Yankı odaları gibi kapalı bir ortamın varlığı sadece yeni ve sosyal medya kullanıcıları için geçerli değildir. Tüm iletişim tarihinde bu zihinsel olgunun benzerlerini bulmak olanaklıdır. Yalıtılmış bir yankı odasının ortaya çıkması için başka varlıkların ve onların fikirlerinin içeriye girmemesi gereklidir. Böyle kapalı bir ortam yeni medyanın temiz odası gibi de anlaşılabilir. Sosyal medyada farklı fikirleri dillendiren, asabımı bozan profilleri engellemeye dönük basit el hareketi, kendisinden farklı düşüncelere, bedenlere sahip varlıkları çok eski dışarıda bırakma davranışının güncel bir türü sayılabilir. Böyle eylemler sonucunda başkasının çıkardığı sesler, görüler veya görüşler kendi yaşam alanıma ulaşamaz. Kendiminkinden ayrı ifade biçimlerine tanık olmak için, şuurlu görünen fiillerim, kararlarıma değil de kaza veya olaylara güvenebilirim. Çağdaş fikir dünyasının temel başlıklarından olan “olay felsefesi” de bu karşılaşmaların inşa edici taraflarıyla ilgilenir. Eylemlerin değil de olayların belirleyici olduğunu düşünenler, öznenin eğilimlerini değil de nesnenin bize yaptıklarını, aklımızdan değil de başımızdan geçen olaylar üzerine düşünmeyi daha geçerli sayarlar. Olay felsefesi içerisine yerleşen psikanaliz de, bireysel mizacın veya kararlı bir benliğin başkasını engelledikçe, dışarıda bıraktıkça biçim bulduğunu anlatır. Yani ruhsal gelişim bir çeşit yankı odasının inşa süreci gibi anlaşılabilir.
İlginç bir biyolog olan Jakob von Uexküll, sadece insan türünün değil, tüm canlıların yankı odasına benzeyen bazı yaşam küreleri (Umwelt) veya balonları oluşturarak yaşam sürdüklerini anlatır. Her hayat “baloncuğunda” farklı bir zaman ve mekân hüküm sürer. Bu yaşam dünyalarına yerleşen canlı, Leibniz’in monadları gibi aynı yeryüzünü farklı görüş noktalarından görür; kendine özgü bir Gestalt içerisinden dışarı ve içeri bakar. Uexküll, “yaşamın sibernetiği” ve “biyosemiyotik” gibi alanlara açılan erken varsayımlarıyla, canlıların bilgi işleyen varlıklar olduklarını çok erkenden dile getirir. Canlılar dünyasının temel birimi hücre olmaktan ziyade bilgi olmaya başlar. Yani organizma veri işleyen bir bütünlük gibi kavranabilir. Bu durumda belirli bir yaşam alanı içinde olmak ve etrafındaki başka kürelerle karşılaşmalar inşa edici değer edinir. Herhangi bir canlıyı anlamak için onun tekil varlığına odaklanmaktan çok çevresiyle ilişkilerine, kurduğu bağlantılara bakılmalıdır.
Tüm kararlı simgesel yapılar veya hakikat rejimleri, böyle bir Umwelt içine yerleşen ve kendi sesinden yankılananı yeniden söyleyenlerin dilyetisini talep eder. Her metafizik kendi içinde saklı otizmin farkına varmayan, bitimsiz tekrarlarla belirli çağrışım zincirlerini takip eden özneler yardımıyla kurulur. Böyle bir metafizik içinde açılan yankı odasının sakinleri farklı seslerin, görüntülerin, telaffuzların kaynağını engellemedikçe ihtiyaç duydukları sağduyuyu geliştiremez, neden ve sonuç ilişkileri kuramazlar. Böyle kapalı bir yerde yaşayanlar için belirli bir bağlam, zaman ve mekân açılmaz; neye inandıkları, tabiiyetleri, zihin ve beden şemaları belirsizleşir. Dolayısıyla yankı odaları, görünürlüğü çok artsa da, yeni bir görüngü değil, her tarih parçası ve coğrafyada mevcut bir tertibat, soyut bir makinedir.
