Demokratik Anayasa Yapımı Örneği Olarak Şili

Ülkemizde düzenli aralıklarla yükselen “yeni anayasa” tartışmalarının tekrar yükseldiğinin sanırım hepimiz farkındayız. Kimisi belirli alanlarla sınırlı bir reform gerektiğine kimisi ise mevcut anayasanın reformla düzeltilemeyeceği ve yeni bir anayasa yapılmasından yana. Ancak şu bir gerçek ki, âdeta bir yamalı bohçayı andıran mevcut anayasa yaşanan krize çözüm sunmakta yetersiz ve anayasal sistemde belirli başlı değişimler yapılması gerektiği açık. O halde yapılacak değişimin formunun ve değişime giden sürecin nasıl olması gerektiği önümüzdeki süreçte tartışılması gereken başlıklardan birkaçı. Bu yazı kapsamında ise çözümün bir reform ile mi yoksa yeni baştan bir anayasa ile mi mümkün olacağını tartışmayacağım, fakat çözümü yeni baştan bir anayasa yapmakta bulan ve anayasal değişikliğin nasıl yapılması konusunda bir örnek olabilecek Şili’de devam eden anayasa yapım sürecini aktaracağım.

Peki neden Şili? Gerçekten de dünyanın diğer ucundaki bu ülke ilk bakışta Türkiye’ye oldukça uzak görünse de aslında pek çok konuda bir o kadar da yakın. Şili, Augusto Pinochet’in yönettiği darbe yönetimi altında yapılmış ve günümüze kadar onlarca kez değişikliğe uğramış 1980 tarihli bir anayasaya sahip bir ülke olmanın yanı sıra OECD raporlarına[1] göre en yüksek gelir adaletsizliğine sahip ülkeler arasında. Bu haliyle belirli noktalarda ülkemizle benzeşen Şili’de yeni anayasa yapım sürecini ateşleyen şey ise 2019 ekim ayında başlayan ve devasa boyutlara ulaşan protestolar olmuştur.

Sanıyorum hepimiz metro ücretlerine yapılan zamlara karşı başlayan ve mevcut sisteme karşı bir protestoya dönüşen büyük eylemlerden veya bu eylemler sırasında söylene şarkılardan bir şekilde haberdar olduk. Peki bu insanlar ne istiyordu? Özetlemek gerekirse eylemcilerin temelde protesto ettikleri şeyin sosyal adaletsizlik olduğunu söyleyebiliriz. Ama burada dikkate değer husus, eylemcilerin yaşanan sosyal adaletsizliğin kaynağı olarak mevcut anayasayı gösteriyor olmasıdır. Diğer yandan, Şili’deki darbe anayasasının getirdiği neoliberal anlayışın (örneğin suların kamu mülkiyetinde olmayışı, Şili Anayasası[2] m. 19/24.11) ve devlet başkanına tanınan pek çok konuyu kararname ile yönetme yetkisinin (Şili Anayasası m. 24/2, m.32) oluşturduğu sistemin ve onun yarattığı sosyal adaletsizliğin reform yapılarak düzeltilmesinin mümkün olmadığı da temel argümanlar arasında.

Ancak Şili’de yaşanan sistem krizinin çözümü için yeni bir anayasa yapımı sürecine gidilmesi fikri yeni olmayıp, 2014-2018 yılları arasındaki Şili Sosyalist Partisi’nin adayı devlet başkanı Michelle Bachelet yönetiminde geniş çapta vatandaş katılımıyla demokratik bir anayasa yazılmıştır. Fakat anayasa taslağının onay için kongreye sunulmasının 2018 seçimleri ile aynı zamana denk gelmesi ve seçimde Pinochet’den sonra ilk defa muhafazakâr bir aday olan Sebastián Piñera’nın başkan seçilmesi bu taslağın sonu olmuştur. Zengin bir iş insanı olan Sebastián Piñera’nın uyguladığı neoliberal politikalar ise sistem krizini daha da derinleştirmiş ve 2019 yılının ekim ayında başlayan eylemlere yol açmıştır.

Ancak daha önce de ifade edildiği gibi, sosyal adaletsizliğe karşı yapılan eylemlerin ayırt edici özelliği sorunun temel kaynağı olarak Pinochet Anayasası’nın gösterilmesi ve açıkça yeni bir anayasa talebinin ortaya konulmasıdır. Dolayısıyla yapılan kabine değişikliği eylemleri yatıştırmamış ve hükümet yeni bir anayasa sürecini başlatmak durumunda kalmıştır.

Sonuç olarak Şili Kongresi 15 Kasım 2019’da yeni bir anayasa yapılıp yapılmayacağına dair bir referanduma gidilmesi hususunda anlaşmış ve aralık ayında yayımlanan bir başkanlık kararnamesi ile yeni anayasa süreci başlamıştır. Bu yeni anayasa yapımı süreci kurgusu ise üç basamaktan oluşmaktadır. Buna göre öncelikli olarak bir referandum yapılarak halka yeni anayasa isteyip istemediği ve bu anayasanın kim tarafından yapılması gerektiği sorulacak ve eğer yeni anayasa yapılması gerektiği yönünde bir sonuç çıkarsa ikinci basamak olarak anayasayı yapması öngörülen kişilerin seçimi yapılacak ve bu kişiler bir yıl içerisinde yeni anayasa taslağını hazırlayacaklardır. Son aşama ise hazırlanan anayasa taslağının kabul edilip edilmeyeceğine dair ülkemizde alışık olduğumuz anlamda bir referandumdur.

