Evvela tamamen duygusal sorayım… Sen, oldum olası şu “sokak hayvanı” denen mahlûklarla beraber yaşıyorsun. Beslemek, barındırmak falan değil, basbayağı birlikte-yaşıyorsun. Hele köpeksiz, seni düşünmek zor. Her şey bir yana, -bunu şahsen tanımayanlar da biliyor-, kitaplarını köpeksiz düşünmek imkânsız. Hemen her kitabında kadroda köpek var. Bazı kitaplarının ana kahramanı köpek. Sözü basitçe şunu sormak için uzattım: Şu “30 günde sahiplenmeyen sokak hayvanlarını uyutma” kanunu hazırlığı hakkındaki hissiyatını anlat bir hele…
Düşünebiliyor musun, yer gök sokakta kâh vurulup havaya çifte atarak can çekişen, kâh zehirlenip erimiş iç organlarını kusan hayvanlarla dolacak. "Yok yok, öyle değil işte. Götürüp kimsenin görmediği bi’ yerde uyutucaz mis gibi," diyecekler şimdi. Yani hayvancıkları bir köşeye kıstırıp boğma teliyle gırtlaklayacak, sıcak tava tutar gibi sopanın ucunda havaya kaldırıp bir kamyonun kasasına tıkacak, öyle kibar kibar götürüp gene öldürecekler. Uyutacaklarmış; ağza bal ağza.
Lâfın kibarı olmaz, insanın kibarı olur. Uyutma, öldürmenin kibarcası. Hadi ben kibar olayım şimdi ve bu kanunu dayatmaya çalışan arkadaşları kibar kibar uyarayım: Değiştirin o kanunun adını kardeşim, "30 Günde Sahiplenilmeyen Sokak Hayvanlarını Öldürme Kanunu" koyun. Uyutma öldürmenin, öldürme de bu tasarı kanunlaştığı takdirde katliamın kibarcası.
Kanun çıkaracaklarmış. Kanun, görülen işi kanuni yapar, haklı yapmaz. Katliama kanun çıkarınca katledenlere hak mı doğuyor yani? Katliamın adını kibarlaştırıp "uyutma" yapınca katliam katliam olmuyor mu? Hitler kanun çıkarsaydı meselâ, "Ama hakkıyla kanun çıkarmış adamcağız canım, altı milyon Yahudi'yi götürüp kimseciklerin görmediği bi’ yerde mis gibi uyutmuş, daha naapsın!" mı diyecektik?
Son romanın Düz Dünyacılar’ın hikâyesinin trajik zirvesinde, sanki bu kanun tasarısını öngörür gibi, bir köpek linci var. Sebep? Olacakları mı sezmiştin? “Ortamda” böyle bir haletiruhiyenin dolanmasından mı huylanmıştın?
Bu "Asmayalım da Besleyelim mi?" Kanunu, sırf kanun olduğu için katledenlere hak mı doğuracak? Düz Dünyacılar’ı yazdığım zaman, "Yok canım, o kadar da değil artık. Amma abartmışın," diye çatanlar oldu. Hâlbuki ben gördüğüm şeylerin yüzde beşini falan yazmıştım en fazla. Kendini güvende hissettiği, müstahkem bir yerde gördüğü anda hayvanların başına taş yağdıran melek gibi çocuklar görmüştüm, zehirleyerek öldürdüğü sokak köpeğinin başında sakız çiğneyerek komşu kadınla çene çalan komşu kadın görmüştüm, yavru köpekleri çuvala doldurup boğan adam görmüştüm, daha gözü açılmamış bir kedi yavrusunu ölünceye kadar kaldırıp kaldırıp yere çalan genç kız görmüştüm, karnı burnunda sokak kedisini tekmeleyerek öldüren, hırsını alamayınca da ölüsünün başına gidip bastonuyla defalarca vuran ak sakallı amca görmüştüm; Düz Dünyacılar durduk yerde değil, böyle böyle mülhem olmuştu. "Amma da abartmışın!" deyip çatanlar şu kanun tasarısına baksın da konuşsun şimdi. Sahiden de abartmış mıyım?
