Feminist Odalar (XII): Hay gin Dergisiyle Hayganuş Mark’ın Yolculuğu

Hayganuş Mark ömrünün ilk yarısında Ermeni milletine mensup bir Osmanlı İmparatorluğu tebaasıydı. İkinci yarısında ise bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve Ermeni azınlık cemaatinin üyesiydi. Tüm bunlar yerinden bir santim bile kıpırdamadan oldu. 1882’de okuma-yazması olmayan bir anne ile kör bir babanın çocuğu olarak doğduğunda, Konstantiniye imparatorluğun şanlı başkentiydi. 1966’da, zamanın ünlü yayın yönetmeni, feminist aktivist ve namlı gazeteci Vahan Toşigyan’ın çocuksuz dul eşi olarak öldüğünde, onun Bolis’i (Konstantinapolis) başkentliği çoktan Ankara’ya kaptırmıştı ama İstanbul hâlâ Türkiye’de olan her şeye rağmen yok edilememiş çokkültürlülüğün son nüvelerini barındırıyordu.[1]

Hayganuş Mark bu coğrafyanın ilk feministlerinden… Lerna Ekmekçioğlu’nun yeni yayımlanan kitabı Bir Milleti Diriltmek/1919-1933: Toplumsal Cinsiyet Ekseninde Türkiye’de Ermeniliğin Yeniden İnşası, epigrafa çektiğim pasajdaki konjonktürün değerlendirmelerini ve ağırlıkla Hay gin (Ermeni Kadını) dergisindeki yoldaşlarıyla birlikte Ermeni kadınının özgürleşmesi için mücadele eden Hayganuş Mark’ın hayatını içeriyor. Lerna Ekmekçioğlu 2006 yılında Melissa Bilal’le birlikte derledikleri Bir Adalet Feryadı: Osmanlı’dan Türkiye’ye Beş Ermeni Feminist Yazar (1862-1933) adlı kitapta da Hayganuş Mark, Elbis Gesaratsyan, Sırpuhi Düsap, Zabel Asadur ve Zabel Yesayan’ı araştırarak Ermeni feminizmini, bu kadınların biyografilerini, politik duruşlarını, edebî üretimlerini okura sunmuşlardı.

Lerna Ekmekçioğlu’nun arşivlere ulaşarak, sözlü tarih çalışması yaparak 2006’dan bugüne kadar süren ve halihazırda da devam eden çalışmasının (bizim basılı kitaplardan bildiğimiz tarih bu, oysaki yazar çalışma nesnesine olan ilgisinin 1996 yazında başladığını belirtiyor) on beş senelik zaman diliminde, feminist tarihyazımı, feminist yayıncılık ve feminist edebiyat eleştirisi gibi disiplinlere/tartışma başlıklarına önemli katkılar yaptığını söylemek gerek. Bu yazıyı yazmadan ve kitabı okumadan önce, Lerna Ekmekçioğlu ve Nora Tataryan’ın “Feminizm, Ermeni Kadınlar ve Hayganuş Mark” adlı söyleşisini Yesayan Salonu’nda izlemiştim. O gün karar verdim yazmaya ve çalıştığımız “Feminist Okumalar” atölyelerinde Bir Milleti Diriltmek adlı kitabı okumaya… Bir Adalet Feryadı’nı okumuş ve kendi tarihimizden habersiz geçirdiğimiz yılları düşünerek pek çok kadın gibi etkilenmiştim. Feminist tarihyazımı kadınlarda özel bir harekete geçme güdüsü uyandırıyor. Yok sayılmanın duygusal parametrelerle değerlendirilmesinin yetersizliğinden kurtulan feminist akıl görünür oluyor, gerçeğe yaklaşıyor ve belki de en önemlisi kendini buluyor. O vakit önce Hayganuş Mark’a ve arkadaşlarına, sonra Lerna Ekmekçioğlu ve birlikte çalıştığı ekibe teşekkür edeyim. Hem harcadıkları büyük emeğe, hem de feminist tarihyazımına ve mücadelesine sundukları katkılar için…

Hay gin’in kapak sayfası. 1 Aralık 1931. Ortadaki kadınlar, “yeni Ermeni kadını”nı, üst köşedekiler “eski Ermeni kadını”nı sembolize ediyor (Ermeni Milli Kütüphanesi, Erivan).