İlk basamak olan referandum, pandemi sebebiyle gecikmeli olarak 25 Ekim 2020 tarihinde yapılmış ve halka iki soru sorulmuştur: 1) “Yeni bir anayasa istiyor musunuz?” 2) “Yeni anayasayı nasıl bir organ yazmalı?” İkinci sorunun cevabı olarak ise iki seçenek bulunmaktadır, yarısı görevdeki milletvekilleri ve yarısı halk tarafından seçilecek üyelerden oluşacak 172 kişilik “Karma Anayasa Konvansiyonu” ve cinsiyet eşitliğine dayalı olarak sadece halk tarafından seçilecek üyelerden oluşan 155 kişilik “Anayasa Konvansiyonu”. Referandumun sonucuna göre halkın %78,28’i yeni anayasa fikrine evet demiş ve oyların %79’unu alan “Anayasa Konvansiyonu” yeni anayasayı hazırlayacak organ olarak belirlenmiştir. Bu sonuçlar karşısında önümüzdeki günlerde Anayasa Konvansiyonu üyelerinin seçimi yapılacak.

Anayasa Konvansiyonu hakkında ilginç bir husus ise anayasayı yapacak kişi sayısında cinsiyet eşitliğinin belki de tarihte ilk kez güvence altına alınıyor oluşudur. Bunun haricinde seçilmesi öngörülen 155 kişi arasından 17 kişi Şili’de azınlık teşkil eden 10 farklı yerli halka nüfusları oranınca ayrılmıştır. Diğer bir deyişle hem cinsiyet eşitliği bakımından hem de farklı halkları temsili bakımından yeni anayasanın hazırlanmasında çoğulculuğu hedef alan oldukça yenilikçi bir yaklaşımla karşı karşıyayız.

Diğer yandan burada sorgulanması gereken bir konu, Anayasa Konvansiyonu’nun Pinochet anayasasının temel ilkelerinden ve sisteminden bağımsız olarak kural koyabilme gücünü haiz bir kurucu meclis teşkil edip etmeyeceğidir. Burada özellikle de Anayasa Konvansiyonu’nun mevcut parlamento ve muhafazakâr bir başkanla birlikte var olacağı unutulmamalıdır. Bu soruya şu aşamada cevap vermek sadece bir öngörüden öteye gidemeyecek olmakla birlikte Anayasa Konvansiyonu üyeleri 2/3 çoğunlukla anayasa taslağını kabul ederse taslağın referanduma sunulacağı düşünüldüğünde, cevabın seçilecek konvansiyon üyelerine bağlı olduğu söylenebilir. Nitekim şu anda konvansiyon üyeliğine adaylığını açıklamış ve Concepcion Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde akademisyen olan Doç. Dr. Amaya Alvez Marin’in Prof. Dr. Richard Albert ile geçtiğimiz günlerde yaptığı sunumda da ifade ettiği üzere konvansiyonun mevcut anayasal ilkelerden ve mevcut siyasal iktidarın etkisinden ne ölçüde kopabileceği ciddi bir tartışma konusudur. Fakat nihayetinde konvansiyonun 2022 sonuna kadar bir anayasa taslağı hazırlaması ve bunun halk oyuna sunulması hedefleniyor. Hazırlanan taslağın bir kez daha halka sunularak halka “hayır” deme olanağı tanınması ise anayasa yapım sürecinin genel olarak demokratik ve katılımcı bir model olduğunu gösteriyor.

Son olarak, Şili’deki sürecin iyi yanlarının yanı sıra belirli başlı handikapları olduğunu da gözden kaçırmamalıyız. Sürecin gerçekten uzun bir zaman dilimine yayıldığı ve süreç boyunca başkanlık koltuğunun özünde böylesi bir sürece karşı olan muhafazakâr bir milyarderin elinde olduğu unutulmamalı. Bu bakımdan Başkan Sebastián Piñera’nın süreci başlatmakta gönüllü olmadığı gibi doğru koşullar altında sürecin önünü kesebileceğini de öngörebiliriz. Bu noktada sürecin demokratik ve daha adil bir Şili ile mi yoksa tekrar iç çatışmaların ve yoksulluğun had safhada olduğu bir Şili ile mi biteceğinin cevabını bize halkın örgütlü mücadelesi gösterecek.

Ancak Şili’de yaşanan bu deneyim, demokratik bir anayasa yapımı için oldukça yenilikçi fikirler barındırıyor. Bu fikirlerin özellikle de Şili ile hem sosyal adaletsizlik hem de geçmiş anayasa pratiği bakımından oldukça benzerlikler taşıyan ülkemizde yükselen yeni anayasa tartışmaları bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. Gerçekten de katılımcı modelle hazırlanmayan anayasamızın ve anayasa değişikliklerinin bize bir arpa boyu yol aldırmadığını unutmamalıyız. O halde, bu sıkışmışlıktan çıkmak için sadece anayasanın nasıl olması gerektiğinin değil, anayasanın nasıl yapılması gerektiğinin de üzerinde durmalı ve toplumu sürece dahil etmeye aday böylesi yenilikçi fikirler üzerine düşünmeliyiz.


[1] Dünyanın farklı bölgelerinde bulunan 37 ülkede yapılan çalışmaya göre, Şili, Kosta Rika’dan sonra en fazla gelir adaletsizliğine sahip ülkedir ve ülkedeki gelir adaletsizliği, Gini katsayısı ile 0.46/1 olarak ölçülmüştür. https://data.oecd.org/inequality/income-inequality.htm#indicator-chart