1965’ten bu yana Türkiye’de yirmi beş parti kapatılmış. Demokrasilerde siyasal partiler kapatılmıyor. Ya da çok istisnai olarak kapatılırsa, kapatma süreci sağlam güvencelere bağlanıyor.
Türkiye’de kapatılan partilerden AİHM’e başvurular için, büyük bir çoğunlukla, Sözleşme’nin siyasal partilere ilişkin 11. maddesinin ihlal edildiği kararı çıktı. Kapatılan partiler kervanına dahil olmaktan kıl payı kurtulan AKP iktidarında, parti kapatmak güçleştirildi. Kapatma dışında başka yaptırımlar kabul edildi. Sonuç olarak 2009’dan bu yana parti kapatılmadı. Parti kapatma, gündemden düştü.
Türkiye’deki insan hakları, hukuk devleti konularında son zamanlarda yazılan raporlarda, Türkiye’deki durumu anlatmak için kullanılan bir sözcük var: “back-sliding”, yani geriye doğru gidiş. Bu sözcüğü hemen bütün raporlarda, kabul edilen kararlarda görebilirsiniz. Bu betimleme içinde parti kapatma yoktu. Şimdi bu eksik giderildi: Yargıtay başsavcısının iktidarın küçük ortağının baskısı, büyük ortağının rızası ile Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) HDP için açtığı kapatma davasıyla 1990’lara dönüldü. “Geriye doğru gidiş” siyasal partiler için de geçerli oldu. “Geriye doğru gidiş” tablosu tamamlandı.
Oysa AİHM kararları, Türkiye’de bir anlam ifade etse, Yargıtay başsavcısı bu yola gitmeyi biraz daha düşünür, biraz daha çekingen davranırdı. Örneğin, AİHM’in HEP, ÖZDEP, TBKP, HADEP, DTP gibi parti kapatmaya ilişkin kararlarından, HDP kapatılırsa, bunun neden yeni bir 11. madde ihlali kararına yol açacağını görürdü. Ne var ki ülkemizde AİHM kararlarının siyasal iktidar ve onun denetimi altındaki yargı için hiçbir anlamı olmadığından, bu kararlar ve bu kararlarda yer alan ilkeler yokmuş gibi davranılıyor ve yeni bir hak ihlaline yol açacak yeni bir parti kapatma davası açılabiliyor.
Eleştirilmesi gereken bir husus da şu: Bir siyasal partinin kapatılması gibi ülke siyasetinde büyük sonuçlar doğuracak bir kararın, salt bir hukuk sorunu olarak görülmesi ve sürecin başlatılmasının Yargıtay başsavcısının takdirine bırakılması, başsavcı üzerinde hiçbir siyasal denetimin olmaması.
Gerçek şu ki ortada bir Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu sözleşme ile kurulmuş bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var. Türkiye, kendi iradesiyle bunlara taraf olmuş, yükümlülükler üstlenmiş. Bu taahhütlerini yerine getirmek zorunda. Bu Mahkeme’nin verdiği kararları dikkate almak, bu kararlara uymak zorunda. Bu gerçekten hareketle, AİHM’in kararlarında parti kapatmak konusunda ne söylediğini görelim:
AİHM, siyasal partilere demokrasi açısından bakar. TBKP (Türkiye Birleşik Komünist Partisi) kararı (1998), AİHM’in demokrasiyi Sözleşme’nin temel unsuru olarak görmesi ve siyasal partileri, bu çerçeveye oturtması bakımından önemlidir. AİHM’e göre demokratik bir toplum için önkoşul, farklı görüşlerin ifade edilmesine izin verilmesi ve kamuoyunda tartışılabilmesi olanağı, yani çoğulculukla ilgilidir. Siyasal partiler, ifade özgürlüğüne, seçme ve seçilme hakkıyla yakından bağlantılıdır. O nedenle, TBKP kararında belirttiği gibi, siyasal partilere getirilecek sınırlamalar çok dar değerlendirilmeli ve ancak zorunlu durumlarda kapatmaya gidilmelidir.
