"Toplumsal Dinamikleri Psikopatolojik Kavramlarla Anlamaya Çalışmak Önemli Yanılgılara Yol Açar"
Psikiyatrist Cem Kaptanoğlu ile Söyleşi

Cem Kaptanoğlu, 1983 yılında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş, 1995 yılında Britanya’da Sheffield Üniversitesi Psikanalitik Çalışmalar Enstitüsü’nde kültür-psikanaliz alanında çalışmış, 1998 yılında psikiyatri profesörü olarak atanmış, 1993-2010 yılları arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı olarak, 1998-2004 yılları arasında Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu üyesi olarak ve 2007-2011 yılları arasında da Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Onur Kurulu üyesi olarak görev yapmıştır. Türkiye İnsan Hakları Vakfı kurucu üyesidir. 1995 yılından bu yana psikodinamik psikoterapiler, kültür-psikanaliz, siyasal psikoloji alanlarında bilimsel etkinlikler, eğitim çalışmaları yürütmektedir. 11 Ocak 2016 tarihli “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı barış bildirisinin imzacılarından olduğu için, 7 Şubat 2017 tarih 686 sayılı KHK ile çalıştığı üniversiteden ihraç edilmiştir. Kendisi ile toplumsal narsisizm meselesi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

***

Marie-France Hirigoyen’in Narsisistler İktidarda kitabını okumamla birlikte, narsisizmin politik olan ile ilişkisi minvalinde zihnime üşüşen kimi sorular oldu. Hirigoyen bu çalışmasında, toplumsal narsisizmin kökeni olarak, neoliberal globalleşmedeki sapmaları gösteriyor. Narsisist Donald Trump’ın iktidarının, Amerikan toplumundaki uzun bir ‘’narsisistleşme’’ sürecinin sonucu olduğunu, Trump’ın patolojisinin, Amerikan hayalinin -çok para kazanmak, en kurnaz olmak, entelektüelleri yaya bırakmak- bir neticesi olduğunu yazıyor. Toplumsal narsisizmin iktidara taşıdığı narsisistlerden kurtulma yolunun da, ‘’vatandaş seferberliğinden’’ geçtiğini düşünüyor. İktidardaki narsisistler üzerine verdiği örneklerde, Donald Trump, Vladimir Putin, Rodrigo Duterte, Jair Bolsonaro gibi devlet başkanları var. Peki, bu liderlere ‘’omuz veren’’ halkın ‘’narsisizmi’’ nasıl açıklanmalı? ‘’Toplumdaki uzun narsisitleşme sürecinin’’ bir sonucu olarak mı görmeli bu liderlerin iktidarlarını?

Zihninizdeki soruların “narsisizmin politik olanla ilişkisi”, yani toplumsal olanın öznellikle ilişkisi temelinde şekillendiğini vurguladınız. Sorunuzu yanıtlarken “narsisizm” ve “toplumsal narsisizm” gibi toplumsal-öznellik ilişkisine dair iki kavramdan ne anladığımı netleştirerek ilerlemek istiyorum.

“Toplumsal narsisizm” kavramı, ilk olarak T. Adorno ve E. Fromm tarafından “Grup narsisizmi” olarak kullanılmış ve “Kişinin, üyesi olduğu grubun abartılı üstünlüklerine, yüceliğine ve bu özelliklerin ötekiler tarafından yeterince tanınıp kabul edilmediğine inanması” olarak tanımlanmıştır. Frankfurt Okulu’ndan bu iki düşünürün yukarıdaki tanımına sadık kalan sosyal psikoloji, aynı olgu için günümüzde “kolektif narsisizm” kavramını kullanır. Belirli bir toplumsal formasyon içindeki farklı “kolektif narsisizm”leri, genellemelerden uzak durarak anlamamızı kolaylaştıran bu kavramın, genelleyici bir tonu olan “toplumsal narsisizm” kavramından daha elverişli olduğunu düşünüyorum. Örneğin, Hirigoyen’in, Trump iktidarının, “Amerikan toplumundaki uzun bir narsisistleşme sürecinin sonucu” olduğu saptamasını, yukarıda sözünü ettiğim yaklaşımla, “Amerikan toplumundaki belirli toplumsal grupların yükselen kolektif narsisizmiyle, Trump’ın iktidara gelmesi arasında önemli bir ilişki var,” şeklinde söylememiz mümkün. Bu saptamadaki “yükselen kolektif narsisizm”, grubun ulusal kimliğiyle bağlantılı ise, milliyetçilikle örtüşür, yani bu toplumsal grup, kendi ulusal kimliklerinin, öteki uluslarca yeterince anlaşılmayan üstünlüğü iddiasındadır. Kolektif narsisizm, dinî, cinsel, ırksal, etnik ve benzeri grup özellikleriyle ilişkili olabilir. Dinî bir grup, kendi üyesi olduğu dinin tüm diğer din ve inançlardan üstün olduğu, o dine inananların mutlak hakikate ulaştığı inancını paylaşabilir. Böyle bir kolektif inanç, grubun özsaygı veya özgüven olarak da açıklanabilecek olağan bir kendisini sevme durumundan farklıdır. Genellikle böyle bir kolektif narsisistik inancın/ideolojinin politik bir mücadeleye güç vermesi, bu gruptan farklı olan öteki grupların düşmanlaştırılmasını getirebilir. Bir başka deyişle onların uğradığı zulmü inkâr eden, fırsatını bulsa, inançları dahil ellerindeki tüm iyi şeyleri gasp edecek “Yahudiler” veya “Beyaz Türkler” grup içi dayanışma ve bağları güçlendirmek için gereklidir. Türkiye siyasetinde buna “tabanını konsolide etmek” deniliyor. Kolektif narsisizm, grubun mutlak haklılığını savunmak için yapılacak, düşman grupları yok etme dahil her şeyi mubah kılabilir. Küçük farklılıkların, toplumsal grupları düşmanlaştırmak için kullanılmasından söz edince Freud’u anmamak olanaksız. Freud, Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları (1930) adlı eserinde, birbirine komşu ve yakın ilişkileri olan toplulukların, örneğin, Almanlar-Güney Almanlar, İngilizler-İskoçlar gibi, küçük farklılıkları üzerinden birbirlerini aşağılamalarını, hatta kan davası gütmelerini örnek verir. “Küçük farklılıklar narsisizmi” adını verdiği bu gerilimin, toplulukların kendi iç uyumlarını güçlendirmek gibi bir işlevi olduğunu belirtir. Freud, küçük farklılıklar üzerinden kurulan ve tarih boyunca katliamlara yol açan topluluk narsisizminin son tahlilde, hiç kimseye bir yarar getirmediğini, Ortaçağ boyunca Hıristiyanların Yahudileri düşmanlaştırıp katletmelerinin Hıristiyanların birliğini sağlayamadığını, birbirlerini katletmelerine engel olamadığını hatırlatır. Sovyetler Birliği’nde yeni bir komünist uygarlık oluşturmak için de düşmanlaştırmanın kullanıldığını fakat burjuvazinin yok edilmesi sonrasında Sovyetler’in ne yapacağını merak ettiğini söyler. Kitabının yayımlandığı sırada, “deliler-akıllılar”, “heteroseksüeller-homoseksüeller”, “Yahudiler-Ari Almanlar” gibi toplumsal grupların arasındaki küçük farklılıkları düşmanlaştırarak yükselen faşizmin, tarihin en kanlı katliamlarına hazırlandığını da belirtmek gerek.  

