Şili Halkları Pinochet Rejimiyle Hesaplaşabilecek mi?

Güney Amerika'nın konisinde, 70'li yılların ilk çeyreğinde Arjantin'den Devrimci İşçi Partisi (PRT) Şili'den Devrimci Sol Hareket (MIR), Uruguay'dan Tupamarolar (MLN-T) ve Bolivya'dan Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN) Devrimci Koordinasyon Komitesi (JCR) adı altında bir araya gelme çabası içindeydi. Ulusal sınırların anlamsızlığını görüp, beraber köklü değişimler için bir fırtına yaratmaya karar vermişlerdi. Fakat onlar daha ciddi bir adım atamadan darbecilerin enternasyonali Plan Condor (Akbaba Planı) devreye girmiş; daha önceki yıllarda Paraguay ve Brezilya'da yapılmış askerî darbeleri 21 Ağustos 1971'de Bolivya'da, 27 Haziran 1973'de Uruguay'da, 11 Eylül 1973'de Şili'de ve son olarak 24 Mart 1976'da Arjantin'de yapılanlar izlemişti. 

Bu darbeler genel olarak toplumsal ve iktisadi yapıyı yeniden biçimlendirmek için kullanılırken aynı zamanda devrimci hareketlere karşı siyasi soykırım politikası izlendi. Tahminen toplamda bu süreçte 60 bin kadar devrimcinin çeşitli biçimlerde yok edildiği varsayılıyor. 

Şili'nin diğerleri arasında ayırt edici bir yanı vardı. Çünkü sosyalistler Şili'de ilk kez seçim yoluyla iktidar gelmiş (S. Allende, 3 Kasım 1970) ve Soğuk Savaş mantığına göre ABD hegemonyasını tehdit edenler kervanına katılmıştı. Özetle Amerikan yönetimi ikinci bir Küba istemiyordu. Ayrıca Şili, kapitalizmin kendini yenilmesine sağlayacak olan neoliberal politikaların deney alanı olacaktı. ABD açısından sıra yıllardır ekonomik ve politik yatırım yapılan ordunun rolünü oynamasına gelmişti. Şili'deki devrimci hareketler darbeye başlangıçtan itibaren direnmelerine rağmen yetersiz kaldılar ve yenildiler. Şili neoliberal deneyin dolayısıyla darbenin özellikle "disiplin toplumu" yaratma anlamında güzide bir örneği oldu. Fakat sonuçta insanların direngenliği ve uluslararası konjonktürün de katkısıyla 80'li yılların son periyodunda rejimin zorla halka giydirdiği tek tip elbisenin dikişleri patlamaya başladı. 1988’de   Pinochet’in diktatörlüğünün/devlet başkanlığının uzatılması talebiyle yapılan referandumdan "hayır" çıkması artık iyice kaba sığmazlığın ifadesiydi.

Daha sonraki yıllarda Pinochet'in cisminden kurtulunsa da ruhu hep karanlık bir gölge olarak Şili'nin üstünde kaldı. Sosyal demokrat iktidarlar özellikle ordu, yargı ve bir tür askerî polis konumunda olan ve halen halklar üzerinde gündelik şiddetin uygulayıcısı Carabineros'un üzerine gidemedi. Dolayısıyla sıra, gelir adaletsizliği başlığında OECD ülkeleri arasında birinci sırada yer alan Şili'de (2021 verilerine göre ülkenin en zengin yüzde 1’lik kesimi, ulusal gelirin yüzde 33’ünü alıyor) hüküm süren adalet ve eşitlik yoksunluğunu sarsmaya dönük köklü adımlar atmaya da bir türlü gelemedi.

