Şili: Düzen Sola Siyaset Dersi Verdi

Şili’de geçen hafta sonu gerçekleşen anayasa referandumunda olanları anlamak için başlangıç noktası olarak “bir halk dünyanın en ilerici anayasasını nasıl olur da reddeder?” türünden bir soruyu tercih edersek ilk yanlışımızı yapmış oluruz, sonrası da gelir. Dahası bu anayasa önerisinin doğrudan muhataplarıyla bağlantılı çeşitli sorularla karşı karşıya kalırız. Mesela bu anayasa kime göre ilericidir, ilericilik iyi bir şey midir, halkın geniş kesimlerinin kendileri için iyi olduğu düşünülen bu “iyi şey”den haberleri var mıdır türünden sorular çoğaltılabilir.

Bu sorularla ilgili tartışmaya girmeden önce biraz olanı anlamaya çalışalım. 4 Eylül'de yapılan referandumda seçmenlerin yaklaşık yüzde 62'si, ilerici olarak değerlendirilen anayasa taslağına "Hayır" dedi.

Bu sonuca “Oysa 2020'de yapılan oylamada Şili halkının yüzde 80'i mevcut anayasanın değiştirilmesi yönünde oy kullanmıştı. Halbuki solcu Boric’e yakın zamanda bu halk yüzde 56 ile başkanlık koltuğunu vermişti, destekleyenler nereye gitti?” türünden şaşkınlık nidaları dolu serzenişlerle tepkiler verildi. 

Bunlar yanlış varsayımlar üzerine kurulu şikâyetçi haller. Rakamları pek sevmem ama öncelikle aslında Boric’i destekleyenlerin ya da solun genelinin bir yere gitmediğini rakamlar bize söylüyor. Devlet başkanlığı seçimlerinin ikinci turu (Aralık 2021) ile anayasa referandumunu karşılaştırırsak, başkanlık seçiminde Boric’in aldığı oy sayısı: 4.620.890, Kast’ın oy sayısı ise 3.650.088. Referandumda ise Boric’in de dahil olduğu “Evet” cephesinin aldığı oy: 4.860.093, düzenin “Hayır” cephesi ise 7.882.958. Bu rakamlarda ilk görünen şey seçime katılımın bir hayli arttığıdır. Evet cephesinin oy kaybetmesinden de söz edilemez. Zira referandumda 200 bin civarı daha fazla oy alınmıştır. Dolayısıyla sol kesimin bir yere gittiği yok ama sağın kendi lehine geniş halk kesimlerini seçim sürecine dahil etmesi gerçeği burada görülebilir. Bir anlamda başkanlık seçimlerinin ikinci turunda Boric yönetiminin seçime katılımı yüzde 10 gibi kendi lehine genişletmesinin bir benzerini, daha büyük ölçüde bu kez “düzen güçleri” sağladı.

Peki bu başarıyı egemen güçler nasıl mümkün kıldı? İlki kuşkusuz referanduma katılımı zorunlu hale getirerek siyasetten uzak duran/durmak zorunda kalan kitleleri sürece dahil olmaya zorlayarak yaptılar. Burada Pinochet rejiminin hakları apolitikleştirme/düzenin unsuru haline getirme uğraşının rejim aleyhine sorun çıkınca nasıl bir sigortaya dönüştüğünü de görmüş olduk. Sonuçta Pinochet darbeyle (11 Eylül 1973) iktidara gelirken 1990 yılına kadar hükümranlığı sürecinde sadece neoliberal politikaların iktisadi alandaki hakimiyeti için uğraşmamış, baskı, şiddet ve ideolojik zoru da kullanarak aynı zamanda Şili’yi bir tür disiplin toplumuna dönüştürmüştü.

