Türk Dil Kurumu’nun çevrimiçi sözlüğünde röntgencilik “Kadınları gözetleme alışkanlığı, dikizcilik” olarak tanımlanmış. Britannica’ya baktığımızda kelimenin cinsiyet nötr bir şekilde, cinsel saiklerle başkalarını izlemek şeklinde açıklandığını görüyoruz. Akademik yazında ise şu tanım var: “Gözetlendiklerinden habersiz, soyunmuş ya da soyunmakta, veyahut cinsel ilişkide olan insanları, genellikle yabancıları, izlemek.” Kavram geçmişte temel olarak cinsel bir sapmayı ve bir suçu tanımlar şekilde kullanılmış. Zamanla anlamının genişlediğini, bazı türlerinin “yasak zevk/guilty pleasure” olarak kabul edildiğini ve patolojik röntgencilik ve kabul edilebilir röntgencilik diye bir ayrım yapıldığını anlıyoruz. Yaşanan kültürel değişimle bir zamanlar patolojik bir durum olarak görülen davranışın bir türü yaygın ve kabul gören bir hal almış. Bu yazıda bahsedeceğimiz kabul edilebilir röntgencilik, yasaların kabul ettiği, uygulayıcısının psikiyatri kliniklerine başvurmasını gerektirmeyecek tür.
Kabul edilebilir röntgencilik: Başkalarının gerçek ve sakınmasız hayatlarının kitlesel seyri/tüketimi. Reality şovları ve sosyal medyada günlük yaşamlarını en küçük ayrıntısına kadar paylaşan “influencer”ları takip etmek. Modern zaman röntgenciliği olarak da adlandırabileceğimiz bu tür şu an altın çağını yaşıyor: fazlasıyla yayıldığını, normalleştiğini ve onaylandığını görüyoruz. Popüler kültür sayesinde gerek televizyon gerekse bilgisayar ve telefonlar “dikiz ekranı”na dönüştü.
Calvert röntgenciliğin insanlık tarihinin bir parçası olduğunu söylüyor.[1] Tarih boyunca var olmuş ve insanlar, toplumlar değiştikçe evrilmiş. Gözetlemek, dikizlemek insan doğasında var (mı?). Tan ve Czerwinski’nin çalışması insanların aynı yazıyı rahatça okuyabilecekleri bir ekran mevcut olmasına rağmen başkalarının omzu üzerinden billboard’a bakarak okumayı tercih ettiklerini gösteriyor. Başkasının gazetesine göz gezdirmek zaman zaman hepimizin yaptığı bir şey değil mi? Hepimizin ucundan kıyısından da olsa, kabul edilebilir röntgencilik yapıyor olduğumuzu söyleyebilir miyiz?
Bu sorulara cevap vermek bizi aşıyor, ancak Metzl’in patolojik röntgenciliğin daralıp, kabul edilebilir röntgenciliğin hızla yayılmasının bir 21. yüzyıl fenomeni olduğu fikrine katıldığımızı söyleyebiliriz. Calvert 2000’lerde ABD için “Bir röntgenciler ulusu olduk,” demiş, New York Times da o dönem itibarıyla televizyon kanallarını ele geçiren Survivor ve Biri Bizi Gözetliyor tarzı reality şovları kasıtla “tüm aile için röntgencilik” tanımını kullanmıştı. Peter Weir’ın 1998 tarihli The Truman Show’u nereye doğru gittiğimizi haber veren filmlerdendi kuşkusuz. Hitchcock’un 1956 tarihli şaheseri Arka Pencere ise patolojik röntgencilik harici dikizleme pratikleri üzerine erken dönem hikâyelerden. Sözü filmlere getirmişken, MUBİ’nin röntgenciliğin bahsettiğimiz her iki türü üzerine harika filmleri listelediği seçkisini de paylaşalım.
Aslında modern röntgenciliğin reality şov ve sosyal medya platformlarından çok önce, televizyonla başladığı söylenebilir. Wallace televizyonun “neredeyse röntgencilik gibi” olduğunu söylüyor, ardından da televizyondakilerin aslında izleniyor olduklarının farkında olduğunu, böylelikle farklılaştığını hatırlatıyordu.