2006 ve 2011 öğrenci hareketi arada soluklanmaları sağladı. Asıl olarak ise düzen, 2019'un Ekim ayında "30 peso için değil, 30 yıl için” sloganı etrafında şekillenen ayaklanma sırasında sorgulanmaya başladı. Bu durum Pinochet anayasasına karşı yeni bir anayasa yazılma sürecine kadar evrildi. Son süreçte gelişen hareketin doğa, kadın ve yerli haklarını önceleyen yanlarıyla, anti kapitalist pozisyonu karakteristik özellikler olarak ön plana çıktı. Şili'deki isyan başta komşu Peru olmak üzere kıtadaki birçok ayaklanmaya, halk hareketine esin kaynağı oldu.

Boric'in sözleri

Müstakbel Devlet Başkanı Boric 2011 yılında rakibi/yoldaşı Camila Vallejo'yla yarışarak Şili Üniversite Öğrencileri Federasyonu (FECH) başkanlığına seçildiğinde "... Perspektifimizi üniversite mücadelesiyle sınırlamıyoruz. 'Eğitim hakkı' sorununu mevcut hükümet, meclis ve üniversiteler arasında çözüleceğine de inanmıyoruz. Bu yüzden ülke çapında değişimi hedefleyen bir siyaset inşa edilmesi zorunlu," diyordu. 

Boric şimdilerde ise sosyal medya hesabı üzerinden "Devrimciler yeni bir düzen yarattıklarında kendilerini ispatlamış olurlar, ki bu düzen kendilerine karşı olanların çoğunluğunu da içermeli..." türünden alıntılar paylaşıyor. "Elitlerin benimle aynı fikirde olmasını beklemiyorum, ama bizden korkmayı bırakmalarını bekliyorum," türünden sözler sarf ediyor. Doğal olarak geçen zaman ve değişen pozisyonlar, yani muhalefette ve iktidarda olmanın halleri, hayata başka açılardan bakmayı ve politikaları da doğuruyor.

Yeni kabine

Başlıktaki hesaplaşma sorusuna dönecek olursak. Bu arayış 2019 ayaklanması sürecinde Şili halkları açısından başladı. Boric'in iktidarı da doğrudan ya da dolaylı bu hareketin ittirmesiyle biçimlendi. Kaldı ki Boric ve ekibi de seçim öncesi yayınlanan programlarında Pinochet rejimiyle hesaplaşmak için az şey söylemiyorlar.[1] Ayrıca geçtiğimiz haftalarda açıklanan kabine de bu başlıktaki sorunun yanıtına ilişkin yeterince ipucu veriyor.

Kabinede yirmi dört bakanın on dördünün kadın oluşu, öğrenci hareketi menşeli figürlerin bulunması, aynı zamanda bu kişilerin farklı siyasal kesimlerden gelmeleri, ağırlığın genç olması dahi az bir şey değil. Kabinede farklı politik kimliklerin de temsil edilmesi, birçok Latin Amerika ülkesinde âdet olduğu üzere “Başkan”a indirgenen iktidar sembolü dışında bir kolektivite arayışına da işaret etme potansiyeli taşıyor. Gerçekleşirse bu bile başlı başına bir olumluluk olur.

Boric yaptığı açıklamalarda kadınların kabinede çoğunlukta olmasını kadın hareketinin, binlerce kadının mücadelesinin bir yansıması olarak değerlendiriyor ve bunu bir mutluluk olarak niteliyor.

Salvador Allende'nin torunu Maya Fernández Allende'nin savunma bakanı olması ise simgesel önemi bir yana  umarız Pinochet rejiminin bekçileri, ABD'nin ülkedeki gölgesi ordu ve Carabineros'la hesaplaşmanın yolunu açar.[2]

Boric'in kabinesindeki, şimdiki Şili Merkez Bankası başkanı olan Mario Marcel'in maliye bakanı olarak seçilmesi ise mevcut neoliberal politikalardan yana tutum alma olasılığı nedeniyle eleştiriliyor. Muhtemelen "piyasaları ürkütmeyelim" babında yapılan bu tercihin uluslararası güçlerin talepleri ve baskılarıyla da doğrudan ilintisi olsa gerek. Bunun Boric'in cephesinde küçük bir gedik mi olacağını, yoksa zamanla büyük bir deliğe/anafora mı dönüşeceğini ileride göreceğiz.