Parti kapatmanın AİHM tarafından çok istisnai olarak kabul edilmesinin örneklerini pek çok kararda görebiliriz. TBKP davasında kapatmaya yol açan parti programında, “Kürt ulusundan” söz edilmesi ve Kürt halkının kendi kaderini kendi tayin etme hakkına yer verilmesiydi. AİHM Büyük Dairesi, “bir partinin barışçı bir çözüm bulmak amacıyla, nüfusun bir bölümüne ilişkin bir sorunu tartışmak istemesinin” haklı bir kapatma gerekçesi olamayacağını ileri sürdü ve 11. maddenin ihlaline karar verdi.
Refah Partisi kararında (2003), AİHM Büyük Dairesi bir siyasal partinin, devletin anayasal düzeninin ya da yasalarının değiştirilmesini ileri sürebileceğini ancak bunun için şu iki ölçütün bulunması gerektiğini söyledi:
- Kullanılacak araçların yasal ve demokratik olması.
- Önerilen değişikliğin demokrasinin temel ilkelerine uygun olması.
Bu ilkeleri bütün kapatma davalarında görebiliriz.
AİHM, kullanılan araçların demokratik olup olmadığını incelerken şiddet unsurunu dikkate alır. Şiddet içeren yöntemler demokrasiyle bağdaşmaz.
HEP’in (Halkın Emeği Partisi) kapatılmasına ilişkin kararda (2002) da, AİHM yukarıdaki ölçütleri kullanır. HEP’in kapatılmasına yol açan söylemler, Kürt halkının kendi dilini kullanmasına izin verilmediği, Kürtlerin özgürlük ve demokrasi için savaştığı, PKK’nın özgürlük savaşçıları olduğu, güvenlik güçlerinin teröristlere karşı değil, Kürt halkına karşı konuşlandırıldığı gibi görüşleri içermekteydi. AİHM, HEP yöneticilerinin görüşlerinin açık bir şiddete destek niteliğinde olmadığını belirtti. AİHM’e göre, bu görüşlerin ileri sürülmesi terör eylemlerinin desteklenmesi olarak kabul edilirse, bu konularda demokratik bir tartışma yapma olanağı ortadan kalkacaktır. HEP yöneticilerinin görüşleri, hükümetin siyaseti ya da çoğunluğun görüşleriyle çelişkili olabilir ama işler bir demokrasi için, bu tür görüşlerin de kamuoyunda tartışılması gerekir. Barışçı bir çözüm, ancak böyle bulunur.
Demokratik Toplum Partisi (DTP) kararı, “terörle mesafeli olmama” ya da “terörü kınamama” gerekçesiyle parti kapatılması bakımından önem taşıyor. DTP AYM’de yaptığı savunmada, şöyle diyor:
Aslında neden DTP’nin PKK için terörist demesinde ısrar edildiğinin ahlaki, hukuki, vicdani bir açıklaması yoktur. DTP, terörist dediğinde terör bitecek midir? DTP, çocukları dağda olan ailelerin oylarını almıştır kuşkusuz. Bu neyi gösterir? Sayın Başsavcı’nın iddia ettiği gibi PKK ile özdeşliğini mi yoksa o ailelerin çocuklarının dağdan indirilmesi için siyasi çözüm bulun diye DTP’ye umut bağladıklarını mı?
Bu savunmayı AYM’nin yeterli görmemesine karşın, AİHM inandırıcı bulmuştur. AİHM kararında şunu belirtiyor:
A. Türk ve A. Tuğluk’un beyanlarından PKK’yı terörist olarak nitelendirmekten kaçındıkları da anlaşılmaktadır. Bununla birlikte kendi bağlamında ortaya konulan bu tür bir tutum, mutlaka, açıkça şiddeti destekleme anlamına gelmemektedir. Bu bağlamda Mahkeme, özellikle başvuran parti yöneticilerinin Kürt sorununa barışçıl çözüm getirilmesi amacıyla partilerinin oynamak istediği arabuluculuk rolünü vurgulayan gerekçelerini dikkate almaktadır.
