Yaşamakta olduğumuz sorunların temelinde 8 Haziran 2015 tarihini altı yıldır aşamamamızın olduğunu düşünüyorum; daha önce de birkaç kez bu konuyu dile getirmiştim. Ne yazık ki Türkiye -elbette sadece siyasi manada- hâlâ 8 Haziran 2015 gününü yaşamaktadır; 8 Haziran’dan Kasım ayına kadar yaşadığımız şiddet sarmalının temelinde de, 5 ay sonra 1 Kasım’da seçimlerin yenilenmesinin temelinde de, Barış sürecinin her açıdan rafa kaldırılıp HDP’nin ötekileştirilmesinin AKP’nin iktidarda kalabilmesinin politik meşruiyeti haline getirilmesinin temelinde de, 1 Kasım 2015’teki seçimlerin de, 2017 Mühürsüz Referandumu sonrasında hayata geçirilmeye çalışılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin temelinde de 7 Haziran 2015 seçimleri yatmaktadır. 7 Haziran seçimlerini bu denli önemli kılansa HDP’nin barajı geçmesidir. HDP’nin barajı geçmesinin önemi, bir başka ifade ile HDP’nin TBMM’de yer almasının önemi ise, partinin meclis kürsüsünden siyasi taleplerini duyurabilmesi, daha etkin bir politik güç haline gelmesi -tüm bunlar da doğru olmakla birlikte- vb. değil, 12 Eylül sonrasının omerta yasası %10 oy barajının yerle yeksan olmasıdır.
Süreci geriye doğru özetleyecek olursam, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne giden yolun taşlarının 7 Haziran 2015’te atıldığını söyleyebilirim. Ancak unutmadan ilave edeyim ki, tarihi teleolojik bir bakışla okumak, ona kendine mündemiç “amaç” yüklemek doğru değildir. Söylemek istediklerimin 7 Haziran seçimlerinin kendisine içkin bir CHS kurmak amacına sahip olduğu şeklinde anlaşılmasını istemem. Bizimki, bugünden geriye doğru bakıldığında tarihin izini sürmektir; sadece analitik bir okuma çabasıdır. Şuna benzetebiliriz: Bir çocuğun soyunu geriye doğru araştırmak analitik olarak da, yöntem olarak da doğrudur ama üç kuşak önceki ebeveynlerin tam olarak üç kuşak sonraki bizzat o torunlarını doğurmak üzere evlendiklerini iddia etmek saçmadır. Ben de sadece günümüzün CHS’si ve CHS dolayımı ile yaşadığımız sorunların temelinde 7 Haziran seçimleri vardır derken böyle bir geriye doğru okuma yapıyorum o kadar. Ayrıca, tartışmamızı 7 Haziran seçimleri ile sınırlandırmak da doğru değil; bugünden geriye doğru siyaseti okurken, 2017 Referandumu, 2016 darbe girişimi, 1 Kasım 2015 seçimleri güzergâhı üzerinden gitmek, 7 Haziran seçimlerini önemli kılan temel hususu da atlamamak gerekiyor: %10 oy barajının çöküşü.
2015’te oy barajının “çöktüğünü” söylemek, bu barajın HDP tarafından “aşıldığını”, artık HDP’nin baraj sorunu olmadığını ifade etmenin dramatik/süslü bir ifadesi de değildir. Gerçekten de %10 barajının “çöküşü” ile HDP’nin 2015 seçimlerinde (ve sonrasında) barajı aşar hale gelmesi hem tarihsel hem de politik olarak birbirine çok yakın, birbirinin üzerine binmiş olaylar olsalar da aynı şeyler değildirler: 1983’ten bu yana, katıldığı seçimlerde ilk baraj altında kalıp sonrasında barajı aşan (MHP, DSP gibi) partiler olduğu gibi, CHP gibi Cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa, iştirak ettiği seçimlerde barajı aşamadığı için parlamento dışında kalan partiler de oldu; ancak bu partilerden hiçbirisi HDP gibi, kendisi barajı aşarken, barajın koyduğu duvarı da yerle bir edememişti.
2015’te HDP kendisi barajı aşarken, barajı da devirdi; bu HDP’nin de önceden planlayabileceği bir şey değildi. Örneğin, 7 Temmuz 1983’te kurulan (MHP’nin öncülü) Muhafazakâr Parti 6 Kasım 1983 seçimlerine iştirak edememiş, 1985’te partinin adı Milliyetçi Çalışma Partisi olarak değiştirilmiş, MÇP 1987 seçimlerinde %2,93 oy almış, 1991 seçimlerine ise kurumsal olarak iştirak etmemişti (Refah Partisi listesinden parlamentoya girdiler). 1995 seçimlerinde de %8,2 olan parti yine TBMM’ye girememişti. MHP 1999 seçimlerinde oylarını katbekat artırarak %17,98’e çıkarmış, iktidar ortağı olmuş ancak MHP’nin “başarı”sından bahseden hiç kimse MHP’nin baraj sistemini de yıktığından bahsetmemiştir. Benzer bir durum DSP için de geçerlidir. 1985 Kasım’ında kurulan parti ilk olarak 1987 seçimlerine iştirak ederek %8,53 oy almış, DSP 1991 seçimlerine barajı kıl payı (%10,71) geçerek parlamentoya girmiş ama yine hiç kimse baraj sisteminin kendisinin yıkıldığından bahsetme gereği duymamıştır.
