Sağ ve Hayvan Hakları

Fransız İhtilali sonrası Meclis’teki grupların oturdukları taraf ile birlikte sol ve sağ kavramları modern siyasi hayata girdi.[1]

Sonrasındaki 200 küsur yıllık tarihi, mücadeleleri belirleyecek bu ayrım yalnızca siyasi değildi kuşkusuz, farklı, birbirine zıt iki zihniyet dünyasıydı ve bu anlamda tarihsel kökenleri olduğunu da belirtmek gerekir.

Elbette bu tarih boyunca kaymalar, iç içe geçmeler, netliklerin kaybolduğu dönemler yaşandı. Ama uzun bir süre, solun itibarının yüksek olduğu dönemlerde sağcılık göğsünü gererek söylenen bir şey değildi.[2] 19., 20. yüzyıl solun itibarlı dönemiydi, sağ, sol karşıtlığı üzerinden pozisyon alırken, kendini sağdan ziyade, muhafazakar, liberal ve benzeri kavramlarla adlandırdı.

Bütün bu süreçte solun temelindeki en önemli ilke, verdiği eşitlik mücadelesiydi ve alt sınıflar nezdindeki itibarını sağlayan da buydu. Solun eşitlik mücadelesi, her tür “kurulu düzen”in, hiyerarşinin korunması kaygısındaki sağın tepkisine yol açtı her zaman.

Norberto Bobbio’nun çok güzel ifade ettiği gibi:

… fakat dili ne olursa olsun sağın, kutsal, dokunulmaz, doğal ve önüne geçilemez olarak nitelediği, solun ise azaltılması veya ortadan kaldırılmasının mümkün veya zorunlu olduğuna inandığı ve haklı gösterilemeyen eşitsizlikler olduğu varsayımından yola çıkar. Sola göre farklı şekillerdeki eşitsizliklere karşı verilen savaşlar tek bir savaşın aşamalarıdır.[3]

Solun eşitlik mücadeleleri, 19. ve 20. yüzyıllarda kurulu düzenleri büyük sarsıntıya uğrattı. Kimi zaman tavizlere dayalı sağ politikalar uygulansa da, eşitlik taleplerini ezmeye talip faşizmin iktidarına dek sürdü.

Sosyalizm kavramını ilk kullananlardan Pierre Leroux, eşitlik üzerine yazdığı kitapta (1848), bu eşitlik taleplerinin ne derece radikalleşebildiğini dile getiriyordu:

Bana toplumun bir kısmının çalışmaya mahkum olması gerektiğini ve bunun aksinin mümkün olmadığını mı söyleyeceksiniz? Eğer buna inanıyorsanız konuşmalarınızdan düşünce özgürlüğü, yazma özgürlüğü, dinsel özgürlük gibi büyük lafları çıkarıp atın; ya da bu laflardan genel bir yadsıma ve hiçliğin eşitliği gibi anlamlar çıkardığınızı kabul edin.[4]

Faşizmin yenilgisi, sosyalizm uygulamalarında eşitlik ilkesinin unutulmaya yüz tutması, sol ile sağ arasındaki ayrımın giderek belirsizleşmesine giden bir süreci başlattı.

1980’lere doğru, sağ hegemonyanın kurulmasından söz edebiliriz. Neoliberal dalga, dünyadaki solun gerilemesinin üzerine inşa edildi. Bu sağ hegemonyanın “sağ/sol ayrımının kalktığına” dair yıllar sürecek manipülasyonları gitgide etkisini arttırdı. Bobbio’nun, solun “sağ fikirler tarafından kendini büyülenmeye bırakması” diye ifade ettiği süreç yaşandı. Piyasa ekonomisi, özel mülkiyetin kabulü gibi sağ düşünceler, solda sessizce kabullenilir oldu. Ama sol için asıl kayıp, eşitlik fikrinin ortadan kaybolmasıydı.[5]

Sol etkisini kaybetti ama eşitlik mücadeleleri ortadan kalkmadı elbette, kadın hareketi, ırkçılık, cinsiyetçilik karşıtı hareketler, ekoloji hareketleri, etnik kimlik mücadeleleri gibi özgül alanlarda bu eşitlik mücadelesini sürdürdü.