Kendine ait bir oda
Yankı odaları bazen sadece tek kişilik bir hücre de olabilir. Böyle kapalı bir yerde sosyal medya profil sahipleri ferdî yankıları ve trolleriyle aynı ortamda bulundukları yeni medya ifade alanında kendi iletişim organlarına şekil verirler. Orada kendilerini özgürce anlattıklarını düşünürler. Zaman tünellerine beşeri görüş noktasından yansıyan kısmi bir dünyanın resimlerini, yazılarını, seslerini yerleştirirler. Fakat internet temelli yeni medya ilk zamanlarındaki gibi bir terminalin diğerine doğrudan bağlı olduğu (peer-to-peer) ağ yapısından uzaklaşıp, sunucu ve istemciler (server-client) arasındaki etkileşimle modellendiğinden beri böylesi bir kendi başınalık olasılığı azalır. Tek tek ağ unsurlarını denetlemek kolay olmasa da çok sayıda kullanıcıya servis sağlayan sunucuları trollemek o kadar zor değildir. Canlı veya robot hesaplar tek bir noktadan yankı odalarında söyleşen kullanıcılarla rahatlıkla buluşabilirler:
Sunucu-istemci modeli, internete erişimin dolayımlanması demektir. Bir bilgisayar doğrudan başka bir ağ üreticisi bilgisayara erişmek yerine, bu süreçte bir istemciye indirgenerek internet yerine sunucuya (kapalı bir ağa) erişir. Sunucu onu, kendi protokollerine yani denetiminin sınırlarına uygun bir şekilde bilgilerle buluşturur.[1]
Yankı odaları her zaman dışarıdan içeri kulak misafiri veya dikizci gibi teklifsizce sokulmaya çalışan trollerle dinamik ilişkiler içinde anlaşılabilir. Böyle bir düzeneğin içerisine karışan troller kendi kanaatlerini başka yankı odalarına taşımaya çalışırlar. Kendisine benzeyenlerle aynı odada suretini, sesini ararken başka telaffuzlara tahammül edemeyen, kendi varlığıyla büyülenen medya alıcıları ve vericilerinin odağını bozmak isterler. Trolleri yaratanlar biraz da sadece kendilerini yansılayan bir aynaya bakarak narsisistik ifadelerini arayanlardır. Trollemek gibi bir fiil, belli bir dünyaya kapanan birisinin diğerine sağırlaşması, kendi ile başkası arasındaki bağı inkâr etmesinin sonucudur. Kendi sesine, görü ve görüşlerine kapanan dar görüşlü kişiye sesini bazen sadece bir troll duyurabilir.
Seslerin karşı tarafa geçme zorluğuyla ilgili yakın zamanlarda yoğunlaşan bu sağırlığı farklı fikir dünyalarının sakinleri erkenden dile getirirler. Cahit Zarifoğlu bu bağnazlaşma halini tasvir etmek ister gibi, “Kimbilir her biri hangi dünyaya sağır,” der. İsmet Özel “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” gibi bir başka dize yazar. Turan Dursun benzer bir durumu lirizmden uzak şekilde “İslamcılar” için dile getirir: “Bir şeyin insanlık dışı olması, İslamcının umurunda değildir. Elverir ki ‘İslam dışı’ olmasın.” Bill Gates bile büyük hisse sahibi olduğu aynı tablodan şikâyet eder: "Sosyal medya gibi teknolojiler, aynı fikirden insanlar ile tozutmanızı sağlıyor, bu yüzden diğer bakış açılarını karıştırmıyor, paylaşmıyor ve anlamıyorsunuz. Bu süper önemli bir şey. Bu durumun, benim ve diğer pek çok kişinin tahmin ettiğimizden daha fazla sorun teşkil ettiği ortaya çıktı" (Quartz, 2017).
