Britanya, son iki haftadır bir kadın cinayetini tartışıyor. Ülkenin başkenti Londra’da pazarlama yöneticisi olarak çalışan 33 yaşındaki Sarah Everard, 3 Mart akşamı saat dokuz civarında, yürüyerek yaklaşık elli dakika mesafede olan evine dönmek üzere, erkek arkadaşının evinden ayrıldıktan sonra ortadan kaybolmuştu. Everard’a ulaşamayan erkek arkadaşının polise haber vermesiyle, 5 Mart’tan itibaren hummalı bir arama çalışması başlatıldı. Konu hızla sosyal medyada gündemleşti ve ana akım medya tarafından haberleştirildi. 9 Mart’ta olayla ilgili olarak, Londra polis teşkilatında görevli Wayne Couzens adlı 48 yaşında bir erkeğin gözaltına alındığı haberi geldi. 12 Mart’ta polis Everard’ın ölü bedeninden artakalanları, Londra’dan yaklaşık bir saat uzaklıktaki başka bir kentte, ormanlık alana gizlenmiş bir çuvalın içinde buldu. Everard’ın kimliği ancak diş kayıtlarından tespit edilebilmişti. Aynı gün, polis memuru Couzens’in, Everard’ı kaçırmak ve öldürmek suçlamalarıyla gözaltında tutulduğu açıklandı.
Ana akım medya kuruluşları soruşturmayı neredeyse saat saat haberleştirdi. Erkek şiddeti ve kadınların güvenliği sosyal medyada -yüzlerce kadının kendi başlarından geçen şiddet öykülerini de paylaşmalarıyla- hararetle tartışılırken bu tartışmalar da ana akım medyada geniş yer buldu. 13 Mart Cumartesi günü, feminist kadınların çağrısıyla ülkenin çeşitli yerlerinde Everard için bireysel ve kolektif anma etkinlikleri düzenlendi. Everard’ın evine dönerken geçtiği Clapham Common Parkı’nda yapılan etkinlikte polisin dört kadını zor kullanarak gözaltına alması üzerine ise takip eden dört gün boyunca Parlamento önünde protestolar düzenlendi.
Dünyanın genelinde olduğu gibi, Britanya’da da kadına yönelik şiddet yaygın ve sistemik. Araştırmalar, her üç günde bir kadının erkekler tarafından öldürüldüğünü ortaya koyuyor. Peki neden Sarah Everard cinayeti birdenbire ülkenin gündemine oturdu?
Bir yönüyle, bu cinayet, feminist kadın örgütlerinin uzun zamandır dikkat çektikleri erkek şiddetini sarsıcı bir biçimde yeniden gün yüzüne çıkardı. Son on yılda Britanya’da 1.425 kadın erkekler tarafından öldürüldü. 2017 itibarıyla, ülkedeki 16 yaş üstü kadınların yüzde 20’si cinsel şiddete maruz kaldı. Bu acı ve öfke verici istatistiklerin ardında devletin kayıtsızlığı gizli. Kadın cinayetlerinin yüzde 62’sinde katil kadının mevcut ya da eski partneri iken, bunların yüzde 59’unda cinayet öncesi başlamış bir şiddet öyküsü var. Yani, bu vakaların yarısından çoğunda eğer devlet şiddetin cinayetten önceki aşamalarında etkin müdahalede bulunmuş olsaydı, bu kadınlar yaşıyor olacaktı. Halihazırda, iktidardaki Muhafazakâr Parti hükümetinin aile içi şiddet/yakın partner şiddeti ile mücadele için ayırdığı 165 milyon sterlinlik bütçe, kadın örgütlerinin talep ettiği bütçenin yarısı bile değil. Öte yandan, cinsel saldırı nedeniyle polise yapılan başvurulardaki artışa rağmen, dava açılma oranı ve mahkûmiyet oranı son on yılın en düşük seviyesinde. Karakollarda cinsel şiddet konusunda uzmanlaşmış özel birimlere yeterli bütçe ayrılmaması ve şikâyetçinin özel hayatını didik didik eden, upuzun delil toplama süreçleri, yargıda ise şikâyetçi kadınlara karşı cinsiyetçi, hatta ırkçı önyargıların halen hüküm sürüyor olması bu durumun başlıca sebepleri arasında.
