Demirtaş: Terörist mi, Münafık mı?

Demirtaş’ın, tüm politik kesimlerin ilgi alanına giren, ülke siyasetinin temel figürlerinden biri haline gelmesi 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde aldığı %9,7 oy sonrasında oldu. Demirtaş’ın “politik doğum tarihi” denilebilecek bu seçimler sonrasında ülkede artık ne seçimi kazanan Erdoğan’ın “kazanışı”, ne kaybeden İhsanoğlu’nun “kaybedişi” konuşuluyordu; her şey belli boncuk, her şey ayan beyandı. Seçimin tek “ilginç yanı” Selahattin Demirtaş’ın aldığı oy oranıydı. “Çok güzel yenildik ama” dedirtecek türden bir “galiptir bu yolda mağlup olan” mağlubiyetiydi Demirtaş’ınki.

Elbette Demirtaş siyasete bu seçimlerle atılmadı. Basit bir sosyal medya taraması bile size, politik bir ailede dünyaya gözlerini açan Demirtaş’ın İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi yönetim kurulunda Osman Baydemir ile birlikte çalıştıklarını haber verecektir. Kuvvetle muhtemel ya, Ankara Hukuk Fakültesi’nin bir öğrencisi olarak  gençliğinde de politikayla ilgileniyordu genç Selo.

Demirtaş’ın “politik doğum tarihi” diyerek 2014 seçimlerini zikretmem farklı bir nedene dayanıyor: Ben 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde ortaya çıkan bu politik tablonun 2015 Haziran; Haziran seçimlerinin 2015 Kasım; Kasım seçimlerinin 2017 Anayasa Değişikliği ile parlamenter sistemin lağvedilerek reistokrasiye (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi) geçişinin tetikleyicisi olduğunu düşünüyorum. Basit bir neden-sonuç ilişkisi ya da Eisenhowervari bir domino taşı etkisi değil kastettiğim: 2014’te Demirtaş %9,14 oy aldığı “için” (bu nedenle) 2015 seçimlerinde HDP %13,12 oy aldı; bu seçimlerde %13 küsur oy aldığı “için” (alması sebebiyle) Kasım’daki seçimlerde… şeklindeki bir neden sonuç ilişkisi değil kastettiğim. Ancak içinde bulunduğumuz politik süreci analiz ederken HDP’nin %10 barajını (aşması değil) ortadan kaldırmasını ve bu süreçte Demirtaş’ın politik dilinin önemini ele almadan yapılacak yorumların eksik kalacağını düşünüyorum. İşte tam da bu anlamda 2014 seçimlerinin Demirtaş’ın politik doğum tarihi olarak okunabileceği düşüncesindeyim: Demirtaş’ın Kürt siyasetinin dönüşümünde, Kürt siyasetindeki dönüşümün ve HDP’nin baraj siyasetini darmadağın edişinin de Türk siyasi yapısının dönüşümünde bir faktör olduğunu hatırlatmaktır amacım.

Her (politik) dönüşüm hem/bazen masadaki kartların değer ve işlevlerini hem/bazen de o kartlarla oynanan oyunun kurallarını değiştirir. O mahur beste çalar, baraj yıkılır; şenlik dağılır, bir acı yel kalır bahçede, yalnız. Elbette bu da bazılarını rahatsız eder.  2015 öncesinde Barış Süreci’nden medet uman ve HDP ile kol kola giren AKP’nin, 2014 sonrasındaki politik dönüşümle birlikte HDP’nin “terör örgütünün uzantısı” Demirtaş’ın da “terörist” olduğunu “keşfetmesi” de bu minvaldedir. Unutmadan, Demirtaş’ın 4 Kasım 2016’dan bu yana cezaevinde tutulmasını da bu denklemde bir yerlere oturtabiliriz.