Yapılan bazı araştırmalar sonucunda yankı odalarına kapanmanın, başkalarına sağırlaşma olgusunun sadece “muhafazakâr” bir meyil olmadığını, “liberal” düşüncelilerin de aynı oranda başka fikirlerden profilleri engelledikleri ortaya çıkar. Sosyal medya düzleminde çalışan algoritmalar da kullanıcının meyillerini takip ederek bu mutaassıplığın gelişmesini sağlar. Böyle bir mecrada dar görüşlülük ölçeğinde liberal veya muhafazakârlar arasında nitel bir fark kalmaz sanki. İçeriğinden bağımsız olarak liberallerin de kendi kanaat şemalarını muhafaza etmek, hemfikirliklerine gölge düşmemesi gayretini taşıdıkları anlaşılır. Hatta çok sayıda kullanıcıya yayılan bu araştırmaların sonucunda muhafazakâr gibi işaretlenen profillerin liberal olanlara göre “başka düşüncelere” daha açık olduğu da bulgulanır. Liberal bir hesabın farklı görüşten bir içeriği tıklama olasılığı yaklaşık yüzde yirmi iken diğerinin yüzde otuz gibi hesaplanır.[2]
Yeni Medya sahnesi
Yeni ve sosyal medyada arka planda işleyen bazı algoritmaların marifeti sayılan ve mahiyeti ölçülebilir olan yankı odaları gibi görüngüler beşeri ilimlerde modern tertibatın bir parçası olarak uzun zamandır anlatılıyor. Edebiyat eserleri de bu şekilde kendini bir odaya kapatan anlatı kişilerini çokça tasvir ediyor. Örneğin Kafka’nın Amerika romanındaki Karl Rossmann’ın Yeni Dünya’da kapandığı odadan neden çıkamadığını pek anlayamayız. Şato ve Dava’da da kendi yankısına ve dolayısıyla kanaatlerine hapsolmuş başka kahramanların başından geçen vakalara tanık oluruz. Kapalı bir odada kurulan cümleler bumeranglar gibi ses çıkarana geri dönerek ona biçim verir. Oğuz Atay’ın roman kişileri de benzer şekilde kendilerini kafesleyen adamlardır. Diğer yandan Samuel Beckett’in benlik sahibi olmayan anlatı kişilerine doğal olarak kendi yankıları ulaşmadığından hep bir başkasının sesine maruz kalırlar. Kendi eylemleriyle biçim veremedikleri bir dünyada dışarıdan gelen etkiler altında yönlerini bulurlar; genelleşmiş bir trollemenin içerisinde hareket ederler. En büyük troll de varlığın kendisidir.
Michel Foucault, “benlik teknolojileri” adını verdiği tertibat yardımıyla kendilerini terbiye eden uyrukların içerisinde bulundukları kapanımları, kapatmaları anlatır. Yankı odaları da, uyrukları normalleştirmeye dönük panoptik büyük soyut makinenin bir örneği gibi anlaşılabilir. Buralarda kapalı kalmamın sorumlusu her zaman bir başkası değildir, kendim de olabilirim. Foucault’nun “biyosiyaset” ve “yönetsel uygulamalar” gibi ayırt ettiği etkiler de aynı kendilik odasından içeri birer troll gibi başlarını uzatarak bana dışarıdan biçim verir. Fakat özünde kendini anlatarak, ifade ve ifşa ederek biçim bulan bir özne olarak kalırım. Kendimi gerçekleştirdikçe, aklımdan geçenleri dile getirdikçe başıma bazı olaylar gelir. Psikiyatri de troller cemiyetinin ortak bir çabası gibi anlaşılabilir. En başta bir rahibin kabininde başlayan itiraflarım geri dönerek zamanla bana içeriden şekil verir.