Jeremy Bentham’ın 1780’lerde yarattığı, Batı dünyasında modern otoritenin kontrol mekanizması görevini gören hapishane modeli, yani panoptikon, bütünü (pan) gözetlemek (opticon) amacına yönelik bir tasarımdı. Hapishanenin ortasındaki gözetleme kulesi tüm sakinlerin (kendilerini kimin izlediğini bilmeden) izlenebilmesine imkân tanıyordu. (Burada meraklı okuyucumuza alışveriş merkezlerinin de çoğunlukla panoptik tasarıma sahip olduğu düşüncesini iletip konuyu incelemeleri için ilgilerini cezbedelim.) Denzin’e göre sinema bu bütünü gözetleyebilen panoptik bakış açısının bir örneğiydi. Anonim kalarak bütünü seyredebilme fırsatı önce sinema, sonra da televizyon ile seyircilerin emrine sunulmuştu. Seyirci oturduğu yerden hikâyeyi bütünüyle izleyebiliyordu. Ancak konumuz olan reality şov ve diğer kabul edilebilir röntgencilik pratiklerini televizyon ve sinema seyrinden ayıran, gerçeklikleri ve doğallıklarıydı. Her ne kadar bir miktar müdahale ve kurgu içerseler de, seyredilen aktörler değil, sizin bizim gibi sıradan insanlardı. Hayatlarının tüm detayları, mahrem anları ve özel yaşamları ile izlendiklerini biliyor ve buna rıza gösteriyorlardı. Böylelikle Metzl’in tanımladığı gibi, başkalarının özel yaşam detayları ile büyülenen insanlar ve yaşamlarını (kendilerini) göstermeyi (teşhir etmeyi) isteyen insanlar bir araya getirilmiş oluyordu. Lemi Baruh’un reality şovlar ve voyerism (röntgencilik) üzerine çalışmalarından birinde çok güzel anlattığı gibi, izleyici ve hayatını gözler önüne seren kişi arasında karşılıklılık içeren bir ilişki mevcuttu. Bir elmanın iki yarısı gibi birbirlerini tamamlıyorlardı. İzleyici başkalarını seyretme isteğini tatmin edecek güvenli bir yol bulurken, diğeri ise seyircisi sayesinde kendisi hakkındaki bilginin dağıtımını kontrolü altında tutuyordu.
İzleyici başka türlü gözetleyemeyeceği mahrem yaşamları seyrine sunan reality şovlar sayesinde kendi yaşamının tekdüzeliğinden, sıkıntılarından kaçıyor, başka birisinin yaşamına dalıyordu. Bazen yaşamak isteyip yaşayamadıklarını diğerinin hayatında seyrediyor, bazen de “iyi ki benim başıma gelmedi” duygusuyla rahatlıyordu. Kendisini izledikleriyle kıyaslıyor, böylece benliğini başkaları vasıtasıyla değerlendiriyordu. Mary Louise Schumacher’in sözleriyle, elinde uzaktan kumanda ile ekranın karşısına geçip, her şeyden uzaklaşıp ulusal televizyon kanallarında başkalarının küçük düşmesini keyifle izlemek üzere hazırlanıyordu. Programlar, sıradan insanları, oldukları gibi, kendileri olurken yakalayıp seyirciye sunuyordu. İzleyici başkasının mahremine herhangi bir sorumluluk üstlenmeden giriyor, acı, sevinç, aşk, kavga, dedikodu gibi duygu ve detayları özgürce dikizleyebiliyordu. Patolojik röntgenciler bireysel eylemleri için kınanır, ceza alırken, ekran karşısında başkalarının mahremini topluca izlemek kabul görüyor, âdeta modern toplumun bir vasfı haline geliyordu.
“Kimler reality şov seyrediyor?” sorusuna cevap arayan bir dizi araştırmaya baktığımızda, sadık seyircilerin başkalarını izlemeyi seven ve diğer hayatların detaylarını merak eden, heyecan arayan, fazla sosyal etkileşimde bulun(a)mayan ve hareket kabiliyeti/imkânı az olan kişiler olduğunu görüyoruz. Bu şekilde refakatçi ihtiyacının giderildiği düşünülebilir. Reality şovları izleyicileri bağlamında ahlâken tartışabiliriz. Ama aslen hayatlarını bilerek ve isteyerek seyre açan kişiler açısından büyük ahlâki sorunlar yarattıkları söylenebilir. Başkalarının özel yaşamlarını seyre açan bu şovlarda, katılan kişilerin tamamıyla haberdar olmadığı şekillerde ve kurgu marifetiyle uydurma hikâyeler oluşturmak, bunun yanı sıra kurbanlar, kötüler, günah keçileri ve düşmanlıklar yaratmak mümkün. İzlenme oranlarını arttırmak için oynanabilen küçük oyunların katılımcıların psikolojik durumlarını olumsuz etkilediği ve son derece ciddi sonuçlar doğurduğu örnekler var. ABD’de bu tarz programlara katıldıktan sonra intihar eden kişiler olduğunu biliyoruz. Katılımcılar özel hayatlarını gözler önüne sererken tüm muhtemel sonuçları biliyorlar mı? Yoksa seyredilmenin, göz önünde olmanın ve konuşulmanın büyüsü gözleri kör mü ediyor?