"Neoliberal ideolojinin psikopatolojik anlamda narsisistik kitleler ürettiğini söylemek mümkün değil bence."

Hirigoyen kitabında, Trump’ı iktidara taşıyanın “… gittikçe narsisistik hale gelmiş çok sayıda Amerikalı…” olduğunu söylüyor ve Trump’ın patolojisi, “Amerikalıların önemli bir bölümünün ve çok sayıda Avrupalının durumunu ayna gibi yansıtıyordu,” diye ekliyor. Hirigoyen’in söyleminde “toplumsal narsisizm”, bir kişiye ait psikopatolojik durumla, yani Trump’ın öznel patolojik narsisizmiyle özdeşleştirilir. Liderlerin ruhsal patolojileri olabilir ancak toplumsal dinamikleri psikopatolojik kavramlarla anlamaya çalışmak önemli yanılgılara yol açacaktır. Hirigoyen’in, sosyoloji ve psikanaliz gibi iki farklı bilgi alanının kavramlarını özensiz olarak kullanmasının karışıklığa yol açtığını düşünüyorum. Bu indirgemeci yaklaşım ender rastlanan bir durum değil. C. Lasch’ın kült kitabı Narsisizm Kültürü’nde, narsisizm, bir psikopatoloji olmanın ötesinde, genelleşmiş bir toplumsal olgu olarak, yani “toplumsal narsisizm” olarak kavramsallaştırılmıştır. Küresel kapitalizm, bireyciliği, rekabeti, başarıyı, gücü, ötekilerin aleyhine de olsa tüketim ve kazançta sınırsızlığı yüceltmesiyle bireyci, egoistik bir kültürü beslese de, neoliberal ideolojinin psikopatolojik anlamda narsisistik kitleler ürettiğini söylemek mümkün değil bence.

Psikanaliz, narsisizmi o gürültücü görünümünün ardındaki, hatta kökenindeki travmatik engellenmişlikler, doyurulmamış arzular, yoksunluklar ve eksikliklerle birlikte tanımlar. Psikanalitik açıdan narsisizm, en baştan itibaren ötekine, bir bakım verene muhtaç olan öznenin, ötekiyle ilişkisinin etkisidir. Bu ilişkinin olmazsa olmazı yoksunluktur. Lacan’ın deyişiyle özne için “eksik olmayan tek şey eksikliktir”. Narsisizm, sınır tanımayan dürtünün açlığıyla, onu kesintisiz doyurması istenen öteki arasındaki gerilimden gelişir. Narsisizmi, Nirvana’ya, eksiksizliğe ulaşmak için çırpınan dürtünün, ego’larımızdaki tezahürü olarak görebiliriz. Ego’nun bu gerilimden kurtulma çabası, kendisini sevilen, güçlü, egemen, iyi hissettiren nesneler, ötekiler üzerinden yürür. Bu nedenle narsisistik ego için, seven, doyuran, alkışlayan, “ekhoist” öteki ya da ötekilerin varlığı son derece önemlidir. Aynalayan ötekinin kaybı, ego’nun kendisini, bütünlüğünü kaybedip yaralarıyla baş başa kalmasıdır. Kendisini kurabilmek için ötekinin aynalamalarına böylesine muhtaç olan, kendisini ancak ötekinde kurabilen, bulabilen ego, kuruluşu gereği narsisistiktir. Psikanalitik açıdan narsisizmin patolojik bir olgu olmadığını, her ego’nun temel unsuru olduğunu söyleyebiliriz. Küçük çocukların normal narsisizmi, bize her zaman olmasa da genellikle sevimli görünür. Çünkü çocuğun talepkârlığı, gerçek ihtiyaçlarıyla bağlantılıdır ve aradığı şey hayranlık duyulmaktan çok sevilmektir. Erişkinin normal narsisizminde ise özne, kendisini olumlu ve olumsuz yanlarıyla bütünsel olarak değerlendirip algılayabilir, yani eksikliğiyle yüzleşip, eksik kendiliğini içselleştirebilir. Ötekine yönelik taleplerini, ötekiyle empati kurarak, onun taleplerini dikkate alarak sınırlayabilme, sınırı aştığında kaygı, utanma ve suçluluk duyma kapasiteleri gelişmiştir. Normal narsisizm, kendisini iyi kötü yanlarıyla bütünlük içinde sevme, özgüven ve özsaygı duyma ile ilişkilidir. Bir başka deyişle bütünleşmiş bir kendiliğe yapılan ruhsal yatırımdır.   

