Hayvanları Korumama Kanunu ve “Toplumu Kutuplaştırma”

Toplumu ortadan ikiye böldüğü iddia edilen Hayvanları Koruma Kanunu’ndaki değişiklik, Meclis’te oylandı ve kabul edildi. Umarım bu yasa değişikliğinin böldüğü toplum, yine “birlik ve beraberlik ruhu”na geri dönmez.[1]

AKP iktidarı, on yıl orada burada süründürüp yasalaştırdığı Hayvanları Koruma Kanunu’nun[2] hayvanlar için fazla olduğuna karar verip, bunu değiştirmeye karar verdi. Aynen, 1961 Anayasası’nın topluma “bol geldiğini” iddia edip darbeye kalkışan 12 Mart darbecilerinden Memduh Tağmaç’ın bahanesi gibi.

Evet 1961 Anayasası, hakkı olmayanlara, hakkını arayanlara bir yol açtıydı (niyet her neyse). İşte 1960’lı yıllarda bu hakkı olmayan alt sınıflar, “anayasal haklar”ını aramak için ortalığa döküldüydü (DİSK, eski TİP’in ve diğerlerinin kurulduğu dönemlerdir). “Netekim” bir başka darbeci 12 Eylül’ün başı Kenan Evren de, "O Anayasa bize bol geldi; içinde oynamaya başladık," deyip, hakları ortadan kaldırma, “mevcut nizamı”n bozulmasına karşı bir başka darbe ile müdahale ettiydi. “Netekim”, merhum, işçilerin bürokratlardan fazla maaş almasına epey tepkiliydi.

İşte benzer bir durumda,  AKP-MHP iktidarı sokak hayvanlarına tanınan bu hakların “bol geldiği”ni düşünmeye başladılar. Barınaklara doldurulmuyor, “aldıkları yere bırakılıyor”du. AKP, “fabrika ayarları”na dönme çaresizliği içinde, gide gide 1910 Hayırsızada Katliamı’nı gerçekleştirenlere kadar bir geçmiş ayar yaptı kendine.[3]

Bir anda “hayvanların hakları olmaz”dan, sokak hayvanları da verilen bu hakları çok fazla kullanmaya başladı noktasına gelindi.

Meclis Komisyon görüşmeleri, sonrasında oylama görüşmelerine girip yazıyı uzatmayayım, başka bir yazının konusu olsun.[4]

12 Eylül 1980 Darbesi’nin kendisine meşruiyet arayışının önemli dayanağı, siyasilerin toplumu böldüğü, kutuplaştırdığıydı. O nedenle darbe yapmışlar, “vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde milli şuur ve ülküler etrafında toplamanın; iç barış ve huzurun sağlanmasında temel unsur olduğu apaçık bir gerçektir” düsturunca “siyaset”e ara vermişlerdi. Sonrasında da Özal, siyaseti değil, ekonomiyi anlatarak, kutupsallaşma korkusunu topluma sık sık hatırlattıydı.

Oysa bir toplum farklılıklar içerir. Elbette sorunlar karşısında ayrışır ve çatışır. “Sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış kitle” tarihte görülmemiştir. Ancak totaliter rejimlerde, bu ayrışmalar baskı ile susturulur.

“Hepimiz aynı gemideyiz” gibi ideolojik manipülasyonlar da, bu ayrışmanın üzerini örtmeyi amaçlar. Kimileri lüks yatlardadır, kimileri ancak motora binebilir. Aynı gemide hiçbir zaman olmamışlardır. “Aynı gemi” tabii ki, aynı vatandayıza göndermedir. İyi de aynı vatanı hep aynı sınıflar yağmalar, geminin batacağı endişesini ise alt sınıflara yaşatırlar.[5]

Mevcut iktidarın “sokak hayvanları” sorununa nihai çözüm arayışında 150 yıldır denenmiş katliama dayalı “çözüm”ü ısıtıp piyasaya sürme çabası karşısında, ortaya çıkan toplumsal tepkiler üzerine, 12 Eylül’ün ezbere soktuğu bu endişe yine zuhur etti.[6]

Sokak hayvanlarına dair çıkarılmaya çalışılan yasaya ilişkin ortaya çıkan kutuplaşma da gayet hayırlı bir kutupsallaşmadır. Yirmi yıl bir iktidarın değirmenine su taşıyan kutuplaşmalardan daha sahicidir.