AİHM, DTP’nin demokratik toplum anlayışıyla bağdaşmayan bir siyasi proje ileri sürmediği, şiddeti desteklemediği gerekçesiyle partinin kapatılmasının 11. maddeyi ihlal ettiği sonucuna vardı. Ayrıca başvuranların milletvekillerinin düşürülmesinin seçme ve seçilme hakkını ihlal ettiğine karar verdi. Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’a 30’ar bin avro tazminat ödenmesine hükmetti.
Bu bağlamda AİHM’in Henri Batasuna ve Batasuna / İspanya Kararı’na (2009) değinmek gerekir. Bask bölgesindeki bu iki partinin kapatılmasının AİHM tarafından Sözleşme’ye uygun bulunması, “Türkiye’de terörü kınamamak bile partinin kapatılması için yeterlidir” şeklinde yorumlandı. Oysa bu yorum doğru değil. DTP kararı da AİHM’in bu görüşte olmadığını gösteriyor.
AİHM, Batasuna kararında büyük ölçüde Refah Partisi kararına dayanır. RP kararındaki bir siyasal partinin, devletin anayasal yapısını değiştirmeyi önerebileceğini, ancak bunun için hem kullanılacak araçların hem de önerilen amacın demokrasiye uygun olması gerektiği ilkesini yineler. Demokrasiye tehdit oluşturan bir siyasal partinin kapatılması için iktidara gelmesinin beklenemeyeceğini söyler.
Henri Batasuna partisinin kapatılmasını sadece terörün kınanmamasına bağlamak doğru değil. Ulusal mahkemelerin kararlarında partinin kapatılması gerekçesi olarak gösterilen on sekiz olay var. Terörün kınanmaması bunlardan biri. AİHM, partinin kapatılmasına yol açan beyan ve eylemleri iki grupta toplar: toplumsal çatışma ortamı yaratmaya yönelenler ve terörizmi destekleyenler. Bu eylem ve beyanların şiddeti desteklediği sonucuna varır.
Gerçekten partinin kapatılmasına yol açan eylem ve beyanlar arasında şiddeti açıkça destekleyenler var. Zaten parti yöneticileri bunu inkâr etmiyor. Örneğin, Batasuna’nın bir sözcüsü, 2002 yılında “ETA’nın öldürmeyi durdurması yolunda bir talepleri olmadığını” söylüyor.
Aynı yıl partinin başka bir sözcüsü, “Yasaların sınırları içinde ya da dışında mücadele etmeye devam edeceğiz,” diyor. Santa Pola kentinde iki kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıyı kınamayı reddediyorlar. Batasuna’nın Bask Parlamentosu’ndaki temsilcisi “ETA’nın devlete karşı mümkün olan her türlü mücadeleye başvuracağını” belirtiyor.
AİHM, bütün bunlar bir bütün olarak ele alındığında, demokratik toplum kavramıyla bağdaşmayan bir toplum modeli ortaya çıktığı, bu nedenle partinin kapatılmasının orantılı bir önlem olduğu ve Sözleşme’yi ihlal etmediği sonucuna varır.
AKP’nin siyasi parti kapatma bahsinde Batasuna kararına özgü önemli olguların neredeyse tamamını göz ardı ederek, kendine işlevsel açıdan yarayacak bir yorumu yapması, yani “parti kapatmalar, AİHS’e uygun” şeklinde yanlış bir sonuca ulaşması, tüm politik konularda olduğu gibi burada da şunu söylüyor: Hukuku kamusal siyasetin zemini olarak görmekten ziyade, kendi manipülasyon araçları kılmak istemeleri. Çünkü Batasuna atfı, kararın ancak işine gelen kısmını anıp, tüm dayanak ve referanslarını, özgül koşullarını atlayarak kendisine dayanak yapmaktan başka bir temele dayanmıyor.