"Narsisistik yaralanmalar karşısında öznenin verdiği tepkilerin psikodinamiği, korku, kaygı içindeki kitlelerin yoksunluk veya beka sorunu karşısında verdiği, vereceği tepkileri anlamada, anlamlandırmada ufuk açıcı olabilir."

Narsisizmin patolojik hale gelmesi, dürtü, özne ve öteki üçgeninde öteki(ler)nin, ego’nun aynalanma, kapsanma ihtiyacına gelişimsel olarak “yeterince iyi” yanıt verememesi ile ilişkilidir. Doyum arayan aç dürtü veya arzular ile onları bastırıp, oyalayıp, besleyip yatıştırması beklenen ötekinin yetersizliği, aldırmazlığı arasında kalan ego, kaygı, çaresizlik, dehşet yaşar. Öznenin özellikle erken yaşamında bu olumsuz duyguların bir başka deyişle narsisistik yaralanmaların sık, yoğun ve sürekli olması, patolojik narsisizm gibi ruhsal olarak kalıcı ruhsal etkilere yol açabilir. Patolojik narsisizmde özne, olumsuz yaşantı, duygu ve anılarını, olumlu olanlarla bütünleştirme becerisini geliştiremez çünkü iç dünyasındaki, belleğindeki kendisiyle ve ötekilerle ilgili olumlu yaşantılar öylesine azdır ki, olumsuzlarla bütünleştirdiğinde, elindeki iyi de olumsuz, yani çaresizlik, aşağılanma, öfke ve saldırganlık içeren yaşantıların çokluğu içinde kaybolup gidecektir. Öznenin bu kaosa karşı alabileceği önlem, kendisine ve ötekilere değgin iyi/olumlu ve kötü/olumsuz deneyimlerini birbirinden keskin bir şekilde ayırmaktır. Kendiliği, sürekli ötekinden alkış bekleyen zayıf, kırılgan bir “iyi” üzerine kurulurken, tahammül edemediği tüm kötü kendilik yanları ötekine, dışarıya boca edilir. Bir başka deyişle, patolojik narsisizm bölünmüş bir kendiliğe yapılan ruhsal yatırımdır.

Toplum, öznede olduğu gibi gelişimsel bir “narsisistleşme süreci” yaşamaz. Ancak, narsisistik yaraları deşilen bir öznenin verebileceği patolojik tepkilere benzer tepkileri, toplumsal grupların da vermeleri söz konusu olabilir. Patolojik narsisizmde, öznenin “şişkin ego”su, narsisistik yaralarını sarma, telafi etme çabasının ürünüdür. Kolektif narsisizmin “üstün biz” büyüklenmesinin, diğer gruplara yönelik saldırganlık ve yıkım üretebileceği toplumsal ortam, ideolojik, politik, ekonomik, psikolojik ve benzeri manipülasyonlarla hazırlanabilir. Toplumların bu tür manipülasyonlar karşısında verecekleri tepkiler, yaşanan tarihsel-toplumsal yoksunluk, doyurulmamış arzular ve bunlara değgin toplumsal kaygı ve çaresizlik duygularının şiddeti ile yakından ilintilidir. Narsisistik yaralanmalar karşısında öznenin verdiği tepkilerin psikodinamiği, korku, kaygı içindeki kitlelerin yoksunluk veya beka sorunu karşısında verdiği, vereceği tepkileri anlamada, anlamlandırmada ufuk açıcı olabilir; psikanalizin siyaset bilimi, sosyoloji ile alışverişi bu bağlamda önem kazanır.   

Bireyler, kendi narsisistik arzularını, ideolojilerin sunduğu toplumsal ütopyalarda eritip, eksiklik, yokluk ve yoksunlukların aşılması arzusuyla, gelecekte gerçekleşecek huzur dolu toplumsal düzenler ve bunları vaat eden ideolojiler, siyasal yapılar, önderlerle özdeşim kurarlar. Ernesto Laclau, siyaseti şöyle tanımlıyor: “Siyaset, toplumun eksikliğini idare etmektir. Toplumun tamlığı ise, bireyin tamlığı gibi ulaşılması olanaksız bir ütopyadır.” Siyaset, toplumsal eksiklikler, yoksunluklar temelinde kitleleri harekete geçirmekse, siyasal propaganda, eksikliklerin ve bu eksikliklerin tamamlanmasını engelledikleri ileri sürülen unsurların üzerine kurulur. Siyasi örgütler, yoksunluk edebiyatı yapar, yani “narsisistik yaralara” basarlar ve bu yaraların nedeni olarak gösterdikleri ötekileri düşmanlaştırmak, sıklıkla başvurulan bir yoldur.