Bu girizgahtan sonra, günümüzün önemli bir eşitlik mücadelesi olarak ortaya çıkan hayvan hakları hareketine gelirsem, bu mücadelenin sağ akımlarda ne tür tepkilere yol açtığına bakabiliriz.

Hayvan hakları düşüncesinin, insan türünün milyonlarca türden biri olduğu; diğer türlerin her birinin de bir yaşam hikâyesi olduğu, varoluşlarının kendi başına bir değer içerdiği, bu anlamda diğer canlıların da insan türü kadar yaşam hakkına sahip olması gerektiği iddialarının, sağ zihniyet dünyasında tepki ile karşılaşacağı çok beklenmedik bir gelişme olmayacaktı.

Bu tepkilerden bazı örnekler sunacağım, bu eşitsizliğin ortadan kalkacağına dair endişelerle ne tür savunma geliştirdiklerini anlamak bakımından önemli.

Hayvan Hakları Yasasına Tepkiler

Hayvan Hakları Yasası diye yola çıkılıp, mevcut iktidarın sündürerek, kırparak “koruma”ya dönüştürdüğü yasanın çıkış süreci sağ kesimde malum komplo teorileriyle de süslenerek epeyce bir tepkiye yol açtı:

Yeni Söz’den Süleyman Tüccar, bu yasanın ne tür “bela”lara yol açacağını anlatıyor:

Kanunlaştırılmak istenen hayvan hakları yasası ile açılacak kapıdan içeriye doluşmak için pusmuş bekleyen nice yeni belâya hazır olun! Hayvan Hakları Yasasını şekillendiren baskı gruplarının talepleri üzerinden Türklerin kolektif mizacının da değiştirilmek istendiğini söylemiştim. Hayvan hakları yasasını hâli hazırdaki muhteva ve yaklaşım üzerinden kanunlaştırmak isteyen baskı gruplarının ardışık talepleri veganlık dayatmasıdır. Yani et, süt, peynir, yoğurt, tereyağ, bal, balık, kürk, deri, kıl, yün gibi hayvanlardan elde edilen tüm mâmullerin kullanımının yasaklanması!”[6]

Yazar, biraz abarttığını düşünüyor olsa gerek ki, ekleme ihtiyacı duymuş:  “Bu size fantastik bir talep ve gerçekleşmesi mümkün olmayan bir risk algısı gibi gelebilir.”

Ve devam etmiş, başka bir bozulmaya doğru giden eşitsizlik gelişmesini örnek göstermiş. Aslında bunları birbirine bağlamasını, bilinçli yaptığı bir şeyden ziyade, içgüdüsel bir tepki olarak görmek icap eder; devam ediyor:

Ama on yıl önce evin babasının, beraberinde hiçbir mâkul gerekçe, delil ve emare aranmaksızın, kadının talebiyle kendi mülkünden ve çocuklarından aylarca uzaklaştırılabileceğine de kimse inanmazdı değil mi? Ya da bir adamın, karısının başka bir erkekle birlikte olmasına hatta ondan hamile kalmasına sadece sesini yükselterek “tepki göstermesinin” bile psikolojik ve cinsel şiddet kapsamında suç olarak tanımlanacağını akıllar alabilir miydi? Almazdı ama oldu değil mi?

Endişelerini yersiz bulacaklara, “öznel bir tespit” olmadığını tarihten örnekler sunarak, başımızı gelecek felaketleri duyurmaya çalışıyor:

Uygarlık sözcüğüne kökenlik eden Uygurlar üzerinden Türkler'in bizatihi deneyimlediği bir süreç. Uygurların tarihten silinmesi Manihaizm dinine girerek kendilerine eti ve sütü yasaklamalarıyla gerçekleşti. Veganlaşmalarından hemen sonra savaşçı özelliklerini kaybettiler. Düşmanlarının şiddetini, karşı şiddetle püskürtme yeteneklerini kitlesel olarak üstelik şaşılacak kadar kısa bir süre içerisinde yitirdiler. Bugün bize veganlık olarak pazarlanan düşünce ve ön kabuller eksiksiz bir Manihaizm teolojisidir.