Ayrıca... Sokak hayvanı ne lan? Hangi familya bu varlıklar, hangi tür? Sen o sokakları onların tepesine çakmasaydın ne hayvanı diyecektin? Ova hayvanı, obruk hayvanı, kenar mahalle hayvanı mı? Ayıptır. Hem yaşam alanlarına kâbus gibi çök, hem de yeni ve zararlı bir canlı türü bulmuşsun gibi ad tak, sokak hayvanı de.
Duygudan fikre gelelim. Bu kanun hazırlığının saiklerini nasıl değerlendirirsin? “Kanunu yapıcı”yı kastetmiyorum sadece; bu ateşi harlayan sosyal medya karambolunu, komplo teorilerini, “insandan önemli mi…” ajitasyonunu falan kastediyorum. Bunun arkasındaki akıl ne, duygu ne, dert ne, bozukluk ne, zihniyet ne?
"Hadi uyutalım, çabuk çabuk çabuk," kanununun telmaşa saiki, "Geçen bisikletle gidiyodum, bi’ sokak köpeği havlaya havlaya koştu peşimden, baldırımı ısırdı" vesair şikâyetlerdir elbette. Ama esaslı saik, ki sen bunu söyledin zaten, "İnsandan önemli mi!" kontratağında beliren saiktir. Sen çıkmış, "Bi dakka kardeşim, birisi birinin bir yerini ısırıp kanattı diye ağzında dişi olan herkesi öldürmekten ne farkı var bunun? Şaşırdınız mı siz?" demişsindir, karşı taraf da cevap vermek yerine, "Ne diyon kardeşim, köpek bu köpek, insandan önemli mi?" tantanasıyla kontratağa kalkar. Sanki iki ayrı hayatı önem mihengine vurmuşsun, sanki demişsin ki, "Isırırsa ısırsın, Çomar'ın canı sağ olsun." Önüne bir anda çöp atarken ısırılan bir kadının, sabah namaza giderken kovalanan bir adamın videoları konulur. "Hadi bakalım, buna ne diyecen?"
Lan buna bir şey dediğimiz yok, bunu normal karşıladığımız, buna sevindiğimiz, oh canıma değsin dediğimiz yok. "Öldürülür mü yahu! Şaşırdınız mı siz!" diyoruz. "Sokakta öldüremediği hasmını hastaneye kadar takip edip acil servis müdahale odasında yetmiş defa bıçaklayarak öldüren, motokuryelik yaparak okul masraflarını babasının sırtından almaya çalışan güzel çocuğu yolun ortasında öldüren, namus fasaryasına öz kızını ailecek toplaşıp ailecek öldüren, tepesi attı diye karısını çocuklarının gözü önünde öldüren katilleri öldürüyor musunuz? Hadi sayalım, köpek kaç insan öldürmüş, insan kaç insan öldürmüş. Yılda ortalama bin beş yüz kişiyi öldüren varlığın adı insan mı, köpek mi, hadi konuşalım," diyoruz. O zaman da "O başka bu başka!" diyorlar. İzin vermiyorlar ki ellerinden bir varlık sağ kurtulsun.
Zaten ne kurtulmuş ki insanoğlunun elinden? Dağ mı kurtulmuş, göl mü, deniz mi, ova mı, ne kurtulmuş? Çiğneye çiğneye, kahrede ede, yok ede ede geçip gidiyor her şeyin üstünden insan denen. Farkında veya değil, kendi çocuklarının, kendi torunlarının da üstünden geçiyor. Neden böyle yapıyor, neden kendi sonuna bu kadar hızlı koşuyor? Zihniyetinin temelinde yatan ne? İşte temel bu: "İnsandan önemli mi!" Ki ezip geçerek yürür büyürken insana en çok zarar veren gene insanın kendisi. Bu irfansızlık yüzünden tek ayağı kısa kalmış tabure gibi dingildeyip duruyor insanlık binası. Her şeyin önünde olduğunu vehmeden, kendini her şeyden kıymetli ve üstün addeden, iman ettiği kitapta bizzat Tanrı tarafından "Esfel-i sâfilin" olarak nitelendiği halde kendi kitabına sırtını dönüp eşref-i mahlûkat olduğuna ciddi ciddi inanmış bir süper avcıdan, bir terminatörden başka bir şey değil insan.
