Dostum Halil Duranay'a ithaf edilmiştir.
Kırmızı Pazartesi kabilinden Rusya Ukrayna’ya girerken, sabık The X Factor albümünün tınıları hafızamda çınlamaya başlıyor. İşin enteresan yanı bugün Metal dinlemesem de bu Iron Maiden albümün çıktığı dönem sürmekte olan Bosna Savaşı’nın kareleri gözümün önünden geçmeye başlıyor. The X Factor albümü (bundan sonra X Factor) için kişisel tarihimin kilometre taşlarından biri demek zor. Ancak albümün hayranlarıyla buluştuğu zaman diliminde cereyan eden gelişmeler, bugün bile X Factor'ı tekrar anmama ve melankoliyi bu albümün ayırt edici bir özelliği telakki etmeme sebep. Savaşın acı çaresizliğinden kaynaklanan hüznün haricinde, albümün bir sonbahar günü (2 Ekim 1995) çıkması, X Factor'a hüzün dolu farklı bir hüviyet daha kazandırmıştı. Albümün elime geçmesi biraz uzun sürmüş, saatler geriye alınmış, havalar iyiden soğumuş, bir tanıdık vasıtasıyla gelen kasetin paketini açmak kara bir kış gününe rastlamıştı. Detaylar aklımda. Çünkü Kıbrıs'ın kuzeyi kültürel anlamda bir mahrumiyet bölgesidir. Melankoliye meyyal bir bünyem olduğundan herhalde, X Factor'ın karanlık ruhu, sonbaharın hüzün yapraklı, hışırtılı melankolisi ve yaşanan savaşın kasveti beraber bir orman yangını gibi beni de sarmıştı. Başka şeylerin yanı sıra, albümün hayranları etkileşime soktuğu “Lord of the Flies”, “Heart of Darkness” ve “The Name of the Rose” meşrebinden karanlık metinlerarası temaların kendi kasveti yetmezmiş gibi, hüzünlü melodilerle iyiden melankoliye uğradığımı –özellikle bugünden geriye bakınca– daha iyi kestirebiliyorum. Hele albüm kapağında elektrikli sandalyeye oturtulmuş Maiden maskotu Eddie’nin o ürkütücü halini unutmak kolay değil. Albüm tüyleri diken diken eden geçişli melodileri ve lirikleriyle doğanın siyah rengi intibaını uyandırıyordu. Şunu da eklemek gerekir ki kirli albüm sound’u, X Factor’a mastering’i yapılmamış, garaj formatında kaydedilmiş boğuk bir demo havası vermişti. En az bunlar kadar dikkat çekici bir unsur da grubun yeni vokalisti Blaze Bayley'in duygulu, kirli, hatta bluesvari vokalleri idi.
Şimdi maalesef bir kez daha, Ukrayna'daki savaş ve mevsimin getirdiklerinden dolayı, benzer bir duygulanım tekrar ortaya çıkıyor. Gelgelelim, o dönem Bosna’da yaşananlarla birlikte ahvalin üzerine çöken melankoli bu kadarla da kalmıyor, halihazırdaki melankoliye grubun bizzat deneyimlediği başka melankolik süreçler eklemleniyordu. Hem grup üyelerinin yaşadıkları hem Metal söyleminin içerisinden geçtiği zeitgeist sözünü ettiğimiz melankolik örgüyle düğümleniyordu.
Bu denemenin amacı Iron Maiden'ın (bundan böyle Maiden) X Factor sürecinde iç içe geçip sarmaşıklaşan melankolik temalara dikkat çekmek. Tabii, bunu yaparken X Factor'ın temsilciliğine soyunduğu melankolik anti–modernist metinselliği dokuyan iplikleri gözden kaçırmamak.