Bu bağlamda, iktidardaki narsisistleri, sorunuzda Hirigoyen’den alıntıladığınız gibi “toplumdaki uzun narsisistleşme sürecinin bir sonucu olarak” göremeyiz. Öznenin patolojik narsisizmine değgin psikanalitik bilgi bize, “kötülük”te boğulup yok olmamak için dünyayı, ötekini ve kendiliğini bölmenin, öznenin kullandığı kadim bir yöntem olduğunu söyler. İktidardaki narsisistler, belirli toplumsal grupların kolektif narsisizmini güçlendirecek kolektif travmalar ve bu travmaların faili, düşman ötekiler üzerine kutuplaştırıcı bir anlatı kurarlar. Patolojik narsisizmin temel mekanizması “bölme”nin (splitting) iktidardaki narsisistlerin toplumu manipüle etmek için kullandıkları biçimi, “kutuplaştırmak” mekanizmasıdır. Farklı toplumsal grupların ülkemizde yaşadıkları kolektif travmaları düşündüğümüzde, saldırgan bir kolektif narsisizm üretmeye ne kadar elverişli bir toplumsal zeminimizin olduğu açık. Toplum olarak asli sorunumuz hep beka sorunu olmuştur, iç veya dış düşmanlar bize ait iyi ne varsa gasp edecek, yıkıp yok edecektir. Toplumsal kaygının yükselmesi, toplumsal grupların, ruhundaki gelişimsel yaralarla boğuşan patolojik narsisiste benzer tepkiler vermelerini getirebilir. Kötülükte yok olup gideceği korkusuyla bölen, ötekine kötülükleri boca ederek kendinden tamamen ayırıp, insanlıktan çıkaran, değersizleştiren, tüm ahlâki değerlerin dışına iten patolojik narsisistin ruh hali, korkutulmuş toplumların ruh haliyle benzeşir. Böylesi bir toplumsal ruh halinin nasıl ortaya çıkarılabildiğinin en ürkütücü örnekleri ve bunun tekrarlanma olasılığı toplumumuzun bugün de gündemindedir.

İktidar ve narsisizm üzerine analizler yapılırken, örneğin faşist ve totaliter iktidarlar için farklı narsisizm açıklamaları, tanımlamaları gerekiyor. Sizin, ideolojilerin ve bu ideolojilerden doğru tarih yaratımının, narsistik bir güdü ile yapıldığı fikrinizi önemli bulmakla birlikte, özellikle totaliter iktidarlar mevzu bahis iken toplumsal narsisizm meselesine ihtiyatlı yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Barbel Wardetzki’nin Siyasette ve Toplumda Narsisizm, Ayartma ve İktidar adlı kitabında şu ifadeler var: ‘’Büyüklenmeci narsisistik insanlar özellikle böyle olmayan, ama olmak isteyen insanlara çekici gelir. ’Narsisistler’ korkakların, çekingenlerin, unutulmuş olanların, aşağılananların gerçekleşmemiş özlemlerine yansıtma alanı olurlar. Kendini önemsiz hisseden bazıları da karşılarındakinin narsisistik ihtişamıyla özdeşleşme yoluyla önem kazanırlar. Işık onların üzerine de düşer ve özdeğerlerini güçlendirir.’’ Wardetzki’nin bu ifadeleri, faşist bir sistem için doğru/yeterli olsa bile, ‘’totaliter sistemlerin narsisizmini’’ açıklamakta yetersiz kalıyor. Kişilerin, zararlarına olduğunu bile bile, özbilinçten azade bir halde kendilerini ‘’feda ettikleri’’ bir iktidarla, kendilerini ‘’seçilmiş’’ hissettikleri için destek verdikleri bir iktidarın narsisizm analizleri birbirinden ayrışmalı. Bence bu ayrışmada belirleyici olacak olan, hem toplumların sınıfsal yapıları, hem de politik olan ile kurdukları ilişkidir. Giorgio Agamben’in, eyleme geçme potansiyelinin eyleme evirilmesini engelleyen iktidarların yol açtığı acının, insanı  ‘’kadiri mutlak’’ olana yöneltmesine dair sözleri, kanımca tam da bu ilişkiye dairdir. Burada yol gösterici olarak, Hannah Arendt’in Totalitarizm başlıklı çalışmasına başvurmak mümkün. Bu eserde, narsisizm üzerine faşist ve totaliter sistemler için ayrı ayrı yorumlar getirdiği bölümler mevcut. Arendt’e göre, halkın sınıf sisteminin berisine atılmasıyla, siyasal örgütlenmelerin dışında kalmasıyla ve arkadaşlarıyla, ailesiyle, yoldaşlarıyla toplumsal bağlarını kaybetmesiyle birlikte, örgütsüz öfkeli bireylere dönüşmeleri, yalnızlaşmaları, yalıtılmaları kaçınılmaz olur. Bu durum, ahlâki kişiliklerin öldürülmesine, tüzel kişiliklerin yok edilmesine ve bireyselliklerin imha edilmesine, sonuçta da kitlelerin kötülüğün ve suçun albenisine kapılmalarına sebep olur. Totaliter iktidarın ‘’büyük gücüne’’, ‘’mutlak iktidar ve otoriteye’’ kendini feda etmeye muktedir hale gelmiş, görüş ve iradeden yoksun bu ‘’kitlenin’’ mensubu, Arendt’in ifadeleriyle, canavar kendi çocuklarına da kıysa, kendisi zulmün bir kurbanına da dönüşse, hareketin bir üyesi olarak konumuna dokunulmadığı sürece, dava edilmesine ve kendi ölüm cezasının tertiplenmesine yardım etmeye bile istekli olacaktır. Her şeyi, kendisi dahil, harekete kurban edecektir; zira ‘’öz-çıkar, radikal bir biçimde yitirilmiştir’’. Yaşamın hiçbir alanında özgür inisiyatife izin vermeyen ve topyekûn tahakküm kullanan totalitarizm, faşizmin yaptığı gibi ‘’seçkinler’’ yaratmak adına insanlar üzerinde despotik bir yönetim oluşturmak için yahut kanaatler oluşturmak için değil, bütünüyle tecrit edilmiş insanların ‘’gereksiz olduğu’’, kanaat oluşturma kapasitelerinin yok edildiği bir sistem kurmak için mücadele eder. Arendt’e göre, totalitarizmin başarısını mümkün kılan bu kayıtsızlığın, ‘’bütün gerçek deneyimleri aşan ve tüm doğrudan öz-çıkarları geçersiz kılan bu mantıksız inadın, ateşli idealizmin basit bir ifadesi’’ olduğunu düşünmek yanlış olacaktır. Zira mevzubahis kitle, ‘’kendi gözlerine, kulaklarına’’ dahi güvenmeyen, eylemlerinin gerekçelerini dahi açıklayamayan ve aslında ‘’var olmayan’’ bir kitledir. Arendt’in ifadesi ile, ‘’totaliter yönetimin her bir insanı eşit derecede cellat ve kurban rolüne elverişli kıldığı’’ göz önüne alındığında, nasıl bir toplumsal narsisizmden bahsedilebilir?

