşitlik ile deneyimsel hakkaniyet başlıklarından söz eden akademik çalışmalar bulunmakla beraber, literatürde rastlanan çalışmaların bu ilişkiyi doğrudan ele aldığı söylenemez. Giderek artan bu açıklık, dolaylı da olsa genel raporlamalardan izlenebilir.
https://www.un.org/development/desa/dspd/world-social-report/2020-2.html
http://www.worldvaluessurvey.org/WVSContents.jsp?CMSID=Findings
[8] Lefebvre, H. ve Levich, C. (1987). “The everyday and everydayness”, Yale French Studies, (73), s. 7-11.
[9] Eldeki yöntemlerin yeterince doğrudan bilgi sağlamadığı söylenebilirse de, bu gözlemi destekler nitelikte görgül çalışma örnekleri gösterilebilir: Dubois, D., Rucker, D. D. ve Galinsky, A. D. (2015). “Social class, power, and selfishness: When and why upper and lower class individuals behave unethically”, Journal of Personality and Social Psychology, 108, s. 436–449, http://dx.doi.org/10.1037/pspi0000008; Piff, P. K., Kraus, M. W., Côté, S., Cheng, B. H. ve Keltner, D. (2010). “Having less, giving more: The influence of social class on prosocial behavior”, Journal of Personality and Social Psychology, 99(5), s. 771–784, https://doi.org/10.1037/a0020092; Adler, N. E., Epel, E. S., Castellazzo, G. ve Ickovics, J. R. (2000). “Relationship of subjective and objective social status with psychological and physiological functioning: Preliminary data in healthy white women”, Health Psychology, 19, s. 586–592, http://dx.doi.org/10.1037/0278-6133.19.6.586.
[10] Glock, H. J. (1997). “Kant and Wittgenstein: Philosophy, necessity and representation”, International Journal of Philosophical Studies, 5(2), s. 285-305, https://doi.org/10.1080/09672559708570857
[11] Obradovic, S., Power, S. A. ve Sheehy-Skeffington, J. (2020). “Understanding the psychological appeal of populism”, Current Opinion in Psychology, 35, s. 125-131, https://doi.org/10.1016/j.copsyc.2020.06.009
[12] Cohen-Cohen, S. ve van Zomeren, M. (2018). “Yes we can? Group efficacy beliefs predict collective action, but only when hope is high”, Journal of Experimental Social Psychology, 77, s. 50-59, https://doi.org/10.1016/j.jesp.2018.03.016
[13] 13 Şubat 1861'de Güneyli bir beyaz grubun Kapitol'ü basma girişimi ve nasıl püskürtüldüğüne dair bkz. https://www.nytimes.com/2021/01/08/opinion/capitol-protest-1861-lincoln.html