Tüm bunlar, Sarah Everard cinayetine karşı hızlı ve güçlü bir tepki dalgasının yükselmesini sağlasa da, cinayetin ana akım medyanın gündemine oturmasının başka sebepleri de olduğunu düşünüyorum. Everard, iyi eğitim almış bir beyaz yakalı. Bugünkü ekonomik zenginliği sömürgecilik geçmişine dayalı diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Britanya’da da toplumsal grupların ırksal ve sınıfsal konumları örtüşüyor: Ülkenin ekonomik geliri en yüksek yurttaşları beyaz ırk mensubu. Everard beyaz bir kadın ve iyi eğitimli, üst orta sınıf bir aileden geliyor. Babası geçmişte ülkenin önde gelen bir savunma sanayii şirketi ile teknoloji geliştirme çalışmaları yürütmüş bir akademisyen. Everard’ın sosyal medya aracılığıyla aranmasına ön ayak olan erkek arkadaşı ve onun babası da iletişim ve yazılım sektörlerinde yönetici olarak çalışıyorlar. Dolayısıyla, ailenin kişisel bağlantılarının bu konunun hem polisin hem medyanın gündeminde üst sıralarda yer almasında etkili olmadığını düşünmek güç.
Üstelik akademik çalışmalar, Britanya’daki gibi yapısal ırkçılığın hüküm sürdüğü kapitalist toplumlarda, kayıp şahıs beyaz ırktan ve dahası, genç ve çekici bir kadınsa, bu olayın ana akım medyada haberleştirilme ihtimalinin daha yüksek olduğuna işaret ediyor. Nitekim, Sarah Everard ile aynı günlerde ve yine Londra’da kaybolan 13 yaşındaki siyahi oğlan çocuğu Keiran Campbell ana akım medyada hiç haberleştirilmedi. 1 Mart’tan itibaren polisin kayıp listesinde yer alan Filipin asıllı Bennlyn Burke adlı kadın ile 2 yaşındaki kızı, ancak 6 Mart’ta ülkenin ana akım medyasında yer alabildi. Sarah Everard’ın ırksal ve sınıfsal konumunun yanı sıra, eğitimli, iş güç sahibi bir kadın olması, olayın evine dönerken ve Londra gibi büyük bir kent için çok geç sayılmayacak bir saatte gerçekleşmiş olması, Everard’ın olay esnasında alkolsüz, üzerinde ise frapan olmayan, gündelik kıyafetler olması, onun kamuoyunca “masum bir kurban” olarak kodlanmasını sağladı. Bu da kamuoyu tepkisinin hızla örgütlenmesinde bir etkendi.
Kadına yönelik şiddete dair toplumsal ve kurumsal farkındalığı artırmak için, yıllardır Türkiye’nin çeşitli illerinde yaptığımız eğitim çalışmalarında ben ve arkadaşlarım, şiddetin, karanlık bir sokakta pusuda bekleyen ve bizi rasgele gözüne kestirmiş bir “sapık”tan gelme olasılığının, (eski) eşimiz/nişanlımız/sevgilimizden ya da okuldan, işyerinden tanıdığımız sıradan, “normal” görünüşlü bir adamdan gelme olasılığından daha düşük olduğunu tekrarladık. Sarah Everard cinayetine yönelik muazzam tepki, bana, Türkiye’de olduğu gibi Britanya’da da aile içi şiddet/yakın partner şiddeti hâlâ kanıksanırken, yabancı bir adamın rasgele şiddetinin daha çok infial uyandırmasındaki ironiyi düşündürttü. Örneğin, yine Britanya’da, Covid’in ilk ortaya çıktığı dönemde karısını öldüren bir adamın pandeminin ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği yönündeki savunmasının ardından sadece beş yıl hapisle cezalandırılmasına yalnızca feminist örgütler tepki gösterdi.