O mahur bestenin çalmasından sonra müjganla ağlaşmak zorunda kalan tek kesim AKP-MHP ittifakı değil elbette. PKK’ya ve silahlı mücadeleye yakın Kürt siyasetinin de Demirtaş’tan hazzetmediği malumdu. Mersin’deki silahlı saldırı sonrası Demirtaş’ın açıklamaları üzerine bu kesimin sözcülerinden olan Lekolin sitesinde yayımlanan Alişâr Piran imzalı yazıda bu malum (bir kez daha) ilam edilmiş oldu. Tamam, baştan anlatıyorum.

***

26 Eylül 2022 tarihinde Mersin’in Mezitli ilçesindeki Polisevi’ne saldırı düzenlenir. Bu saldırılar, bir polisin vefatına, diğerinin de yaralanmasına neden olur. 27 ve 28 Eylül'deki operasyonlarda on üç zanlı gözaltına alınır. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olayın akabinde Mersin’e gider ve yaptığı basın açıklamasında “Saat 22.42 civarında, yaklaşık 1-1,5 yıl önce hizmete giren polis evine bir terör saldırısı düzenlendi[ğini] … 2 kadın terörist[in], çantalarıyla birlikte anlaşılıyor ki daha önce tespit ettikleri bir şekilde hemen orda polisin nöbet tuttuğu kulübeye yönelerek ateş… [ettiklerini]… Çatışma devam ederken hemen bu bölgeye yakın 4 bekçi[nin]… intikal etti[ğini] … 2 kadın terörist[in] bu çatışmalar esnasında yaralan[dığını] … çatışma devam ederken iki ayrı patlama sesi gel[diğini]… İki ayrı patlama sesi[nin de saldırganların]… kendi sırtlarına koymuş oldukları [patlayıcıların infilak etmesinden kaynaklandığını] … Bu esnada bir polis memuru[nun] ... ağır yaralan[dığını] [bir diğerinin de yara aldığı] ama … ağır bir yara[lı olmadığı] … Ağır yaralanan polis memuru[nun]… maalesef kurtarılam[adığını]” belirtir.

Bakan  Soylu  daha sonra “Bu eylem[in], Amerika merkezli bir eylem” olduğunu açıklama ihtiyacı da hissedecektir. Eylemi gerçekleştirenlerin “Münbiç'ten hareket etti[klerini]… Terörislerin motorlu paraşütle Tarsus'a geldiklerini … Tarsus'ta kıyıya yakın bir yere indi[klerini] … [saat 10’dan] sonra akşama kadar orada kaldı[klarını] ve oradan yürüyerek sonra birilerinin arabalarına binerek … eylemi gerçekleştir[diklerini]” belirtir.

Erdoğan ise yaptığı açıklamada ““Saldırganları terör örgütüne katılım konusunda himaye ve teşvik eden[in] HDP” olduğunu, “bu teröristleri kamuoyu önünde savunma, teröristleri aklama görevini de CHP[nin] üstlen[diğini]” belirtir. Erdoğan’a göre:

Bu teröristlerin hangisinin izini takip ederseniz edin ucu ya HDP'ye ya CHP'nin ‘gazeteci, siyasetçi, sivil toplum temsilcisi’ diyerek sahip çıktığı kesimlere ya da Batı ülkelerine çıkar. HDP'yi allayıp pullayarak, meşrulaştırma ve iktidara ortak etme peşinde koşanların ellerinde yapılan her terör saldırısında dökülen kanların izi vardır, olacaktır. Aynı durum Batılı ülkeler için de geçerlidir. Kandil'i ve Suriye'yi başlarına yıktığımız teröristlerin Batı ülkelerinden giderek daha fazla himaye görmesi, her şeyden önce bu devletlerin kendi huzurlarına ve güvenliklerine yönelik bir tehdittir. Unutmayın, yılan eninde sonunda kendisine uzanan eli de sokar. Teröristin yeri sokaklar değil, döktükleri kanların hesabını verecekleri mahkemeler ve hapishanelerdir.