Feminist Dergicilik Örneği Olarak Hay gin (1919-1933)

Lerna Ekmekçioğlu’nun kitabını yalnızca bilinmeyen bir tarihi açığa çıkarma girişimi olarak okumak haksızlık olur. Bu açığa çıkarma; kitapta fotoğrafların, karikatürlerin ve belgelerin yorumlanmasıyla, “feminist tarih yazımı yöntemi” üzerine zihin açıcı evrelerden geçmemize neden oluyor. Kadınların fotoğraflarına, mektuplarına, hatıratlarına yönelmenin ilk görseldeki dergi kapağından, kitapta kullanılan belgelere kadar, nesnelere nasıl bakabileceğimizi öneren yöntemler dizgesi, feminist tarihyazımının da yöntem tartışmasını belirliyor. Sara Ahmed, feminist tarihyazımının, eşitsiz bir dünyanın zorluklarıyla nasıl baş edileceğine dair sorular sormak anlamına geldiğinin altını çiziyordu.[2]  Kırılgan, eşitsiz, adaletsiz ve en mühimi kadınlık, erkeklik rollerinin bize tanımlandığı bir dünyada yaşıyorsak ve bu adaletsiz dünyada feminist tarihi inceliyorsak, cevaplar yerine sorularla ilgilenmemizi söylüyordu. Bizim nasıl bir dünya inşa etmek istediğimizi sorgulamamız gerektiğini ama önce bu “biz” kimdir ve kimlerden müteşekkildir diye sormamızın önemini vurguluyordu. Ahmed için “biz” bir oluş halidir ve “biz”i çıkacağımız politik yolun dayanak noktası kılmak yerine, onun ancak ulaşılmak istenen bir yordam olabileceğini söyler.[3]

Hay gin bu bağlamda Hayganuş Mark’ın çocuğu, yoldaşı, yaşam motivasyonu olmuştur. Kadın arkadaşlarıyla inşa ettiği “biz” mefhumu, Osmanlı döneminin birinci dalga feministlerinin benzer mücadelelerinin yanına son on beş yılda eklemlendi. Mark, feminist dergiciliği adaletli, eşit bir dünya yaratmanın yolu ve aracı olarak kabul etmiş, yaşadığı dönemin feminist bir figürü olarak çalışma nesnesine yaklaşımı, kayıt altına alma çabası, onu aynı zamanda feminist tarihyazımının da bir öğesi haline getirmiş. Lerna Ekmekçioğlu sadece bu nedenle bile özel bir motivasyonla çalışmıştır sanıyorum. Yüzyıl öncesinden Ermeni bir feministle tarihyazımı deneyimini paylaşmış olmanın sağladığı motivasyondan söz ediyorum.

On dört yıl boyunca yayın hayatına devam eden Hay gin, üç haftalık bir ara dışında hiç kesintiye uğramamış. Lerna Ekmekçioğlu derginin siyasi, kültürel ve edebî geçiş dönemini bir coğrafya üzerinden temsil edebilen yanlarını belli ki uzun süre nasıl çalışacağını düşünerek belirlemiş. Nora Tataryan’la yaptıkları söyleşide çalışmanın yöntemi üzerine uzun süre düşündüğünü de anlatıyor. Hay gin’in Türkiye’de Ermeni olmanın anlamlarına ilişkin söylemlere alternatif öneren feministleri de bir araya getirme misyonlarından birkaçı üzerinde durmak yerinde olur.

Hay gin başlangıçta Ermeni Kadınlar Birliği’nin yayını olarak hayatına başlar ancak 1922’deki toplu göç sırasında kapanır, üyeleri ülkeden kaçar. Muhtemelen Osmanlı devletinin yapısal çalkantılar içinde olduğu bu tarihte “kadın dergisi” olduğu için iktidarın radarına girmez. Hayganuş Mark ve dergide kalan arkadaşlarının (ki bazıları yurtdışından yazı göndermeye devam ederler) yeni Türkiye’deki kadınlık rollerinin değişimine tanıklık ederken olumlu anlamda dönüşüme de katkı yaptıkları söylenebilir. Hay gin, Büyük Felaket sonrasında “çocuklar sayesinde hayatta kalma” stratejisinin bir örneği olarak güzel bebek yarışmaları düzenler. Kürtaj konusunu tartışır. Evlilikte eşitlik, çalışma yaşamına katılım ve kız çocuklarının eğitimiyle ilgili ciddi çalışmaları sayfalarına taşır. Aile ve üreme odaklı annelik nosyonunun ön planda olduğu dönemin belirgin çalışmalarından birini, Ermeni Kızılhaç’ı organizasyonunu destekleyen Ermeni kadınlarını, Büyük Felaket’ten kurtulan tüm kadınları, kız kardeşleri olarak gören bir yaklaşıma sahiptir.