"Toplum söz konusu olduğunda, “narsisizm” tanımından bir patolojiyi değil, çeşitli boyutlarıyla eksiklik ve eksikliğe verilen tepkiyi anladığımın altını çizmeliyim."

Sorunuzda belirttiğiniz “narsisistik güdü” kavramını toplumsal dinamikler açısından açmam gerekirse, ilk sorunuza yanıtımda belirttiğim gibi toplum söz konusu olduğunda, “narsisizm” tanımından bir patolojiyi değil, çeşitli boyutlarıyla eksiklik ve eksikliğe verilen tepkiyi anladığımın altını çizmeliyim. Bu bağlamda öznel dinamiklerle bağlantısı ve benzeşimi üzerinden, örneğin sınıf mücadelesinin de kökeninde narsisistik bir güdünün olduğunu söyleyebilirim. Sınıf mücadelesi, artı-emek ve artı-değere nasıl el konulduğu, sömürüldüğü ve nasıl eşitsiz dağıtıldığı merkezinde dönen bir mücadeledir. Yoksunluk, eksiklik, sömürü ve bunun yarattığı grupsal narsisistik yaralanmaların niteliği, sınıflar ve sınıf farklılıklarını tanımlamamızın merkezindeki unsurdur. “Narsisistik güdü”yü bu şekilde kavramsallaştırdığımızda, farklı devlet biçimlerinin farklı kolektif narsisizmler üretmesi gibi bir zorunluluk olduğunu düşünmüyorum. Yalnızca Gerçek’in, yani sınıflı toplumların ürettiği travmatik eksikliklerin, yoksunlukların (narsisistik yaralanmaların) imgesel, sembolik anlamlandırılması veya çarpıtılması olan ideolojilerin, farklı devlet biçimlerinde farklı olma gerekliliğinden söz edilebilir. Otokratik rejimlerin kolektif narsisistik yaralanmaları anlamlandıran anlatıları ile burjuva demokrasilerinin anlatıları birbirinden farklı olacaktır.

Kolektif narsisistik yaraların politize edilmesi, hegemonya siyaseti yürüten bir siyasal öznenin farklı toplumsal grupların sınıfsal, kimliksel taleplerini bir söylem çerçevesinde formüle etmesinden çok farklılık göstermeyebilir. AKP iktidarının ilk yıllarında liderlerinin en sık kullandıkları sözcüklerin, empati, ötekileştirme, yüzleşme, özür, açılım olması tesadüf değildir. Zaman içinde AKP iktidarının söylemindeki, farklı grupların kolektif narsisistik yaralarına değgin anlatının giderek otoriter, ayrımcı, saldırgan bir nitelik aldığına tanık olduk. Süreç içinde bu söylem, Sünni Müslüman, ultra milliyetçi bir toplumsal grubun, namı diğer “yüzde elli”nin öteki toplumsal gruplardan duyduğu kışkırtılmış kaygı ve korkularına kadar indirgendi. Günümüzde ise endişeli, saldırgan bir kolektif narsisizmin “konsolidasyon” sürecini yaşıyoruz. Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında yaşananların veya ABD’de Kongre binasının Trump taraftarlarınca basılmasının, narsisistik yaraları deşilip kışkırtılmış grupların, grup narsisizmlerine meydan okunduğunda, sergileyebilecekleri saldırganlığın ürkütücü örnekleri olduğunu söyleyebiliriz.  

Uzlaşmanın taraflarından biri olan kişi veya kitlelerin sorunuzda belirttiğiniz gibi “zararlarına olduğunu bile bile, özbilinçten azade bir şekilde kendilerini feda ettikleri”ni düşünmüyorum.

Wardetzki, belirttiğiniz kitabında, “Bizi narsisistlere bağlayan nedir?” sorusuna, kitlelerin, narsisistin şu vaadiyle ayartıldığı yanıtını veriyor: “Seni görkemli benliğimin içine alıyorum, sana özdeğerinin yükselmesi ve narsisistik ihtiyaçlarının karşılanması yoluyla mutluluk vaat ediyorum…” Wardetzki’ye göre, bu uzlaşmada iki tarafın da avantajı vardır. “‘Narsisist’ büyür, ‘ekhoist’ kitle de onun arkasına saklanabilir ve onun ötekiler karşısındaki başarılarından faydalanabilir.” Bu uzlaşmanın taraflarından biri olan kişi veya kitlelerin sorunuzda belirttiğiniz gibi “zararlarına olduğunu bile bile, özbilinçten azade bir şekilde kendilerini feda ettikleri”ni düşünmüyorum. Kitleler, geçmişten günümüze, kendilerini zor duruma düşüren, hatta kurban olmalarına neden olan, yani “öz-çıkarları geçersiz kılan” o kadar çok şey yaptılar ve yapıyorlar ki, Hegel’den Marx’a, Althusser’e ve tabii Freud’a kadar pek çok düşünür “Neden köleler zincirlerini sever?” sorusunu yanıtlamaya çalışmıştır. Bir bakıma bizim bu söyleşide yapmaya çalıştığımız da sanırım bu.