Louis Althusser de ideolojik yapıların sınırlarını çizerken benzer bir işleyişi açıklar. “Devletin ideolojk aygıtları” birer troll gibi dışarıdan içeri karışarak gerçekleşen bir benlik teknolojisi yaratırken, “ideolojik devlet aygıtları” kendi kapalı odasına gönüllü şekilde giren birisinin başına gelenleri tarif eder. İdeolojinin kendi makul öznesini “çağırması” bir çeşit yankılanma gibi anlaşılabilir. Bir inancın, fikrin, duygunun takipçisi, çıkardığı seslerin yankısına kulak vererek ideolojik meyiller edinir. Bu işleyiş bir sonarın düşman unsurun yerini belirlemek için ses dalgaları (ping) göndermesine benzer. Ama aynı sesi civardaki unsurlar da duyar. Yani devletin ideolojik aygıtları başkasının konumunu ayırt etmek isterken kendi yerlerini de ifşa eden ses çıkaran özneleri takip eder. Onları kendi yankı odalarına, ideolojik öğretilerine doğru çeken troller, kendisini arayan bir varlığın ayak izlerini takip ederler. Meyillerini öğrendikten sonra da onun sesini taklit ederek zihnine belirli algıları yerleştirmeye çalışırlar. Ama trollerin dışarıdan gelen etkisinden ziyade yankı odaları öncelikle benim kendi sesimin, görümün ve görüşlerimin ufku içerisinde açığa çıkar. Troller sonradan davetsiz bir misafir gibi kendimle yankım arasında kısadevre yaratarak bir uğultuya yol açarlar. Onlar araya girdiğinde neye inandığımı, neyi bildiğimi şaşırırım; ideolojim, sınıfsal, cinsel, tinsel tabiiyetlerim karışır.
Troller, amacı ve niyeti belirli habis varlıklar gibi karşımıza çıkmazlar her zaman. Yankı odamda beni ve bana benzeyenleri trolleyen birisi her zaman iktidarın bilinçli bir katılımcısı, yandaşı olmak zorunda değildir. Benimle kendim arasındaki yankıya yerleşen bir üçüncü olarak dışarıdan bana seslenir genellikle. Bir devlet memuru, aileden birisi, annem ve babam, akranlarım, öğretmenlerim ve hatta kendim de böyle olabiliriz. Troll, kanaatlerime biçim vermeye çalışan yarı şuurlu bir başkasıdır. Trollemek fiili bazen işi şakaya getirerek, ortamdaki ciddi, hakikatli konuları dağıtmak anlamını da taşır. Yani bir çeşit cin gibi esaslı bir eylemin arasına süfli etkiler yaratarak ortamı bozan demonik bir unsur da olabilir. Amacı muhtemelen ihlalci kısmi kanaatlerimi hakikat düzeyine, inanç boyutuna taşımama engel olmaktır. Zihnen ve bedenen kendisine benzememi ister. Bu durumda amacı sadece yalan bilgi yaymak değil, aynı zamanda odaklanmama da engel olmaktır. Kendi kısmi yalanımı, kanaatimi bir inanç seviyesine taşıyarak hakikat rejimlerine kayıt olmamı önlemektir. Bende yol açtığı kafa karışıklığıyla hiçbir teşkilata üye olabilecek kararlılığa sahip olamam böylece.
Dijital evrendeki troller sosyal medya üzerinde kuşkusuz daha rahat ederler. Sadece canlı olanlar değil, robot hesaplar da ayak izlerimi beni bir başka söylemin, ideolojinin, kanaatin yankı odasına çekmeye çalışırlar. Sadece siyasal ilgilerime karışmakla kalmazlar. Aynı altyapıda bulunan ve hanutçu gibi çalışan bir diğer hesap da alışveriş eğilimlerimi takip ederek beni çeşitli mağazalara doğru çağırır. Üstelik vaat ettiği fikre, hizmete, giyecek veya yiyeceğe, Althusser’in ideolojik çağrısı gibi benim meyillerimi kullanarak davet eder. Yeni medyada gezinen sayısız robot hesap büyük veriler arasında ayak izlerimi izleyerek bazı kapalı odaların çağrısını bana ulaştırır. Kendimi yankıladığım bir odaya kulak misafiri veya dikizci gibi yaklaştığı sırada edindiği verilerle bunu yapar. Arkasında bazı esnafların bulunduğu bu hesaplarla yapılan, ticaret erbabının mahalleye çığırtkan veya tellal göndermesinden farksız gibidir. İdeolojik amaçlarla hareket eden bir troll de aynı güzergâhta gezinir. Onun tanıtımını yaptığıysa egemen kanaattir.