Hay gin’in Feminist Edebiyata Katkıları

Aralık 1924 başlarında “çok tanınmış bir hayırsever” Hay gin’in son sayısında Hayganuş Mark’ın kaleme aldığı bir kısa öykü nedeniyle derginin sürekli yazarlarından Kohar Mazlımyan’ı paylıyordu.Bir Kadının İtirafı” başlıklı yazı, kocasına duyduğu sevgiye rağmen, evliliğinde tam olarak mutlu olmadığını arkadaşına itiraf eden yeni evli bir kadını anlatıyordu. Kocasının soyadıyla anılmaktan hazzetmiyordu, zira bu, kendisini nesneleştirilmiş hissetmesine yol açıyordu, “Tıpkı bir halı gibi, babasından satın alınıp kocasına verilmişti.” Şüphesiz ki eski soyadının babasından geldiğinin farkındaydı. Annesi tüm hayatı boyunca bu soyadıyla rahat bir şekilde yaşamıştı, çünkü “dünün kadını” olarak başka bir seçenek düşünemiyordu. Fakat, Mark’ın kahramanı, “bugünün kadını” olarak bu uygulamaya katlanmakta güçlük çekmişti. Evliliğin diğer kısımlarında yerleşmiş olan çifte standartlardan da hoşnut değildi. Örneğin, kocasının aklına eseni yapması hoş görülüyor, fakat ondan yaptığı her şeyi kocasına haber vermesi bekleniyordu.[4]

Hay gin’de yayımlanan yazılar, yukarıdaki pasajda aktarılan öykü aracılığıyla, evlilik kurumunda eşitlik talebi, kadınların eğitimli birer anne olmaları gibi, birinci dalga feminizmin içerdiği taleplerle paraleldir. Hayganuş Mark dergide yazdığı yazıların yanı sıra, eğitiminin ilk zamanlarından itibaren edebiyatla yakından ilişkilidir. Piyano ve resim eğitimi almasına rağmen bunları bırakıp sadece edebiyata yöneldiğini yazar. Esayan Okulu’nun edebiyat dersinde rakipsiz bir öğrencisi olan Mark, İstanbul’daki okullar arasında düzenlenen kompozisyon yarışmasında, “1 Mayıs” üzerine yazdığı kompozisyonla birincilik ödülünü alır. Yazdığı yazıları okuyanlar onun erkek olduğunu düşünürler. Feminist edebiyat tarihinin ilk kadın yazarlarıyla Hayganuş Mark benzer bir muamele görürler: “erkek sanılmak”.

Hay gin’in yayımlanmaya başladığı 1919 öncesinde, Ermeni kadınları edebî açıdan etkileyen, ilk Ermeni kadın romancı Sırpuhi Düsap’tan da söz etmek gerekiyor.

… 1880’lerde yazdığı -ve annesiyle kız kardeşine ithaf ettiği- üç feminist romanda [Mayda (1883), Sitanuş (1884), Araksia gam Varjuhin (1887)] kadınların eğitim, çalışma ve evlenecekleri kişileri seçme haklarını savundu. Hatta daha radikal olarak, Düsap’ın romanları, kadınlardan ve kızlardan dişiliğe karşı önyargılı geleneklere itibar etmemelerini istiyordu.[5]

Düsap’ın fikirleri, yazılarını düzenli olarak Hay gin’de yayımlayan Hayganuş Mark da dahil olmak üzere, daha sonra gelen tüm Ermenilerin okuma-düşünme pratiklerini etkiledi. Düsap, Krikor Zohrab gibi dönemin önemli edebî figürleriyle polemik yapan feminist bir romancıdır. Hay gin’in edebiyattaki bu feminist duruşu önümüzdeki yıllarda özel olarak incelenmeye değer bir çalışmayı hak ediyor.