Selahattin Demirtaş da cezaevinden gönderdiği açıklamayla Mersin’de PKK tarafından üstlenilen saldırıyı kınar ve “Şiddetin her türlüsüne karşı çıkacağız, demokratik siyasette ısrarcı olacağız. Bunun herkes tarafından net olarak bilinmesini isterim,” der.

Kamuoyunu da oldukça rahatsız eden bu olayla ilgili olarak devlet yetkililerinin ve siyasilerin yaptıkları açıklamaları daha da uzatmak mümkün. Ama öyle görünüyor ki gerek Erdoğan’ın gerekse de bakanlarının derdi “ölen”e üzülmekten, bir ölüme neden olan “politik şiddet ortamı”na (teröre) kahretmekten çok bunu HDP’ye yönelik bir nefretin meşrulaştırıcısı haline getirmektir. “Ölüm”ün kendisi değil, Erdoğan ve çevresi için menfur olan. Ölüm, olsa olsa, HDP’nin ve Demirtaş’ın “teröristliği” ile ilgili algıyı berkitmesi açısından bir “Allah’ın lütfu”, “ölen” de bir “politik zayiat” gibi kurgulanıyor bu dilde, ne yazık!

Ölüme yönelik infial, HDP ve/ya Demirtaş’ın teröristliğini berkitirken, HDP-PKK-CHP söylemi üzerinden yaratılan algı da kararsız seçmenin Millet İttifakı ve CHP’ye yönelmesini engelleyecek bir politik hamleye dönüşüveriyor.

O mahur beste çalıp da baraj yıkılır, şenlik dağılırken müjganıyla ağlaşan tek kesimin AKP iktidarı ve hempaları olmadığını yukarıda da dile getirmeye gayret etmiştim. Kürt siyasetinin silahlı unsurları da Demirtaş’ın söylemlerinden rahatsızlar. Cumhur İttifakı’nın dilinde “terörist” olarak işlevselleştirilen Demirtaş, bu kesimler tarafından “münafık” olarak tanımlanır.

Lekolin’de yayımlanan yazısında “Son dönemlerde Edirne Cezaevinde bulunan Selahattin Demirtaş’in bazı açıklama ve değerlendirmeleri[nin] basına yansıdığını belirten Alişêr Piran, “Selahattin Demirtaş[ın] kuşkusuz bir devrimci [olmadığını] … Ancak devrimci mücadeleden etkilenen, mücadelenin yarattığı imkan ve değerler ortamında büyüyen ve yetişen, siyasi olarak da orta sınıf çizgisini temsil eden bir kişi” olduğunu, “Selahattin Demirtaş’tan devrimci bir tutum bekleme[nin] çok naif bir yaklaşım ol[acağını]” belirtir yazısında. Demirtaş’ın cezaevine gönderilmesi ise “… bu mücadelenin öyle veya böyle bir tarafında yer almış, demokratik siyaset alanında bazı görevler üstlenmiş ve sırf bu nedenle tutsak edilmiş” olmasından mütevellittir.

Piran’a göre Kürt siyasi hareketi “… tasfiye, Kürt halkı da soykırıma uğratılmaya çalışılırken, Önderliğimiz üzerinde tarihin hiçbir döneminde hiçbir önderliğe uygulanmayan bir işkence ve soykırım uygulaması yürütülürken, gençlere, kadınlara, emekçilere ve toplumun tüm kesimlerine yönelik faşist terör saldırıları yapılırken Selahattin Demirtaş’ın direniş cephesinde gedikler açmaya, zayıflatmaya çalışan tutum ve anlayışları en hafif tabiriyle münafıklıktır”. Şöyle devam eder yazısında Piran: “Geçmişte ‘Önder APO’nun heykelini dikeceğiz’ dediği için pişman olduğunu söylemiş. Kime söylüyor? CHP’nin kanalına, yani en rafine Kemalistlere: Kürt soykırım politikalarının mimarlarına ve uygulayıcılarına; Önder APO’nun heykelini dikmekten vazgeçtim, pişmanım diyor.”