Bence, ‘’Donald Trump’ı ve Recep Tayyip Erdoğan’ı iktidara getiren toplumsal narsisizmdir’’ demek, liderler üzerinden halkları aynı kategoriye tıkıştırmaya neden olacaktır; halbuki Donald Trump’ı toplumsal narsisizmin kurucu bileşeni olduğu Amerikan faşizmi iktidara taşımışken, Recep Tayyip Erdoğan’ın halihazırdaki iktidarını mümkün kılan, totaliter bir yönetim için ‘’uygun’’ koşullara ulaşmış; özsaygıdan, özçıkardan, özbilinçten yoksun kitledir. Bu halde rol oynayan en önemli iki etken, Murat Belge’nin de belirttiği üzere, Türkiye’deki mevcut sınıfsal bilincin modern öncesi toplumun mantığına uygun olarak  ‘’pederşahi’’  bir düşünce tarzına sahip olması -yani  “fakir” kesiminde kalanların “kanaatkâr” ve “itaatkâr”, “zengin” tarafta kalanların ise, ‘“kâr” ile yetinen  “hayırsever” olmaları- ve kitlelerin siyasal olandan uzun bir süredir tecrit edilmiş olmasıdır. Ne dersiniz?

Evet katılıyorum. Yukarıda da vurguladığım gibi “toplumsal narsisizm” kavramı, toplumla aynı ruhsal patolojiye sahip “liderler üzerinden halkları aynı kategoriye tıkıştırma” riskini taşıyor.

"Neden narsisistler iktidarda? Çünkü Dünya halkları için gittikçe daha kaygı verici hale gelen dünya hali, geçmişin yaralarını deşiyor, yeni narsisistik yaralanmalara yol açıyor, toplulukların kurtarıcı arayışını harlıyor."

Toplum heterojen bir olgu olarak, sınıfsal, etnik, cinsel, dinsel  ve benzeri heterojen “narsisistik yaralanmaları” olan grupları içerir. Bazı gruplar için onların grup dinamiğini yaratanın ortak bir kimliksel yara/travma olduğunu da söyleyebiliriz. Bu grupların ortaklaşmış taleplerle toplumsal sahnede görünmeleri, ideolojilerle, partilerle, liderlerle özdeşimler kurmaları Laclau’nun söylediği gibi toplumsal siyasetin temel malzemesidir. Wardetzki’e göre “narsisistik ayartma” bu zemin üzerinde gerçekleşir. Bir toplumsal grubun, narsisistik travmasının derinliği, bu yaraya ait grup içi anlatının niteliği ve kolektif narsisizminin şişkinliği, o grubun, “narsisistik ayartılma” eğilimini ve grup dışı unsurlara yöneltebileceği potansiyel saldırganlığın düzeyini belirleyecektir. Önemli bir nokta da grubun yukarıda belirtilen özellikleri, nasıl bir ideoloji, politik özne veya liderle özdeşim kuracağında etkili olacaktır. Kabaca söylersek grubun saldırganlığı arttıkça özdeşim kuracağı liderin narsisistik patolojisinin şiddetinin artması sürpriz değildir. Sizin de belirtiğiniz gibi iktidardaki narsisistler için Hirigoyen’in verdiği örnekler yakın zamana kadar ABD’de iktidarda olan Trump’tan Duterte’ye kadar uzanan pek çok dünya liderini kapsıyor. Neden narsisistler iktidarda? Çünkü Dünya halkları için gittikçe daha kaygı verici hale gelen dünya hali, geçmişin yaralarını deşiyor, yeni narsisistik yaralanmalara yol açıyor, toplulukların kurtarıcı arayışını harlıyor. “Kurtuluş”, “yeniden doğuş” vaat eden narsisistik liderlerin, “tek adam”ların yükselişi, şaşırtıcı değil. H. Geiselberger’e göre söz konusu liderlerin ortak özellikleri şunlar: Siyasal söylemlerinin, ataerkil, eril, milliyetçi niteliği, biz ve ötekiler kutuplaştırmasına dayalı olması ve “biz”den olmayanlara öfke ve nefret kusması, evrensel insan haklarına dayalı özgürlükçü kültüre düşmanlık, azınlıklar ve/veya muhalifleri ötekileştirme ve neoliberalizm savunusuna eklemlenmiş küreselleşme karşıtlığı ve içe kapanma savunusu.

Narsisistik liderlerin kişilik özelliklerinin benzerliği şaşırtıcı değil, ayrıca aralarındaki ahlâksız dayanışma da dikkat çekici. Psikiyatri alanının etik kurallarına göre, “kamu tarafından tanınan bir kişiye kendi isteği dışında, uygun bir muayene yapılmadan konulan tanılar tıp etiğine aykırıdır”. Ancak Trump’ın başkanlığı sırasında bu kuralın ABD’de psikiyatrlar tarafından yoğun bir şekilde sorgulanmasına, hatta ihlaline tanık olduk. Wardetzki ve Hirigoyen, bu etik ilkeyi toplumu uyarmak, yani toplum yararı için aşılabilir buluyorlar. Wardetzki ve Hirigoyen arasında, yaralı kitlelerin narsisistik ayartılmasında başarılı olan bu liderlerin narsisistik patolojileri konusunda bir uzlaşı var. Wardetzki, “Diktatörler için, katlanılabilir ölçüdeki narsisistik özelliklerin çok ötesine geçen, deyim yerindeyse kötü huylu narsisizm ifadesi kullanılabilir,” derken, Hirigoyen, aynı patolojiyi tarif eden, daha çok Fransız psikanalistlerin kullandığı “narsisist sapkınlık” kavramını tercih ediyor. Ülkelerinde, güçler ayrılığı ilkesini çiğneyerek mutlak iktidarlarını sürdüren otokratların kişilik özelliklerinin yürütme, yasama, yargı süreçlerine, yani devletin tüm karar mekanizmalarına yansımaması olanaksız. Bu durum, söz konusu liderlerin kişilik özelliklerinin toplumda sıklıkla tartışılmasının en önemli nedeni. Ancak yine de bu liderlerin iktidarlarına karşı, ruhsal veya fiziksel sağlıkları zemininde değil, yine politika alanında mücadele verilmesi gerektiğine inanıyorum. Özellikle Hirigoyen’in yaptığı “Hepsi patolojik düzeyde olmasa da, bütün politikacıların narsisist olduğu açıktır,” gibi genellemelere düşmemek gerekiyor.