Dünden Bugüne
Dünden bugüne bir sarmal olarak siyasal partilerin kapatılması zinciri devam etmekteyken, parti kapatmalarını, kamusal siyasetin üzerindeki bir kılıç haline getiren akıl, Batasuna Kararı’nı ve AİHM’in bu partinin kapatılmasının Sözleşme’ye uygun olduğu yorumunu kendisine kalkan yapıyor tabii. Bir yandan da siyasal iktidarın parti kapatmaları meşrulaştırırken atıf yaptığı Batasuna kararında, dayanak olarak Refah Partisi kapatılma kararının sunulduğunu hatırlatmak gerek… Peki Batasuna ile HDP, gerçekten de birbirinden farksız iki örnek mi? Birinin kapatılması, diğerinin olası kapatılma ihtimalini sahiden de o denli destekleyebilir mi? AİHM’in yorumunda da açıkça görüldüğü üzere, tedhiş eylemlerini yorumlama biçimlerindeki fark açısından bakıldığında, Türkiye’nin İspanya olmadığını göz önünde bulundurduğumuzda, bu ayrımlar, çatlaklar buraya özgü sorunları da açığa çıkarıyor. Bu farkları şöyle anlatmıştı Tanıl Bora:
İnce misinayla “terör”e bağlayarak parti kapatıvermenin Avrupa’daki emsalidir diye Batasuna kararına ve Bask tecrübesine tutunanların ‘ilgisini çekebilecek’ bir dizi farka özellikle dikkat edelim. Bask’ta (bütün İspanya’da) özerk bölge yönetiminin varlığı gibi… Bask resmî binalarında AB ve İspanya bayrakları yanında Bask bayrağının asılı olması gibi… Baskçanın İspanyolcanın yanı sıra resmî dil ve eğitim dili olarak tanınması gibi; bu bölgede çalışan memurların Baskça bilme zorunluluğu gibi… “Batasuna kararı”nı, geniş bağlamı içinde, bunlarsız düşünmek mümkün mü?
Bu geniş açıdan bakıldığında, HDP’nin kapatılmasına yönelik iddianamenin boşlukları karşımıza çıkıyor. Nilgün Toker, siyasi parti kapatılması ekseninde içinde olduğumuz rejimi düşünürken, “HDP’nin kapatılma girişimi ise yalnızca etnik bir kesimin dışlanması değil; bu partiyle temsil edilen siyasal, sosyal ve ekonomik taleplerin yok sayılması demek,” diyor. Bu, şu açıdan da önemli; iddianameye baktığınızda, yığılmış bir suçlar ve haberler toplamını görüyorsunuz ama tekil tekil hepsini incelediğinizde beraat edilmiş dosyaların iddianame kapsamına alındığını da, Demirtaş’a atfedilen suçların AİHM kararı ve tespitleri hiç anılmadan bir yekûn olarak oraya yazıldığını da fark ediyorsunuz. Ama işin komik tarafları da var… İddianamede, “silahsız katıldıkları yürüyüşlerde dağılmama” suçu da var, HDP’nin kuruluşundan önce var olan BDP zamanındaki eylem ve beyanları HDP’ye atfederek iddianameye almak da… Bu açıdan hukuki argümantasyon ve temellendirme kaygısı olmadan, salt bir siyasal parti ve o partinin temsil ettiği taleplerin siyaset dışına itilmeye çalışılmasıyla ilgili bir iddianame okuyorsunuz.