Tellal ve troll
Sesli medyadan görsel medyaya geçişin izlerini takip eden Gabriel de Tarde, tellal ile bir reklamcı arasında nitelik farkı olmadığını dile getirir. Aynı cümleleri reklamcıdan trollere geçiş için de kullanabiliriz. Yeni medya düzeninde yer tutan troll gibi bir tipleme reklamcıyla benzerlikler taşır. Reklamcı, tellal veya troll farklı medya ortamlarında kendi yankı odalarımızı terk edip bilincimizi veya bilinçdışımızı ikna ederek kendi yaşam alanlarına dâhil olmamızı isterler. “Yönü ve gelişme derecesi ne olursa olsun”, her tür trolleme girişimi “konuşmayı harekete geçirerek” ve benimle kendim arasındaki yankıyı bozan bir başkasının “konuşmasıyla” etkili olur:
Görsel reklamın sesli reklamın yerine bu kademeli geçişinin nedeni, görsel reklamın süre ve alan olarak gelişmede diğerine göre çok daha elverişli, daha yetenekli olmasıdır. Gazete ilanlarıyla, duvar reklamlarının çoğalan örnekleriyle, görsel reklamın kapsamı ve erimi durmaksızın büyümeye elverişlidir. Oysa tellalların sayısını çoğaltmak çok zor ve pahalı bir iştir. Sonuç olarak reklam, giderek daha geniş, özgür ve kolay olan yayılışı yönünde dönüşüyor sürekli. Sesli reklamların sayısı bir şehrin sokaklarında genel bir sağırlaşmaya varmadan geçemezdi belli bir rakamı, oysa görsel reklamların sayısı her biri gözle görünür olduğu sürece artabilir, çoğu sadece hafıza da kalsa bile.[3]
Tarde’ın sesli medyadan görsel olana geçiş gibi işaretlediği eski medya sonradan Marshall McLuhan tarafından “küresel köy” gibi tek gözlü, herkesin topluca aynı yankı odasına karışacağını umduğu bir ortam gibi tarif edilir. Habermas ise “iletişimsel rasyonalite” dediğinde aynı düzlemi işaretler sanki. Farklı seslerin birbirini yankılayarak karşılıklı anlaşma, uzlaşma zeminini üretebilecekleri bir etkileşim yüzeyinden söz eder. Kendilerini müşterek bir odada bulanlar peşin hükümlerinden, seçici ilgilerinden kurtulacak, bilişsel tercihlerini bir kenara bırakacaklar gibi bir umutla yazar. Bu fikir her yankı odası için doğru olsa da, diğerinin daha da uzlaşmaz, anlaşılmaz sayıldığı farklı odalar için hatalı görünür. Her ayrı oda sakini kendi “filtre balonlarına” göre seçici ilgileri peşine düştükçe yan odadakiyle karşılaştırılamaz bir benlik sunumu ortaya koyar. Yeni medyada işleyen algoritmalar da meyillerine koşut şekilde ona yön gösterdikçe bu ayrışma/kalıplaşma durumu sürer.
Yankı odası sakinleri kendi meraklarına karşılık gelen nesneler peşine düşerek, ortak mana arayışından uzaklaşırlar. Özne bir süre sonra seçimlerini veya kararlarını uygulayamaz artık. Nesnenin onu çağırdığı daha dar odalarda kendine özgülük, nevi şahsına münhasırlık olgusu (idiosyncrasy) genelleşir. Yani arzusuna yeni ve ilginç nesneler arayıp, farklı olmak isterken beklenmedik şekilde aynılaşır. Öznenin eylemini etkisiz kılan ve olay çıkaran nesne onu diğerleriyle paylaştığı sağduyulu, ortakduyumlu ilgilerden uzaklara taşır. Bu sırada açığa çıkan merkezkaç moment farklı müştereklerde buluşanların yerleştiği yeni ve daha dar yankı odalarının açılmasına neden olur.