Bu her şeyden önce, mağdurların yaşam hakkını savunmak ile farklı olarak gördüklerini yok etme zihniyeti arasında yaşanmaktadır.

Sorun olarak gördüğünü yok etme zihniyeti birileri kutuplaştırdı diye ortaya çıkmaz, zaten vardır. Gücünü o toplumun kurucu ideolojisinden alır. Güçsüzler, mağdurlar üzerindeki egemenlik ilişkisinin bozulmasını istemez. Onun bozulması demek “düzen”in bozulması demektir. Kadın yerini bilecek, mülteci ülkesinde barınmayacak, köpekler sokaklarda dolaşmayacaktır.

“Önce insan” basmakalıbının olduğu yerde, hayvanın yeri yoktur. Bunlar için hayvanın yeri tabağıdır ancak. Heves eder köpek edinirse onu da sokağa atar.[7]

İşte bu zihniyete karşı yaşam hakkını savunarak karşı kutupta yer almak doğru bir seçimdir. Çünkü bu zihniyet ile mücadele edilmediği müddetçe hep tehdit olarak varlığını sürdürür. Bu yalnızca sokak hayvanlarının yaşam haklarını savunmak değildir, tüm mağdurların, tüm ezilenlerin yaşam haklarını savunmaktır. Kaldığı kadarıyla bile toplumdaki merhamet duygusunu ortadan kaldırmaya çalışanlara karşı bir mücadeledir.

İktidarın bilindik “kervan yolda düzülür” düsturunca kuyuya attığı taş, bu zihniyetin görünür olmasını sağlamıştır sadece. Nitekim kendi içinde de bu zihniyetin gücü  ortaya çıkmıştır. Mesela bunlardan biri, Meclis görüşmelerinde muhalefete “Oyu köpeklerden mi alacaksınız,” diyerek tıynetini belli etmiştir.

Ama muhafazakâr kesim içinde de merhamet duygusunu yitirmemiş kesimlerin sokak hayvanlarının “yaşam hakkı”nı savunacağını düşünüyorum. İktidarın bu sahici kutuplaşmada öyle kolayına “kutbunu” “konsolide” etme imkânı olmayacaktır.[8]

İktidar milletvekillerinden bazılarının kamuoyunda gösterdikleri tepkiye bakarak, şayet yasa Meclis oylamasına inerse orada da aynı tavrı göstereceklerdir diye tahmin edebiliriz.

Gelinen noktada yasanın çıkışını engelleyecek tek yol bu görünüyor.[9] İçlerinde hayvanseverlerin de olduğu bu milletvekilleri ya vicdanlarının sesini dinleyip yasayı reddedip bu zilletten kurtulacak, tarihe utanç verici bir kararı desteklemiş olarak geçmeyecekler ya da hiçbir inanç ve değere sahip olmayan bir alet derekesinde yer alacaklardır. Ağır bir sorumluluk  ama ağır olduğu kadar onlar için onurlarına sahip çıkma şansı!

Son olarak, bu yasanın dert edindiği “sokak hayvanları sorunu”nu çözme hedefi hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir. Çünkü insanların yarattığı, insan keyfiyetine dayanan sorun, bu keyfiyetin engellenmediği, bedelinin hep sokak hayvanlarına ödetildiği yolla çözülmez. Hele böyle bu her tarafa çekilebilir hukuk sistemi ile hiç olmayacaktır.[10]

İnsana tarih boyunca bu denli “kul” olmuş bir canlıya bu zulmü reva görenlerin hiçbir zaman huzura kavuşamayacaklarını söyleyebiliriz. Zalimler için söyleneni tekrarlamak mümkün; “zulmün artsın ki, tez zeval bulasın”.


[1] Yazı yasa oylanmadan yazıldı, az da olsa merhamet duygusunu yitirmemiş milletvekilleri de çıkabileceği beklentisi vardı. Sevgili Tanıl Bora’nın “Yorulmak, doğru bir tavır değildir!” ikazı ile güncellendi: https://hayvanlarinaynasinda.wordpress.com/2024/07/22/utanc-yasasi-ve-toplumu-kutupsallastirma/

[2] Sık yapılan yanlışa dikkat edelim, Hayvan Hakları Yasası değil, Hayvanları Koruma Yasası, çünkü kedi ve köpekler dışında kalan hayvanlar için de kullanılır, mezbahalarda ya da kurban “ibadeti” diyerek hayvanların boğazlanmasını birileri engellemeye kalkar diye bulunan formül.