Yazara göre hayvanları yemeyi bırakır da “kurulu düzeni” bozarsak, savaşçı özelliklerimizi kaybederiz, hele dört bir tarafımız düşmanla çevriliyken, alimallah Uygurlardan beter oluruz.

Başka bir yazar da hayvanlara yakınlaşmanın insanların tuhaflaşmasına yol açtığını belirtiyor: “Allah, hayvanları başka hikmetler yanında insanın yararına yaratmıştır. (…) Ev ortamında sürekli hayvanlarla yaşayan insanların tutum ve davranışlarında naiflik gözleyebiliriz.”[7]

İlginçtir, hayvan yemeyi bırakmanın insandaki şiddet eğilimini azaltacağına dair iddialar var. Bu yazarlar bunları okumuş mudur bilmiyorum tabii ki ama endişeleri tamamen ters yönde: Savaşçılığı kaybetmek, naifleşmek, bu özelliklerin kaybından rahatsızlar…

“İlahi Nizam”ın Bozulması

Abdurrahman Dilipak da yasaya tepkisini “din elden gidiyor” refleksi ile göstermiş:

Bugün bizdeki hayvan üretim çiftliklerindeki hayvanlar çok sağlıklı değil. Orman içinde tabii ortamda niye çiftlik kurulmasın.. Vejeteryanlar, kendi beslenme tercihleri konusunda başkalarına kural koyamaz. Ama konu göreceksiniz, “Hayvan hakları” çerçevesinde polemik konusu olacak. Batıdan tercüme yasalarla bu sorunu çözemeyiz. (…) hayvanlar adına konuşacak olanlar, din ve hayatın pratikleri, gelenek ve ahlakı dışlayan, yerine vijdanı ikame etmeye çalışan bir anlayışla, çözüm yerine ancak sorun üretilir. (…) Bu konu özel yasa ile değil, genel bir hukuki düzenleme dışında tek başına vijdanla değil, din ile ahlakla, içtimai teamüllerle çözümlenmesi gerekir.[8]

Hayvanlara olan insan üstünlüğünü sarsacak tepkiler dinî ya da Süleyman Tüccar’da olduğu gibi pek dinî de olmayabilir. Ama ortak nokta eşitsizliğin muhafazası olsa gerek. İktidar sözcüsü Ömer Çelik, bir zamanlar sağdaki bu duruma dair şunu yazdıydı: “Muhafazakarlık çoğunlukla ‘eşitsizliklere yaslanan bir siyaset yapmak’la eş anlamlı sayılmasında… sağdaki pek çok kişinin ideoloji ve siyaset algısının böyle olmasının katkısı var.”[9]

Bu tepkiler Türkiye’ye özgü değil, başta özetlediğim, sol/sağ ayrımının evrensel nirengi noktası. “İnsan ile gelişmiş hayvanlar arasındaki akıl farkı, ne kadar büyük olursa olsun, kesinlikle temel bir fark değil, sadece bir derece farkıdır,” diyen Darwin, evrim teorisi ile büyük bir çığır açtı. “İnsanoğlu bütün kibriyle kendisini bir tanrının müdahalesine layık, büyük bir eser sayıyor. Hayvanlardan yaratıldığını düşünmek daha alçakgönüllü ve bence doğru olur,” diyen Darwin’in teorisinin zamanın İngiltere’sinde nasıl büyük tepkilere yol açtığı malum, bunlardan “naif” bir örnek vereyim:

“Demek maymundan geliyoruz! Aman Tanrım, umarım bu doğru değildir, ama eğer doğruysa ümit edelim de herkesin kulağına gitmesin” dediği söylenen Worcester piskoposunun eşinin bu sözleri, Victoria döneminin seçkin ve dindar kişilerinin bu tartışmalara tepkisini özetlemektedir.[10]

Ahmet Ayhan Koyuncu, sağın bu eşitlik endişesini -en azından bilerek- gayet iyi ifade etmiş:

Türkiye’de hayvanları korumaya dönük bir yasa olmalı, ama “hayvanları korumaya” dönük bir yasa olmalıdır. Hayvan hakları ifadesi, varlık düzleminde eşitliği ifade ettiği için insanın da hayvan ile eşitliğini savunan anlayışın bir ifadesi olmaktadır! Ekolojik yaklaşımın (yeşil düşünce) hiyerarşiyi reddetmesi ve bunu “Türcülük” olarak yorumlamasının neden olacağı sonraki süreç “hayvan sömürüsü” suçlamasına maruz kalmaktır. Türcülük, temelde hayvanların da insanlar gibi yaşama hakkına sahip olduğunu, insanın yaşamını öncelemek için hayvanların araçsallaştırılamayacağını, yiyecek olarak görülmemesi gerektiğini savunan bir anlayışı ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. İnsan türünün hayvan türünü sömürdüğünü, oysa böyle bir hakkı olmadığını ileri sürmektedir. Bu anlayış ise vegan yaşam tarzını beraberinde getirmektedir. Vegan yaşam tarzı kısaca her türlü hayvani üründen uzak durulan bir beslenme rejimini ifade etmektedir. Yani sadece et yememek değil, süt, yumurta, peynir vb. hayvansal ürünleri de beslenme zincirinin dışına atmaktadır. Tabii olarak bu işin bir süre sonra ideolojik/politik boyutu olacak ve eğer burada dur denilmezse daha sonra “Sizler hangi hakla hayvanları kurban ediyorsunuz?” sorusu sorulacak, böylece İslâm’ın yaygın ibadetlerinden kurban kesme uygulaması devre dışı kalacaktır/bırakılacaktır.[11]

Bu eşitlik endişesini Koyuncu gibi doğrudan ifade etmeyenler de var, eşitliğe dair inancı olmayınca, bunun bir başka eşitsizlik yaratacağı akıllarına geliyor hemen. Eşitlik mücadelesi niye “hayvanları daha değerli” hale getirme çabası olsun?

Tabiat varlıklarını kutsamak, uygarlığın onlara verdiği zararlar karşısında tabiat varlıklarının avukatlığına soyunmak geç-modernliğin incelme ölçüsü, hattâ fetişi hâline geldi. İstiyoruz ki bir yandan uygarlığın bütün nimetleri bizim olsun; bir yandan da tabiatı kendi hâline bırakalım. Bu olmayacak bir duadır. Artık ok yaydan çıkmıştır. Çevrimsel tabiat ile düzçizgisel uygarlık arasındaki çelişki uzlaşmazdır. Uzlaşmazlık aşırılaştırma iç içe geçiyor. Modern uygarlık bir aşırılaştırmaydı. Bu tepki olarak, başka bir aşırılığı; tabiat varlıklarını uygarlığın varlıkları karşısında önceleyen, uygar sorumlulukları erteleyip uygarlık karşısında tabiatın sorumluluğunu üstlenen; yeri geldiğinde de hayvanları insanlardan daha değerli gören bir tabiat fetişini doğurdu. Ne tuhaf değil mi?[12]

Bu eşitliğin imkânsızlığı, eğer üstte olunmazsa alta düşüleceği, sağın kadim endişelerinden, Tüccar ise bu endişeyi, ta Âdem Peygamber’e kadar götürmüş:

Manihaizm dini türcülüğe karşıdır. Dahası hayvanları varlık hiyerarşisinde insandan daha önce gören bir algı evreni vardır. Şeytanın kendini adadığı ve uğruna her şeyini heba ettiği davasının esası insanın eşref-i mahlûkat yani yaratılanların en şereflisi olduğu hükmünü reddetmektir. Bu hükmü türcülük yaftasıyla itham edenler şimdi bu yasanın ardında mevzilendiler. Meclisten geçirilmek istenen yasanın içinde pusuya yatmış veganlık ve Manihaizm var. Yâni hayvan sevgisi gibi görünen insan nefreti! Âdem'e secde etmediği için cennetten kovulan, âdemoğullarını hayvana secde ettirerek intikam alacak.  Adım adım, derinden derine, merhâle, merhâle…[13]

Bu bağlamda hatırlamakta fayda var; yıllarca alt sınıf özelliklerinden ötürü küçümsenen Tayyip Erdoğan, sadece kendi statüsünün yükselmesinden ötürü değil tabii ki, bir sağcı olarak, birilerinin altta oluşunun “kurulu nizam” icaplarından olduğunu defalarca ifade etmişti: “Haddini bileceksin, ayaklar ne zamandan beri baş olmaya başladı!”