Sarah Everard’ın sokak ortasında kaçırılıp ardından öldürülmesinin hızla devletin ve medyanın gündemine oturmasının bir başka sebebinin de, Everard’ın Londra’da çalışan ve yaşayan bir beyaz yakalı olması olduğu düşünülmeli. Londra, Britanya’nın sadece idari başkenti değil, aynı zamanda finans merkezi. Küresel kapitalizmin kalbinin attığı başlıca şehirlerden olan Londra’nın ekonomisi İsveç’inkinden daha büyük. Kent, hem dünyadan hem Britanya içinden göç alıyor. Sarah Everard da on iki sene önce memleketi York’tan ayrılıp, iş nedeniyle Londra’ya yerleşmiş. Londra, aynı zamanda, dünyanın en çok turist çeken şehirlerinden biri. 2019’da Britanya’ya gelen turistlerin ülkede yaptıkları harcamaların yarısından fazlası Londra’da yapılmış.
Londra Belediye Başkanı Sadiq Khan, göreve geldiği 2016’dan bu yana sıklıkla Londra’nın güvenli bir kent olduğunu savunuyor. Zira kentin bahsettiğimiz ekonomik kimliği bu güvenlik algısına yakından bağlı. Britanya ekonomisi pandemiye bağlı sokağa çıkma kısıtlamaları nedeniyle 2020’de yüzde 9,9 oranında küçüldü. Khan’ın Covid sonrası Londra ekonomisini canlandırmak için hazırlanan yol haritasını açıklamasının üzerinden bir ay geçmemişken, kentte pazarlama yöneticisi olarak çalışan bir kadının evine giderken kaçırılıp öldürülmesinin yarattığı imaj kaybının bu ve benzeri planlarda önemli bir gedik açacağı ortada.
Sarah Everard cinayetinin en tepki yaratan yanlarından biri, kuşkusuz, cinayet şüphelisinin bir polis memuru olması. Geçmişi 19. yüzyıla dayanan Britanya polis teşkilatının en tipik özelliği devriye gezen polislerin çoğunun silahsız olması. Bunun temelinde, Londra polis teşkilatını da kuran, dönemin İçişleri Bakanı Robert Peel’ın geliştirdiği “rızaya dayalı polislik” anlayışı yer alıyor. Peel’a göre, polisin meşruiyetini sağlayan zor kullanması değil, halkın bu meşruiyete sarsılmaz inancı olmalı. Ancak, ABD’deki kadar olmasa da, Britanya polisinin de şiddetten azade olduğunu söylemek mümkün değil. Sadece 2020 yılında gözaltında (gözaltı sırasında ya da sonrasında) 19 kişi öldü. En son örnek, gözaltında bir gece tutulup serbest bırakıldıktan sonra evinde ölen Somali asıllı Britanya vatandaşı, 24 yaşındaki erkek Mohamud Hassan. Polis her ne kadar soruşturma başlatsa da, sosyalist yayın organları, Hassan’ın ölümünü protesto eylemlerine katılan üç kişinin tutuklandığını, bu ölümü gündemde tutan eylemcilere baskı yapıldığını yazıyor (Bu arada, Sarah Everard’ın katil zanlısı polis memuru Couzens’in de gözaltındayken kafasında çarpmaya bağlı yaralanma meydana geldiğini ve bu nedenle iki kez hastaneye kaldırıldığını da belirtelim. Bu yaralanmaya kendisinin mi, başkasının mı sebep olduğu bilinmiyor. Ancak medyanın bu konunun çok da üstünde durmadığını söylemeliyiz.) Bunların ötesinde, devletin cinsel şiddete ve aile içi şiddet/yakın partner şiddetine dair cezasızlığı, zanlılar polis olunca daha vahim bir hal alıyor. 2019 yılında elde edilen verilere göre, 2012 ile 2018 arasında cinsel şiddet ile suçlanan 562 polisten sadece 43’ü hakkında işlem yapıldı. 2015-2018 yıllarına ait veriler temel alındığında, aile içi şiddet/yakın partner şiddetinde mahkûmiyet oranı ülke genelinde yüzde 6,2 iken, zanlılar polis olduğunda bu oran 3,9’a düşüyor. Dahası, polisler, partnerlerine şiddet uygulamakla suçlanan meslektaşlarını koruyor, şiddeti şikâyet eden kadınları şikâyetlerinden vazgeçirmeye çalışıyor.