Tekrar rakamlara dönecek olursak, başkanlık seçimlerinin ikinci turunda toplam geçerli oy sayısı 8.270.978’di. Referandumda ise toplam geçerli oy sayısı 12.743.051 oldu, yani 4 milyondan daha fazla oy kullanıldı ve bunun çoğu “Hayır” cephesine yazıldı. Düzen açısından bu sonucu elde etmek için elbette sadece referanduma katılımı zorunlu hale getirmek yetmezdi; sonradan yalan-demagojiye ve korkutmaya dayalı siyasetini (burada sağcılar yalan söylüyor diye şikâyet etmenin anlamı yok çünkü bu zaten onların hayatı, onların demokrasisi, onların koyduğu kuralları kabul ediyorsan bunun bilinciyle oyuna devam edeceksin) devreye soktu. Basın vb. olanaklar da emirlerine amade olduğu için bu iş görece kolay oldu.[1] Bu süreçte hem kentli hem de kırsal alanda yaşayan kesimler siyasette görece aktif hale getirildi. Atların, taksicilerin katıldığı protestolar düzenledi. Bu sokak hareketlerinde hayat pahalılığı, benzin fiyatlarına yapılan zamlar, su sorunu ve “elden giden geleneksel değerler” gibi temalar ön plana çıkarıldı. Bütün bunlar hitap edilen kitle için hayati şeylerdi. Yeni anayasa ile halihazırda kötü olan durumun daha da kötü olacağının propagandası da yapıldı. 

Özetle referanduma katılan önemli bir topluluğun anayasa önerisinin “ilerici” olduğundan, onların yararına işleri hedeflediğinden haberi olmadığı gibi yaşamlarını daha kötüye sürükleyeceğine dair bir inançları vardı -ya da bunu benimsemeleri sağlandı.

Uzaktan bakınca Şili’de solun yenilgisi ve düzenin siyaset dersi verme anlamında yaptığı işler olarak ana başlıklar etrafında bunlar göze çarpıyor. Şimdi solun cephesine bakalım.

Hegemonya kurmanın zorunluluğu

Şili solunun en azından 4 Eylül 1970'te Allende’nin geniş kesimlerin desteğini alarak devlet başkanlığını kazanmasıyla başlayan sürecin ana sorunlarından birinin hegemonya kurma problemi olduğunu söylenebilir. Hangi yolla iktidar olursanız olun eğer başka bir dünya yaratmak istiyorsanız kendi demokrasinizi kurmak zorundasınız. Bu da bir tür hegemonya kurmaktan geçiyor. Yoksa mevcut kurum ve toplumsal yapı ve değerlerle uzlaşarak “iktidar” olamazsınız. Tarihte olan şeylere yanlıştır, doğrudur diyemeyiz çünkü olmuştur. Fakat Allende’nin kısa zamanda ABD güdümündeki bir orduya nüfuz edemeyeceği de görünür bir gerçekti. Maalesef sonu da onların elinden oldu.[2]

Referandum sonrası Boric yönetimi referandum yenilgisinden elbette kendine bir pay çıkardı. Bunun somut göstergesi kabinede yaşanan değişim oldu. Fakat bu tür kendi sahasında top çevirmeye dönük hamlelerin hiçbir sorunu çözmeyeceği aşikâr. Bunun yanı sıra Boric yönetimi yeni bir anayasa hazırlanması için tüm toplumsal kesimlere çağrı yaptı.[3] Bu hayli riskli bir girişim. Bu çağrıya sağ kesimlerden henüz olumlu tepki yok. Olması da zor çünkü bu koşullarda yakaladıkları ivmeyi terk etmek istemeyecekler, parlamentoda çoğunluğa sahip olmayan hükümeti devirmeye çalışacaklardır. Özellikle devletin ve neo-faşist kesimlerin çeşitli provokasyonlara başvurma olasılığı yüksek. Boric yönetimiyle masaya oturdukları takdirde ise güçlü pozisyonda olacaklar, belki istedikleri her şeyi kabul ettiremeyebilirler ama istemedikleri bir sonucu engelleyebileceklerdir.