Aşağıdaki alıntıda olduğu gibi yazarların yaradılışa dayanarak bizatihi hayvanlar arasında da bir eşitsizlik ilişkisi kurabilmelerini farklı ve son bir örnek olarak vereyim:

… eşyanın tabiatı gereği böyle olmalıdır. İnsana yapılamayan hiçbir şeyin hayvana da yapılamayacağı söylenemez. Bu, tabii ki, hayvanın türüne, hayattaki işlevine göre değişir.. Hayvanlar, Yaradılış gayelerine uygun muamele görmelidirler. Ne eksik, ne fazla! O nedenle, hayvan hakları savunulurken aşırı/marazî yaklaşımlardan da kaçınılmalıdır.. Örneğin, hiçbir hayvanın kesilemeyeceği düşüncesi savunulamaz. Bu, Din gerçeğiyle de çatışır.[14]

Verdiğim örneklerde olduğu gibi, “dili ne olursa olsun sağın, kutsal, dokunulmaz, doğal ve önüne geçilemez olarak nitelediği” eşitsizlikleri savunmak her ne kadar dine dayandırılsa da, hayvanlarla eşitliği vazetmiş dinler olduğu gibi, her dinin içinde eşitlik mücadelesi de veren heretik akımlar olmuş, bunu da gözden kaçırmamak gerekir.

Sağ zihniyet dünyası doğası gereği, eşitlik mücadelelerine karşı bir tepki içerir. Solu nasıl eşitlikçi fikirleri üzerinden tarif edersek, sağ için bu eşitlik karşıtlığıdır. Bu kâh kadınların eşitlik mücadelesinde erkek egemenliğini savunarak, kâh göçmenlere karşı üstünlük iddialarıyla, kâh eşit kimlik taleplerine yönelik milliyetçi söylemlerle karşımıza çıkar. İnsanın hayvanlardan üstün olduğu iddiasıyla onlar üzerinde egemenliğini sürdürmesinin “doğal”laştırılması da referansları dinî ya da modern düşüncelere dayansın dayanmasın, sağın “fıtrat”ında var.

Elbette sağ dediğimizde de geniş bir yelpazeden söz ediyoruz, belli kazanımlar elde etmiş eşitlik mücadeleleri karşısında “liberal” tavırlar alan, bunları kabullenmiş bir sağ da olabiliyor. Ya da doğrudan değil de daha örtük görünümler alabiliyor. Irkçılık gibi, kadın hakları gibi, çatışmalardaki değişimde belirleyici olan bu mücadelelerin kendisi kuşkusuz.

Ama sağ ve sol arasındaki ayrımın kalktığı iddiası başka bir şey; bu solun ideallerinden vazgeçmesi ya da unutması ile mümkün. Eşitlik mücadelesi de eşitsizlik içeren ilişkiler oldukça, -hatta yenileri ortaya çıkarak- sürecek gibi görünüyor.

Hayvan hakları da insan-hayvan arasında kurulan tarihsel eşitsizlik ilişkisine bir itiraz olarak Sol düşünce geleneğinden gelir. Bunun fikriyatı geliştikçe, insanlar sahip oldukları bu egemenlik ilişkisini değiştirmek talebiyle, eşitlikçi bir ilişki tahayyülü ile mücadeleyi sürdüreceklerdir. Önümüzdeki dönem bunun daha da etkili olduğunu göreceğiz sanırım.

Sağ ile başladım, sol ile, bir soru ile bitireyim. Sağdaki tablo bu, peki solun hayvan hakları konusundaki direncini doğa ile mücadele, hümanizm ve benzeri köklerindeki bariyerlere mi bağlayacağız, yoksa eşitlik düşüncesinin etkisini kaybetmesine mi?


