Konya’nın Kulu ve Cihanbeyli bölgelerinde en az üç yüz yıldır yaşayan Kürtlerin Avrupa’ya göçü ve Kürdi siyasallaşma süreçlerini araştırırken, Kulu’da bir Kürt köyünde 1980 Askerî Darbesi sürecinde yaşadıklarını sorduğum 84 yaşındaki görüşmeci, bana şöyle bir cevap vermişti: “Ülkücüler vardı, biz seslenmiyorduk, o yüzden saldırmıyorlardı ama ellerinden gelse bizi hep keserlerdi.” Bu cevabın çarpıcılığını uzun bir süre üzerimden atamamıştım. Ses etmemek, “kesilme” korkusunu taşımak ve tüm hayatını bunun üzerine inşa etmenin anlamı üzerine düşünmek beni çok yormuştu…
Son dönemlerde Konya’nın ismi, ırkçı saiklerle gerçekleştirilen ve bir ailenin katledilmesine kadar giden saldırı silsileleri ile tekrar gündemde. Konya’nın merkez ilçelerinden Meram’da, ailenin anlatımlarından yola çıkarak, uzun süredir var olan ve neredeyse sistemli hale gelen saldırıların en sonuncusu ailenin tüm üyelerinin katledilmesi ile sonuçlandı. Yaşanan olayın nedenlerine yönelik yetkili kişiler tarafından farklı açıklamalar yapılmış olsa da aile üyelerinin anlatımları saldırıların etnik kimlik ayrımcılığı boyutunun olduğunu gösteriyor. Bu nedenle saldırganlar tarafından söylendiği iddia edilen “Kürtleri burada yaşatmayacağız” ifadesini, daha geniş bir bağlamda düşünmek gerekiyor.
Konya Kürtleri ile ilgili yaptığım araştırmamı Konya’da Kürt mü Var? ismi ile kitaplaştırdığımda (İletişim, 2021) bu soruyla sıklıkla karşılaşan biri olarak kişisel tecrübelerimden yola çıkmıştım. Ancak bu soru salt Konya için değil, diğer Orta Anadolu Kürtlerinin yaşadığı coğrafyalara da uyarlanabilir haldedir. Bölgeyi tanımayanlar, Konya ve Kürt kelimelerini yan yana duyunca hayret dolu bu soruyu sıklıkla sormaktadırlar. Bu şaşırma halinin aksine Konya’ya ek olarak Orta Anadolu’da farklı kentlerde yaşayan önemli sayıda Kürt gruplarının göç tarihleri 15. yüzyıla kadar gitmektedir. Uzun yıllardır bu bölgelerde yaşayan Kürt toplulukları kendilerine özgü ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal özelliklere sahiptir. Bölgedeki diğer etnik gruplarla aralarında “görünmez duvarlar” olmasına rağmen veya olması sayesinde, özellikle Kulu ve Cihanbeyli bölgesindeki Kürtler, etnik kimliklerine sahip çıkarak bugüne kadar gelebilmişlerdir. Cumhuriyet tarihi boyunca Türk milliyetçiliğinin ve muhafazakâr siyasal eğilimlerin yüksek olduğu bilinen Konya gibi bir şehirde, ulusal siyaset bağlamında kriminalize edilen ve ötekileştirilen Kürt kimliğini korumak, kolay olmamakla birlikte çeşitli mekanizmalar aracılığıyla mümkün olabilmiştir. Bu koruma mekanizmalarının en başında, Kulu ve Cihanbeyli ilçe merkezleri etrafında kurulmuş yaklaşık kırk Kürt köyünün varlığı gelmektedir. Bu köyler, heterojen yapıdaki ilçe merkezlerinin aksine etnik açıdan homojen bir grubun birlikte yaşadığı ve Kürdi kültüre ait unsurları devam ettirme şansı bulabildikleri “kurumlar” olarak işlevselleştirilmiştir.