Asabını toplayıp, “Bak kardeşim…” makamında meramını anlatacak sabrın olsa… “asalım”cılara (“uyutalım”cılar) ne derdin?
"Yapmayın!" derdim. Bunu yaparsanız güçlü olanın güçsüz olana istediğini yapabileceğini kanuna bağlamış olacaksınız. Yapmayın. Bütün varlıklar kıymetlidir ve her bir varlık, el dokuma bir ipek halıdaki milyonlarca düğümden herhangi biri kadar şarttır hayatın deseninde; bir düğüm yanlış giderse hepsi yanlış gider, halı da çöpe gider. Yapmayın. Bunu ne bu dünyada ne iman ettiğiniz öte dünyada açıklayabilirsiniz. Vazgeçin. "Bugün zarar veren bunlar deyip!" yok etmeye bir başlarsanız, sırtınızı da mis gibi yaslamışsınız "Asmayalım da besleyelim mi?" kanununa, bir daha sizi siz de durduramazsınız. Yapmayın.
Sence “bizde”, bu toplumda, insan-hayvan ilişkilerinin huyu suyu nasıl? Hem hayvansever “tiplerin”, hem “asalım”cıların çeşitleri hakkında gözlemlerin olduğuna eminim. Nasıl tasnif edersin?
Hayvan besleyen tiplerin huyu suyu iki yapraklı yelpazenin bu yaprağındaki hayvanseverden öbür yaprağındaki hayvansevere kadar iki farklı kanatta kamplaşıyor. Kimi cidden hayvansever, pencereden içeri giren yorgun bir eşekarısını şekerli suyla besleyip dışarı salan, yolda gördüğü yaralı bir kediyi veterinere yetiştirip tedavi ettirdikten sonra yuvalandırmaya çalışan, yuva bulamayınca da alıp evine götüren, gündüz beslediği zaman mahalleliden dayak yediği için gece yarıları Batman gibi kara kara giyinip köşe başlarında köpek besleyen güzel insanlar bunlar. Hayvanın cinsi, türü, estetiği, meşrebi, biti piresi uyuzu hiç fark etmiyor bu kampta kamplaşanlara. Süs eşyası gibi sergileyip hava atacakları balkon güzeli değil, hayvan seviyor bunlar, hayvan sahibi olmaya çalışmıyor, hayvan dostu olmaya çalışıyorlar.
Öbür kampta hayvanseçerler yer alıyor. Sevmesine seviyorlar ama kendilerince en güzelini seviyorlar. Köpek dedin miydi kanişçiler var, çobancılar var, iriciler ufakçılar var; kedi dedin miydi siyamcılar var, irancılar var, kısa tüycüler uzun tüycüler var. Sadece kendi hayvanlarını sevmeyi seçiyor bunlar. Ev hayvanı pazarını bunlar palazlandırıyor, bunlar kalkındırıyor, bunlar tahrik ediyor. Görünüşte hayvan seven bunlar, ama evdeki hayvan canlarını sıkmaya başlayınca uzak uzak yerlere, çoğunlukla yazlık ev sitelerine götürüp terk eden gene bunlar.
Soru, "hayvanseverlerin tasnifi" diye geldiği için cevap da böyle geldi. İnsan-hayvan ilişkisi diye gelseydi daha döktürürdüm. Gövel Ördek türküsünü çığıra çığıra yerde gökte gövel ördek bırakmayan avcılara, "Gınalı guzuuum!" diye seve seve büyüttüğü kuzuları mezbahaya sattıkça hayvan sevgisi artan celeplere, kaz ciğercilere, balinacılara, yumurta tavukçularına, süt inekçilerine besicilere falan girerdim.