Öldürücü Merhamet ve Hayvan İstismarı

Türkiye tarihine içkin hayvan istismarı vakalarının, Covid-19 salgınından bu yana ardı arkası kesilmiyor. Elbette Leslie Irvine'in[1] belirttiği gibi, özellikle felaket zamanlarında ''sosyozoolojik ölçeğimizde'' metalaştırdığımız hayvanlar çok daha savunmasızlar. Bunu kabul etmekle beraber, Angus Nurse'un[2] da değindiği üzere, hayvan istismarı vakalarının ortaya çıkışında, fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik, kültürel istismar gibi istismar türlerinin birbirlerinden besleniyor olmalarının etkisi büyük. Bu, hayvanlara gösterilen kötü muamelenin, doğada yaşamı paylaşan her canlıya sirayet ediyor olması demek. Olga Tokarczuk'un Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde kitabında yazdığı gibi ''hayvanlar, yaşadıkları ülke hakkında gerçekleri gösterirler'' demek de mümkün.[3]

Türkiye'de yaşanan vakalar da bu bulguları ispatlar nitelikte; özellikle kadın ve çocuk istismarı, hayvan istismarı ile paralel bir seyirde. Bunun nedeni aslında, savaşılarak fethedilen ve ''makbulleştirilen'' ''düşman'' doğada yaşayan canlıların, iktidar üzerinden dizayn edilmeleri/tanımlanmaları. Burada bahsetmek istediğim, istismarın fiziksel ve metafiziksel olanı çökertme niyetli topyekûn bir savaş hali olduğu. Bu savaş halinin sanat vasıtası ile irdelendiği, istismara dair algı kapılarımızı açan pek çok eser mevcut. Bu eserler, istismara coğrafya ötesi bir bakış açısı ile bakabilmemiz ve istismarın temel motivasyonlarını görebilmemiz açısından da önemli. Elbette kimi eserlerde hayvan istismarının yeniden üretilmesi de söz konusu. Bu notu düşmekle beraber, istismarın hayatımızın her noktasına nasıl sirayet ettiğini, Laszlo Krasznahorkai'nin Şeytan Tangosu (Satantango) kitabı ile Michael Haneke'nin Benny'nin Videosu (Benny's Video) ve Saklı (Cache) filmleri pek yerinde anlatıyor (Laszlo Krasznahorkai'nin aynı isimli kitabından, Bela Tarr ve Krasznahorkai tarafından senaryolaştırılan Şeytan Tangosu filmi de bu bağlamda izlenebilir).

Krasznahorkai'nin Şeytan Tangosu anlatısı, Macaristan'da, komünizmin çöküntüsünü resmeden, politik özgürlüğün olmadığı bir komünde geçer. Fikrimce, Tarr'ın filminin kapak resmini de oluşturan küçük kız Estike'nin öyküsü, her ne kadar anlatının kısa bir bölümünde geçse de eserin ana gövdesini oluşturur. ''Kurtarıcı'' bekleyen ümitsiz komün halkı, korktukları düzenin merhametine kalmıştır. İçlerinde biriken inançsızlık, öfke, savurganlık, güvensizlik, korku ve nefret onları, kendi iktidarlarını birbirleri üzerinde kurmaya ve el açtıkları öldürücü merhameti yok saymaya iter. Zira dünya onlara içten pazarlıklı ve düşmanca davranır! İşte böyle bir atmosfer içerisinde itilip kakılan, insafsızca davranılan küçük kız Estike, sırrını yalnızca kendisinin bildiği tek kişilik imparatorluğunu[4] kurmak ister. Eğer kendi imparatorluğunu kurmayı başarabilirse ve abisinin gözüne girebilirse, dünya onun için ''fethedilebilir'' olacak, zafer kazanılacaktır. Böylelikle hem abisinin hem de diğer insanların kendisine saygı duyacağını düşünür Estike. Kendi gücünü, yaşadıkları evin salaş bir kulübesinde karşılaştığı kedi üzerinden ispatlar. Kendinden daha güçsüz olan bu canlıya ne isterse yapabileceğinin farkındadır ve kediyi, içinde büyüyen sevinç ve gururla öldürür.

Büyük bir cüretle her yere kakasını yapıp miyavlayan bu kedi elbette ölümü hak ediyordur! Galibiyetin tutkulu arzusu yine de onda utanç yaratır; zira yenilgi olanağının olmadığı bir mücadeleden galip çıkmıştır ve bunun için de asla saygı görmeyecektir. ''Kendisine yabancı bir bilincin kurbanı'' olduğunu da duyumsar Estike. Estike'nin tüm çabalarına karşı, kendisine saldırılarda bulunmaktan çekinmeyen ve aşağılayan abisi, onu açıkça ölüme teşvik eder. Öldürdüğü kediyi de yanına alarak, kuytu bir köşede yaşamına son verir Estike; aynı kediyi öldürdüğü gibi fare zehiri içerek... Kurban edilenin şahitliğinde, istismar edenin aynı zamanda istismar edilen olarak hayattan çekilişinin bir resmidir bu. Estike, ''şeytan''la yapılan tangoda, öldürücü merhamete yenik düşer. Ölümünü ne parasızlıktan bedenlerini satan ablaları ne sinirli buyruklar saçan ve onu döven ayyaş annesi, ne de bir yolunu bulup o komün cehennemden daha iyi bir yaşam uğruna kurtulmaya çalışan abisi umursar. Her türlü istismarın normalleştiği bu komünde hayat, Estike'den sonra da ''kurtarılmayı'' bekleyerek, birbirinden nefret ederek, birbirini sömürüp kendi terörlerini yaratarak devam eder.