Caveat Lector: Karanlık ve Melankoli
X Factor örgüsündeki desenlere bakmadan önce, albümün esas çekim noktasını oluşturan karanlık ve melankoli kavramlarına ufak bir nüans kazandırmak bu albümü bir miktar anlaşılır hale getirebilir. X Factor'da melankoli tek bir düşünce çizgisi sergilemediği gibi karanlık da sadece ışıksızlık anlamına gelmez. Şimdilik şu kadarını söylemek yeterli olacak: Mevzubahis karanlık, aynı zamanda, gereğince anlaşılıp bilinmediği için başı sonu belli olmayan, ucu tamamen açık ve belirsizlik – dolayısıyla da tehlike vehmi – barındıran bir modern vaziyettir. Bu durumu kısaca ama indirgemeden açıklamak için Zygmunt Bauman’a müracaat etmek manidardır. Janus yüzlü modernist söylem, kendi içerisinde bir statüko eleştirisi barındırsa da, modernistlerin “altta yatan bir temel yokluğunun keşfi” bu rasyonaliteyi kötüsünden allak bullak etmişti (Bauman, 1991). Bu akut keşif deneyimini izleyen yıllarda, kaygı duyulan boşluk ve belirsizliğin üstesinden gelmek üzere, bugün bile batı kültürüne damgasını vurmuş olan modernist ilerleme teleolojisi kurgulanır. İşte bu yazının konusu olan karanlık kaynağını kısmen –az önce arka planından yola çıktığımız– altta yatan boşluk ve bu doğuştan istikrarlı yapı yokluğunun sebep olduğu belirsizlik ve kötümserlikten alır.
Bu koşullar bütünüyse melankoli ile teğellenir. Çünkü, bildiğiniz gibi 19. yüzyıl ve Birinci Dünya Savaşı arasındaki dönem, Avrupa'da karşı–muhafazakâr bir tepki olan modernizm karşıtlığının fitilini ateşler (Rosner, 2006). Bu zaman zarfında, Avrupa'nın tinsel ve geleneksel hayatı örselenmeye yüz tutar. Akışkan, hızlı modern kipler ve savaştaki dehşet öyküleri yaşanan travmayı daha da şiddetlendirir. Uzun sözün kısası, modernist ilerleme söylencesine içkin belirsizlik ve malûmun ilamı şiddet, gayri ihtiyari, melankolik tepkiye yer açar. X Factor'a sinen melankoli, sözünü ettiğimiz melankoliden parçalar taşısa da nitelik olarak farklı bir melankoliyi de haizdir. Albümdeki temalar ve Gotik’i anımsatan karanlık bu arka plan üzerinden anlaşılmalıdır. Maiden özelinde melankolinin niteliğini belirleyen şey, bu duygunun ne olduğundan çok grubun melankoli ile X Factor'da neler yaptığıdır. Melankoli derken anlamamız gereken en önemli nokta, böylesi bir melankolinin maruz kalınan bir ruh hali ya da içerisinde gezindiğimiz karanlık sulardan çok aktif bir şekilde üretilmiş, fevkalade insani bir duyum olmasıdır. Çağ ruhundan ve yaşananlardan dolayı bir teslimiyet hali veya iradenin bozguna uğraması demek değildir melankoli. X Factor kapsamında melankoliyi özel yapan Maiden’ın bu duygulanımı değişen dünya ve modern yaşam karşısında aktif bir bağlantı ilişkisine, hatta iletişim şekline dönüştürmesidir (Flatley, 2008, s. 4-5). Kısacası melankoli, bu dokumada aktif olduğu kadar kurucu bir leitmotiftir ve Maiden'ın sabık fantezi ve epik ile örülmüş albümlerine pek benzemez. Dinleyene kaçış olanağı sağlayan fantastik nitelikler yerine, X Factor, pek alışılmadık biçimde, melankoli prizmasından moderniteye sorgulayıcı sayılabilecek -tutucu olsa dahi!- içgörü sunan bir yapıttır.