13 Mart Cumartesi günü Clapham Common Parkı’nda düzenlenen Sarah Everard’ı anma amaçlı etkinliğe yoğun katılımın ardında, sadece erkek şiddetine yönelik tepki değil, polis şiddetine yönelik tepki de yatıyor. Everard cinayeti tam da protestolarda polisin müdahale yetkisini daha önce hiç olmadığı kadar genişleten yasa tasarısının Parlamento’da tartışıldığı döneme denk geldi. Bu nedenle, anma toplantısına, aktivizm odağı sadece kadın cinayetleri olan kadınlar değil, polis şiddeti, ırkçılık ve kapitalizm karşıtı birçok kadın ve erkek de pankartları ve sloganlarıyla katıldı. Polisin pandemi yasaklarını gerekçe göstererek ve zor kullanarak dört kadını gözaltına almasının ardından düzenlenen yeni gösterilerde de odak yasa tasarısına kaydı. Bu tasarı, İşçi Partisi’nin muhalefetine rağmen 16 Mart’ta kabul edildi. Ancak, yürürlüğe girmeden önce içeriğinde değişiklik yapılması mümkün ve 16 Mart’tan bu yana sokaklarda mücadeleye devam eden gruplar da bunu hedefliyor.
Son olarak, Sarah Everard cinayetine gösterilen kamusal tepkinin içeriğine ve biçimine dair feministler arasındaki ayrışmalar, farklı feminizmlere, dahası farklı feminist-politik ufuklara dikkat çekmesi bakımından da önemli. Örneğin, Clapham Common Parkı’nda anma etkinliği düzenlenmesi fikri Reclaim the Streets (Sokakları Geri İstiyoruz) adlı grubundu. Ancak polis pandemi yasaklarını gerekçe göstererek izin vermeyince grup etkinliği iptal etti. Sisters Uncut (Eksiksiz Kız Kardeşler) adlı antikapitalist ve feminist başka bir grup devreye girerek, yasağa rağmen parkta buluşma çağrısı yaptığı için bu etkinlik gerçekleşebildi. 13 Mart’taki gözaltılardan sonra devam eden gösterileri de yine Sisters Uncut örgütledi. Bu arada sosyal medyada yazan bazı feminist kadınlar, parktaki etkinliğin anmadan protestoya dönüşmesini ve erkeklerin katılımını eleştirdiler. Başka kadınlar ise, Türkiyeli kadınların “yasta değil, isyandayız” sloganını hatırlatır şekilde, Everard’ın ölmediğini, öldürüldüğünü; üzüntüden çok bu ve benzeri cinayetleri mümkün kılan toplumsal ve siyasi düzene öfke duyduklarını yazdılar. Parkta eylemci kadınların zor kullanılarak gözaltına alınmasının ardından, Reclaim the Streets sözcüsü, Londra polis teşkilatının başındaki Cressida Dick’in istifasını neden talep etmediklerini, Dick’in kadın olmasıyla açıkladı. Oysa Dick’in, yukarıda bahsettiğimiz, protestoları kısıtlayıcı yeni yasa tasarısını aktif olarak desteklediği biliniyor. Dick, aynı zamanda, elektrikçi olarak çalışan genç bir Brezilyalının intihar bombacısı sanıldığı için 2005 yılında güpegündüz öldürüldüğü -ve Dick de dahil hiçbir polisin ceza almadığı- polis operasyonunun da başındaki isimdi.
Cressida Dick (ve benzerleri) hangi feministler için, sırf cinsiyetçi bir kurumda tüm kadınların tahmin edebileceği zorluklarla bulunduğu makama geldiği için yanında olunması gereken bir kadın? Hangileri için, her koşulda karşısında durulması gereken bir polis? Sarah Everard cinayetinin düşündürdükleri arasında kuşkusuz bu da var.