Michael Haneke tarafından senaryolaştırılan ve yönetilen Benny'nin Videosu'nda da benzer bir istismar döngüsü anlatılır. Avusturya'da geçen filmde, genç Benny üzerinden, hayvana ve kadına şiddet, iktidar aşkı, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve sömürü iç içe aktarılır. Her biri bir diğerinin oluş ve normalleşme sebebidir. Bir yandan başka bir coğrafyada Bosna savaşı süregiderken, Benny'nin ve ailesinin apolitik hayatında, topluma ve kendine yabancılaşmanın, aile içi şiddetin, hegemonyanın olumlanarak şiddet sarmalının beslediğini görürüz. Geçmiş ve o günkü tarihsel bağlar düşünüldüğünde, Benny ve ailesinin, Bosna'da yaşanan trajedi ile alakadar olmamasıyla da aslında kolektif suç ve bireysel sorumluluğun inkârının, mikroda istismar vakaları ile ne denli alakalı olduğu anlatılır. Filmde, hayvan tabancası ile Benny'nin işlediği kadın cinayeti de işte tam bu kolektif suçtan güç alır. Cinayet, Benny'nin ailesi tarafından, hayvanları katlettikleri ve bu katliamlarla övündükleri çiftliklerinde, kadının bedenini de parçalayıp yok etmeleri ile örtbas edilir. Onlar için, kendi bekaları uğruna bir hayvanın bedenini parçalara ayırmak ne kadar normalse, bir kadının bedenini parçalamak da o kadar normaldir.

Gelelim Haneke'nin Saklı filmine. Bu filmde, Fransa'da yaşayan George karakteri geçmişi ile; yıllar önce ailesinin yanında hizmetçilik yapan fakat Fransa'da 17 Ekim 1961 çatışmasında öldürülen Cezayirli bir ailenin küçük çocukları Majid'i evden kovdurması ile yüzleşir. Majid'e bir horozun boynunu kestiren George, hayvandan akan kan ile Majid tarafından korkutulduğu yalanını söyleyip Majid'i evden attırır. Yıllar sonra, hayatı sefalet içerisinde geçmiş Majid, geçmişini ve bireysel sorumluluğunu inkâr eden George'un önünde aynı şekilde kendi boğazını keserek intihar edecektir. Kurban edilenin, kurban ettiren ile yüzleştiği andır bu. Haneke bize, George'un geçmişini olumlayışıyla eşzamanlı olarak, Fransa'nın da ortak olduğu Irak işgalini, bu işgali yüceltmek için kurulan türdeşlik retoriğini ve yabancı düşmanlığını izletir. George tüm bunlara karşı kayıtsızdır. El açılmak zorunda kalınan George ve ailesinin öldürücü merhameti, kolektif suçtan beslenmiş ve kendi tarihsel devamlılığını yaratmıştır. Bir köpeğin araba kazası sonucu ölüşüne gülen ve bu ''önemsiz'' muhabbeti kendi kariyer sohbetleri ile sürdürebilen George için Majid'in intiharı ile ''yüzleşmesinin'' sadece fiziksel bir karşılığı vardır. Her ne kadar rüyasına, öldürülmesini emrettiği horoz ve horozun kanına bulanmış Majid girse de, George, uyku hapları ile yaşamının ''normal'' seyrine devam eder.

İstismar hayatın her noktasına sirayet edecek mahiyettedir ve onu önlemek kolektif sorumluluk gerektirir. Bilge Karasu'nun “Cinayetin Azı Çoğu” yazısında 24 Temmuz 1987 yılında Milliyet gazetesinde çıkan ve Bursa'da ''toplum adına'' iş gören Veteriner Müdürü'nün emri ile 1.747 kadar ''sokak'' kedi ve köpeklerinin fırına atılarak ortadan kaldırıldığı haberi üzerine dediği gibi:

Gazetenin o günkü haberine bakıp bir kişiyi suçlamakla (sorumlu tutmakla, cezalandırmakla) yetinmek, herhangi bir ''çözüm'' getirmez sanıyorum. Bir kişinin olsun, o kişiye acıması, bir kişinin olsun o kişiyi haklı görmesi, ya da gerekenin yapılmış olmasından doğacak bir iç rahatlığı, zarar verecektir. Hepimize (...) Yapılan ''toplu'' değilse de, taksit taksit bir ''topluca'' kıyıma gidilmesidir. Gerekçe kutsal: İnsan sağlığının korunması. Gerekçe bu olunca, başka kıyımlardan, kıyalardan bizi alıkoyabilecek nedir?[5]

Türkiye'de yakın bir zamanda yürürlüğe girmesi düşünülen Hayvan Hakları Yasası maddelerinin, istismar türlerinin birbirlerini besliyor oluşlarının dikkate alınarak, ''türcülüğe'' kapılmadan belirlenmesini hayati buluyorum. Hayvanlara karşı istismarın önlenmesi yönünde atılacak adımlar, Türkiye'de toplumsal bir sorun olan istismarın yasal düzenlemelerle önüne geçilebilmesi için eminim ki tartışma ortamı yaratacaktır/yaratmalıdır. Zira istismar kolektif bir suçtur ve bu suçtan her bir birey sorumludur.


[1] Leslie Irvine, 2009, Filling the Ark: Animal Welfare in Disasters, Temple University Press.

[2] Angus Nurse, 2016, Animal Harm: Perspectives on Why People Harm and Kill Animals, Routledge.

[3] Olga Tokarczuk, 2020, Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde, Timaş Yayınları, s. 118.

[4] Laszlo Krasznahorkai, 2013, Şeytan Tangosu, çev. Bülent Şimşek, Can Yayınları, s. 131.

[5] Bilge Karasu, 2013, Ne Kitapsız Ne Kedisiz, Metis Yayınları, 9. baskı, s. 56.