Yazıya göre hem “Önder APO’nun heykele ihtiyacı yoktur” hem de “Selahattin Demirtaş istese de bunu gerçekleştirebilecek bir konumda ve güçte değildir; hiç de olmamıştır”. Nitekim “Bir devrimcinin, hele hele Önder APO gibi tüm halklara umut olmuş devrimci bir önderin heykelini ancak devrimciler ve devrimciler öncülüğünde mücadele eden halklar dikebilir… Bu açıdan Selahattin Demirtaş’ın yapmış olduğu açıklama devrimciler ve halk için bir anlam ifade etmez, ama pişmanlık belirtileri göstererek düşmana teslim olma yaklaşımı bakımından tarihe not düşürülmesi gereken önemli bir noktadır”.

Piran, Demirtaş’ın “Mersin Mezitli’deki iki kadın gerillanın gerçekleştirdiği eylemi de ilk kınayanlar listesine girmiş” olmasına da içerler. Ona göre “… bu kadın gerillalar Kürt halkının fedaileridir, özgürlük tanrıçamız Zilan’ın ardılları, Andok ve Eriş’in yoldaşları, ihanet çizgisine teslim olmak yerine dağların uçurumlarından özgürlük sloganları atarak kendisini bırakan Beritan öncülüğünde gelişen kutsal kadın ordulaşmamızın birer neferleridir. Önder APO’nun öğrencileri ve yoldaşı olmaya çalışan, Önderliksiz bir yaşamı kabul etmeyen, böyle bir dünyada yaşamayı ret eden ve düşmanı da yaşatmamaya and içen iki kadın devrimcidirler”.

Piran, Selahattin Demirtaş’ın, tüm bunları bilse de “… soykırımcı sömürgeci faşist rejime karşı içine girdiği pişmanlık tutumunda samimiyetini göstermeye” çalıştığı için bilmezden geldiğini yazıyor.

Yeni Şafak’a inanmak gerekirse[1] PKK yetkilisi Duran Kalkan da Demitaş’ın Mersin’deki saldırıya tepki göstererek barış siyasetini savunmasına sinirlenmiş ve eylemi “Yapanlara en azından dua et, karşı çıkma. Kendi kendine konuşma, ukalalık yapma. Kimsenin ukalalık yapacak hakkı yoktur," demiştir.

Cennette Kul Olacağına Cehennemde Kral Olmak” ve Demirtaş

Better to reign in Hell, then serve in Heav'n.

But wherefore let we then our faithful friends.

John Milton, Paradise Lost, 1. Kitap.

İngiliz edebiyatının genelde Shakespeare’den sonra ikinci ismi olarak anılan John Milton’un bu sözü genelde Şeytan’a (şeytanlığa mı demeli) övgü olarak anılır. Amacım bu değil. Milton’un şiiri, artık bir darb-ı mesel gibi tekrar edilen başlıktaki şekliyle değil de epigrafta verdiğim şekliyle düşünüldüğünde Demirtaş’ın kendi mahallesinin kahramanı olmak yerine o mahallenin dışına çıkmayı (tam da bir “but wherefore let we then our faithful friends” durumu) denediğinin de altını çizmez mi?

Ben Selahattin Demirtaş’ın gelecek on yılın/yılların çok önemli politikacılarından biri olacağını düşünenlerdenim; onun barışın yanında “ama”sız”, “tavizsiz” duruşunu, kendi cennetinde kul olmak yerine cehennemde kral olmaya oynayışını ve politikanın dilini değiştirip mahallesiyle de papaz olmayı göze alışını da önemsiyorum.


[1] Yeni Akit benzer bir haberi tam da kendi meşrebince vermiş: “Süt kardeşler birbirine girdi! PKK Demirtaş'a verdi veriştirdi”, 10 Ekim 2022, https://www.yeniakit.com.tr/haber/sut-kardesler-birbirine-girdi-pkk-demirtasa-verdi-veristirdi-1697739.html.