Grunge, Punk ve Heavy Metal’in Alacakaranlığı
Öte yandan, 70'lerde İngiltere'de boy gösteren Def Leppard, Judas Priest, Saxon, –hatta daha az popüler olmalarına rağmen saygı duyulan Diamond Head, Angel Witch– gibi gruplar sayesinde 80'lerde altın çağını yaşayan New Wave of British Heavy Metal (NWOBHM) furyası, 90'lı yılların ilk yarısından itibaren eski şaşaasını arar hale gelir. Nitekim bu janr 2000'li yılların başında kendi küllerinden doğmayı denemiş ve bir hareketlilik yaşamışsa da bir Rönesans ihtimali hâlâ uzaktır. Bu girişim olsa olsa nostaljik "köklere dönüş" çabasıdır ve NWOBHM'nin altın devri artık bir anıdır. Hayranların belli bir kısmı da aslında sadakat, hafıza ve bağlılık değerleri üzerinden grupla ilişki geliştirmiş fanatik Maiden müritleridir. Oysa, işler bu noktaya gelmeden önce, ne 1980'li yılların ortalarında şafağı söken Glam Metal ne de 1980'lerin sonunda Metal piyasasını kasıp kavurmaya başlayan Anthrax, Metallica, ve Megadeth gibi grupların başı çektiği Thrash Metal dalgası Maiden'ı bu denli sarsmıştı. NWOBHM ve Maiden'ın düşüşünde esas etken aslında 80'lerin ortalarında Seattle şehrinden yola çıkan Grunge dalgasıydı. 90'ların ilk yarısında büyük başarılara imza atan Nirvana, Pearl Jam, Alice in Chains ve Soundgarden gibi Grunge efsaneleri klasik Heavy Metal'i bir ölçüde rafa kaldırmıştır. Bu kez dalga gibi gelen dalga gibi geçmemişti. Green Day, Rancid ve The Offspring gibi popüler punk grupları ise hesaba gelmeyen başka bir hadiseydi. Ben 1990'larda üniversite öğrencisiyken, etrafımdaki metalcilerin neredeyse tümü, belâhete kapılmış, Punk ve Grunge dinleyenlerden ayrımsız nefret ederdi. Hayatımda ilk kez 2000 yılında, staj yapmaya giderken bindiğim otobüste Pearl Jam'ı dinleyecek "cesareti" gösterebilmiştim.
Buna ilaveten hatırlatmak gerekir ki, bu onuncu Maiden albümünü haddinden fazla hazin kılan bir başka unsur da 1990'lı yılların başından itibaren Maiden’ın Heavy Metal topluluklarında daha az takdir görmesi ve grubun daralan arenalarda konser vermek zorunda kalmasıydı. Grubun efsanevi vokalisti Bruce Dickinson, tabiri caizse, batan gemiyi zamanında terk etmişti. Çünkü Maiden ve Bruce kendini "yinelemeye başladığı için" bazı Maiden fanları arasında usanç peyda olmuyor değildi. Modernist ağızla, Maiden artık “eski moda” ve “çağdışıydı”. Bir önceki albüm Fear of the Dark gibi X Factor da Maiden’ın epik mirası karşısında fazlasıyla "sönük" kalmıştı.