McLuhan ve Habermas’ın kehanetleri çok doğrulanmasa da, Erving Goffman, Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu (2009) metninde olduğu gibi yeni medyadakine benzeyen “tiyatro” sahnesindeki “performansları” inandırıcı şekillerde tasvir eder. İletişimin genişleten, farklı karşılaşmalara çağıran değil de, daraltan, tektipleştirmeye açık işlevlerinden daha çok söz eder. Özne gündelik etkileşimleri içerisinde kendi hayat sunumunu, “dramaturji”sini hazırlar ve kendisini öylece temsil eder. Provası yapılmamış bir oyunun tiyatro sahnesinde veya “vitrindeymiş” gibi yer değiştirdikçe kendisine temas eden bazı izlenimler ve ilişkilerin sunduğu çoklu kimlik ve modellerden bazısını seçer ve diğerlerini dışarıda bırakır. Yani kendisinden ve performatif eyleminden önce orada olmayan bir benliğin sunumunu icra ettikçe biçimlenen bir faildir. “Ne yapıyorsak o olduğumuz” bu düzlemde doğal ve yapay olan davranışları ayırt etmek de zorlaşır. Eylemin belirleyeni burada etkinliği ve başkasında bıraktığı izlenimlerdir. Etkin icraların peşindeki özne, kendisine temas eden izlenimleri üretken bir etkileşim içerisine yerleştirmek yerine “müzakere” eder. İfadesi sırasında başvurduğu icralar benliğin veya kimliğin esasını önceler. Birey kendisini de bir ürün gibi biçimlendirir ve özellikle görsel bir temsile sığdırarak sonraki ilişkileri için “paketler”.
Farklılaşma ve aynılaşmanın aynı anda “dramatize” edildiği yeni medya sahnesinde bölünerek çoğalan her yankı odası daha küçük hücrelere ayrılır. En sonunda tek bir bireyin kendi sesini yankılarken bir yandan da trollediği içkin düzleme varana kadar bu parçalanıp bölünme dinamiği sürer. Yankısı onu kendisiyle aynı olmaya çağırırken, içindeki demonik troll de bir başkasının yorumuna kulak vermesini, fikirlerine sadık kalmamasını telkin eder. Medyada gezinen pelikanlar, algıları yönetmek isteyen troller, robot hesaplar da bu temel ilişki altyapısını kullanırlar. Troller, kendi bildiğine bağnazca inanan, kendi sesini sürekli yankılayanla, her duyduğunu yapıbozuma bırakan sinik zihnin yarattığı hakikat-sonrası kuşku sahasına karışırlar. Hakikati kendisine hatırlatırken bir yandan da bildiğine şüpheyle yaklaşan medya alıcısının ruhsal dalgalanmalarını fırsata çevirirler. Bu karmaşa arasında kalan yeni medyanın özne/nesnesi gün içerisinde değişen mevsimler gibi kanaatlerini değiştirir; hakikat ile yalanın ayrımına dair en temel soruyu cevapsız bırakır. Ne düzenli olarak savunabileceği bir doğruluk rejimine kaydolabilir ne de yaratıcı eleştirel bir konuma yerleşebilir. Kendisine doğrunun ne olduğunu söylerken, dayanıksız ve dayanaksız söylemini aynı anda yalanlayan, trolleyen bir zihinle dolaşır. Bu kafa karışıklığı hakikat-sonrası tablonun da en belirgin nedeni ve sonucu sayılabilir. Her sabah böyle bir güne uyanan failin kendi algılarını yönetmeye çalışan uzakta bir komplocu aramasına da gerek kalmaz.
[1] Oğuz Karayemiş, “Dijitalleşme ve Öznelliğin Üretimi: Aşırı-İletişim Çağının Bir Ön Panoraması”, Doğu Batı, 2019. Yeni medyanın yarattığı çok farklı olgular üzerine Doğu Batı dergisinin “Dijital Çağ” dosyasına bakılabilir.
[2] Eytan Bakshy, Solomon Messing ve Lada Adamic, “Exposure to ideologically diverse news and opinion on Facebook”, Science, Haziran 2015, s. 1130-1132.
[3] Gabriel De Tarde, Ekonomik Psikoloji, Kült Neşriyat, 2015, s. 268-269.