Kitaplarında, Wardetzki ve Hirigoyen’in üzerinde uzlaştıkları ama ayrıntılandırmadıkları “kötü huylu narsisizm” veya “narsisist sapkınlık” psikanalitik açıdan şu özelliklerle karakterize bir kişilik tipidir: Bu kişiler, yasa tanımazlıkları, şiddete eğilimleri, tepkisellikleri ile yine patolojik narsisizmden mustarip antisosyal kişilik yapısındaki kişilerle sıklıkla karıştırılabilirler. Fakat onların antisosyal kişiler için olanaksız olan “narsisistik ayartma” işini başarıyla yapabilmelerini veya kendilerini koruyarak suç işleyebilmelerini sağlayan önemli “üstünlükleri” vardır. Habis narsisistler, antisosyallerin aksine ötekiler için endişe duyma veya suçluluk hissetme ve sadakat gösterme kapasitelerini tümüyle yitirmemişlerdir. Diğer insanların ahlâki değerlerini ve inançlarını algılayabilirler. Politik örgütler, partiler veya kuruluşlar içinde yükselebilmeleri, içi boş da olsa, ötekinin ne istediğine, ne düşündüğüne kulak verebilme kapasiteleri, bu özellikleriyle ilişkilidir. Bu özellikler, habis narsisiste, narsisistik ayartı için gerekli olan, ötekilerin narsisistik yaralarını kendi hedefleri, çıkarları için sömürebilme olanağını verir. Ayrıca habis narsisistlerin, hiçbir şeyi idealize edemeyen, hiçbir toplumsal değeri görünüşte de olsa benimseyemeyen antisosyallerden en önemli ayırıcı yanları, kötülüğü, sadizmi, belirli ideolojiler çerçevesinde idealize edebilmeleridir, yani ideolojik kisvelere büründürdükleri kötülüğü kutsayabilirler ve bu kutsamayı peşlerindeki kitlelerin katıldığı dehşet verici bir kutsal ayine çevirebilirler.

Hirigoyen, habis narsisistler için, “Maskelerinin düşmesi tehlikesiyle karşılaştıklarında kurban rolüne geçerler,” diyor.

Görünen ve gizledikleri yüzleri arasındaki bölünmüşlük zaman zaman tutum ve tavırlarına tutarsızlık olarak yansır. Ancak geri dönüp bu tutarsızlığı açıklama, tartışma hiç yapmayacakları, yapamayacakları bir şeydir. Bir olumsuz olayın gelişiminden doğrudan sorumlu olsalar da, sebep-sonuç ilişkilerini sorgulamaz, sorgulatmazlar, onlar için bazı şeyler yalnızca başımıza gelir, bazı şeyler de kötü niyetlilerin komplosudur.  Söylemleriyle davranışları arasındaki tutarsızlıktan rahatsızlık duymamalarının nedeni zihinlerinin bölünmüş, “kompartmentalize” işleyişiyle ilgilidir. Dün söylenen ve yapılanlar izole bir zihinsel kompartmanda tutulurken, dünle taban tabana zıt olan bugün söylenen ve yapılanlar, başka bir zihinsel kompartmanda, dünkü söylenip yapılanlara dokunmadan tutulur. İşine gelmeyeni tükürüp işine yarayanı benimseyen narsisistin, çelişkilerden uzak kendinden eminliği, kitlelerde, ortada bir çelişkinin olmadığı veya her şeye rağmen dik durduğu yanılsamasını yaratabilir. Habis narsisist, söylem, tutum ve davranışlarıyla ilgili bu çelişkilerle, tutarsızlıklarla ilgili bir açıklamada bulunmaz, pişmanlık, suçluluk duymaz, özür dilemez, yalnızca görmezlikten gelir. Bu “beceri”, patolojik narsisizmin kadim bölme mekanizmasının ürünüdür. Şimdi burada söylenip yapılanlar, o zaman orada söylenip yapılan tam tersi şeylerden bölünüp ayrılır ama aynı zamanda, o zaman onları söyleyen ben ile şimdi burada bunları söyleyen ben de farklı zihinsel kompartmanlarda birbirine dokunmadan tutulur. Bu çelişkili kendilik hallerini ve davranışları bütünleştirmek, narsisistin yapamayacağı bir şeydir, çünkü çelişkili kendilik hallerini ve davranışlarını kabullenmek, zayıflığını veya ötekinin galibiyetini kabul etmek demektir ki bu onda dehşet yaratır. Bu nedenle yüzleştirmeye yanıtı, yüzleştirene, eleştirene yönelik öfke, suçlama ve aşağılama olacaktır. Karşısındakinin kendisinden çok güçlü olduğunun apaçık görüldüğü durumlarda ise açık veya gizli boyun eğip, pazarlık etmeye, hatta tamamen teslim olmaya eğilimlidir. Habis narsisistin, kendisinin ve kendi grubunun eksikliğine, yetersizliğine katlanamayıp bunu dışarıya yansıtması, yadsıması, kendi zihninin ve dış gerçekliğin önemli bir kısmını ihmal etmesine yol açtığı için gerçeklikle ilişkisi bozulur. Özellikle işlerin kötüye gittiği durumlarda somut gerçekliğin, şişkin ego’sunu rahatsız eden, yüzleşmek istemediği yanları o kadar artar ki, narsisist, gittikçe gerçeklikle bağını kopararak onu yankılayanlardan oluşan bir çevreye ve totolojik bir söyleme sıkışır. Bu sıkışıklık gözlerden sakladığı yasa tanımaz yüzünün sinsice eyleme geçmesine ve çevresine, kendisine zarar verme, şiddete başvurma davranışlarına neden olabilir. Habis narsisist, ötekilere uyguladığı siyasal zorbalığı, özdeşim kurduğu zalim bir despotun öğretileri, uygulamaları zemininde meşru görebilir. Hirigoyen’in belirttiği gibi habis narsisistler, tamamen dürtüsel davranan antisosyallerden farklı olarak, “Ne yaptıklarını çok iyi bilen, her şeye en küçük ayrıntısına kadar hakim olan strateji uzmanlarıdır” ve “hızlı toplumsal veya maddi başarı sağlamalarının nedeni yalan söyleme kapasiteleri, vicdan eksiklikleridir”. Eleştiriye veya yenilgiye tahammülsüzlüklerinin temel nedeni, haklılığını ispatlayan veya, galip gelen ötekinin, gücü eline geçirince en az kendileri kadar sadistçe davranacağına dair inançlarıdır. En erken deneyimlerinin etkisinde şekillenen güçlü öteki imgesi, daima zalim, adaletsiz, acımasızdır, onun eline düşmemek yaşamsal önemdedir, korktukları başlarına gelirse, sağ kalmak için son seçenek olarak güçlü ötekine tamamen teslim olmaları da mümkündür. Hirigoyen, habis narsisistler için, “Maskelerinin düşmesi tehlikesiyle karşılaştıklarında kurban rolüne geçerler,” diyor. Bu saptamaya, kurban rolüne geçmeleri, kendilerini yanlış yapmaya ittiğini ilan ettikleri bir günah keçisi bularak olabilir şeklinde bir ek yapılabilir. Önemli bir yenilginin açtığı narsisistik yaralarını, dönüşlerinin muhteşem olacağı büyüklenmeci fantezileri içinde, bir süre için ortalıkta görünmeyerek sarmaya çalışırlar, bu kapanmaya psikanalitik literatürde “muhteşem inziva” adı verilir. İşler yolunda gitmediğinde, başvurdukları bir diğer yol da, sahte, alaycı bir tavır takınarak, doğrudan veya dolaylı, kendilerinin faili oldukları olup biteni izleyen “masum seyirci” rolünü oynamaktır.   