Modern dünya, bu modern röntgencilik pratikleri ile Han’ın ifade ettiği gibi, insanların mahremlerini başkalarına sundukları, sergiledikleri, hatta sattıkları ve bu mahremin diğerlerince tüketildiği bir pazara dönüştü. Bu pazarın bir unsuru da elbette sosyal medyadır: insanların kendi benliklerini paylaşımları vasıtasıyla yeniden inşaya çalıştıkları Instagram, Facebook ve diğerleri. Sosyal medya izleyicisi ister ailesi ve arkadaşlarını, ister yabancıları takip edebilmekte, bu kişilerin hayatlarını -paylaşıldığı şekliyle- seyredebilmektedir. Aynı şekilde kişisel yaşama dair tüm detayları aile, arkadaşlar ve yabancılar ile paylaşmak da mümkündür. Düşüncelerini, yaşamını, izlenimlerini sosyal medyada istediği gibi paylaşmakta özgür olduğunu düşünen kişi aslında dijital bir panoptikonda olabilir mi? Sosyal medyada onu kimler izlemekte, gözetlemektedir? Niedzviecki gelişen teknoloji ve beraberinde hayatımıza giren sosyal medya araçları ile bir gözetim toplumu yaratıldığını öne sürüyor: Kullanıcılar gözetleyenin kim olduğunu bilmeme ihtimaline rağmen gözetlenmeye rıza gösteriyorlar. Niedzviecki’ye göre günümüzde tecrübe ettiğimiz, bir dikizleme kültürü ve bu kültürün başlıca vasıfları narsistik eğilimler, abartılı ve aşırı paylaşımlar ve teşhircilik. Dikizleme kültüründe, çok kişinin hazırlayıp diğerlerinin izlediği yayınların yanı sıra, bir kişinin hazırladıklarının pek çok kişi tarafında izlenmesi de mümkün: Herkesin kendi “medyası” var artık. Böylelikle reality şovlarda “izleyen” konumunda olan çoğunluk sosyal medyada hem izleyen hem de izlenen oluverdi.
Başkalarının hayatını merakla gözetlemek modern toplumun belirgin bir özelliği haline geldi. İş dünyası kaçınılmaz olarak bu eğilimin farkına vardı ve müşterilerinin bu ihtiyacını tatmin etmek için harekete geçti. televizyon dünyasını âdeta ele geçiren reality şovlar ve türevleri, turizm sektöründe hızla yükselen trend gecekondu turizmi ve elbetteki sosyal medyanın ticari kullanımı. Azımsanmayacak sayıda işletme insanların başkalarını gözetleme isteklerine yönelik “değer yaratmaya”, ahlâki çekincelere rağmen gözetlemeyi ticarileştirmeye başladı. Yarattıkları değer herhangi bir ürün ya da markada değil, sunulan tecrübedeydi: başkalarının mahrem yaşamlarını seyretmek. Böylelikle müşteriler kendilerine ait olmayan bir sosyal gerçekliği deneyimliyor; aslında yasak ve özel olana bakabiliyorlardı.
Modern röntgenciliğe aracılık eden işletmeler müşterilerinin gözetleme ihtiyacının iki boyutuna birden hitap ediyorlar: otantik (gerçek) olanı görme isteği ve ihlal etme (başkalarının mahremini görme) isteği. Bu istekleri karşılarken de ahlâki kaygıları gidermek için ara çözümler üretiyorlar: reality şovlara katılanlar yaşamlarını kendi rızalarıyla seyre açıyorlar, gecekondu turizminde gezilen mahalle ve evlerden izin alınıyor ve elbette yaşamlarını gözler önüne seren influencer’lar bunu bilip isteyerek yapıyorlar. Böylelikle işletme müşterisine tatmin edilmiş bir istek ve duygusal optimizasyon sağlıyor: suçluluk duymadan, yasadışı bir şey yapmadan başkalarını gözetlemek.
İnsanların istek ve ihtiyaçlarının yanı sıra acı, mutluluk, keder, sevinç gibi duygularını; zayıflık ve kusurlarını ticarileştirmek tam da mevcut ekonomik sistemin yapacağı bir iş, öyle değil mi?
Bizce insana dair her şeye olduğu gibi modern röntgenciliğe de yargılama ve kesin hüküm verme eğiliminden kaçınarak anlama niyetiyle yaklaşmak gerekiyor. Belki de durmaksızın hızlanan, vahşileşen ve daha da kaotik hale gelen dünyada gittikçe yalnızlaşan insanın tek istediği odasında bir başka insanın sesidir. Çünkü artık kalabalıklarda bile tek başımızayız.
[1] Calvert, Clay. Voyeur Nation: Media, Privacy, And Peering in Modern Culture, Basic Books, 2000.