Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile büyük bir tartışmanın kapısı açılmış oldu. ‘Tartışacak ne var, bir ülke diğerini işgal etmiş denilebilir’ ama öyle olmadı. Önce, bir işgal sonrasında akla gelmez gibi görünen ‘kim haklı’ sorusu gündeme geldi. Birileri ‘işgal etti ama sorun bakalım niye etti’ diye başlayan ama ‘politik realizm’i de aşan, ‘Rusya haklı, zira bu olay NATO’nun kışkırtması sonucu oldu, o halde NATO, ABD, Batı ittifakı suçlu şeklinde’ görüş bildirmeye başladı. Bunun bir adım ötesinde, Türkiye’de şaşırtıcı olmayan biçimde Vatan Partisi, Avrasyacı, ulusalcı çevreler Rusya’yı (Çin’le birlikte) ABD/Batı emperyalizmine ‘yeter artık!’ diyen küresel alternatif olarak takdim etmeye giriştiler. Ortalık karıştı.
Bu koşullar altında, bu yaklaşım biçimine karşı ciddi itirazları anlamak ve hak vermek zor değil. Ancak, Ahmet İnsel’in “Ukrayna Savaşı Karşısında Putinciliğin Farklı Çeşitleri” başlıklı yazısına hak vermekte zorlanıyorum.
Öncelikle öfkeli üslubundan dolayı, ama sadece üslupla kalmayan ‘düşünce polisliği’ edası dolayısı ile hak veremiyorum. Bence, her şeyden önce, insanın nasıl tavır takınması gerektiğine kolayca karar veremeyeceği bir durumun yaşanıyor olduğunu teslim etmek gerekiyor. Kendine solcu, barışçı, demokrat, her ne derseniz deyin, aklı başında birinin Rusya işgaline alkış tutması tabii ki söz konusu değil. Ancak, İnsel’in iddia ettiği gibi işin burası sözün bittiği yer olmamalı veya en azından olmayabilir. Neden bu vesile ile düşünmeyi, tartışmayı bir yana bırakıp İnsel’in doğru bulduğu yönde tavır takınmak zorunda olalım? Herhangi bir durum karşısında İnsel veya başka biri neden hepimizden daha doğru düşünüyor ve diğerleri için doğrunun ne olduğunu dikte ediyor olsun? İnsel’in kendine bu rolü biçmesi anlaşılır gibi değil, daha doğrusu ancak bir tür düşünce polisliği ile izah edilebilir bir durum. Yazısından aynen aktarıyorum:
Ukrayna’ya silah yardımı başta olmak üzere, yapılacak bütün yardımları ve Rusya’ya karşı alınan ve ilerde alınacak olan yaptırım kararlarını desteklemek ve Putinizmin işlediği vahim suçlara göz yummamak, Putin yönetiminin Ukrayna’da işlediği ağır suçu komşusu olan başka ülkelere karşı işlemeye cesaret edememesini sağlamak için mücadele etmek olmazsa olmaz bir gerekliliktir.
Durun bir dakika, neden silah yardımını destekliyoruz, daha çok insan ölsün diye mi? Neden hızlı ateşkes, barış için diplomatik çözüm yönünde tutum takınmak ‘ıllımlı Putincilik’ oluyor? Dünya çapında onca işgal, askerî müdahale yaşandı, en azından barıştan yana olan bizim gibi kişiler, hemen ‘karşı tarafa silah ve mühimmat yardımı yapın’ kampanyası başlattık mı? Dahası, ‘başta silah her türlü yardım’ın içine malum sadece insani yardım değil, ‘gönüllü savaşçılar’ da giriyor, paralı askerler de. Ukrayna’ya yapılacak bu türden yardımların Rusya ile baş etmeye yetmeyeceği ve sadece can kaybı ve ülkenin yıkımını arttıracağı ortada değil mi? Nereden çıktı bu savaş severlik?
Durun iki dakika, Rusya’ya karşı sadece halihazırda alınan değil, “ileride alınacak yaptırım kararlarını” neden sorgusuz sualsiz destekleyelim? Bir ülkeye karşı alınan yaptırım kararlarının, iktidarda olanları caydırmaktan çok o ülkede yaşayanları cezalandırdığını, geçmişte yaşanan pek çok örnekten bilmiyor muyuz? Nitekim Batı dünyasında bu yönde fikir belirten onca insan var, kimse onları ‘Putincilik’ ile suçlamıyor.