DSP ve MHP (ya da kuruluşundan bir/kaç seçim sonra parlamentoya girebilen başka partiler) örneklerinden farklı olarak HDP 2015’te hem barajı aşmış hem bizzat barajın da yıkılmasına vesile olmuştur. HDP’nin bu “başarısı” aslında partinin izlediği bir politik stratejinin sonucunda ortaya çıkan bilinçli bir çabanın ürünü değil, baraj sisteminin kendi doğasıyla da alakalıydı. 12 Eylül darbecilerinin seçim sistemine getirip koydukları baraj sistemi her ne kadar 12 Eylül öncesinin koalisyon hükümetlerine bir tepkinin sonucuyduysa da, 1983 (ama asıl 1984’te PKK’nın şiddet eylemlerine başlaması) sonrasında bu baraj sisteminin aynı zamanda bir “anti-Kürt kalkanı” olarak da işlevsel olduğu keşfedildi. O kadar ki, 1980’den 2015’e doğru gelinirken, oy barajının koalisyon hükümetlerini engelleyen(!), küçük partilerin TBMM’ye girerek sistemi tıkamalarına imkân veren(!) maharetleri unutulmaya başlansa da bir anti-Kürt kalkanı olduğu hiç unutulmadı. Kürt siyasi hareketi bir yandan paramiliter yapılanmasıyla (PKK ve uzantıları) siyasal şiddet yoluna saparken diğer yandan da legal siyasetin imkânlarını zorladı. Baraj -her ne için konulmuş olursa olsun- bir yandan Kürt siyasetçilerin parlamentodaki etkinliğini en aza indiren bir kalkan görevi görürken diğer yandan da buna bağlı olarak en güçlü (özellikle ilk iki) partinin nispi temsil seçim sisteminin üzerine giydirilmiş %10 oy barajının avantajıyla hak etmediği, etmedikleri; kendisine ait olmayan, kendisine verilmemiş oylara rağmen Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundaki milletvekilliklerini elinde tutmasının, ellerinde tutmalarının aracı haline geldi. İşte örneğin MHP’nin ya da DSP’nin değil de sadece HDP’nin barajı geçmesiyle baraj sisteminin bir anda çökmesi de bu yüzdendi. Baraj belki 12 Eylül darbecilerince o amaçla konulmamıştı ama bu baraj bir anti-Kürt kalkanıydı; o nedenledir ki Milliyetçi MHP’nin bu barajı geçmesi MHP’nin başarısı, solcu DSP’nin bu barajı geçmesi DSP’nin başarısı; Kürt siyasetinin aktörü HDP’nin sosyalistlerle yaptığı ittifakla bu barajı geçmesi ise barajın yıkılması sonucunu doğurmuştur.
HDP, bir anti-Kürt kalkanı olarak %10 oy barajının yıkılmasına vesile olurken, yıkılan baraj ittifaklar sistemi ile tahkim edilmeye çalışıldı. AKP’nin MHP’yi değil; aksine ve daha doğru olarak MHP’nin AKP’yi yanına katarak kurduğu Cumhur İttifakı, yıkılan Baraj Siyaseti’nin yerine alelacele inşa edilmeye çalışılsa da Baraj Siyaseti kadar işlevsel olamadı. Ancak böylece, 2017 Mühürsüz Referandumu ile hayata geçirilen CHS ile birlikte AKP kendisini iktidara kilitlemiş, bu iktidarın anahtarını da MHP’nin eline vermiş oldu.
%10 oy barajı ile Kürt siyasetini legal siyasette marjinalleştirme imkânlarını ve hiç de hak etmedikleri sayıda milletvekiline sahip olma imkânlarını yitiren 12 Eylül sonrasının iktidarları, 2015 sonrasında bunu Kürtleri siyasal dilde, medyada, sokakta, popüler kültürde marjinalleştirmekten, ötekileştirmekten, hapsetmekten başka yollarının olmadıklarını da fark ettiler. İlginçtir ki, oy barajının kendisini yıkarak 2002’den bu yana iktidar olan AKP’nin elindeki en önemli sihirli iktidar değneğini onun elinden alma başarısı HDP’ye ait olurken, açılan gedikten içeri sızan ve yerel seçimlerde başta üç büyük kent olmak üzere Türkiye’nin en önemli yerel yönetim mevzilerini ele geçiren CHP oldu.