Boric yönetimi şimdiye kadar tipik bir sosyal demokrat iktidardan daha fazla bir performans sergilemedi/sergileyemedi. Bunun birçok nedeni olmalı ama bunlardan en önemlisi düşünce biçimiyle, hedeflerle ilgili. Özeti: Köklü bir toplumsal değişimi mi öngörüyorsunuz yoksa perspektifiniz olanı daha iyi idare etmekle mi sınırlı? Şu âna kadar Boric yönetimi ikinciyi tercih etti. İlki olsaydı örneğin, anayasa önerisinde yazılan başlıklar kapsamında referandumu beklemeksizin fiilî adımlar atmanın yolunu arayabilir, hükümet olmanın olanaklarını bu doğrultuda kullanabilirdi. Ama yapmadı. Burada bir kısım insana komplo teorisi gibi gelebilir ama “devlet aklı”nın Şili’de de muhalefetin sınırını bir biçimde çizdiğinin işaretleri de var. Kısaca baştaki meseleye dönüyoruz, yani devlet ve egemen sınıflarla hesaplaşmayı önüne koymayıp karşı hegemonya yaratmaya dönük düşünceniz ve stratejiniz yoksa, gerisi nafile. Egemenler zorunlu kalmadıkları sürece değişimi istemeyeceklerdir. Çünkü bu onların demokrasisi ve rahatlar. Egemenlik alanlarını korumak için de her şeyi yaparlar.

Referandumdan sonra sağcılar kutlama yaparken radikal sol kesimlerse ilk başta öğrenciler olmak üzere tepkilerini sokakta gösterdiler. Polis de her zamanki gibi göstericilere saldırdı. Sokaktaki gösterilerin hem referandumla bağlantılı hem de 11 Eylül darbesinin yıldönümü nedeniyle giderek artması kaçınılmaz. Geçen hafta iş güvenliğinden yoksun olmaları nedeniyle bakır madeni işçileri de greve çıktı. Bu süreç 2019’daki ayaklanmanın ivmesini yeniden yakalayabilir mi? Buna dair işaretler zayıf. 

Sol açısından toplumun bütününe dönük siyaset yapmanın olanaklarının yeniden tarif edilebileceği zeminin yine de sokakta mücadele eden kesimlerin arayışları ve örgütlenme çalışmaları sayesinde büyüyebileceğini görmek gerekir. Yoksa referandumda ispatlandığı üzere, elinizde içinde harika şeylerin olduğu bir anayasa kitabı olabilir. Bunu neşeyle elinizde sallayabilirsiniz. Ama illa “alıcı” bulacağı anlamına gelmez. Bunun yerine hükümetin desteğini de alarak ya da zorlayarak pekâlâ önerilen anayasanın çerçevesinde fiilî adımlar atılabilir, anayasanın engellemeye çalıştığı başlıklarda da direnişler örgütlenebilir. Örneğin yerel yönetimler fiilen özerk yapılar yaratılarak özyönetime zorlanabilir; direnişler daha fazla doğa haklarına ve sendikal hakların kazanılmasına odaklanabilir. Eğer değiştirme isteğimiz körelmediyse bunları yapmanın önünde ne gibi bir engel var, bazılarının bir sonraki oylamayı seçimi bekleyelim demesi dışında?


[1] Serhat Tutkal ANF’ye yaptığı değerlendirmede bu olayın ayrıntılarına dikkat çekiyor: https://firatnews.com/dunya/Sili-solu-halki-ikna-edemedi-174961

[2] Türkiye’de AKP ve onun temsil ettiği anlayışın bugün gelinen durumda hegemonik bir ilişkiyi kendi lehine tesis ettiğinden söz etmek mümkün.

[3] Parlamento vasıtasıyla yeni anayasa için ilk diyaloglar başlatıldı. Geçen hafta Şili Belediyeler Birliği (AChM), Şili Birleşik İşçiler Sendikası (CUT) ve Şili Üretim ve Ticaret Konfederasyonu (CPC) temsilcileri ile yeni sürece destek doğrultusunda görüşmeler yapıldı.