Selahattin Demirtaş’ın konuşmalarından parçaların alındığı bölümde, AİHM’in tutukluluk ile ilgili değerlendirmelerinin hiç anılmamış olmasına bakalım. AİHM, şubat ayında 2020 yılının anahtar davalarını yayımladı. Mahkeme içtihadına etki eden ihlallerin ve kararların belirtildiği bu listeye Türkiye, Demirtaş kararıyla dört dalda giriş yaptı. Bunlar Sözleşme’nin 10. Maddesinin, yani ifade özgürlüğünün Sözleşme’de öngörülmeyen bir amaçla, yani siyasi amaçla tutuklamanın devam etmesine ilişkin olarak yapılan tespitle 18. maddenin ihlali, yeterli gerekçelendirme yapılmadan serbest seçim hakkının ihlal edilmesi ve tutukluluk ile devamının hukuka aykırı olmasından doğan 5. madde ihlalleri. Tek bir kararla bu listede aynı anda beş temel hakkın ihlal edildiğine yönelik tespit, iddianamede yer almadı. Önemli olan vurgulardan biri şuydu: AİHM, Demirtaş ve diğer milletvekillerinin usul saptırması ve anayasayı dolanma yoluyla parlamento bağışıklıklarına son verilmesini, yani milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasını da bu ihlaller zincirine yerleştirmişti. Yasama dokunulmazlığının öngörülemez şekilde kaldırılmasını ve salt siyasi söylemlerden terör yargılaması yapılarak tutukluluğun devam etmesini, Sözleşme’nin 5 maddesine aykırı bulmuştu.
İddianamede sıklıkla geçen Batasuna kararı bu açıdan başka bir ayrım noktasını da işaret ediyor. Batasuna kararında, salt ifade özgürlüğünün kullanılması sonucu verilen bir kapatma kararı yok. Üstelik siyasetçiler açısından 2011 tarihli Otegi Mondragon kararında AİHM, salt ifadelerinden dolayı haklarında disiplin cezası uygulanan iki siyasetçinin, sadece söylemlerinden dolayı bu cezaya maruz kalmasını bile ihlal olarak nitelendiriyor. Buradaki iki Basklı siyasetçinin, salt bu ifadelerinden ötürü herhangi bir tutuklama yaptırımıyla karşılaşmadığını belirtmekte ayrıca yarar var.
AİHM, Türkiye’nin siyasi amaçlı tutuklama yasağını ihlal ettiğini belirtirken, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi Demirtaş’ın tahliyesine karar verildikten sonra, hakkında yeni bir soruşturma başlatılarak tutukluluğunun sürdürülmesi üzerinde duruyor. Buradaki asıl amacın, Demirtaş’ı özgürlüğünden yoksun kılmak olduğunu belirttikten sonra, tutuklamaların aynı olgulara dayanarak bir devamlılık oluşturduğu gerekçesiyle “derhal serbest bırakılması” yönünde bir karar çıkıyor. HDP’nin kapatılmasına ilişkin iddianamede, AİHM’in bu tespitlerine yönelik herhangi bir cevap verilmiş değil. AİHM’in halihazırda zaten cevap verip ihlal bulduğu durumlar, hiç değerlendirilmemişçesine iddianamede yer almış.
Aynı nedenlerle daha önce kapatılan diğer partilere ilişkin bilgilendirmenin yapıldığı bölüme bakalım:
1990 yılından bu yana devam eden ve yukarıda özetlenen süreçten anlaşılacağı gibi hemen hemen aynı kadrolar tarafından kurulup, devam ettirilen HEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP ve DTP açılan davalar sonucunda Anayasa Mahkemesince kapatılmıştır. Şimdi ise iddianamede sunulan deliller karşısında kapatılan bu partilerin devamı niteliğinde olan Halkların Demokratik Partisinin (HDP)’nin de kapatılması gerekecektir.
Kapatılan diğer siyasi partilerden örnekler verilip sonunda HDP’nin de kapatılması gerektiği sonucuna ulaşan bu bölümde, nedense AİHM’in kapatılan bu partiler için Türkiye’yi mahkûm ettiği bilgisi yok. Üstelik ÖZDEP’in kapatılmasının Kürt siyasetiyle değil, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kaldırmak istemesiyle ilgili olduğu, ÖZDEP’in laiklik ilkesine aykırı olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın genel idare içinde yer almasına aykırı amaç güttüğü için kapatılmış olduğu bilgisi de burada geçmiyor.