Grup İçi Dinamikler ve Melankoli
İşte yeni vokalist Blaze Bayley hem grup hem de NWOBHM açısından böyle karamsar koşulları altında Dickinson'ın boşluğunu doldurmak üzere Maiden'a gelmiş ve belirsiz bir geçiş dönemine adım atmıştı. Dickenson'ın yerini, İngiltere dışında hiç sahne almamış –Maiden'ın alt gruplarından– Wolfsbane vokalistine bırakması grubun hayranlarını hüzünlendirdiği kadar birçoğunu kutuplaştırmıştı. Maiden tarihi boyunca, bu anlamda, X Factor kadar tartışmalı bir başka dönem yoktur sanırım. Grup elemanlarının kişisel tarihi üzerinden gidecek olursak, X Factor, Maiden tayfasının içinden geçtiği karanlık bir tüneldir. Yaprak dökümü aslında X Factor öncesi başlamış ve gitarist Adrian Smith gruba veda etmişti. Tüm bu zaman zarfında, grubun beyni Steve Harris bir yanda eşiyle boşanma sürecinin doğurduğu depresyonla debelenirken diğer yandan Bruce'un yokluğunu el yordamıyla "ikame" etmeye çalışmaktadır. Ancak aksiliklerin sonu gelmez. Yapımcı Martin Birch’ün Fear of The Dark'tan sonra emekliye ayrılması grubun –bilhassa Harris’in– uzun bir süre boyunca kendini toparlayamayacağı bir darbe olur. X Factor piyasaya çıktıktan sonra eski vokalist Bruce’un albüm için kalp kırıcı sözler sarf etmesi açık yaranın üzerine tuz biber eker. İş başa düşer ve Harris albümün kayıt sürecini kendi konağına taşır. Bütün bu grup içi dinamikler baştan sona X Factor'a nüfuz eder ve ortaya kasvetli bir albüm çıkar. Nitekim X Factor grubun menajeri Rod Smallwood için bile, ticari bir şansı olamayacak kadar karanlık bir yapımdı.
Ve X Factor
Özellikle Bosna Savaşı, giderek eriyen bir Maiden, Punk – Grunge ikilisinin atılımı ve son olarak grubun içine düştüğü labirentimsi belirsizlik ve tereddütler X Factor’a melankolik bir anlatı yapısı kazandırır. Hem de yüzyıl başındaki önceki kuşakları anımsatan özellikte bir melankoli. Gerçi, melankoli Maiden tarihi açısından yabancı bir ülke olmasa da, X Factor kendini neredeyse salt bu duygulanım üzerinden var etmiştir. Melankolinin, daha önce de söylediğimiz gibi, X Factor'da bu denli baskın olmasının gözle görünür iki sebebinden biri, karanlık akustiğin albüme işlemesi ve meşum 90'lı yıllar başı çağ ruhunun Iron Maiden’ı sarıp sarmalamasıydı. Bilhassa Gregoryen vokaller ve atmosferik klavyelerle başlayan 11 dakikalık epik açılış parçası “Sign of the Cross”, Maiden tarihinin belki de en karanlık ve mistik parçasıydı. Albümdeki öteki şarkılar ve temalar da gittikçe kabaran kara bulutlardan payını alır. Modern aklın, Theodor Adorno ve Max Horkheimer'ı haklı çıkaracak karanlık temayülleri ve böyle bir rasyonalitenin Bosna’daki "akıl dışı" tezahürü X Factor’a bir ruh gibi sinmişti. Tıpkı Ukrayna trajedisi gibi, Avrupa’nın göbeğindeki Bosna savaşını konu alan "Blood on the World's Hands" modernitenin karanlık tarafından kaynaklanan kaygının melankolik bir örneğidir. “Lord of the Flies”, “The Edge of Darkness”, “Fortunes of War”, ve “The Aftermath” gibi şarkılarda dem vurulan şiddet ve insan doğasının irrasyonel/karanlık tarafı albümü boydan boya kateden melankolik ipliği görünür hale getirir. Bu iplik, yazının başında bahsettiğimiz modernite karşıtlığı ile diyalog içerisinde görülmeli. Çünkü albümdeki tüm bu dehşet öykülerinde yapılan en önemli vurgu, savaşta vuku bulan korkunç vahşetin anlamsızlığı ve tinsel yıkımın ilerlemeye duyulan umudu akim bırakmasıdır.