[3] Burada yazdıydım: https://hayvanlarinaynasinda.wordpress.com/2024/06/03/fabrika-ayarlarina-donus-ve-sokak-kopekleri/

[4] Oylama sonuçlarının da başlı başına üzerinde durulması gerekiyor. İktidar bloğundan merhametli daha fazla milletvekili çıkar diye az da olsa umudum vardı. 45 çıkması da az değil. Muhalefet fire vermese, çok az farkla yasalaşmış olacak. Asıl hayvanseverlerde hayal kırıklığı yaratan DEM’in %40 fire vermesiydi. Demek ki, başlangıçtaki “Türkiye Partisi” olma programında hayvan hakları savunusu yer almıyor. Zaten söylem ile eylem nadiren örtüşüyor… CHP’yi bu konuda tutarlı tavrından ötürü kutlamak da gerekiyor…

[5] Bu kutuplaştırma endişesinin hiç kuşkusuz önde gelen sözcüsü Ertuğrul Özkök’tü yıllarca, iktidara dair tek derdi “kutuplaşma” yaratmasıydı. Kutuplaştırmayı kaldıran Özal özlemini hep sürdürdü. Yerini doldurulamadı ama beklentisi hep sürdü, bir ara Devlet Bahçeli’yi bile sunmaya kalktı: “Devlet Bahçeli 2000’li yılların başında acil ve gerçekçi ekonomik önlemlerin alınması konusunda, kendi siyasi kariyerini yakma pahasına büyük bir vatanseverlik örneği göstermişti. Aynısını bugün de yapacağına eminim. Ayrıca seçim gecesi yaptığı konuşmada, Türkiye’nin artık bu kutuplaştırıcı politikalardan, kırıcı ve bölücü üsluptan uzaklaşması gerektiğini söyledi. Bu tutum, kutuplaşma sorununun aşılmasında anahtar rolü oynayabilir” (Hürriyet, 2 Nisan 2019).

[6] Bu ideoloji öyle derine nüfuz etmiş ki, yaşam hakkını savunanlar arasında da epeyce, “iktidar bu yasayı toplumu kutuplaştırmak için ortaya attı” diyenler var. “Gerçek sorunları” unutturmak vs. için milleti oyalıyorlar gibi derin tespitler de bolca var. Nitekim EMEP milletvekili Sevda Karaca bile “İnsanların acılarının üstünde tepinip, hayvanları halkı kutuplaştırmanın aracı yapıyorsunuz,” dedi (Evrensel, 18 Temmuz 2024). Bir başka sıradan örnek: “Günlerdir sokak hayvanları meselesi konuşuluyor ve birçok meselede olduğu gibi şu taraf bu taraf diye bu konuda da hemen ayrışmayı başardık.” 

[7] “Sokak hayvanı” sorununu yeterince yazdım, tekrara gerek yok. Ama bu toz kaldırıp güvenli sokak isteyen Havritacılardan hiçbirinin hayvanları sokaklara atanlar üzerine ya da sorunun insan keyfiyetinden kaynaklandığına dair tek bir laf ettiklerini görmedim.

[8] Sabah çıkışından itibaren azgın bir yayın çizgisi izlemiş gazetedir, bu konuda da aynı azgınlığı sürdürmekte. “İtetaparlar” gibi seviyelerini gösteren ifadeler de bunların icadıdır. Ancak burada Tayyip Erdoğan sonrasına dair bir itişmenin neticesi olma ihtimali de mümkündür. Yine yaşam hakkını savunanlar içinde de ne yazık ki, bunu başka bir yere tahvil etmeye çalışanlar var. Aynı, “mesele üç beş ağaç meselesi değil” deyip, yine bir yaşam hakkı mücadelesini kullanmaya kalkıp, iktidarın gücünü arttırmasına yol açanlar gibi…

[9] Bir diğeri, yasanın Meclis’ten geçip Tayyip Erdoğan tarafından onaylanmaması olabilir; bu da mümkün, böyle bir utanç yasasından da parsayı tek başına toplama fırsatını kaçıracak biri değil…

[10] Yalnızca hayvanlar için mi bu hukuk düzeni? İddia makamının suçu kanıtlamasının değil, mağdurlardan suçsuz olduğunu kanıtlamasının beklendiği bir düzen!