Araştırmamda, Konya’nın Kulu ve Cihanbeyli ilçelerindeki Kürtleri “iki kere öteki olmak” bağlamında tanımlamayı önermiştim. Kavramın literatürdeki karşılığını kısmen “bozarak”, ulusal siyaset zemininde “öteki” olan Kürt kimliğine ve yaşadıkları bölge bağlamında da azınlık olan etnik kimliğe sahip olma açısından böyle bir vurguyu gerekli bulmuştum. Konya’da son yaşanan saldırılardan sonra yaptığım bu tanımlama üzerine yeniden düşündüm. Bu akıl yürütmenin doğru olduğunu düşünüyorum fakat kimlik ayrımcılığının yoğun olarak gündelik yaşamda yer bulduğu Türkiye gibi ülkelerde her zaman “ötekinin ötekisi” olduğunu da aklımda tutmalıydım. Konya’nın merkezine uzak Kulu, Cihanbeyli, Yunak, Çeltik gibi ilçelerde uzun süredir yaşayan Kürt toplulukları azınlık konumunda olmalarına rağmen, bir arada bulunma ve görece daha korunaklı olan köylere sahip olmak açısından şanslıdırlar. Son dönemlerde 1990’lı yıllardaki savaş koşullarından ve zorunlu köy boşaltmaların sonrasında kademe kademe Konya’ya göç eden ve saldırıya uğrayan aileler, Konya’nın merkez ilçelerinde çok daha az sayıda yaşayıp, ofansif Türk milliyetçiliğine daha fazla maruz kalmaktadırlar. Bu nedenle uzun süredir söz konusu bölgelere yerleşmiş ve Konya’nın asli nüfusu arasında görülen “Konyalı Kürtler” ile göç tarihi daha yakın geçmişe dayanan “Kürdistanlı Kürtler” arasında bir ayrım yapmak gerekmektedir. Yaşanan son saldırıda bu ayrım daha da belirginleşmiştir. Dedeoğlu ailesi, üç yüz yıl gerilere giden ve kendilerine ait “korunaklı” köylere sahip olan, kentteki Türk milliyetçisi siyasal eğilimlere sahip olan insanlarla görece “sorunsuz” yaşayan makul “Konyalı Kürtlerden” farklı olarak, Konya’nın merkez ilçelerinde daha yalnızlaşmış ve korunaksız biçimde yaşayarak ayrımcı söylemlere ve saldırılara daha açık durumdadır.
Yakın geçmişte Konya’ya Kürtler tarafından gerçekleştirilen göçler bir ya da iki aile gibi sayıca daha az bireylerden oluşmaktadır. Yerleştikleri yerler ağırlıklı olarak Konya’nın merkez ilçeleridir. Kürdistanlı Kürtler ise 1990’lı yıllarda yoğunlaşan savaş koşullarıyla Türkiye’nin batı kentlerine zorunlu olarak göç etmişlerdir. Göçün getirdiği zorluklara ek olarak ulusal siyaset içerisinde de sürekli olarak ötekileştirilen Kürt kimliğinden dolayı birçok kentte ayrımcılığa maruz kalınmış, kimi zaman bu ayrımcılık sonu ölümle biten saldırılara kadar varmıştır.[1]
1990’lı yıllardan sonra Konya’ya göç eden Kürt aileler de bu ayrımcı dilin cesaretlendirdiği yerel dışlamadan “nasibini” almaktadırlar. Konya’da uzun süredir yerleşik olan “Konyalı Kürtler”, bölgede bilinen Kürt gruplarıdır. Bu nedenle uzun süredir kurulmuş ve farklı mekanizmalara dayanan bir “denge” tutturulmuştur. Nitekim bölge Kürtleri de kendi memleketlerini, yaşadıkları Orta Anadolu kentleri üzerinden tarif etmektedirler. “Konyalı Kürtlerin” dışında Vanlı, Hakkarili, Şırnaklı, Diyarbakırlı, Mardinli olduğunu söyleyen Kürtler, ulusal siyaset dilinde sürekli yeniden inşa edilen “terörist” söyleminin içerisine daha kolay angaje olurken; Konya’daki Türk milliyetçileri tarafından “bildikleri” Kürtlerden farklı olan bu gruplar potansiyel bir tehdit olarak görülmemektedirler. Bu bağlamda Kulu ve Cihanbeyli ilçelerinde uzun süredir bir arada yaşayan Türk ve Kürt gruplar arasında bugüne kadar kayda geçmiş ciddi bir çatışma olmamasına rağmen, son aylarda bir ailenin katledilmesine kadar giden ve ırkçı saiklerle gerçekleştirilen saldırıları yaşamak zorunda kaldık.
