Mor Coğrafyanın Kaderi

Yakın zamanlı seçimlerde sonuçların işaretlendiği birçok haritada HDP’nin kazandığı şehirler eflatun veya mor renklere boyanmıştı. Hastalık risk haritasını hazırlayan tasarımcı da muhtemelen kısa bir internet araştırmasından sonra benzer tonda bir renk kullanmaya karar vermiş olabilir. Belki o da gayri ihtiyari seçimlerin görsel temsiliyle risk haritası arasındaki koşutluğu fark etmiştir. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün Ankara’daki göz alıcı gökdelenine girip çıkan sayısız memurlardan birisi bu renk paletinde karar kılmış olabilir. Diğer yandan siyasal veya sıhhi nedenlerle alışkanlıkla başvurulan mor ve tonlarının diğer partilerin renkleriyle uyumsuzluğu kolayca fark edilebilir. HDP’nin bir ağacın köklerini temsil eden iki açık elin mor rengini kullanmak seçim sonuçlarında makul bir tercih olsa da, risk haritasında da aynı rengi görmek HDP, Kürt coğrafyası ve mor rengin alakaları üzerine düşünmeye zorluyor bizleri. Zaten harita ortaya çıktığı anda bu koşutluk birçok kişi tarafından çoğu sarkastik ifadelerle belirlendi; sosyal medyada viral bir malzeme oldu. Çarpıcı olan bir başka konu da, en düşük riskin olağandışı bir şekilde olağanüstü hallerin vazgeçilmez coğrafyasında tespit edilmesiydi. Kerhen ve yasak savar bir kafanın eklentisi gibi aynı renkteki haritaya giren Uşak kentinin bürokrasisi ise bu ortaklıktan derinden rahatsız oldu.

Harita üzerindeki renkli tasnif, muhtemelen pandemi sürdükçe ekranlara düşecek turkuaz tablo gibi kuşku verici göründü bizlere. Bir mühendis yatkınlığıyla fonksiyonların nasıl davranacağına ilişkin az da olsa bir sezgiye sahip olduğumu iddia edebilirim. Çok milyonlu bir örneklemde vaka ve vefat sayılarında bu kadar kararlı rakamlara ulaşmak neredeyse imkânsızdır. Hepimizin malûmu bu durumun farklı ülkelerdeki seyri, kimileri tarafından ölüsevici bir ilgiyle takip edilen “worldometers.info” sayfasından analitik olarak gözlenebilir. En fazla karartılmış ülkelerde bile bu fonksiyonun kestirilemez bir dağılıma, meyle sahip olduğuna bakılabilir. Turkuaz rakamları hesaplayan kurum yine Devlet İstatistik Enstitüsü ise, değerlerdeki yanlış hesap veya muhtemel bir çarpıtma, her iki olasılık için de gökdelenin görkemine ve o daireyi dolduran sayısız memura yakıştırılamayacak bir hataya işaret eder. Benzer bir hata/çarpıtma olasılığı yıllık enflasyon rakamlarında da gerçekleştiyse, bu temel ekonomi parametresinin düşük bildirilmesi memurların, işçilerin ve bu değere ayarlı gelir artışları düzenlenen diğer ücretlilerin daha da yoksullaşmasına sebep olacağı açıktır. Bir gökdelen dolusu memurun ülkenin fakirleşmesine ve daha da hastalanmasına hizmet eden bir kurum olduğunu kimse aklından geçirmek istemez.

Risk haritasında dört farklı renkten (sarı, kırmızı, turuncu ve mor) üçü arasında geçişlilik bulmak mümkündür. Yani sarıdan turuncuya ve oradan kırmızıya varmak çok zor olmasa da, mor diğerleriyle nitelik olarak farklıdır. Bilindiği gibi kırmızı ve sarı ana renklerdir. Turuncu ise ikisinin karışımıyla elde edilir. Mor ve tonlarına varmak için nitel bir sıçrama yaparak kırmızı ile maviyi karıştırmak gereklidir. Buna göre morla boyanan coğrafyanın haritanın geri kalan kısımlarıyla arasında bir çeşit tür farkı varmış gibi işaretlendiği söylenebilir. Diğer üç rengin temsil ettiği yerlerse bir diğerinden nicel olarak ayrılır. Onlar arasındaki ayrılıklar daha folklorik niteliktedir sanki.

Demografik, sosyolojik, siyasal veya tarihsel muhtevada hiçbir gerekçe mor coğrafyanın düşük riskli olmasını açıklayamaz. Bu son derece biyosiyasal haritadaki renkli ve riskli tasnif, herhangi bir hastalığın biyolojik olduğu kadar siyasal nitelikler taşıdığını tekrar gösterir bize. Georges Canguilhem, Michel Foucault, Jean Baudrillard, Susan Sontag ve onların iyi bir okuru olan Özen Demir’in belirledikleri gibi, hastalıkların, kalıtsal, fizyolojik, biyolojik oldukları kadar sınıfsal, etnik, ekonomik gerçekliğini yeniden hatırladık. Bu açık bağlantı sayesinde aynı haritaya kısaca göz gezdiren orta halli bir medya okuryazarı bile en azından partilerin oy dağılımlarıyla haritadaki renkler arasındaki ilişkileri (Uşak dışında) ilk bakışta ayırt edebilmiştir.

Burada fesat içeren teorilere girmeden, olağanüstü hal koşullarında fazla ilgi gören ya da düşük riskleriyle kaderlerine terk edilen bir coğrafyanın sakinlerine ait muayyen davranışları bazı genel cümleler kurarak gözden geçirmek faydalı olabilir. Kalabalık hanelerin, konukseverliğin, misafirliğin, cenazelerin, düğünlerin, askere uğurlama merasimlerinin vazgeçilmez ortamında ortaya çıkan rakamlar karşısında kayıt dışı bir durumun varlığından şüphelenmek mümkündür. Toplu merasimlere katılımın gönüllülük esasından çok neredeyse mecburiyetlere dayandığı bir coğrafyada riskin düşmüş olduğunu ilan etmek devletin yurttaşların yer tuttuğu sosyal yapıyla ne kadar ilgili olduğunu da gösterir. “Başım üstüne” diyerek geleni gideni uğurlayan, adres soranı adresine kadar götürecek bir yakınlıkta duran, yabancıyı cevaplamadan önce hazır yakalamışken çok başka sorular da soran bir tavrın insanından izolasyon yardımıyla riskleri düşürdüğünü beklemek inandırıcı değildir.

Eğer sürü bağışıklığı gerçekleşmediyse, vaka sayılarındaki azalmayı devletin ve kurumların ufkundan mümkün olduğunca çıkan sosyal bir mesafenin, direncin sonucu gibi de okumak olanaklıdır. Diğer yandan sadece bir bölge dolusu insanı sürü bağışıklığına terk edecek kayıtsızlığın altını çizmek de fazla komplocu ve kolaycı bir fikirdir. Devlete ve bürokrasiye mesafeli, kurumlardan içeri girmeye pek hevesli olmayan geneli Kürt bir topluluğun turkuaz sayılarla detaylı kaydedilmemiş olması, onların düşük riskli hayatları olduğunu düşündürebilir. Diğer yandan biraz ateşlenip, birkaç gün öksürerek etrafındaki kalabalığı bu duruma ortak ederek dolaşmak onlara bir hastaneden içeri girmeye göre daha az zahmetli de gelmiş olabilir.