Her şey bir yana, X Factor’ın bir yıla yayılmış kaydı süresince, geleceği düşünmek Maiden’ın keyfini kaçırıyordu. Artık yeni bir grup olarak albüme X Factor adını koymaları, deneyimledikleri müphem ve akışkan moderniteye verdikleri bir başka muhafazakâr bir yanıttı. Blaze, bir defasında, “yeni albümün” yapım sürecini ağır bir bilinmezlik örtüsü altında sürdürdüklerini anlatır. Vaktiyle boşluk, kaos ve vertigoya maruz kalmış eski Avrupalı öncelleri gibi, Blaze de parametreleri devamlı değişen, hiçbir sabitesi bulunmayan olumsal bir zemin üzerinde nasıl modernist bir yordam benimsediklerini açıklar. Burada, Blaze'in söylediklerine bakılırsa, albüme adını veren modern "X faktörü bilinmeyen bir şeyi temsil ediyordu". Blaze, tam da ismi ile müsemma bir albüm olan X Factor'ın tezahür ettiği günleri şu sözlerle tarif eder: "Stüdyoda farklı kayıtları dinliyorduk ve her şarkıda bilinmeyen bir faktör vardı. Ayrıca albümün kendisinde de bilinmeyen faktörler vardı. Bilirsiniz işte, yeni bir ses mühendisi ve yeni bir vokalist ve biz de albüme X adını verdik" (Stenning, 2006, s. 178).
Görünen odur ki, Maiden ile ete kemiğe bürünmüş bilinmezlikten muzdarip öznenin demir anti-modern melankolisi "Man on the Edge", "Look for the Truth", "Judgement of Heaven", "The Unbeliever", "2. A. M." gibi şarkılarda iyice keskinleşmektedir. Tüm bu parçalarda, modernist düşünceye menteşe işlevi gören ilerleme teleolojisinin aydınlanma supabı, aklı boyunduruk altına alması ve şiddettin tetiklediği tasa, grup üyelerinin iyice hallihamur olduğu dönemsel kaygılarla çakışır. “Look for the Truth” parçası, akış halindeki belirsizliğin mahmuzladığı üzüntüden bireyin içine düştüğü varoluş krizine uzanan melankolik yelpazeyi yine gözler önüne serer. Parçanın modern insanı “bunlar daha önce hiç yüzleşmediğim şüpheler ve korkular” der şarkının nakarat kısmında. Neredeyse tüm ekibin birlikte yazdığı “Judgement of Heaven” parçası da inanç ve inanç kaybı arasında melankolik bir eşik olarak belirir. Tereddüt halindeki birey, artık modern idealden uzak, ve en kötüsü, nereye gittiğini bilmeden ilerler. Yitik bir dünya, yaşanan hayal kırıklıkları, kafa karışıklığı, tüm bunlar, modern dünyaya ait tinsel bir zayıflıktır:
El yordamıyla karanlıkta yolunu bulmaya çalışırken,
Tarot kartlarını alıp rüzgâra savuruyorsun,
İnançlarını ve düşüncelerini,
Tüm varlığını sorguluyorsun.
Burada şahit olduğumuz çok katmanlı manzara, kendi halinde bir modern özne için pek bilindik bir hikâye değildir. Bir kez daha, önceden ele aldığımız unsurların bağlantı ve dikiş yerlerini açığa vurur "Judgement of Heaven": modern insanın parçalanmış doğasının vazgeçilmez eşlikçisi olarak metafizik kaygılar ve melankoli.