1954, Hayganuş Mark. Fotoğraf, Ara Güler tarafından Hayganuş Mark’ın eşi Vahan Toşigyan’ın vefatı sonrasında çiftin evinde çekildi. Mark, devletin dergiyi kapatmasından yirmi bir yıl sonra Hay gin tabelasının önünde ve elinde derginin bir sayısını tutuyor (Yeğişe Çarents Edebiyat ve Sanat Müzesi, Hayganuş Mark Koleksiyonu, Erivan)

***

Mark kendini, kamusal bir rolün, aile içi yaşam ve kadınlıkla uzlaştırılabileceğini kanıtlayan bir kadın olarak görüyordu. Ölümünden çok sonra onun feminizm anlayışının özeti olarak hatırlanacak şu cümle her şeyi açıkça ortaya koyuyor: “Benim için iğne, kepçe ve kalem her zaman yan yana durdu.” Mark hiçbir zaman çocuk sahibi olmadı. Eğer çocuğu olsaydı, muhtemelen bu listeye anneliği somutlaştıran bir obje de eklerdi. Kalem, onun bir çalışma biçimi olarak yazma kariyerini hem de sosyal değişim sergilediği aktif ve organize çabayı temsil ediyordu.[6]

Lerna Ekmekçioğlu, dönemin okur ve yazar kadınlarının temsil edildiği karikatürlere de özel bir yorumlamayla yaklaşmış. Hay gin ve diğer yazılı basının yayımladığı karikatürlerinden seçtiği görseller, kitapta kullanılan diğer görsellerle birlikte, malzeme bilgisini yorumlamak açısından önemli bir yer tutmuş. Cumhuriyet öncesi, kuruluş dönemi ve sonrasını içeren çalışmasında, Hay gin aracılığıyla bugünden bakıldığında çelişkili ya da tutarsız kabul edilebilecek kadınların savunularını yansıtan derginin belki de en önemli vurgularından birinin altını çizmiş: kitap okuyan kız çocukları ya da kadınlar. 

Tüm Ermeni gazeteleri, bilhassa kadınların ve kızların rağbet ettiği romanlar tefrika ediyordu (terton). Zaman zaman büyük ilanlar yüzünden günün tertonu atlandığında kadın okurlar isyan ediyor ve boykotla tehdit ediyordu. Gazeteler de onların taleplerine boyun eğmiş görünüyor. Patrik kaymakamı Kevork Arslanyan dâhil olmak üzere birçok Hay gin yazarı, kızları okumalarında “seçici” olmaya, “çöp edebiyat” (başlıca örneği La Garçonne olan hafif romanlar anlamında) okumamaya teşvik etse de, birçok kadın ve genç kızın, hafif romanlar başta olmak üzere ve ne bulurlarsa okudukları açıktı. Bir Hay gin yazarı, La Garçonne’un dört farklı tercümesi olsa dördünü de bir solukta okurlar diye yakınıyordu.[7]

Hayganuş Mark’ın yaşamının erken yıllarından itibaren bilinçli ve iradi kararlarıyla ortaya koyduğu mücadelesi ve fikirleri, onun sloganı olan “iğne, kepçe ve kalem”le kamusal alanın kadınlar tarafından aktif bir biçimde kullanılmasını temsil eder. Hay gin ve Hayganuş Mark bu bağlamda birini anlatırken diğerini es geçemeyeceğimiz bir ikilidir. Hay gin’in Ermeni feminizmini, Ermeni edebiyatını ve mücadelesini bu kadar canlı temsil edebilmiş olması, Hayganuş Mark’ın bugünün feminizmine bir katkısı olarak yorumlanabilir.

Mark’ın kendini kalemle özdeşleştirmesi; kendisinden yüz yıl sonra “metaforik olarak kalem bir penis midir?” sorusunu soran Susan Gabar ve Sandra M. Gilbert’e ve bize bir yanıttır. Bu yanıtta, tanrının dünyaya babalık ettiği fikrinden yola çıkan ataerkil kalıpların, edebiyatta ve hayatta yazarın tanrı rolünü cinsiyetlendiren bakışın ve tarihyazımının alternatifini inşa eder.


[1] Lerna Ekmekçioğlu, Bir Milleti Diriltmek/1919-1933: Toplumsal Cinsiyet Ekseninde Türkiye’de Ermeniliğin Yeniden İnşası, İngilizceden çev. Aras Yayınları, Serdar Aksoy, 2021, s. 19.

[2] Sara Ahmed, Feminist Bir Yaşam Sürmek, Sel Yayıncılık, 2017, s. 2

[3] A.g.e., s. 2-3.

[4] Lerna Ekmekçioğlu, Bir Milleti Diriltmek, s. 197.

[5] A.g.e., s. 200.

[6] A.g.e., s. 204-205.

[7] A.g.e., s. 214.