Habis narsisistler, toplumsal yasa ve kuralları içselleştirememekle, tanımamakla birlikte, onları çiğnediklerinde alabilecekleri toplumsal tepki ve cezanın farkındadırlar. Bu nedenle topluma dönük yüzleri ile karanlıktaki öteki yüzleri ve mahrem yaşamları farklılık gösterir. Bölme ya da yadsıma mekanizmasının kişilik gelişimleri üzerindeki en temel etkisi bu “Dr. Jekyll-Mr.Hyde” ikiliğidir. Toplumsal kural ve yasaların, sıradan insanlar ve onlar için farklı işlemesi gerektiğine sarsılmaz bir inançları vardır. Bu nedenle onların meşruiyet dayanakları, tüm toplum için geçerli “the law” değil, kendilerinin kendileri için yazıp benimsediği “a law”dır. Gizli dünyalarının “özel” hukuk düzeninde, sıradan ötekilerin dünyasında suç, günah, kötü olan her şey, meşru, haklı, iyi, hatta kutsal olabilir. Toplumun, bu özel “hukuk düzeni” ve onun işleyişiyle karşılaşması, ancak muktedirin gizli dünyasını anlık dikizleme imkânı veren çatlaklar, sızıntılarla olabilir. İktidardaki narsisistin, topluma verebileceği en önemli zarar, iktidardaki gücü arttıkça, gizli dünyasının karanlığını sergilemekte daha cüretkâr olmasıdır. Bu onun karanlık dünyasının “özel hukukunun” toplumda da fiilî bir meşruiyet kazanmasına neden olabilir. Tüm toplumsal ilişkileri etkileyecek bu sapmanın toplumsal dağılma ve çürümeye yol açmaması olanaksız gibidir.  

İlk sorunuzda Hirigoyen’in, iktidardaki narsisistlerden kurtulma yolunun “vatandaş seferberliğinden” geçtiğini söylediğini belirtmiştiniz. Katılıyorum, ama narsisistik ayartmanın kendiliğinden olmaması gibi vatandaşların diktatörlüklere karşı seferberliği de kendiliğinden gerçekleşmiyor. Her geçen gün katmerlenen küresel düzeydeki narsisistik yaralarımızı, özgürlük, eşitlik, adalet, barış ve demokrasiye ayartabilecek, zihinlerimizi bölen/kutuplaştıran değil, melezleştirip bütünleştiren bir anlatıya, söyleme ve tabii siyasal öznelere ihtiyacımız var.


 Kaynakça

Marie-France Hirigoyen, 2021, Narsisistler İktidarda, çev. Ayşen Gür, İletişim Yayınları.

Cem Kaptanoğlu, 2000, “Ben Hayali, Ulusal Kimlik ve Travma”, Birikim, sayı 134-135.

Barbel Wardetzki, 2018, Siyasette ve Toplumda: Narsisizm, Ayartma ve İktidar, çev. Deniz Cankoçak, İletişim Yayınları.

Hannah Arendt, 2018, Totalitarizmin Kaynakları 3: Totalitarizm, 3. Baskı, çev. İsmail Serin, İletişim Yayınları.

Giorgio Agamben, 2018, Nesir Fikri, 2. Baskı, çev. Fırat Genç, Metis Yayınları.

Murat Belge, 2015, “AKP Döneminde Sınıflar”, Birikim Haftalık, 26 Ocak, https://birikimdergisi.com/haftalik/1357/akp-doneminde-siniflar