Kültür Endüstrisi ve Küçük Grup İlişkileri
Heavy Metal icra ediyorsanız ruhunuzu kaybetmeden kapitalist kültür ekonomisine uyum sağlamak gerilimli olduğu kadar melankolik bir deneyim olabilir. Kültür endüstrisinde cereyan eden “Küçük - Büyük grup” ikilemleri bize Blaze şahsında bir başka melankolik manzara resmeder. En azından bunun böyle olduğunu destekleyecek bağlamsal ve yapısal işaretler mevcuttur. Blaze’in, eski grubu Wolfsbane ile popüler kültür endüstrisinde, Maiden gibi varlık oluşturması küçük bir ihtimaldir. Mike Jones'un (2003) ufuk açıcı çalışması da Blaze’in yaşadıklarını bir dereceye kadar doğruluyor gibi. 2000'lerin başına kadarki epizotta –ki bu zaman dilimi Blaze'in Maiden günlerine denk düşer– popüler olma derdindeki grupların sadece yüzde biri Heavy Metal panteona girmeye muvaffak olabiliyor. Tutkusu su götürmeyen Blaze'in Maiden deneyimi bu açıdan Jones'un çizdiği genel manzaraya uygun gibi. Wolfsbane meşrebinden bir kasaba grubunun –hele ki şartları kendi belirlemesi talebiyle– ana akım müzik endüstrisinde kalıcı olması zordur. En iyi durumda bile, büyük bir plak şirketine kapak atmak, bu popüler ekosistemde kalıcı olmak için yeterli değildir. Çünkü, büyük bir plak şirketi ile albüm yapan her sekiz gruptan sadece biri kâr edebiliyor. Ne var ki, işin sadece bir yanıdır bu. Jones'a kulak vermeye devam edecek olursak, albüm endüstrisinin büyük şirketleriyle anlaşma imzalasanız bile “temel bir kural”ın işin içine girdiğini unutmamak lazım: Endüstri devlerinin bağımsız girişimlere hükmetmesinin yolu müzik ürünlerinin topluca pazarlanmasından geçiyor. Bu, Wolfsbane gibi ufak çaplı girişimlerin de ürünlerini piyasaya toptan süremeyecekleri anlamına gelmiyor tabii. Ancak bütün popüler müzik ürünler aynı şekilde pazarlanmaz. Bununla bağlantılı olarak albümler aynı şekilde tanıtılmaz ve satılmazlar da. Yani “hit” albümlerin, arkasında büyük plak şirketlerinin mülkiyetinde gerçekleştirilen toplu satış ürünleri vardır.
Bu dinamikler ışığında, Blaze'in talihi, aynı zamanda, dramatik şekilde, kendi şansızlığıdır. Blaze gibi kavrayışlı ve hünerli bir müzisyenin bedelini fazlasıyla ödeyerek öğrendiği gibi Metal Tanrıları arasında kalıcı olmak yerine bu büyük dişlinin parçaları içerisinde somun ve cıvata “işlevi görmesi" ve nihayetinde tutunamaması küçük grup ilişkilerinin hüzünlü bir öyküsü ve iyi bir örnek vakadır. Blaze, küçük bir gruptan popüler bir gruba girmenin sonuçlarına katlandı. Başka türlü söylersek, Blaze Wolfsbane'de yapmak istediklerini Maiden'da yapamadı. Maiden’a has tutucu beklenti sistemi, bir radikal öteki olan Blaze’i evcilleştirerek, yani onu ötekileştirerek, Panteon’a kabul eder. Başka türlü dile getirirsek, Blaze'i Wolfsbane'den feragat etmesi koşuluyla yüzde bire taşıyan mekanizma Blaze'e kendisini Blaze yapan farklılık ve ötekiliğini "dışarıda bırakma" koşuluyla icazet vermiştir. Bu yaşananlar Blaze’in Maiden epizotuna melanlolik bir anlatı olduğu kadar etik bir sorun olarak da bakmamızı sağlar. Ve Gitarist Janick Gers’in şu ifadeyle karşılaşırız:
[Blaze'in] sahnede bazen sorunlar yaşadığı doğruydu, ama bu bizim de hatamız. Çünkü ondan parçaları daha yüksek perdeden söylemesini istedik ki bu talep onun açısından hiç normal değildi. Blaze'in çok farklı bir sesi vardı ve biz ondan doğal olmayan şekilde kendisinden yabancı bir habitata girmesini istedik. Zorlu Maiden turneleri bazen dokuz veya on ay sürer ve sesinizi doğal sınırlarınızın ötesinde zorlamanız gerekiyorsa, bu herkes için acı verici bir programıdır (...) Dickinson tenordu. Blaze ise bir bariton (Andersen, 2019).