Kabinedeki büyük bir eksiklik ise başta Mapucheler olmak üzere ülkede özerklik mücadelesi veren yerli halkların doğrudan bir temsilcisinin yer almayışı. Bu boşluk doldurulmazsa iktidarın kuşkusuz zaaflı bir yanını temsil edecek. Fakat Pinochet rejimi, neoliberalizm ve 500 yıllık sömürgecilikle hesaplaşmanın birbirinden ayrılamayacağını fark ettikleri noktada pekâlâ komşu Bolivya'da olduğu gibi bu meseleyi özel olarak ele alacak bir bakanlık da onlar kurabilir. Böylelikle daha sağlıklı bir biçimde yol alabilirler.

Boric'in niyeti ne olursa olsun karşısında ciddi engeller var. Korona sürecinden her yerde olduğu gibi ekonomi olumsuz bir biçimde etkilenirken mevcut Devlet Başkanı Sebastián Piñera'nın yolsuzluğa dayalı politikaları ülke halklarını daha da derin bir yoksulluğa itti. Yoksulluk oranı resmî rakamlarla son dönemde yüzde 8,1’den yüzde 12,2’ye yükseldi. İşsizlik ve suç oranları arttı. Sonuçta yeni iktidar toplumu her açıdan tekrar ayağa kaldırmak zorunda.

Yasama organlarında ise sol azınlıkta. Bu Boric'in yapmak istediği yasa değişiklikleri konusunda işini zorlaştıracak. Aynı zamanda şimdiden parlamento dışı sol ve devrimci hareketlerin eleştirilerine uğruyor. Fakat bu pekâlâ Boric yönetimi tarafından bir avantaja dönüştürülebilir. Fikrî açıdan sokaktaki hareketlerin kılavuzluğuna başvurulabileceği gibi yasama organlarında çıkacak muhtemel tıkanıklıklar da toplumsal baskıyla aşılabilir.

Ya olmazsa?

Yeni bir anayasanın yanı sıra yerel meclislerin desteklenip güçlendirilmesiyle şekillendirilebilecek bir doğrudan demokrasi Pinochet rejimiyle hesaplaşmanın tacına dönüşebilir. Böyle bir hesaplaşma gerçekleşirse, sadece Şili'de değil, kıta çapında çok şeyi değiştirecektir. Peki ya becerilemezse ya da iktidar tarafından böyle bir yol tercih edilmezse ne olur? Kapitalizm canavarı bazı fantastik öykülerde olduğu bu genç solukları da yutar, onların enerjisini soğurup kendine katar ve yenilenmiş olarak yoluna devam eder.

Fakat neyse ki halkların gelecek arayışı uzun zamandır, oy vermek ve hükümet seçmekten ibaret değil. Çok daha fazlası var...

Güncel sorunlar

Şili'de yeni iktidar daha koltuğa oturmadan çok sayıda aciliyeti yüksek sorunla karşı karşıya. Mesela lityum madenciliği başa bela. Halihazırda mevcut iktidarın uluslararası sermayeye yangından mal kaçırır gibi lityum kaynaklarını ihale etmesi halkın sokağa çıkarak yaptığı aktif muhalefetle engellendi. Fakat muhalefet tarafından lityum madenciliğinin doğaya verdiği zararın yeterince algılandığı söylenemez. Halihazırda Bolivya, Arjantin ve Şili üçgeninde Çin, Alman, Amerikan ve Kanada sermayesi tarafından lityum madenciliği yürütülüyor. Şu anda yapılan belgelemelere göre bile doğa fazlasıyla zarar görmüş durumda. Lityum madenciliğinin bu hızda devam ettiği takdirde doğada ciddi düzeyde kalıcı yıkımlara neden olması bekleniyor. Maalesef bir noktadan sonra "ulusal çıkarlar" yalanı her şeyi örtebiliyor. Umarım yeni dönemde olanlara başka türlü bakmanın dinamikleri de gelişir.