Anayasa Mahkemesi’nin, Siyasi Partiler Kanunu’nun hakkında kapatılma davası açılmış bir partinin, kendini kapatması halinde davanın yine de devam edeceğine ilişkin 108. maddesini iptal ederken sunduğu gerekçe, siyasal partinin siyasal özgürlüğünü hesaba katması açısından oldukça önemliydi:
Hakkında kapatma davası açılan siyasi partinin savunması tüzel kişilik adına yapılmakta, söz ve eylemleri kapatılmaya delil olarak gösterilen partililerin bireysel savunmaları ise alınmamaktadır. Asıl sorumlu olan parti tüzel kişiliğinin hukuki ve fiilî varlığı sona erdirilmiş olsa bile, açılmış kapatma davasının sürdürülmesine imkân tanıyan itiraz konusu kuralla, Anayasa’da güvence altına alınmış siyasi haklara ikincil yaptırımlarla ölçüsüz bir müdahale sonucunu doğurabilecek yolun açılmış olması hukuk devleti ilkesine de aykırılık oluşturur.
Bu kararda AYM, siyasal partilere müdahale alanının daraltıldığı ve kapatmanın bir son çare olduğundan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin serbest seçim hakkını tanıyan yaklaşımından bahseder. Bugünkü iddianamede hem parti kapatmalara ilişkin bu tarihsel seyrin izi yoktur, hem de yasal ve içtihadi zemin bilgisi eksik bırakılmıştır. Eksik bırakılan diğer pek çok şey gibi, Murat Sevinç kapatma iddianamelerinde nelerin “unutuluverdiğini” henüz yazmıştı zaten…
AİHM kararlarının bağlayıcılığına ilişkin akla zarar ve zihni sinir tartışmalara hukuki cevaplar vermeye çalışmak bir yol tabii ama öte yandan hukuken bağlayıcını tartışmanın tarihsel açıdan da oldukça yeni olduğu ortada. Çünkü siyasi parti kapatmalara ilişkin bu kararlar da diğer AİHM kararları gibi bağlayıcı. Türkiye, bu bağlayıcılığı bugüne dek tanıdı. Örneğin 1998’de Birleşik Komünist Parti’nin AYM tarafından kapatılmasını ihlal olarak değerlendiren AİHM kararından sonra, Siyasal Partiler Yasası’nın ilgili hükmünde hiçbir değişiklik yapılmamasına, bir siyasi partinin adında “komünist” ifadesinin geçmesinin hâlâ yasak olmasına rağmen, bu partinin siyasi faaliyetlerine devam etmesine izin verildi ve bu parti 2002 genel seçimlerine bu adla katıldı.
Tüm bu siyasal hatta, iddianamelerin içinden sızan ve sızmayan, oraya giren ve bilerek oranın dışında bırakılan bilgilere baktığımızda, Türkiye’nin yeni siyasetinin, nasıl siyasal partisiz ve siyasetsiz bir rejimi tesis etmek için çalıştığını görmek mümkün. Bülent Tanör, İki Anayasa kitabında, 1982 Anayasası’nın ve onun ruhuyla mündemiç Siyasi Partiler Kanunu’nun, tüm maddeleriyle siyasi partilere, siyaseti yasakladığından bahseder. Sahiden de artık bugün tartıştığımız şey, bir siyasal partinin kapatılmasından çok siyasetin hapsedildiği dar alanda dahi başka türlü bir politikanın mevcut olduğunu söylemenin imkânsızlığı. Çünkü bu iddianamelerle güdülen amaç, bir siyasi parti tüzel kişiliğini sona erdirmekten çok daha fazla bir şeyleri söylüyor: siyasetin, ancak iktidarın irili ufaklı ortaklarının yapabileceği bir mesele olduğunu, başka türlü eylem, söylem ve hareket alanının herkese bırakılmasının pek de mümkün olmadığını…