Blaze'in o nevi şahsına münhasır boğuk ve derin sesinin, Bruce'un opera icracılarını andıran vokalleriyle karşılaştırılması ve takdir görmemesi kalan günlerde Blaze açısından işleri zorlaştırır. “Bruce - Blaze” kutuplaşmasının negatif ve dezavantajlı ucuna yansıtılan Blaze, ayakkabı içindeki taş misali sırıtmış, Bauman’ın tabiriyle, bir bünye "içinde olup da ait olmama” durumunun yarattığı gerilimlerden dolayı, birçok Bruce hayranı Blaze'i kabul etmeye yanaşmamıştı (2017, s. 101). Maiden içerisinde çok ciddi bir varlığa sahip –NWOBHM fenomeninin alıp yürümesindeki mızrak başı kabul edilen– DJ Neal Kay bile Blaze için "Bana kalırsa Blaze şarkı söylemekten çok uzaktı. Oldum olası o heriften nefret ettim," diyebilecek kadar Blaze’den rahatsızdı [i] (Stenning, s. 182). Üniversite yıllarında, bir Gargoyle gibi etrafımdaki Maiden tartışmalarına mesafeli bir merakla baksam bile, Blaze için, moda bir refleks olarak, "bir Bruce değil" diyen üniversiteli Metalcileri hâlâ anımsarım. Yine de kötü ün yapmış Blaze konusunda dikkatli olmakta yarar var. Çünkü o zamanlar bile herkes aynı fikirde değildi. Blaze'e çokça kucak açanlar da olmuştu. Blaze'in metal medyasında ham ervah diye çerçevelenen talihsiz bazı açıklamaları ve radikal ötekiliği onun bu hasmane Panteon'dan düşüşünü daha da hızlandırdı. Burada ister istemez aklıma X Factor’ın “Man on the Edge” parçasındaki “Falling down, falling down” nakaratı geliyor!
[i] Beş yıllık Maiden "harikalar diyarında" esas adamı olarak dünyayı turlamak "Tamworth'tan gelen fakir bir oğlan için az buz başarı değildi" (Stenning, 2006, s. 183). Hal böyleyken Tamworth taşrasından gelen ve "ayakları yere pek basmayan" bu genç adamı pek sofistike bulmayanlar da vardı. Mesel bir keresinde Heavy Metal dergisi Kerrang! Blaze'in "Iron Maiden sayesinde ilk Jaguar'ımı aldım," açıklamasını derginin ön kapağına taşımıştı (Stenning, s. 177).
Kaynakça
Andersen, C. B. (2019). Maiden History: The Blaze Era part 1, 1994 -1996. https://maidenrevelations.com/2019/01/25/maiden–history–the–blaze–era–part–1–1994–1996
Bauman, Z. (1991). Intimations of Postmodernity. Routledge.
Bauman, Z. & Tester, K. (2017). Zygmunt Bauman ile Söyleşiler. (çev. M. Hazır). Heretik.
Flatley, J. (2008). Affective Mapping: Melancholia and the Politics of Modernism. Harvard University Press.
Jones, M. (2003). "The Music Industry as Workplace: An Approach to Analysis". Beck Andrew (ed.), Cultural Work: Understanding the Cultural Industries, s. 147-156, Routledge.
Rosner, D. J. (2006). “Anti-Modernism and Discourses of Melancholy”. EREA, 4(1), s. 97-103. https://journals.openedition.org/erea/596?file=1
Stenning, P. (2006). Iron Maiden - Thirty Years Of The Beast: The Unauthorised Biography. Chrome Dreams.