Konya’da yaşanan saldırılar kanlı bir patikanın takip edildiğini göstermektedir. Daha önceki süreçlerde, Türkiye’nin farklı kentlerinde yaşayan, mevsimlik işçi olarak çalışan Kürt etnik kimliğine sahip insanların uğradıkları saldırılara defalarca şahit olduk. Nitekim Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV) verileri de 2020 yılında Kürtlere yönelik on üç ırkçı saldırının gerçekleştirildiğini rapor etmiştir. Bu saldırılarda yaşamını yitiren yurttaşlarımız olmuştur. Sadece insanların sahip oldukları kimlikleri nedeniyle bile ölmeyi hak ettiğini düşünen ırkçı düşünce, Erken Cumhuriyet Dönemi’nden beri kendini tekrar etmekte ve son dönemlerde de azımsanamayacak şekilde artmaktadır. Örneğin bugünlerde savaş koşullarından canlarını kurtarmak için kaçan Afgan mültecilere yöneltilen nefret söylemi kronikleşmiş mülteci düşmanlığını yeniden su yüzüne çıkarmaktadır. Cumhuriyet tarihinin en “meşhur” ötekisi olan Kürt kimliği ise, Kürt siyasetinin önemli temsilcilerinden olan Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) yönelik son dönemlerde artan baskılar bağlamında “yeniden” (aslında her zaman) düşman öznesi olarak yükselişe geçmiştir.
Ulusal siyaset bağlamında yürütülen ayrımcı, ötekileştirici dilin toplumda bir yansımasının olmaması kaçınılmazdır. Bir ailenin katledilmesine kadar varan ırkçı saldırılar, son dönemlerde iktidar mekanizmalarının ürettiği ayrımcı söylemlerden azade düşünülemez. İktidarın siyasi kazanım amacı güderek yürüttüğü politikalar, toplumda bir arada yaşayan gruplar arasında böylesi trajik durumların ortaya çıkmasına kapı aralamaktadır. AKP iktidarının son dönemlerde yürüttüğü politikalar, Cumhuriyet tarihinin en “meşhur” ötekisi olan Kürt kimliğine yönelik inkârcı yaklaşımın devam ettiğini göstermektedir. Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralınan ve her iktidar döneminde derinleştirilerek devam ettirilen Kürtlerin kolektif kimlik hak taleplerine dayanan “Kürt Sorunu” giderek daha vahim bir duruma doğru evrilmektedir. Saldırıyı gerçekleştiren katillerin cesaret bulduğu toplumsal ve siyasal yapı, uzun süredir devam eden bir sistemin sonucudur. Konya’da yaşanan katliamın ortaya çıkmasına zemin hazırlayan, etnik kimlikleri dışlayan ve ayrımcılığı her alanda yaygınlaştıran “yapı” ve onun ürettiği cezasızlık politikasıdır. Katledilen Dedeoğlu ailesinin açıklamaları ise neredeyse sistematik hala gelmiş bu ayrımcı ve saldırgan tutumların uzun süredir varlığına işaret etmektedir. Aileye ilk saldırıyı gerçekleştirenler, Türkiye’de “bazı” kimlikleri daha eşit ve makbul (!) gören sistemin ürettiği cezasızlık politikası sayesinde serbest kalmış ve yarım bıraktıkları işlerini tamamlayarak bu katliamı gerçekleştirme fırsatı bulmuşlardır. Kimlikler arası eşitsizliği derinleştiren ve toplumsal alanda “biz” ve “onlar” ikiliğini inşa etmeden varlığını devam ettiremeyen iktidar mekanizmaları yapısal olarak var olduğu sürece, Kürt ailelerin görece yalnızlaştığı, sistemin cezasızlık politikası ile koruyup ayrımcı söylemleri ile cesaret verdiği insanların bulunduğu Meram gibi diğer tüm kentlerde de ne yazık ki bu tür saldırılar sürekli ve potansiyel bir tehdit olarak varlığını devam ettirecektir.
[1] Daha fazlası için bkz. Tanıl Bora (2016). Türkiye’nin Linç Rejimi, Birikim Yayınları.