[1] Sağ-Sol kavramlarının gelişimine dair bkz. Tanıl Bora, “Türk Sağı Siyasal Düşünce Tarihi Açısından Bir Çerçeve Denemesi”, İnci Özkan Kerestecioğlu-Güven Gürkan Öztan, Türk Sağı: Mitler, Fetişler Düşman İmgeleri, İletişim Yayınları, 2012.

[2] “Aslında sağcılığın ayıp addedildiği ve küçümsendiği dönemlerde de ben her zaman sağcıydım. Hatta benim davranış biçimime, hayat tarzıma bakarak ‘sen nasıl sağcı olabilirsin?’ diyorlardı. Çünkü o dönemler belirli bir zihniyetin gözünde sağcılık gericilikle eşanlamlıydı. Ama ben her zaman ‘evet ben sağcıyım,’ diyordum.” Nazlı Ilıcak, Hıdır Göktaş-Ruşen Çakır (haz.), Vatan Millet Pragmatizm, Metis, 1991.

[3] Norberto Bobbio, Sağ ve Sol, Dost, s. 17.

[4] Pierre Leroux, Eşitlik Üzerine, akt. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi. Eşitlik kavramına dair ciltler dolusu tartışma var. Belirgin itirazlardan biri, eşitliğin tektipleştirmeye yol açağı; nitekim sosyalizm tarihinde de buna ilişkin uygulamalar var. O yüzden eşdeğerlilik kavramı ile bu ayrımın altı çizilmeye çalışıldı. Burada eşitliği, egemenliğe dayalı ilişkilerdeki eşitsizliğin ortadan kaldırılması bağlamında kullanıyorum. Yoksa, sağın yarattığı eşitlikçi korku fantezileri değil: “Eşitlikçi dünya kaçınılmaz olarak bir dehşet kurgusu, kişisellik, çeşitlilik ya da özel yaratıcılıktan yoksun, kendine özgü bir çehreden mahrum özdeş yaratıklar dünyası olacaktır” (Murray N. Rothbard, Eşitlikçilik Doğaya Karşı İsyan, Liberte Yayınları).

[5] Sınıfsal niteliğinin de değişmesi ile birlikte elitizm solda kendine yer buldu. Örneğin genel oy gibi solun mücadele tarihinde yer alan bir ilke, tersine döndü, neredeyse cahillerin oy kullanmasını engelleyecek söylemler ortaya çıktı.

[6] Yenisöz, 21 Ocak 2020.

[7] Ali Bulaç, “Hayvan Hakları”, Zaman, 7 Nisan 2011.

[8] Abdurrahman Dilipak, “İnsanlar ve Hayvanlar”, Akit, 8 Şubat 2020.

[9] Ömer Çelik, “Muhafazakar Parti Sağcı Parti Değildir”, Star, 23 Kasım 2002.

[10] Rebecca Stefoff, Charles Darwin: Evrim Devrimi, TÜBİTAK Yayınları, 2008.

[11] Ahmet Ayhan Koyuncu, “Hayvan Hakları Yasası Türkiye Hindistan mı Olacak”, Umran, Şubat 2020.

[12] Süleyman Seyfi Öğün, “İnsanlar ve Hayvanlar”, Yeni Şafak, http://www.yenisafak.com/yazarlar/suleymanseyfiogun/insanlar-ve-hayvanlar-2029434

[13] Süleyman Tüccar, “Komprador ordular ve 27 Mayıs’ın hiç söylenmemiş sırrı,” Yenisöz, https://www.yenisoz.com.tr/yazarlar/komprador-ordular-ve-27-mayis-in-hic-soylenmemis-sirri ve “Komprador ordular ve 27 Mayıs’ın hiç söylenmemiş sırrı -2”, Yenisöz, https://www.yenisoz.com.tr/yazarlar/komprador-ordular-ve-27-mayis-in-hic-soylenmemis-sirri-2

[14] Cengiz Koçhisarlıoğlu, Özlem Söğütlü Erişgin, “Hayvanın Hukuki Konumu”, Yaşar Üniversitesi Elektronik Dergisi: Prof. Dr. Aydın Zevkliler e Armağan (Cilt 8 Özel Sayı), Cilt: 2, s. 1691-1725, İzmir, 2013, s. 1705.