Durun üç dakika, ‘her türlü savaşa karşı olmayı’ politik olarak temelsiz, etkisiz, hatta yanlış bulabilirsiniz. Fakat bu tutumu takınanların ‘ılımlı Putinci’ olduğunu iddia etmek ve onun ötesinde bu tavrın Putinciliğin ‘en tehlikeli versiyonu’ olduğunu ilan etmek de neyin nesi? Her şeyden önce içinde nefret söylemi olmayan herhangi bir görüşü ‘tehlikeli’ diye tanımlamak tam bir ‘sıkıyönetim’ dili değil mi? ‘Tehlikeli’ lafı çok sorunlu, onu bir yana bırakalım ve şöyle soralım: Sorunun diyalog ile çözülmesi gerektiğini söylemek, neden bağnaz Putincilikten daha beter? ‘Bırakın Putin Ukraynalıları tepelesin, onlar zaten Batı’nın uşakları’ diyen ‘bağnaz Putinciler” yerine diyalogdan bahsetmek neden daha beter ya da tehlikeli?
Velev ki etkisiz, faydasız olsun, barıştan, diyalogdan yana söz söylemek karşısında, niyet okumalar, kötü yaftamalar, düşünce polisliği, hatta komiserliği en çok da sol bir demokratın ağzından veya kaleminden çıktığı zaman kaygı duymak gerek diye düşünüyorum. İnsel’in yazısına karşı belli başlı itirazlarım bunlar.
Yazıyı böyle bitirmek haksızlık olur, kaçak dövüşmek sayılır. O nedenle, bu konuda benim bakış açımın ne olduğunu kısaca özetlemem gerekiyor. Öncelikle, benim kafam Ahmet İnsel kadar net değil. Her şeyden önce ortada savaş var, yıkım var, insanlık trajedisi var, bu durum karşısında ‘verin silahları Putin’i tepelesinler’ diyemiyorum. Tıpkı Afganistan’da kolayca ‘Taliban ABD işgaline karşı ülkesini savunuyor, hepimiz onlara destek olalım’, ‘Irak’ta ABD işgaline karşı savaşan saflara katılmakta tereddüt etmeyelim’ diyemediğim gibi. Zaten öyle diyen de yoktu, ne de olsa sarı saçlı, mavi gözlü insanlar değildiler, dünyanın ‘çapulcuları’ydılar. Bırakın yanlarında saf tutmayı, çoluk çocuk ‘yanlışlıkla’ bombalandıklarında bile hesabını soran olmadı.
Yok, sakın insan hakları sorulduğunda ‘Amerikalılar da Kızılderilileri öldürdüler’ diyenler gibi yapmayalım. Ancak müsaadenizle küresel bir jeopolitik hesaplaşmaya ilkesel mücadele kılıfı giydirmeye de kalkmayalım isterseniz. Ukrayna’da yaşayanlara destek olmak başka, başta Ukrayna yönetimi olmak üzere olayda dahli bulunan siyasi aktörlerden birinin yanında koşulsuz hizalanmak başka şeyler. Putin en kötüsü olabilir ama bu siyasi bir tanım değil. Putincilik de siyasi bir tanım değil. Diğer taraftan liberal demokrasilere karşı ‘otoriter rejimler’ de siyasi bir çerçevede tanımlanmıyor. Öyle olsaydı otoriter Polonya rejimi Putin/Rusya karşısında baş müttefik olamazdı. Türkiye de bir anda bu denli kıymete binmezdi. Ayrıca otoriter rejimlere karşı hizalanan ‘liberal demokrasiler’ Rusya’dan gaz ithal etmeye devam etmezdi. En az Putin kadar Rus milliyetçisi olan ve 2008 Gürcistan askerî müdahalesi esnasında, ‘farelerin üzerine füze yağdırın’ diyen muhalifi Navalyni, baş demokrat sayılmazdı vs…
Bu konu daha çok ama çok tartışma götürür, şimdilik fazla uzatmak istemiyorum. Bence en önemlisi tam da bu çifte standartlar, bu kolay taraf seçmeler, hâlâ Batı demokrasilerini bir standart olarak görmeler yüzünden tüm dünyada, korkutucu bir gelişme oluyor; bu tablolar karşısında kafası kızan, Batı ülkelerinde bile aşırı sağa, milliyetçiliğe, Avrasyacılığa, Putinciliğe savruluyor. Bizim gibi ülkelerde bu durum çok daha ciddi bir sorun. Daha doğrusu bir ‘tehlike’ varsa ben tehlikeyi burada görüyorum. Asıl bunları etraflıca tartışalım derim.