Şili'de doğanın yıkımını hızlandıran bir diğer sorunsa bitmek bilmeyen yangınlar. Yaz boyu ülkenin güneyi yandı, şimdi de Boric'in doğduğu topraklar, Tierra Del Fuego'da ben yazıyı hazırladığım sırada bir haftadır söndürülemeyen bir yangın var. Sorun kuşkusuz doğrudan iklim kriziyle bağlantılı. Köklü çözümler bulunmak zorunda. Yeni hükümetin bu konularda bir politikası var mı bilmiyoruz fakat sosyal medyada taraftarları Boric'in dikkatini çekmek için çırpınıyor.

Bir diğer önemli gelişme ise Şili'nin kuzey kentlerinden Iquique'de gündeme gelen göçmen karşıtı, ırkçı saldırılar. Venezuela'ya hakim olan kriz sayesinde 6-7 milyon insan farklı coğrafyalara göç etmek zorunda kaldı, bir kısmı da Şili'ye gidiyor. Iquique konaklama yerleri; fakat burada sık sık polis eşliğinde son dönemde kendini gösteren neo-Nazi kampanyaların hedefi oluyorlar. Çadırları yakılıyor, darp ediliyorlar. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Şili medyası başta olmak üzere dünya basınında da bu faşist saldırılar protesto diye sunuluyor. Seçimlerde Boric'in rakibi Kast'ı destekleyen neo-faşist hareket muhtemelen burada da durmayacak, yerleşik beyaz ırkçılığını kaşıyarak yeni iktidara karşı bir manivela olarak kullanmaya çalışacak.

Son olarak Mapuche halkına dönük çeşitli bahanelerle artan devlet terörüne dikkat çekmek istiyorum. Kırsal alanda yaşayan yerliler yaşadıkları topraklardan sürülmeye çalışılıyor. Direnenler hapsediliyor ya da devlet güçlerinin saldırılarına uğruyor. Yıllardır sürdürülen bu baskılar seçim öncesi ve sonrası tonu yükseltilerek devam ediyor. Yerlilerin arasında küçük çaplı direnişler var fakat bu devlete geri adım attırmaya yetmiyor. Yeni bir şeyler yapma iddiasındaki iktidarın çözüm bulması gereken başlıklar altında bu mesele de ilk sıralarda.

Boric ve ekibini çok zor zamanlar bekliyor. Hele hele şu an Peru'da Devlet Başkanı Castillo'nun düştüğü ibretlik, iktidar olamama ve sağa savrulma durumunu göz önünde bulundurursak Şili'yi de değiştirmenin hiç kolay olmayacağı rahatlıkla görülebilir. Fakat önemli olan bunun için hep birlikte mücadele edecek olmaları. Lafı bu konuda Boric'in söyledikleriyle bitirelim: Bir yol haritamız var, ancak bu yolda bir uçurum karşımıza çıkarsa, yorucu ve zor olsa da onu aşmanın bir yolunu arayacağız...


[1] Boric'in neler vaat ettiğini anlamak için bu derleme çevirilere göz atılabilir: https://sendika.org/2021/12/sol-program-ve-talepler-uzerine-boric-silide-ne-vadediyor-640998/ ve https://sendika.org/2021/12/sili-boricin-insan-haklari-programi-641322/

[2] Boric'in devlet başkanı seçilmesi sonrası Pinochet dönemiyle ilgili açılan bir dava geçtiğimiz günlerde hızla sonuçlandı. Mahkeme 1974-1975 yıllarında ordu tarafından işkence yapılan üç kişiye tazminat ödenmesine karar verdi. Elbette sevinecek bir durum fakat genelde bu tür davalar uzun sürerken, mahkemenin hızla karar vermiş olmasının sebebi failleri cezasız bırakmak ve olası hesaplaşma sürecinden kaçırmak da olabilir.